20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2, OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 21NÎSAN1991 Cebesoy ve I\âzmı Hiknıet HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU ^ 141 ve 142. maddelerin kaldınlması üzerine rahmetli Ali Fuat Cebesoy'un Nâzım Hikmet için eski harflerle kaleme almış olduğu bir yazısını anımsadım. Bu yazının eşçekimini (fotokopisi- ni), Milli Mücadele'de tanımış olduğum kişiler- le yakından ilgilendiğimi bilen edebiyatçı dostum, Sami Karaören yaklaşık bir yıl önce vermişti. Ta- rihsel belge niteüği taşıyan yazıyı aradım buldum. Okurlanma sunmadan önce şunlan belirtmek is- terim. Büyük Türk şairi Nâzım Hikmet, sözünü ettiğim maddeler uyarınca değil, daha başka maddelerin uygulanmasıyla 28 yıla hükilro giy- miş, Demokrat Parti zamanında çıkarüan genel aftan yararlanarak yaklaşık 15 yıl yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşmuş, ancak yaşamını güven- cede görmediği için gizlice Türkiye'den kaçıp Sovyetler Birliği'ne sığmmıştı. 1963 yıhndan be- ri Moskova'nın Novo-Deviçeye mezarhğında yat- maktadır. Nâzım'ın yakın hısımı, Atatürk'ün Harbiye1 de sıruf, Milli Mücadele'de ise silah arkadaşı olan Ali Fuat Paşa, 1968 yıhndan beri Geyve yakmın- da kendi adını taşıyan kasabanın cami avlusun- daki anıt mezarda yatıyor. Haber aldığıma göre Ayşe Cebesoy Sanalp Hanımefendi'nin girişimi ve Kültür Bakanhğı'nın katkısı ile Umum Kuva- yi Milliye Komutanı iken hilafetçi güçlere karşı Geyve Boğazı'nı savunup onları bozguna uğra- tan Milli Mücadele kahramanı Ali Fuat Paşa1 nın anısına Geyve'de bir müze yaptınhyormuş; onunla ilgili eşya ve belgeler orada sergilenecek- miş; çok sevindim. Cebesoy ilk Meclisin son döneminde ikinci başkanken (Birinci Başkan Mustafa Kemal Pa- şa idi), ben o Meclisin divan-ı riyaset kâtibiydim. Lise öğrenimimi tamamlayah birkaç ay olmuş- tu. Görevim Meclis Başkanhk Divanı'nın karar- larını divan defterine yazıp, divan üyelerine im- zalatmaktı. Bu nedenle divana başkanhk eden Ali Fuat Paşa ile en az on günde bir karşılaşır- dım. Olağanüstü nazik, kibar bir insandı. Onun özyaşamöyküsünü öğrenmek isteyenler herhan- gi ciddi bir ansiklopediyi açıp okuyabilirler. Nâzım Hikmet'e gelince; az-çok kiiltürlü her- kes gibi onun şiirlerini, birçok kitabını okudum. Düimizi serbest nazım türiinde olağanüstü biçim- de kullanan en büyük Türk şairidir o. Bilmeyen- ler onun yaşamöyküsünü ve yapıtlarının listesi- ni de ciddi bir ansiklopediden öğrenebilirler. Cebesoy yazısında düzmece kanıtlarla, adli ha- ta sonucunda 28 yıla hüküm giyen ve belgenin yazıldığ] tarihte Moskova'da bulunduğu anlaşı- lan Nâzım Hikmet'in soyu hakkında bilgi ver- mekle yetinmiyor. Dikkatli okunduğunda yazı- nın içeriğinden, haksızhk karşısında içe bastınl- mış isyan duygusu, çaresizlik, hüzün, yüreğe akan gözyaşlarının yansıdığı görülür. Bu belgede Ali Fuat Cebesoy, Nâzım Hikmet'in adını yazmamış, onu hep N.H. harfleriyle anmıştır. Sayın Kara- ören'den izin alarak sütunlanma aktardığım bel- ge>'i şimdi okuyalım: "N.H. kimdir? N.H. 1902 yüında Selanik'te dofmoş- tur. Babası Hikmet b*>, Sdanik vilayeti ecnebi umuru müdürii iken Meşnıtivet'ten sonra umum matbuat mü- dürlügüne geürilmişti. Annesi Celile hanım Enver Pa- şa adında bir korgenenılin en büyük kızı idi. Hikmet beyin babası Nazım Paşa edip ve şair bir zat olup vali- liklerde bulanmuştur. Enver Paşa 1876da Karadag mu- harebelerinde fırka kumandanı olarak şehit düşen Mus- tafa Celalettin Paşa'hın oğludur. Mustafa Celalettin Paşanın babası ise Polonyalı asil bir zat olup, Polon- ya'nın ilk ibtilal ve taksiminde ailesiyle birlikte Paris'e hkret etmiş ve burada yerleşmiştir. Mustafa Celalet- tin Paşa, babaanın Paris'te vefatı üzerinde geoç yasında tstanbul'a gelerek Müslüman olmuş ve Harbiye oku- lundan erkinıharp yüzbaşüığı De çıkmış ve orduya ka- tılmıştır. tstanbul'da bir Türk kızıyia evlenerek dün- yaya Enver namında bir oglu geimişti. Bu Polonyalı aile daha Polonya'da iken eski ve yeni TürkJerin tarihin ka- ranlıgıada kalmış olan kısmını bir çok yeni buluş ve keşifleriyle tarih alimlerinio meşhurlan sırasına geç- mişti. Bu buluşlannı Paris'te Fransızca bir çok kitap baİinde neşretmişlerdi. Atatürk 1909 yılında Sdanik'te fırka kumaodam En- ver Paşanın erkânıharbi olarak bulunduğu zaman bu paşanın Türk tarih ve dilinin tetebbuu hakkındaki me- rakı ona da geçmişti. Celile hanım kullurlu bir kadın- dı. Fransızca lisaıunı şiir yazacak kadar bildiği gibi memleketimizin (aoınmış ressamlanndaıı idi. Teşhir edilmiş tablolan vardır. N.H. iki ayn koldan gelen şiir, dil ve tarih bakımın- dan bilgili olan iki asil ailenin son mahsulü olarak dün- yaya gelmiştir. Elbette bunlardan tevarüz eltigi bazı me- ziyetleri şahsında tekamul ettirecekti. Şair olarak her Uraftan takdir edilmişti. Şürierini bühassa gençligimiz sere seve okur. N.H.'i böylece lanıdıklan sonra onu 1920'de Heybe- liada'daki Deniz Harp Okulu'nun son sınıfında bula- cağız. Bu okul mütareke yıllannda ecnebi tşgal kuv- vetleri tarafından kapatılmıştı. O yıllarda Anadolu- nun her tarafında başlanuş olan Milli Mücadele'yi ha- ber alan miüiyetçi ve ihıilalci N.H., diğer bir arkadaşı Valâ Nurettin ile Ankara yolunu yaya olarak tuttu. An- kara'da 1920'de ber tarafa başvurmasına rağmen esefle görülür ki bu gençlere ne Milli Mücadele'de ve ne de eğitimde bir vazife bulunamaz. lşsiz kalacaklanna, ken- dileri bir vazife bulmak üzere Anadoluyu doğu hu- dutlanmıza kadar yine yaya olarak geçerier. Bu esua- da vatandaşlartnı Milli Mucadek hakkında lenvir et- mekle beraber memleketin içtimai ve ekonomik duru- munu yakından incelemeyi ibmal etmezler. Nihayet Törk-Rus hududuna vardıklan zaman biç bir kimse- nin kendileriyle meşgul olmadıklannı görünce o tarih- lerde Rus ihtilalinin gençler üzerindeki cazibcsi bu iki ibtilal nıhlu arkadaşı kendine çekmiş ve onlar da hu- dudu gecerek binbir müskulat ve zahmetten sonra Mos- kova'ya varmışlardı. Birinci büyük harpten sonra dünyanın üstü altına geldigi bir devirde genç ruhlann aramaya başladıklan yeni yeni içtimai prensip ve hayat, bunlann kafalan- na ginniş fakat memleketimizde ihtilal nıhunu bula- caklanna Moskova'da bulmuşlar ve bunlann yardımıyla Moskova L niveratesi'nde iktisadi şubesine girmişler ve üç yıl gibi bir süre komünizm ve onun iktisadi kaide- leri uzerinde dirsek yıpratmışlardı. N.H. Anadolu ve Rusya yolculuğunda Türk ve Rus köylü ve ameiesinin durum ve tutumunu iyice incele- me netkesinde yüreklen inanan bir komünist olmus- tn. Bu ruhi haleti onu hiç bir vakit herhangi bir cera- yanın ve milletinden başka hiç bir milletin esiri yapa- mamıştı. Daima hürriyetin aşıkı olarak kalmıştı. 1922'den sonra Türkiye'ye dönmüştti. Türkiye'de yaşadıgı muhil onun hk bir zaman mil- let ve vatanı aieyhinde hiç bir hareketini gönnemiş, ter- sine, köylü ve fakirierin perişan hallerini yanık şiirle- riyle ilgililere duyurmaktan geri kalmamış ve onlann iyi olmasına çalısümadıgını görünce yürekten yannuşü. Atatürk ve fnönü gibi Türk büyukleri onu tanımış ve onu günün politikasına uydurmak istemişlerse de o, hiç bir vakit imanından vazgeçmemiş ve sefalet içe- risinde yaşamıştı. O, bu halinden şikâyet etmemişti. Yüksek nıhlu Atatürk, hakikatleri olduğu gibi güzel bir dil ile siir haline sokan N.H.'e dokunulmamasııu ve onun daima mubafaza edilmesini istemişti. Ne ya- zık ki etrafı Atatürk'iio bu âlicenap rubunu yeter de- rece anlayamamışU. Zamamn Dahiüye Vekili Şükrü Ka- ya bu gence musallat olmuştu. Yüriirlükte olan kanun- larla ona bir suç isnat edemeyeceğini anlayan Şükrü Kaya, bazı asılsız ve düşmınca hazıriannuş vesikalar- la onu Erkînıharp Reisi Mareşale<*) teslim etmiş ve o da askeri kanunlann kesin hükümleriyle aym cüıüm- den iki defa mahkûm ettinniş ve bu suretle N.H. 193Tden 1952 yılına kadar 15 yıllık ömriinü hapisha- nede çürütmnştü. Hapis süresinin büyük kısmını Btırsa'da gecirdi. Bu- rada boş kalmamış, okumuş yazmış ve el dokumaay- la vaktini geçinniş ve hayatını kazanmıştı. Aym cünimden başka başka divanı barplerde mah- kûm edilmesi onun hapis süresini 30 yıl uzatmıştı. 1952 yılında çıkan bir af kanunu onu daha çok sürecek bir hapis hayatından kurtardı. N.H. Altunizade'lerden bir dul kadınla evü idi. Ka- nsı çok kıskanç olduğundan onun hapsedilmesiyle te- selli buluyordu. Bu emeline nail olabilmek için de hü- kümete yardım etmesinden kocası şüpheknmişti. Sonunda N.H. kansından aynlmıştı. N.H. daha çok genç iken dayısımn ikinci kızı Mü- nevver hammla sevişmiş idi. tlk kansından aynlınca bir süre sonra Münevver hammla evlenmeyi istemişti. Bu esnada evli bulunan Münevver hanım kocasından aynlarak N.H. ile evlendi. N.H. hapisten çıkoktan son- ra bu ikinci kansından (Memo) namında bir erkek ço- cugu dünyaya gdmişti. N.H.'nin birinci kansından ço- cugu olmamışö. Memo, onun ilk çocuğudur. Fakat gö- remeden Rusya'ya kaçmıştı. Yeni kansı,' çocugu ile be- raber ona iltihak etmek Lslemiş ise de ona bir türiü izin verilmeyip polis larafından tarassut ve takip altına ahn- mıştı. Hapishaneden çıktıktan sonra kanuna muhalif ola- rak askere alınıp uzak yerlere gönderiliğini haber alan N.H. bir ikinci zulüm ve tazyike maruz kalmamak ve- yafaut ömrunun geriye kalan kısmını kendi mesligine müsait gordugu Rusya'da geçirmek maksadıyla firara kalluşmış ve bir yolunu bularak Rusya'ya 1953'te kaç- mıştı. O tarihten beri memleket dışında yaşıyor. N.H.'nin otuza yakın Türkçe yazılmıs şiir, edebi ve içtimai eserleri olup bunlann ekserisi Fransızcayı çok iyi bilen kansı Münevver hanım tarafından Fransızca- ya tercüme edilmiştir. N.H.'den bahsederken ikinci kana Münevrer'den bahsetmemek olamaz. Münevver hanım, babası Mustafa Celalettin bey (ay- m zamanda N.H.'nin dayısıdır) Türkiye'nin Sofya Se- fareti müsteşan iken 1916'da Sofya'da doğmustur. An- nesi kültürlü bir Fransız idi. Münevver hanım evvela babasım ve sonradan annesini kaybettikten sonra 1927'de on yaşlannda iken yetim kalmıştı. Evli bir ab- lası vardı. Münerver'i, Türkiye'de iyi yetiştiremeyece- ğini sanmış ve onu, Marsilya'da oturmakta olan Fran- sız büyükannesiyle dayılan yamna götürerek orada bı- rakmışü. Marsilya'da lise tahsilini mükemmelen biti- ren çok zeki ve çalışkan Münevver. tstanbul'a dönü- şünde üniversitede bukuk tahsilini de ikmal etmişti. Annesinin meslegi olan öğretmenligi avukatlıga ter- cih ederek hükümetin numune okullannda Latince ve Fransızca öğretmenligi yaparak hayatını temin elmiş- ti. Mnnevver, zeki ve kultunı kuvvetli, Türkçeden başka Fransızca ve Latinceyi pek iyi öğrenmiş ve İngilizce ve İtalyancayı da biliyordu. Kocasının fîranndan sonra İs- tanbul'da kalarak Kadıköy'ünde ve Yogurtçu Çayın ct- vannda bir apartman dairesinde iki çocuguyla yerieş- mişti. Büyük çocugu ilk kocasındandı. Bir taraftan ço- cuklanna iyi bir terbiye vererek büyütürken diger ta- raftan kendine ve onlara müreffeh bir hayat teminine çalışmış ve muvaffak olmuştu. Hayatını ögretmenlik ve tercüme yapmakla kazanmıştı. Bu sürekli çalışma- sı esnasında emniyet, onu, evinde ve dışandı sıkı bir takip altında bulunduruyordu. O, bu halinden şikayet etmeden ve fıitur getirmeden hayatım 1953'ten itiba- ren 1959a kadar yalnız olarak geçirdi. Sonra dostu bir ltalyan kontesinin yardımıyla Çanakkale'de Truva (Tro- ie) harabelerini hususi bir yatla gezmeye gelen sey^ah- lar arasına kanşarak iki çocuguyla ttaiya'ya kaçmıştı. Bir pazar günü çocuklanm deniz hamamına götünnek bahanesiyle takibine memur polislerin takibinden kur- tularak, otomobil ile dognı ÇanalıkaJe'ye gilmiş ve ora- da Truva'da ttalyan seyyahlanmn arasına kanşmış ve elde ettigi ltalyan pasaportu ile yata girebilmişti. ftal- ya'da bir süre kaldıktan sonra Varşova Üniversitesi Türkoloji profesörlüğüne seçilmiştir. Haber alındıgı- na göre kocası N.H. uzun süre kansı Münevver'den ayn kaldıgindan bir Rus kadınıyla yaşamaya başlamış ve bunu eşiten Münevver de, bu sebepten onunla büieş- mekten vazgeçerek Varşova'da iki çocuguyla kalmaya mecbur olmuştur." • • • Nâzım Hikmet'e vatan haiai dediler, şimdi de diyenler var; oysa Ukısal Kurtuluş Savaşı'nı an- latan en coşkulu destanın yazan o büyük şairi- mizdir. Komünist ideoloji sahibi olmak, vatan- sever olmaya engel değildir. ikinci Dünya Sava- şı'nda işgale uğrayan Fransa'daki gizli direniş ha- reketinde başı cekenler Fransız komünistleri de- ğil miydi? Nâzım Hikmet'in, Kuvayi MiUiye Des- tanı derin bir yurtseverliği yansıtmıyor mu? Öy- lesine ^rtsever olan Nâzım Hikmet'in büyük dü- şü, insanların yeryüzünde "kardeşçesine^' yaşa- masıdır. "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine bu hasret bizim." dizelerinde bu özlemi dile getirmiştir. Vatan, ne Türkiye'dir ne Tttrkistan Vatan, o mflebbcd bir ülkedir Turan " diyerek olmayacak düş kuran Ziya Gökalp, vatansever sayıhyor da (ki gerçekten vatanseverdir) içinde "Vatan müebbed bir ülkedir dünya" özlemini ta- şıyan Nâzım Hikmet vatan haini oluyor. Nâzım Hikmet, "Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan" Anadolu için, "Bu toprak bizinı" diyerek gerçekçi olduğu halde, Ziya Gökalp vatan olarak Anado- lu'yu değil, "mevhum" (düşsel) bir ülke olarak "liıran"ı gösteriyor. Nâzım Hikmet, yaşamının 15 yıla yakın süre- sini Türkiye'de cezaevlerinin izbe koğuşlannda geçirmiştir. Bu bir "adli hata" (yargısıl yamlgı) sonucudur. Ali Fuat Cebesoy'un, başta beUrtiği gibi bu yüzden ve onu kurtaramamaktan çok üzüntü çektiği anlaşıhyor. Geçen ay fngiltere'de altı kişinin bir yargısal yanılgı yüzunden 16 yıl cezaevinde kaldıktan son- ra bu yanılgının anlaşılması üzerine karann mah- kemece düzeltildiğini ve o kişilerin serbest bıra- kıldığım, kendilerine birer milyon sterlin öden- ce (tazminat) verildiğini gazetemiz yazdı (Cum- huriyet, 16 Mart 1991). Nâzım Hikmet'in kendisine ödence verilmesi artık olanaksız, ama onun yurttaşlıktan çıkarıl- ması karanmn kaldınlması, yargısal yanılgının mahkemece düzeltilmesi, mezarının da "bizim" dediği bu memleketin "toprağına" taşmması ola- nağı vardır. Bu, Türk ulusuna düşen bir insan- hk borcudur. Sayın Başbakan Yıldırım Akbulut, Erzurum- daki bir meydan konuşmasında: 'Ceza Kanunu- nun 141, 142 ve 163. maddelerini kaldfdık, böy- lece hiçbir iktidarın yapamadığını biz başardık" dedi. Doğrudur. Ben de şunu ekleyeyim: Yine hiçbir iktidarın yapamadığını onlar yaparak Yas- sıada'daki üç tnezarı Istanbul'a taşıdılar. O hal- de beklentimiz şudur; şimdiye değin hiçbir ikti- dann yapamadığını yaparak Nâzım Hikmet'in kemiklerini Türkiye'ye getirmek. Işte bu, iktidar için yansızlığı belirleyen asil başarı olacaktır!.. PENCERE (•) Dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çak- mak. EVET/HAYIR OKT4YAKBAL Babıâli'nin Gizli Yanları Yıl 1936. Babıâli'den aşağı iniyoruz. Yanımda sınıf arkadaşım Necati. Hayranlıkla seyrediyoruz vitrinleri. Yeni kitaplar bizi ken- dine çekiyor. Tanıdık yüzler görüyoruz. "İşte Peyami Safa, Yu- suf Ziya, Necip Fazıl" diyor arkadaşım. Ya tek başlarına ya da birbirieriyle konuşarak yokuşu tırmanıyorlar Kitabevlerinden çı- kan kimi kişileıie tokalaşıyor, bir iki sözcükle konuşuyorlar. Babiâli yokuşu... Gazeteler, kitapçılar, çizerter hep burada. Bir süre önce Necati ile Türkiye Yayınevi'nin çıkardığı Ateş dergisi- ne gitmiştik. Cemil Cahit Cem'le konuştuk. Bana çevirmem için bir kitap verdi: 'Yeşil Mumya'. Yayınevinden biri de Necati'nin eline koca bir defter sıkıştırmış. Derginin abone mi, yoksa bayi defte- ri mi, öyle bir şey. "Yazarlıkla bu defteri temize çekmenin ne il- gisi var?" dedim. Arkadaşım, "Böyle böyle girilir Babıâli'ye" de- mez mi. Sonra sabahlara kadar oturmuş, o defteri başka bir def- tere güzel yazısıyla geçirmiş. Hep yazmayı düşündüm Babiâli anılarımı. Yarım yüzyıiı geçti ilk adım atışımdan bu yana. Bir gün yazacağım, 'Babıâli'de ya- rım yüzyıl' baslığryla. Böyle düşünürken bir de baktım, dostum Celalettin Çetin kendi anılarını yazmış, yayımlamış bile: İşte Ba- biâli'. (Tekin Yayınları) "Babiâli, sen kanıma girdin. Sen coşku oldun. Tutku oldun ve tam otuz beş yıl başımın belası oldun" diye başlamış. Daha sonra şöyle seslenmiş Babıâli'ye: "Hazır otuz beş yıla gelmişken, hazır birtakım birikimler var- ken, seni anlatacağım artık. Sende olan, sana koşan, sana sa- rılan ve elbet seni kullanan insanlarını anlatacağım. Onlann da kavgalarını, kaygılarını, coşkularını ve tutkularını anlatacağım. Elbet bir de oyunlannı anlatacağım onlann. Sonra senin ne me- nem bir güç olduğunu, ne menem bir silah olduğunu, bu silahı kullananlaria anlatacağım." Celalettin Çetin'le ilk karşılaşmam 1951 yılında oldu. Arnavut- köy iskelesinde vapur beklerken genç bir delikanlı yaklaşmıştı yanıma. Ayaküstü konuşmuştuk. Bir süre sonra şiirlerini dergi- lerde gördüm. Daha sonra da gazetelerde. Önce Dünya'da, sonra vatan, Tercüman, Akşam, en sonunda da Hürriyet... Celalettin Çetin röportaj yazarlığında ustahğını kanıtladı. Pek çok kişinin el atmadığı konuları gündeme getirdi. Gazetecilik dünyasının ön- de gelen bir adı oldu. Böylesine zengin bir dağarcığı olan yazarın, böylesine dolu dolu yaşamış, Babıâli'nin pek çok ünlü ünsüz insanıyla yakınlık kurmuş bir gazetecinin başından geçen nice serüven vardır el- bet. Gözlem gücüyle birleşen duyarlılıkla bize Babıâli'yi tanıtı- yor. Bir solukta okunan kitaplar vardır ya, İşte Babiâli' de öyle bir kitap. Bir gözlem, bir anı kitabı Babıâli'nin gizli yaşamından kesitler. Okuriarın yazılarıyla tanıdığı, adlarını duyduğu nice Ba- biâli insanının portresi var bu kitapta. Kimler yok ki? Ahmet Emin, Falih Rıfkı, Bedii Faik, Çetin Altan, Mehmet Bar- las, Karaveli kardeşler, Naim Tirali, Özcan Ergüder, Dağlarca, Malik Yolaç, Erol Simavi, Haldun Simavi, Nezih Demirkent, Er- tuğrul Özkök, Sadun Tanju, Çetin özek, Vural Vahit, sık sık ad- lan, serüvenleri geçenler... Babiâli yokuşunda geçen otuz beş yıllık bir yaşamın öyküsü- nü okurken az çok bildiğim. duyduğum konulann nice gizli yan- larını da öğrenerek şaşırdığımı söylemeliyim. Çetin, ünlü kişile- rin ünlerine hiç de uygun düşmeyen davranışlarını bütün açıklı- ğıyla okurlara sunuyor. Bir zamanlar büyük bir coşkuyla savun- duğu görüşlerden birdenbire vazgeçenler, türlü çıkar hesapla- rryla köşeyi dönenler... Son günlerin ünlü deyimiyle Yağdanlık'lar, hepsi var bu kitapta. Babtâli, Türk düşün, politika dünyasının nabzının arüğı yer. Yüz yıldan beri... Sayısız insan gelip geçmiş. Nice ünlüler, en üst us- talık basamaklanna çıkanlar, yıllarca orada kalabilenler ya da ilk sendetemede yıkılıp gidenler. Dürüstter,toplumayararlı olanlar, çıkarcılar, fırsatçılar, uzun süre yüzlerindeki maskenin altına sak- lanıp kendilerini bambaşka bir nitelikte gösterenler... Celalettin Çetin'in "İşte Babıâli'sinde bu maskeler bir yana atı- lıyor. Şöyle sesleniyor Celalettin Çetin Babıâli'ye: "Aslında seni çok büyüttüm gözümde, biliyorum. Dünyayı se- ninle düzelteceğime, seninle bütün kötülüklere, bütün pislikle- re karşı koyacağıma inanıyordum. Ama çoğu kez yanıldım. Bu koşmaların, bu karşı koymaların, bu uğraşlann fazla bir şey de- ğiştirmediğini seninle anladım." Evet, işte Babiâli. Bilene bilmeyene... Tanıyanatanımayana... Bağışlamaıun P^iko-Sosyal Değeri Af isteği, genellikle kişinin suçlu sayıldığı halde, başkalarıyla eşit olma isteği ile ortaya çıkar. Bu istek kişinin servo- mekanizmasının düzelmeye yönelik bir adımdn1 ve çevresinden bu dayanışmayı istemesi anlamındadır. Dr. ERDOĞAN AYDOĞAN Nöro-Psikiyatrist Eskiden beri dünyada suç'un var oluşun- da, kişinin ruhsal yapısının bozukluğu ya- mnda, toplumsal ve siyasal akımların zor- layışının, ekonomik dengesizlik, düzensiz- lik ve yetersizliğin, ahlak bozukluğu ve aile yapısının tam gelişmemesinin rol oynadığı saptanmaktadır. Psikologlar ve sosyologlar, suçun bu ki- şisel ve toplumsal etkenlerle ortaya çıktığı- m ileri sürerken, sosyo-sibernetikçiler bun- ları bir yana bırakıp suçlann hatalı ve yan- lerle davranmış ve kendine göre denge ku- rulması yolu otomatikman seçilmiştir. Onu kovmayan ya da düştüğü kötü ortamdan af- fedip kurtarmak isteyen bir servo- mekanizmaya sahip olabilseydi sonuç böy- le olmazdı. Onu feci şekilde cezalandınrken servo-mekanizmamn yanlış iletişim ve bil- giler sonu esas suçun kendisinde olduğunu unutturmuş, namusu kurtuhnuş oluşunun rahatına erdirmiştir. Oysa servo- mekanizması aynı zamanda kendi kendini hş bilgi alışverişi ile meydana geldiğini ka- cezalandırmıştır. Böylece suçlu bulunan ki- nıtlayarak suça yeni bir boyut kazandırmış- şilerin iç yapılarında nasıl bir haberleşme- lardır. Böylece suçta kişi, aile ve toplum ara- sında kurulan köprüde yetersiz bilgi alışve- rişinin ve değerlendirilmesinin etken oldu- ğu kesinleşmiştir. tlk olarak Prof. VViener, nin cereyan etmiş olduğu uzerinde duruİma- sı ve suçlunun bu açıdan ele aünması gerek- lihğini psikosibernetik orta> ı a koymaktadır. insanın ve toplumun tüm davramşlarının her şeyden önce o kişi ve toplum arasında- Ceza Eski Yunan filozofu Eflatun, suçun bir ki bilgi ahşverişi doğruluğunda ortaya çıka- yerlerde bir hastahk ya da bir bozukluk so- cağını göstermiştir. nucu olabileceğini kabul etmiş, "Suçlu in- Sibernetik; haberleşme, kontrol-ayarlama san, rahatsızlığı sonucu zaten her zaman ve denge kurma bilimidir. Insanda bu, mutsuzdur. Ceza görmezse daha da mutsuz servo-mekanizma dediğimiz oiomatik bir o l u r " demiştir. Ancak cezamn bir tedavi sistem ile değerlendirilir. Dr. Maltz, "İnsan yöntemi derecesinde olabileceğini düşün- davranışlarının nedenlerini anlatmakta ye- rnüştür. ni bir kavrama vardık" demiştir. özel ve ° y s a . eskiden suçluya ceza bir öç alma kendiliğinden çalışan bu servo-mekanizma duygusu olarak verilirdi. Bu nedenle çağlar ile hatalı ve yanlış işlemler otomatikman dü- boyu kısasa kısas, göze göz dişe diş ilkesi zeltilmektedir. Böylece, insanoğlu kendisi- hukukta değişmez bir yasa olarak uygulan- nin kullandığı ve kendi kendini denetleyen dı. bir biyonik kompütüre sahip olduğu tespit Devlet yapısı güçlendikce ceza sistemin- edilmiştir. Bunun çocukluktan itibaren yan- de gelişme olmuş, toplum yapısını bozan hş bügilerle (datalarla) doldurulmasının ileri suçluların ceza çekmesinde, ibret esas ola- yaşlarda onaylanmayan davranışları ya da rak kabul edilmiştir. 18. yüz>ılda hümanist suç sayılan durumları ortaya çıkardığı sap- felsefenin etkisi ile suçlunun cezalandınlma- tanmıştır. Göriilüyor ki, yanılgıya düşen ve sı sınırh bir işlem olarak değerlendirihniş- irade kontrolünde çahşmayan bu mekaniz- tir. Ancak 19. yüzyıhn sonlanna doğru ün- ma bireyin akhnı hiçe sayarak insana suç iş- Iü ltalyan profesörü Lombrosa ilk kez suç- letebilmektedir. lu psikolojisi dunımunu ortaya atmış ve kri- Kızını evden kovan ve sonunda kötü yo- minoloji biliminin kurulmasım sağlamıştır. la düştüğünü öğrendiğinde onu öldüren bir Bu bilim ile suçlulann sınıflandırılması ya- baba, kendi yaşamında böyle bir olayda kı- pılmış, doğuştan suçlular, itiyadi suçlular, sıth bilgi ve örneklerle belli haberleşmeler tesadüfen suçlular, haris ya da heyecan ya- ile yetinmiş bir servo-mekanizmaya sahip pıh suçlular ayn ayrı incelenmeye başlan- olduğu için bu davranışta bulunmuştur. Ya- mıştır. Böylece tıp, hulcukta yerini almış, te- ni eksik ve yanlış bilgi sonucu doğan fikir- davi hukuku gelişmiştir. • Hukuk, bir anlamda bütün haklann den- gesini sağlayan bir bilim olduğundan, so- nunda hukuksal sibernetik kendiliğinden gündeme girmiştir. Yani suçlu ya da suçsuz olma, sibernetiğin içine almmıştır. Çünkü suç nedeninin servo-mekanizmadaki bozuk- lukta aranması artık kabullenilmeye başla- mıştır. Bilinç denetiminde çahşmayan bu mekanizmanın bozukluğu, insan irade ve aklını hiçe sayarak suçu işletmektedir tezi daha da güncellik kazanmıştır. O halde yargı, esasında bu yanlış kuru- lan servo-mekanizmayı cezalandırmaktadır. Onu, kişinin bizzat kendisi ve toplumu için zararsız halde tutmak istemektedir. Hakh olarak suçluyu toplumdan ayırır. Ancak ce- za çekildiği sürece servo-mekanizma bozuk- luğuna devam edebilir. Bütün yanlış bilgi- ler, suç işlendikten sonra bile aym etkisini koruyabUir. Kişi cezalandınlırken esas dü- zehnesi istenen mekanizma unutuhnuş ola- bilir. Ya da bunun farkında olunamaz. Oy- sa gerçekte kişi bu mekanizmayı taşıdığı için kapatılmıştır. Düzeltilemezse, ceza bittiğin- de kişi gene aym mekanizma ile topluma dönebilir. Oysa bu mekanizmaya sokulan yanlış bilgilerin temizlenmesi, güzele ve iyiye yönlendirihuesi gerekmektedir. Eğer piş- manhk başladıysa bu, otomatik mekaniz- marun doğruyu buhnaktaki ilk işareti ola- rak sayılabilir. Bağışlama Bağışlama, özel bir duygu olarak insa- noğlunun kendini bilmesi ile başlar. Af is- teği, genellikle kişinin suçlu sayıldığı halde, başkalanyla eşit olma isteği ile ortaya çıkar. Bu istek kişinin servo-mekanizmasının dü- zelmeye yönelik bir adımdır ve çevresinden bu dayanışmayı istemesi anlamındadır. Eğer toplum, suçlunun değişip belli bir düzeye ulaşabileceğine inanırsa bağışlama- dan vazgeçmez, bu da gene bilgi ahşverişi ile olur. Bilgisel kaynaşmadan doğacak ra- hatlıkla toplumsal dayanışma gücü artar. Sosyo-sibernetikçiler, insanların insanlar- la olan ilişkilerinde bilgi iletişiminin ceza ve af dahil, doğru yapümasını kontrol ve ayar- lanmasının çok iyi düzenlenmesini öner- mektedir. Sosyo-sibernetik, en güzel toplumsal den- ge rejimi olan demokraside, demokrasi düş- manlannın bile yaşatılması karan alındığı- na göre bağışlamanın değerini en yüksek- lerde tutmak gerektiğini vurgulamaktadır. MALtYE VE GÜMRÜK BAKANLIĞI PERSONEL GENEL MÜDÜRLÜGÜ'NDEN 1. Maliye ve Gümrük Bakanlığı Gümrük Muhafaza Genel Müdür- lüfü'nün taşra teşkilatı olan îskenderun, Istanbul, İzmir, Mersin ve Trabzon Gümrükler Muhafaza Başmüdürlükleri ve bağlantılannda boş bulunan kaptan. makinist ve gemi adamı kadrolanna sınavla per- sonel almacaktır. 2. Sınava katılacak adayların; a) 657 Sayılı Devlet Memurlan Kanunu'nun degişik 48. maddesin- de yazılı genel şartlara sahip olmalan; b) Kaptan ve makinistlerin en az lise ve lise dengı, gemi adamlan- nın ortaokul, lise ve dengi okul mezunu olmalan; c) Kaptanlann: Ulaştırma Bakanlığı'ca tasdikli Deniz ve Lim^n Kap- tan Cüzdanına sahip oimalan; d) Makinistlerin: Ulaştırma Bakanlığı'nca tasdikli Deniz Motor Ma- kinist ve>-a Deniz Motorcusu cüzdanına sahip olmalan; e) Gemi adamlannın: Ulaştırma Bakanlığı'nca tasdikli usta gemici veya gemici cttzdamna sahip olmalan, 0 Sınav tarihi itibanyla; kaptanlann 40, makinistlerin 35, gemi adamlannın ise 30 yaşını doldurmamış bulunmalan, g) Askerlikle ilişkisi bulunmamalan gerekir. 3. Sınava katılmak isteyenler en geç 10.5.1991 günü saat 17.3O"a kadar bir dilekçe, 2 adet fotoğraf, öğrenim belgesi ve başvurmasına göre >ukanda belirtilen belgelerle tstanbul Gümrükleri Muhafaza Başmü- dürlüğü'ne müracaat edeceklerdir. Gerekli belgeleri, anılan gün ve saatte belirtilen adreste olacak şe- kilde posta ile göndermek mümkündür. 4. Yazılı smav 17.5.1991 günü saat 10.00'da lstanbul'da yapılacak olup jualı ve uygulamalı sınav yeri aynca duyurulacaktır. Yazılı sınavda başanlı olan adaylar belirlenecek biı tarihte uygula- malı sınava tabi tutulacaklardır. 5. Yazılı Sınav Konulan: Kaptan ve makinistler a) Atatürk ilkeleri ve Türk inkilâp tarihi, b) Temel yurttaşlık bilgisi, c) Türkiye coğrafyası, d) Türk kültür ve medeniyetleri, e) Türkçe kompozisyon, f) Matematik, g) Mesleki bilgiler, Gemi adamlan: Yukanda sayılan konulardan (a-0 fıkrasında belirtilenler. Duyurulur. Basın: 24104 Masa ile SandıkHani masa kurulacaktı? Körfez Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'da kurulacak masa- da hani bizim de yerimiz olacaktı? Masa nerede? Son Osmanlı sadrazamlarından birinin canı sıkılıyormuş; dalkavuğunu çağırmış: — Keyifsizim, beni eğlendir! — Başüstüne. — Taklit yap!.. Ama sakın Arnavut taklidi yapma, Harbiye Nazırının kulağına gider, alınır; Çerkes taklidi yapma, Dahi- liye Nazırı alınır; Ermeni taklidi yapma, Hariciye Nazırı alı- nır; Rum taklidi yapma, Maliye Nazırı alınır; Kürt taklidi yap- ma, Maarrf Nazırı alınır; Laz taklidi yapma, Bahriye Nazırı alı- nır; Arap taklidi yapma, Evkaf Nazırı alınır.. Dalkavuk iki elini yere koyarak kocaman salonun ortalık yerinde domalmış. Sadrazam: — Ne yapıyorsun ulan? — Sanatımı göstermek için bendenize hiçbir şey bırakma- dınız; masa taklidi yapıyorum. Oysa günümüzde olsaydı, Sadrazam küplere binerek dal- kavuğunu bir iyi azarlardı: — Yapma herif!... Bu kez de cumhurbaşkanı alınacak. Ne çabuk unutukju Ortadoğu'daki masa politikamız!.. Hani biz de masanın kenanna ilişecektik? • Cumhuriyetien sonra savaş görmedik, ama hem anamız- dan babamızdan duymuşluğumuz var, hem tarihte okuduk; Balkan Harbi'nden sonra İstanbul sokaklanndaki açlann ha- lini, Harb-i Umumi'de Anadolu'nun sefaletini, Kurtuluş Sa- vaşı'nda çektiğimiz çileleri ulusal bellekten kim sildi? Nasıl otdu da Ortadoğu'daki savaşta avanta görmeye baş- ladık? Atatürk "Savaş cinayettir" dememiş miydi? Mezopo- tamya'da dökülecek insan kanına tüccar kafasıyla yaklaşmak siyasetini benimseyen gazete, yazar-çizer, politikacı içimiz- den nasıl türeyebildi? Anadolu'dan kaynaklanıp Mezopotam- yaovasını sulayan Fırat ve Dicle'nin birteştiği yerde kopacak savaşı ellerini ovuşturarak bekleyen açıkgöz cengâver, insan- lığını tirfilli bir ceket gibi sırtından çıkarıp bir kenara mı koy- muştu? Amerika, Irak'ın işini bitirecek, aslan payını alacak, gerisi sırtlana kalacaktı. • Bir yandan para toplanıyor. öte yandan battaniye, yatak, yorgan, ceket, pantolon, hır- ka, çorap, yelek... Yiyecek.. İlaç.. Geçende bizim sırtlanı gördüm, önündeki tahta sandığa bir şeyler dolduruyor: — Hayrola? Yanıtladı: — Kürtler için. — Nedir onlar? — Sagdan soldan topladım; eski palto, kasket, çizme, ayak- kabı, falan filan... — Peki, hani Körfez Savaşı'ndan kârlı çıkacaktık? Köşeyi dönecektik? Masaya oturacaktık? — Artık masa yok, sandık var. — Ne sandığı? — Yardım sandığı. • Nereden nereye? Ama yine de sevinelim. Son günlerin acıları çekilirken hiç olmazsa bir gerçek kanıtlandı; Anadolu halkının Güneydo- ğu sığınmacıları için yardım seferberliğine girişmesi, insan- lığımızı koruduğumuzu göstermedi mi? Biz, kanlı bir savaştan medet umar vampirler değiliz; in- san hayatı üzerine kumar oynayacak kadar çürümüş olanlar Türkiye'de küçük bir iktidar azınlığıdır. -• i . VEFAT ACIKAYBIMIZ Merhuma Münire hanımefendi ile merhum Emin beyin oğlu, Merhum Emekli Orgeneral ZEKAYİ O'KAN ile Saime Şaşmaz, Sabiha Evrensel, Naciye Döşer, Seniha Uzel, Mukadder Sergir, Turan Okan'ın kardeşleri ile Melahat O'KAN'ın sevgili eşi, Seza, Feyza ve Metin'in biricik BabaJan, Beliz, Deniz ve Okan'ın sevgili Dedeleri, eski Tabii Senatörlerden Emekli Kurbay Albay O. SEZAİ O'KAN 19.4.1991 günü vefat etmiştir. Cenazesi 22 Nisan günü saat ll'de TBMM'de yapılacak töreni müteakip İstanbul'a nakledilecek ve 24 Nisan 1991 günü Levent Camisi'nde kıhnacak öğle namazını müteakip Zincirlikuyu'da ebedi istirahatgâhında toprağa verilecektir. AÎLESİ FARUK BAYRAKÇI (1970 - ....) Sen bir bahar dalı gibiydin, yaşamın; bizler için sonsuza kadar hiç solmayacak ve batmayacak bir güneştir. Acımızı paylaşan tüm dostlara teşekkür ederiz. AİLESt İhtiyaçtan satılık daire! İncirli Cad. İhsan Kalmaz Sok. 4/A'da 3 oda, 1 hoi kaloriferli hidroforlu yarı bodrum daire. Tel.: 561 27 70 ERZURUM KONKORDATO KOMtSERLİĞİNDEN Erzurum'un Kongre caddesinde kırtasiyecilikle iştigal eden Kemal Selimoğlu vekili Avukat Tuncer Aktaş'm konkordato mehli talebi üzerine Erzurum lcra Tetkik Mercii Hakimliği'nin 9991/52 Esas 991/54 sayüı karan ile iki aylık süre verümiş olup, Konkordato Ko- miseri olarak tayin edilmiş bulunmaktayım. Borçlu Kemal Selimoğlu'ndan alacaklı olanlann alacak nıiktan ile müstenidatı olan senet veya vesika fotokopilerini asağıdaki yazılı ad- resime getinnelerine, veya posta ile göndermelerine, aksi halde mü- racaat olmadığı takdirde, bu şahıstan alacaklı olanlann konkordato toplantısına iştirak edemeyeceklerine, bu müracaatlannı ilanın ya- pıldığı tarihten itibaren yirmi gün içerisinde başvurmalanna, veya ken- dilerini bir vekille temsil ettirmelerine, alacaklarını alacak defterine kayıt ettirmelerine, Tüm alacaklılar toplantısı Erzurum Asliye 2. Hukuk Mahkeme- si'ne ait dunışma solununda saat 16.5.1991 günü saat 14.30'da icra olunacaktır. Kanuni süre içerisinde kaydını yaptırmamış olan alacaklılann kon- kordato toplanusına kabul edilemeyeceklerine, alacaklanm kayıt yap- tıran alacaklılar toplantıdan on gün önce dosyayı alıp tetkik edebilmelerine, lc.tf.K.nun 292 ve müteakip maddeleri geregince ilan olunur. 28.3.1991
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle