Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURtYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 22 OCAK 1992
MURAT BELGE
SHP Kongresi
SHP kongreye hazırlanıyor -bir kongreye daha. Bu kong-
renin tarafları da öncekilerde olduğundan fazla farklı değil;
sadece belirli "taraflardan" diye bilinen bazı bireylerin şim-
di başka gruplara yaklaştığı söylenebilir. Bütün bu önceki
kongrelerde "yenilik" sözü edilmişti. Bu söz gene var: Ta-
raflardan birinin adı "Yenilikçiler", öbürünün adı "Yeni Sol".
Öyle anlaşılıyor ki, partide ciddi bir "yenileşme" jhtiyacı ya-
şanıyor.
"Yenileşme"der kastedilenin ne olduğunu çok iyi bilme-
diğimi itiraf etmekdurumundayım. Bu da bana biraz şaşırtı-
cı geliyor, çünkü yıllardır sol politika, sol düşünce içindeyim;
tanıdığım politik insan çok, sık sık görüşüp konuşuyorum.
Tanıdıklarımın genel eğilimlerini büsbütün bilmiyor değilim
elbette; ama doğrusu sistematik bir bilgim yok, istenen ne-
dir, "yenilik" tam olarak nedir.
Önemli olan, şüphesiz, benim bilmem değil; bunu bir ör-
nek olarak söylüyorum. Sanırım sorun, kimsenin bilmeme-
si. Bu da, bir bütün olarak SHP'nin kendisinde yatan bir ek-
sikliğin göstergesi. Benzer sloganlarla bu kadar çok kongre
gecirmiş bir parti, kongreden kongreye ancak bazı çok ge-
nel saptamalar, sloganlar ve temenniler düzeyinde yaptığı bu
tartışmayı niye kendi içinde daha sürekli bir biçimde orga-
nikleştiremiyor? Görüyoruz ki, tartışmanın organikleşmemiş
olması, ortadan kalkması anlamına gelmiyor, çünkü olduk-
ça kısa aralıklarla kongreler gündeme geliyor ve aynı lartış-
ma, geçen süre içinde derinleşmiş ve program önerisi hali-
ne gelmiş olmaksızın yeniden baş köşeye yerleşiyor. Sorun,
genel merkezin yaktndığı gibi, "tek bir görüş çerçevesinde"
birleşmemek değil
Dünyada solun, kriz özelliği
gösterenbirevreden
geçtiğini sık sık
söylöyoruz. Bu doğruysa
SHP'nin de bu genel
olumsuzluktan payını
alması doğaldır.
bence. Genel merke-
zin o "tek bir gö-
rüş"ünün ne olduğu
belli olmadığı gibi, bu-
na alternatif olarak ile-
ri sürülenlerin de yete-
rince berraklaşmama-
sı.
Dünyada solun be-
lirsizlikler, kararsızlık-
lar, politikasızlıklarla
dolu, kısacası kriz
özelliği gösteren bir
evreden geçtiğini sık sık söylüyoruz. Bu doğruysa, SHP'nin
de bu genel olumsuzluktan payını alması doğaldır. Ama, "pa-
yımızı alıyoruz" deyip oturmak değildir bunun çaresi. Böy-
leyse, bir şeyler yapmak gerekir. Bu yapılacakların başında
da, solun sorunlannı global bir ölçekte ele alıp incelemek
ve uzun vadeli hedefler saptamak gelir.
SHP, özellikle de merkeziyle, bu gibi tartışmalardan uzak
görünüyor. Belirli verileri kabul etmiş ("Altı Ok" gibi), bunla-
rın üzerinden pragmatik bir politika ("şimdi hükümetteyiz, ora-
da başarılı olmalıyız" gibi) götürüyor. Oysa bütün bu veriler,
dolayısıyla pratik durum kapsamlı bir tartışmanın konusu.
Her kongre sinirleri geriyor, farklı düşüncelerle yanyana
durmayı şimdiye kadar başarmış bireyleri birbirine bağlayan
bağları yıpratıyor. Bu kongre öncesinde atmosfer gene ger-
gin, "şöyle olursa..." ya da "böyle olmazsa..." diye başlayan
felaket tahminleri yoğun.
SHP hükümete devam etsin; buna birşey diyen yok. Ama
kongrede dünya ve Türkiye solunun sorunlannı tartışarak ken-
dine biçim verme kararını alamaz mı ve parti içi iktidar mü-
cadelesini erteleyip tartışmayı birlikte yürüteceklerin dengeli
bir birlikteliğini mümkün kılacak yönetim organları seçemez
mi? Böylece, bu sonuçsuz tartışmasını, neyin ne olduğunu
potansiyel seçmenlerinin de anlayacağı verimli bir arayısa
dönüstüremez mi? Partiye giigide egemen olan kısa vadeli
çıkar itiş kakışı ortamına, dünyayı anlama çabasınm ofumlu
soluğunu üfleyemez mi?
Bu biraz "polrtikayı akademikleştirme" oluyor belki, ama
SHP'nin her şeyden önce açık seçik fikirlere ihtiyacı var.
VEFAT
Merhum Nafız Tükel ve merhume Sabiha Tükel'in kızı, merhum
Osman Şeşbeş'in eşi, Ferhan Şeşbeş'in sevgili annesi, Ülker
Şeşbeş'in kayınvaJidesi, merhum Vedat Tükel'in, Necla Yaman'ın
ablalan, Süheyla Tükel'in görumcesi, Şeminur - Erdinç Topal,
Mahinur - Engin Gürdağ'ın teyzeleri, Gaye - Ezel Tükel'in
halaları, Osman ve Arda Şeşbeş'in biricik babaanneleri
H. SEMİHA ŞEŞBEŞ
20 Ocak 1992 tarihinde vefat eımiştir. Aziz naaşı 22 Ocak 1992
Çarşamba günü Teşvikiye Caraii'nden öğle namazını muteakip
Feriköy kabristanına defnedilecektir. Nur içinde yatsm.
AİLESİ
ANMA
Sevgili Hocamız, Değerli Ağabeyimiz
Av. Dr.
KEVORK ACEMOĞLU'nu
ölümünün 4. yılında 22.1.1992 gunu (Bugün) saat 14.30'da
Şişli Ermeni MezarlıgYndaki mezarı başında tüm
sevdikleriyle anıyoruz.
Av. ÜLKER ARIKAN
Av. HALUK ÜNDEŞ
Av. ÎVURSU SERT
TEŞEKKÜR
Babaannem Esile Akarsu'nun hastalığının teşhis ve
tedavisinde yardımlannı esirgemeyen
Beyin Cerrahı
Prof. NEJAT ÇIPLAK'a
teşekkür ederim.
HAKAN AKARSU
T.C
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
YABANCI DİLLER EĞİTİM ÖĞRETİM
ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ
1991-1992 KIŞ DÖNEMİ
İNGİLİZCE ve ALMANCA DİL SURSLARI
Merkezimiz bunyesinde duzenlenmekte olan İNGİLİZCE ve AL-
MANCA dil kurslarına Başlangıç, Orta ve İleri seviyelerde öğrenci
kaydedilecektir.
Hafta içi dil kurslan 10 Şubat 1992 pazartesi gununden itibaren
Ingilizce 16.15-18.15 ve 18.45-20.45, Almanca 18.00-20.00 saatleri ara-
sında; Hafta sonu dil kurslan ise 8 Şubat 1992 Cumartesi gününden
itibaren 9.30-13.30 saatleri arasında duzenlenecektir.
Kayıt tarihleri:
Hafta içi 16.15-18.15 Ingilizce kursu 3-5 Şubat 1992
Hafta içi 18.45-20.45 Ingilizce kursu 6-8 Şubat 1992
Hafta içi 18.00-20.00 Almanca kursu 6-8 Şubat 1992
Hafta sonu 9.30-13.30 tngilizce ve Almanca kurslan 27 Ocak-1 Şu-
bat 1992'dir.
Yeni kursiyerlerin bu tarihlerden önce seviye tespit sınavına girip
başlayacakları kuru tespit ettirmeleri gerekmektedir.
Seviye tamamlayanlara SERTIFIKA verilir.
Adres: MARMARA ÜNİVERSİTESİ
Göztepe Kampüsü
81040 Ziverbey/lstanbul
Telefon: 3487257 - 3487258
Dayak ve Eğitim...
Toplumumuzun çeşitli kesimlerinde dayağın her türüne karşı duyarlık
artmaya başlamıştır. 'Kadın sığınakları'ndan 'şeffaf karakollar'a
uzanan çizgi dayağın bir yazgı olmaktan çıkışını simgelemektedir.
Prof. Dr. MİNE TAN Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fak. Eğitim- Yönetim-Program Bölümü
11.1.1992 gününün gazetelerinde yer alan
bir haber eğitimde dayak konusunu yeniden
gündeme getirdi. Bu son habere göre İstan-
bul Bahçelievler Lisesi öğrencilerinden bir
grup, bir arkadaşlannın okul koridorunda
tekmeyle dövüldüğünü öne sürerek okulun
önünde protesto gösterisi yapmış ve bir süre
caddeyi trafiğe kapamışlardı. Geçen kasım
ayında, gene günlük basındaki bir başka ha-
bere göre kız öğrencisini döven bir öğretmen
hakkında yapılan suç duyurusunu inceleyen
komisyon, dövme olayının "disipline ve ter-
biyeye yönelik olduğuna" ve öğretmen hak-
kında işlem yapılmasına gerek bulunmadığı-
na karar vermişti . Bundan yaklaşık bir ay
sonra aynı gazetede yer alan bir başka habe-
re göre karar konusu öğretmen okula gider-
ken yolunu kesen kimliği belirsiz iki kişi ta-
rafından demir çubuklarla dövülerek hasta-
nelik edilmiş, gazete bürosunu arayan kişiler
"dayakçı öğretmeni" örgütleri adına cezalan-
dırdıklarını bildirmişlerdi.
Dayağa karşı duyarlık artarken...
Öğretmen dayağı geçmişte de zaman zaman
basına yansımıştır: "Yaramaz öğrencisinio
kafasınt deldi. Eli kınlsın bu öğretmenin"
(Hürriyet, 21.4.1989). "Eğiümde dayak ön-
lenemiyor, dayak atan okul müdüründen sa-
vunma: Öğretmen ögreneiJeri biraz döver"
(Cumhuriyet, 22.5.1989). Gazete taramalann-
da rastlanılan ve ölüm, dalak patlaması, bu-
run kırma, ayak kırma, vb. ile sonuçlanan da-
yak olayları konunun çarpıcı boyutlarını ser-
gilemektedir. Bu olaylar dayağın, geçmişte ol-
duğu gibi bugün de eğitim sürecimizin bir par-
çası olduğunu görüntülemektedir. Ancak da-
yağın bugün artık eskiden olduğu kadar do-
ğal ve kaçınılmaz bir eğitim aracı olarak
karşılanmadığına ilişkin işaretler görülmeye
başlanmıştır. Geçmişte de zaman zaman rast-
lanılan bireysel karşı çıkışlar, toplu, tasarlan-
mış ve biçimsel tepkilere dönüşmeye başlamış-
tır. Eğitim sistemimiz kendini, öğretmenleri-
ni ve öğrencilerini bu donüşümün tehlikeli so-
nuçlanndan koruyacak ciddi önlemleri hemen
almak zorundadır. Bunun için de öncelikle
donüşümün etmenlerine ve dinamiğine doğ-
ru tanılar konulması gerekir.
Toplumumuzun çeşitli kesimlerinde daya-
ğın her türüne karşı duyarlık artmaya başla-
mıştır. "Kadın sığınaklan"ndan "şeffaf ka-
rakollar"a uzanan çizgi dayağın bir yazgı ol-
maktan çıkışını simgelemektedir. Genelkur-
may Personel Şubesi'nin geçen yü yayımlanan
bir emrinde, astlara yönelik "Kiifür ve döv-
me olayları... Basitliğin, aşağılık duygusu ve
sadislliğin birer örneği olup psikolojik bir
hastalık" olarak nitelenmektedir.
Dayak, eğitim sistemimizin Osmanlı'dan
kalma bir parçasıdır, ama yasal bir parçası de-
ğildir. M.E.B. İç Hizmet Yönetmeliği'nde öğ-
retmenin "ögrencileri üzerinde kuracağı disip-
lini; ilmi bilgi, sevgi ve saygıya dayandırması"
öngörülmüştür (Md.54). Kaldı ki "öğrencile-
rine karşı kaba muamelede bulunmak" ya da
"öğrenciyi dövmek" daha 1930'larda açıkça
disiplin suçu olarak gösterilmiştir (29.5.1930
tar. ve 1702 say. Orta Öğretimde Görev Ya-
pan Öğretmen ve Yöneticilerin Taltif ve Tec-
ziyelerine Dair Kanun, Md.22). İlkokul Yö-
netmeliği'nin 70. maddesine göre de "tlkokul
oğrencilerine maddj ve manevi ceza verilemez.
Öğrencilerin davranış bozuklukları, buna se-
bep olan bedeni, ruhi ve sosyal etkenler, araş-
tırma ve giderici tedbirler almak suretiyle dii-
zeltilir." TCK md. 477'de de, "Her kim...
okutmak,... veya bir meslek ve sanat öğret-
mek için kendisine tevdi olunan şahsın üze-
rinde haiz olduğu terbiye hakkını ve itaat et-
tirmek selahiyetini suiistimal ile o şahsın sıh-
hatinin muhtel veya bir tehlikeye manız ol-
masına sebep olursa on sekiz aya kadar hap-
solunur" denilmektedir.
Bu nedenlerle, ne zaman eğitimde dayak
konusu gündeme gelse yetkililerin ilk tepkisi
"dayağın eğitim sisteminde yeri olmadığını"
vurgulayarak soruşturma mekanizmasını ha-
rekete geçirmek biçimindedir. Nitekim, Bah-
çelievler Lisesi olayından sonra Milli Eğitim
fl Müdiirlüğü bu yolda açıklamada bulundu-
ğu gibi Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan da
"Dayakla eğitim olmaz... bize intikal eden da-
yak olaylarının üzerine en sert şekilde gide-
rim. Müsamaha etmem" diyerek dayak ola-
yı varsa soruşturma açacağını ve gereğini ya-
pacağını belirtmiştir (Cumhuriyet 11.1.1992
ve 12.1.1992).
Dayak nasıl önlenir?
Eğitim sistemimizde dayağa sık sık başvu-
rulmakta oluşu ile normlara aykınlığından
kaynaklanan çelişki giderek daha açık ve çar-
pıcı biçimde yaşanır olumuştur. Ancak gide-
rek duyarhğı artan bir kamuoyu karşısında
soruşturma ve ceza tehdidiyle dayağı önlemek
olası değildir. Araştırmalar, öğretmenlerin di-
siplin suçları arasında "öğrenci dövme"nin
frekansının çok düşük olduğunu göstermiş-
tir. Çocuğun ya da ailenin çeşitli nedenle-
re dayanan çekingenlikleri, yöneticilerin ört-
bas eğilimleri, vb. dramatik sonuçlara varma-
yan dövme olaylarının soruşturma konusu
edilmesini engellemektedir.
Kaldı ki öğretmenlerin daha sık ve sürekli
olarak disiplin soruşturmalanna alınması, da-
ha ağır cezalara çarptınlarak yıldınlması eği-
tim sistemine vurulacak son darbe olsa
gerekir.
Böylesi bir girişim zaten çeşitli toplumsal-
ekpnomik güçlüklerle sarmalanmış bir mes-
lek erbabı üzerindeki kıskacın büsbütün sıkış-
tırılmasına hizmet edecek, zaten birbirine ya-
bancılaşmış öğretmen ve öğrencileri büsbütün
kutuplaştıracaktır.
Önyargılar
Toplumda şiddetin her türüne karşı duyar-
lığın artması olumlu bir gelişmedir. Ancak bu
dönüşüme destek verecek öteki duyarlılıkları
geliştirmek ve mekanizmaları kurmak koşu-
luyla. Öğretmenler, öğrenciler ve dayakla il-
gili kalıpyargıların tartışılması bu sürecin ilk
basamaklarından olsa gerekir. Çünkü, öğret-
menle öğrenci arasında eğitsel hiyerarşinin ya-
pısı gereği varolan mesafe bu tür önyargılar-
la kalıplaşıp katılaşmakta, etkili iletişim ve
olumlu disiplin yollarını bölmektedir.
Bu yazının sınırları içerisinde verebileceği-
miz birkaç örnek bile bu ilk basamakların ta-
şıdığı önemi görüntüleyebilecektir:
1. "Öğretmenlerin dayağı bir eğitim yön-
temi olarak benimsedjkferi" önyargısı. Anka-
ra Üniversitesi'nde Öğretmenlik Sertifıkası
Programı öğrencilerini kapsayan ve daha ön-
ceki bir yazımızda sonuçları tartışılan araş-
tırmamızda gerek kız gerekse erkek öğretmen
adaylarımız dayağın kesinlikle bir eğitim ve
disiplin yöntemi olamayacağı görüşünde bir-
leşmişlerdir. 1990 yılı mayıs ayında ODTÜ ve
Hacettepe; aralık ayında ise Gazi Üniversite-
lerindeki öğretmen adaylan üzerinde yinele-
diğimiz araştırma Ankara Üniversitesi'nde al-
dığımız sonuçları pekiştirmiştir. Toplumsal-
laşma süreçleri sırasında kendileri dayaktan
nasiplenmiş olan bu gençler, yaşantılannı üni-
versite'düzeyinde edindikleri birikimlerin ışı-
ğında gerçekçi ve akılcı değerlendirmelere dö-
nüştürmektedirler. Aynı uzmanlık bilgi ve be-
cerilerinin işbaşındaki eğitimcilere hizmet-içi
eğitimin bir parçası olarak tanıtılması, öğret-
menlerin kendilerini ve öğrencilerini daha iyi
anlayabilecek donanıma kavuşturulması, çı-
kış kapılarını aralayabilecektir.
2. "Bazı çocuklann yalnız dayaktan anla-
dıkları önyargısı." Hangi çocuklar?.. Genel-
likle küçük çocuklar, erkek çocuklar; yoksul,
kırsal, gecekondu çevrelerinin okullarındaki
öğrenciler... Dayakla büyüyen ya da hiç da-
yak yemediği için başa çıkılmaz olan çocuk-
lar... nu? Çeşitli nedenlerle öğretmenJe öğren-
ci arasında düzey farkı olması öğretmenin öğ-
renci düzeyine inmesini gerektirmez. Evde
olumlu disiplin yöntemlerini tanımamış olan
çocuğa bu seçenekleri özellikle göstermek ge-
rekir. Öğrenci ancak iyiyle kötünün kendi iç-
sel çatışmasını yaşayarak değişebilir. Dayak,
bu iç çatışmanın yerine öğrenci-öğretmen ça-
tışmasını koyarak gerçek değişimi köstekler.
3. "Dayak olmasa disiplin sorunlannın ar-
tacağı önyargısı." Araştırmalar dayağa baş-
vurmayan okullarda disiplin sorunlannın hiç
de öteki okullardan fazla olmadığını göster-
miştir. Çünkü dayaktan vazgeçmek disip-
linden vazgeçmek değildir. Oysa dayak, ce-
zalandınlan davranışı geçici olarak bastırır.
PARISTEN SELÇUK DEMIREL
Göçmeııler ve Askerlik Borçlaıııtıalan
Göçmen vatandaşların askerlik konusundaki yasal
düzenlemeler uygulamada, askerliklerini yurtdışında yaptıktan
sonra Türkiye'ye gelen ve Türk vatandaşlığına alınan
göçmenler açısından bazı sorunlar doğurmuştur. Sosyal
Sigortalar Kurumu başlangıçta bu talepleri kabul etmemiş,
ancak Yargıtay'ın olumlu kararından sonra, kurum da konuyu
göçmen vatandaşlar yaranna geliştirmiş ve sorunları çözmüştür.
Doç. Dr. ALİ RIZA OKUR MarmaraÜni. tlBFöğretim üyesi
Askerlik borçlanması. sosyal güvenlik
mevzuatımızda bağımlı çalışanlar açısın-
dan iki yasa tarafından düzenlenmiştir:
506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası (m.
60/F) ve 5434 sayılı TC Emekli Sandığı
Yasası (Ekm.8).
Sosyai Sigortalar Yasası'na göre "... si-
gortalı olarak tescil edilmiş bulunanlann
er olarak silah altında ve>a yedek subay
okulunda geçen sürelerinin tamamı, ken-
dilerinin veya hak sahiplerinin yazılı ta-
lepte bulunmalan halinde prime esas
kazancın alt sınınnın talep tarihindeki
tutarı üzerinden hesaplanacak malullük,
yaşblık ve ölüm sigortaları primlerini iki
yıl içinde ödemeleri şartı ile borçlandın-
lır... Borçlandınlan sürenin karşılığı olan
gün sayısı sigortalının prim ödeme süre-
sine katılır... Sigortalılığın başlangıç tari-
hi, borçlandınlan gün sayısı kadar geriye
götürülür."
TC Emekli Sandığı Yasası'na göre ise
"... yazı ile sandığa müracaat edecekle-
rin... muvazzaf ve ihtiyat askerlikte er
olarak geçen sürelerinin en çok 15 yılı, is-
tek tarihindeki... emeklilik keseneğine
esas derece tutarlan nazara alınmak ve
bu tarihlerde derece tutarlannın tabi ol-
duğu kesenek ve karşılık tutan üzerinden
borçlandınlmak suretiyle fıili hizmet sü-
reierine eklenir... Borçlanma isteğinden
dönülemez".
Yurtdışındaki askerlik süresi
Bu yasal düzenlemeler çerçevesinde
konu, uygulamada askerliklerini yurtdı-
şında yaptıktan sonra Türkiye'ye gelen
ve Türk vatandaşlığına alınan göçmenler
açısından bazı sorunlar doğurmuştur.
Sosyal Sigortalar Kurumu başlangıçta bu
talepleri kabul etmemiş, ancak Yargı-
tay'ın olumlu karanndan sonra kurum
da konuyu göçmen vatandaşlar yaranna
geliştirmiş ve sorunlan çözmüştür.
Bu konudaki en önemli karar Yargıtay
10. HD'nin 19.11.1985 tarihli karandır
(1). Karara konu olayda, davacı işçi (si-
gortalı), Bulgaristan'da yapmış olduğu
askerlik süresini borçlanmak istemiş, ku-
rumun talebi reddetmesi üzerine dava
açılmış, mahkeme de kurumu haklı bul-
muştur. Bunun üzerine karar temyiz edil-
miş, Yargıtay 10. HD yukanda andığı-
mız karanyla mahkemenin borçlanmayı
reddeden ve kurumu hakb bulan karannı
bozmuştur (2).
Bu yoldaki kararlar üzerinde kurum
da olumsuz görüşünü değiştirmiş ve ko-
nuya 30.1.1987 tarihli, 12.3. ek genelge-
siyle açıklık kazandınnıştır (3). Bu genel-
geye göre Türkiye'ye göçmen olarak
gelip Türk vatandaşlığına alınanlar, gel-
dikleri ülkede askerlik yaptıklannı göste-
ren resmi bir belge ibraz ederlerse, asker-
liklerini Türkiye'de yapmış olma koşulu
aranmaksızın belgede yazılı askerlik sü-
resini borçlanabileceklerdir.
6. İdare Mahkemesi'nin kararı
tşçi olarak çalışan göçmen vatandaşlar
açısından ulaşılan bu olumlu çözüme,
geç de olsa TC Emekli Sandığı'na bağlı
olarak çalışan göçmen vatandaşlar açı-
sından da ulaşılmıştır. Emekli Sandığı da
yakın zamana kadar Sosyal Sigortalar
Kurumu'nun eski çizgisindeydi. Göçmen
vatandaşlann yurtdışındaki askerlik sü-
relerini borçlanma taleplerini, askerliğin
Türk vatandaşı olarak Türk ordusunda
yapılmamış olduğundan reddediyordu.
Bu durum göçmen vatandaşın işçi veya
memur oluşuna göre yurtdışındaki as-
kerliğini borçlanması konusunda farklı
uygulamalarla karşılaşmasını sonuçlan-
dınyordu.
Konu nihayet Ankara 6. İdare Mahke-
mesi'nin 11.10.1991, E.1988/532, K.
1991/1606 sayılı kararı ile göçmen vatan-
daşlar lehine ve Sosyal Sigortalar Ku-
rumu'nun uygulamasına uygun bir bi-
çimde karara bağlanmıştır.
Benzer durumdakilerin yararlanabil-
mesi için henüz herhangi bir yerde ya-
yımlanmamış olan bu kararı aynen ak-
tarıyorum:
"Türk milleti adına karar veren Anka-
ra 6. İdare Mahkemesi'nce işin gereği
görüşüldü: Dava, davacının Türk vatan-
daşlığına alınmadan önce Yugoslav or-
dusunda geçen askerlik hizmetinin borç-
landınlması istemiyle yapmış olduğu
başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali
istemiyle açılmıştır.
5434 sayıh TC Emekli Sandığı Ka-
nunu'nun sandıktan faydalanacaklan
belirleyen 12. maddesinde; bu kanunla
tanınan haklardan aşağıda (I) işaretli fık-
rada yazılı yerlerde çalışanlardan Türk
uyruğunda olmak ve 18 yaşını bitirmiş
bulunmak şartıyla, (II) işaretli fıkrada
gösterilenler faydalanırlar... hükmüne
yer verilmiş, aynı kanuna 1623 sayılı ka-
nunla eklenen geçici 161. maddede
Emekli Sandığı iştirakçilerinin muvazzaf
askerlikte geçen sürelerinin borçlanma
yolu ile emeklilikte fıili hizmetlerine ekle-
neceği hükmüne yer verilmiştir.
.. Dosyanın incelenmesinden Marmara
Üniversitesi İktisadi ve tdari Bilimler Fa-
kültesi'nde görev yapan davaanın Türk
vatandaşlığına alınmadan önce 21.9.
1954-25.7.1959 (4) tarihleri arasında Yu-
goslav Halk Ordusu'nda geçen askerlik
hizmetinin borçlandınlması istemiyle da-
valı idareye başvuruda bulunduğu. idare
tarafından davacının Türk uyruğunda ve
Türk ordusunda askerlik yapmadığı ge-
rekçesiyle işlemlerinin reddedildiğj anla-
şılmıştır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan
5434 sayıh kanuna 1623 sayılı kanunla
eklenen geçici 161. maddesindeki (5) as-
kerlik hizmetinin Türkiye'de yapılmış
olması koşulunun aranıp aranmayacağı
uyuşmazlığın konusunu teşkil etmekte-
dir.
Davacımn Türk vatandaşlığına alın-
madan önce 21.9.1954-25.7.1959 tarihle-
ri arasında Yugoslayya'da askerlik hiz-
metini yaptığı, Türkiye'ye geldiği tarihte
de askere alınmadığı anlaşıldığına ve da-
vacı Türk vatandaşı bulunduğuna göre
vatandaşlara tanınan haklardan ve bu
arada askerlik borçlanmasmdan yarar-
landığında Türk vatandaşlığına alınan-
lann geldikleri ülkedeki askerlik hizmet-
lerinin kabul edilerek yeniden askerlik
yaptınlmaması olduğu da göz önünde
tutulduğunda yurtdışındaki askerlik sü-
resini borçlanabilecekleri sonucuna var-
mak gerekir. Ters bir düşüncenin kabu-
lünün ise aym ülkenin vatandaşlan ara-
sında eşitsizliğe neden olacağı açıktır.
Bu durumda davacının yurtdışında ge-
çen askerlik hizmetlerinin borçlandınl-
ması yolundaki isteminin reddedilmesin-
de hukuka uygunluk bulunmamıştır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu
borçlandınlmama işleminin iptaline,
aşağıda dökümü yapılan 22.500 (yirmi
iki bin beşyüz) TL yargıJama giderinin
davalı idareden alınarak davacıya veril-
mesine, artan posta giderinin istemi ha-
linde davacıya iadesine, 11.10.1991 gü-
nünde oybirliği ile karar verildi."
(l)Yarg. 10. HD. 19.11.1985,6O86'6395,YKD Şu-
bat 1986, 230-231.
(2) Yargua>'m 10. HD'nın 28.12.1982, 5371'
6099 sayılı karan da aynı yöndedir Aynntı için bkz
Gûzel, Yargıtay'ın tş Hukuku Kararlannın Değer-
lendırilmesi, 1985,202 vd., Istanbul 1987
(3) Bu konuda aynntı için bkz GözeJ/Okıır, Sos-
yal Güvenlik Hukuku, 2 bası, 309 vd.; Şak«r, "Sos-
yal Sıgortalarda Hizmet Borçlanması". MÜ.lkt.ld
Fak.D.,c.IV,s.l-2, 1987
(4) Kararda 1959 deniyorsa da dosyadakı resmi
belgede bu tarih 1956 olarak yer almıştır
(5) Kararda sadece geçici 161. maddeden söz edı-
iıyorsa da aynca ek 8. madde de anılmalıydı.
NADİR PAKSOY
Universite MasalıSayın Prof. Dr. İhsan Doğramacı, şahsınızda YÖK Baş-
kanlığı'na açık bir mektupla seslenmek istiyorum.
Bu açık mektubu, "Milattan Önce yaşanmış bir univer-
site masalı" diye de adlandırılabiliriz.
Tekrar YÖK Başkanı olarak atanmanızın ardından yeni
yılın ilk günlerinde, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan
bir söyleşide, Cumhuriyet'in lehinizdeki yazılara (Marmara
Üniversitesi'n.de görevli bir Alman profesörün yazısı dı-
şında) yer vermediğini söylediniz. Benim aklıma ilk ge-
len ikilem şu oldu: Acaba Cumhuriyet mi lehinizdeki ya-
zılara yer vermiyor, yoksa lehinizde yazı yazan mı yok! Ba-
ğışlayın ama, bence ikinci varsayım daha doğru gibi
geliyor.
Ben kendi payıma, sizin yeniden YÖK Başkanı olarak
atanmanızı tebrik eder, bu vesileyle affınıza sığınarak si-
ze 'Milattan Önce' yaşanmış bir tıp fakültesi masalı' an-
latmak isterim.
Efendim, eğer günün birinde günümüz Türkiyesi'nde
benzeri bir olayla karşılaşırsanız; "Benim başında bulun-
duğum çağdaş Türk üniversiteler piramidinde, üstelik 21.
yüzyıl arifesinde, 'Milat Öncesi'nden kalmış arkaik dav-
ranış ve düşüncelerin yaşaması mümkün değildir" diye
olayı görmezlikten gelmeyin!
Şimdi izninizle, size kısaca şu 'Milattan Önce yaşan-
mış tıp fakültesi masalı'nı anlatmak istiyorum:
Ölay, Eski Mısır- _ _ _ ^ _ — —
Sayın Prof. Doğramacı,
yaklaşık 4000 yıl önce
Mısırtla geçtiği rivayet
edilen masalla, sizin
yeniden YÖK Başkanı
seçilmenizi kutlamak
arasında herhangi bir
bağlantı yok kuşkusuz.
da, Nil kıyısında, o
dönemin şirin bir
kenti olan Luksor'öa
geçer. Uıksor yakın-
larında 'Teb' yöre-
sinde bir tıp mekte-
bi vardır. Teb' sağlık
alanında zamanın
önde gelen merkez-
lerinden biridir. Eski
Yunan'ın hekimlik
konusundaki bilgile-
ri 'Teb' kentinden edindiği ileri sürülür. Daha sonraları ken-
tin adı Arapçaya hekimlik ve sağlıkla eşanlamlı geçer ve.
oradan da dilimize 'Tıp' şeklinde yerleşir.
Neyse, 'Teb Tıp Mektebi'nin öğretim üyelerinden biri, za-
manın ünlü tıp merkezlerinden biri sayılan Bergama Kra-
liyet Asklepion Tıp Tapınağı'nda konusuyla ilgili ileri çalış-
malar yapmak üzere, Bergama Bilimsel ve Teknik Araştır-
ma Konseyi'rim bursunu kazanır.
Söz konusu öğretim üyesine önce çalıştığı bölümü, son-
ra Teb Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu' izin verir. Silsile ge-,
reği bu izin, 'Teb Tıp Fakültesi'ri\n bağlı bulunduğu 'Luk-,
sor Üniversitesi Yönetim Kurulu' tarafından da 'oybirliği'.
ile onaylanır. Hatta bu konu, ilgili üniversitenin papirüs
üstüne hiyeroglifle yazılı 'haber bülteni'nde de yer alır.
'Kör şeytan' bu ya, iznin çıktığı günlerde, bursu kaza-.
nan öğretim üyesi ile aynı bölümden yaşca kıdemli, rüt-,
bece eşit bir meslektaşı arasında mesleki bir tavırdan do-,
layı tartışma çıkar. Her iş kurumunda görülebilecek tür-;
den bu sürtüşme yine, kendi içinde, universite gelenek-.
leri ve kurallarına göre tatlıya bağlanması ya da çözülmesi
gerekirken, işin boyutları 'universite' kavramını aşarak ki-,
şisel husumete ve intikama dönüştürülür. Çünkü tartışı-.
lan kişi öyle 'sıradan' bir öğretim üyesi değil, universite-.
nin üst makamıyla bağı olan bir kişidir.
Sonuçta olanlar olur; 'tannlar ve firavunlargazaba gelir"
ve bursu alan kişinin çalıştığı bölümün yeni başkanı da
devreye çekilerek, verilen burs izni, bir hafta içinde, üs--
telik Teb Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu'nun iznin iptal is—
temine karşı çıkmasına rağmen 'Luksor Üniversitesi Yö-'
netim Kurulu'nun ikinci bir karanyla iptal edilir! Gerekçe,'
"eğitim ve öğretimin aksayacağı'ö\r. Her nedense, kısa süre'
önce izin verilirken 'eğitimin ve öğretimin aksayacağı, Luk-'
sor Universite Yönetimi'nin aklına o vakit gelmemiştir! •'
Bursun başlamasına bir ay gibi kısa bir süre kalmışken-
karşılaştığı iptal kararı karşısında 'uzlaşmacı' çare arayış-
larına giren ilgili kişinin çabaları maalesef sonuçsuz ka-
lır.
Sayın Prof. Doğramacı, yaklaşık 4000 yıl önce Mısır-
da geçtiği rivayet edilen masalla sizin yeniden YÖK Baş-
kanı seçilmenizi kutlamak arasında herhangi bir bağlan-'
tı yok hiç kuşkusuz. Ancak, kim bilir, günün birinde ben-
zer bir olay sizin başında bulunduğunuz sistem içindeki
bir üniversitede yaşanırsa tavrınız ne olur diye merak et-
tim.
Doç. Dr. NADİR PAKSOY, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fa-',
kültesi öğretim üyesidir.