18 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 5 EYLÜL 1990 Çağdaş Devletin Gereği: Yargı Bağıınsızlığı Çağımızın devlet anlayışı çok değişmiştir geçmişin klasik devlet anlayışına oranla. Bireyler için vardır devlet artık. Onların hak ve özgürlüklerini, güvenliklerini güvence altına alan bir örgütlenme modelidir devlet. Bu devletin anayasa dilindeki adı da 'demokratik hukuk devleti'dir. NACİ ÜNVER Yargıtay Üyesi Zorlu savaşımlar vermiş uluslar geçmişte insan- ca bir yaşam için. Günüraüzü ve geleceğimizi tek kişi ya da kişiler belirlemesin demişler. "Biz belir- leyelim yaşam biçimimizi" diye uğraş vermişler hep. Sonuçta totaliter ve yarı totaliter sistemler çöküp gitmiş birer birer. Halk istencine dayalı yönetimler gelmiş işbaşına böylece... Yazılı anayasaiar dönemi başlamış bu süreçte. Bireylerin doğuştan sahip ol- duklan vazgeçilmez hak ve özgürlükleri yer alraış bu anayasalarda. Yönetimlerin yetki srnırlan belir- lenmiş keyfiliği önlemek için. Hukuka dayalı dev- let olgusu gelmiş gündeme sonuçta. Tarihsel gelişim Bunlarla da yetinmemiş insanlar! Sosyal ve eko- nomik hak istekleriyle çıkmışlar bu kez ortaya. Sos- yal devlet olgusunu getirmiş bu istekler gündeme. Böylece devletin hukuka dayalı olma niteliğine, sos- yal devlet olma niteliği de eklenmiş doğal olarak. Güçler ayrılığı esası temel ilke olarak benimsenmiş hukuka dayalı devlet yapısında. Yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayrılmış bu güçler. Ulusal ege- menliğin kullanımı paylaşılmış bu güçler arasında. Yeri geldiğinde gücün gücü durdurabilmesini sağ- layıcı sistemler de oluşturulmuş. Yasama etkinlik- lerinin anayasaya uygunluğu ve yürütme etkinlik- lerinin de hukuka uygunluğu için yargı denetimi ön- görülmüş. Hukuka dayalı devlet yapısı içinde, yar- gının bağımsız olması esası benimsenmiş. Başta, "yürütme erkine karşı, bağımsız olmalı yargı erki" demişler. Çünkü çoğunlukla yürütme erkinden gel- miş, yargı yetkisini kullananlara karşı baskı. Yöne- timlerin karşıtlan üzerinde kurmak istedikleri bas- kılara sözde yasalhk kazandırmak için yargıyı kul- lanmaya kalkıştıkları görülmüş hep. Bu nedenler- le büyük önem vermişler anayasa koyucular yargı bağımsızlığına. Anayasalarda yer alan düşünce öz- gürlüğü, inanç özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlü- ğü ve basın özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlük- lerin güvencesi olarak görmüşler bağımsız yargıyı. Yargı bağımsızlığını getirirken, onun kurum ve ko- şullarını da unutmamışlar pek doğal olarak. "Yar- gıç güvencesi olmadan, yargı bağımsızlığı olamaz" demişler. Salt 'yargı bağımsızdır' demenin, soyut bir anlamdan öteye işe yaramayacağını görmüşİer. Yargıçları her türlü baskı, kaygı ve korkudan uzak bir çalışma onamına kavuşturmanın gerekliliğine , inanmışlar. Toplumda adalete güven duygusunun yerleşip kökleşmesi ve adalet kavramının yüceliği- ne gölge düşmemesi için zorunlu görmüşler bu ön- lemleri. Hiç kuşkusuz bu tür düşüncelerin toplumlarda benimsenmesinde rolleri büyük olmuş kimi düşü- nürlerin. Örneğin çağlar öncesinde devlet etkinlik- lerini üçe ayırarak, bunların her birinin ayn bir gü- ce verilmesi gereğini savunmuş Aristo (MÖ 384-322). Ancak fazlaca güç kazandıramamış ün- lü düşünür bu görüşüne. Yine de onurlu yerini al- mış bu görüşler düşünce tarihinin altm sayfaları ara- sında. îş burada kalmamış kuşkusuz. Aydınlanma ça- ğını yaşamaya başlayan 18. yüzyıl Avrupası'nda ye- niden yeşermeye başlamış benzer görüşler. Bu yüz- yılda ilk kez, İngiliz düşünür Locke ortaya atmış 'güçler ayrılığı' düşüncesini. Bireylerin hak ve öz- gürlüklerinin bu sayede güvenceye kavuşabileceği- ni savunmuş 18. yüzyılda Locke. Ciddi bir kuram aşamasına ulaşamamış Locke'un bu düşüncesi de. Başka bir düşünüre düşmüş iş bu kez. Fransız dü- şünür Montesquieu güç kazandırmış 'güçler ayrılığı' düşüncesine aynı dönemde. Montes- quieu'ye göre "Yasalan yapma, onlan uygulama ve suçlulan cezalandırma gibi iiç ayn yetki, aynı kişi ya da kisilerde toplanırsa, her şeyin sonu gelir top- lumlarda.Öyleyse bunlar ayn ellere verilmelidir. An- cak o zaman tehlikeden kurtulur hak ve özgürlük- ler." Montesquieu'nün -genel çizgileriyle vermeye çalıştığımız- bu düşünceleri salt kuram aşamasın- da kalmamış. Modern çağdaki demokrasi ve özgür- lük savaşımlannda temel düşünce olarak benimsen- miş. En önemlisi 1789 Fransız Devrimi'nin siyasal belgesi sayılan 'İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi'n- de yer almış bu görüşler. Giderek modern anaya- saların da temel ilkesi olmuş doğal olarak. Gelişmelerin bize ulaşması... 18. yüzyıl Avrupası'nda bu boyutta demokratik- leşme ve özgürleşme hareketlerinin etkileri ne ya- zık ki aynı yüzyıl Doğu uluslarına ulaşamamış bir türlü. Neredeyse bir yüzyılı bulmuş gelişmelerden etkilenmeleri. Ve aynı dönemde, dışa kapalı bir kim- liği olan Osmanlı toplumu da etkilenmemiş aynı yüzyıl Batısı'nın bu tür düşünce akımlarından. An- cak 18. yüzyıl gerilerde kalıp, 19. yüzyıl başladık- tan çok sonra 1839 Tanzimat Fermanı'yla ilk kez söz konusu olmaya başlamış kişi hak ve özgürlük- leri. Işte o zaman tanışmış anayasa kavramıyla Os- manlı toplumu. Güçlü bir çıkış olamamış Tanzimat Fermanı kuş- kusuz. Ancak yeni bir savaşımın başlangıcı olmuş bu düşünce hareketi. 1. Meşrutiyet için olmuş bu savaşım. Ülkede tüm yetkileri elinde tutan hüküm- darın kimi yetkilerinin elinden alınması amaçlan- mış verilen bu savaşımda. Sonuçta 1876'da ilan edi- len 1. Meşrutiyet'le ilk kez parlamentoya kavuşa- bilmiş Osmanlı toplumu. Ne yazık ki modern an- lamda bir parlamenter sistem olamamış getirilen bu sistem. Hükümdar yine etkin olmuş her alanda. Da- ha açıkçası; sembuiık olmaktan öteye gidememiş parlamento. Hemen belirtelim ki bununla kalmamış toplum- sal devinim. 1908'de II. Meşrutiyet'le daha ileri adımlar atılmış devlet anlayışında. Daha ileri ya- pıda bir anayasa ve parlamento düzeni gelmiş Os- manlı toplumuna. Hükümdann kimi yetkileri par- lamentoya devredilmiş böylece. Ancak bu da uzun sürmemiş. 1. Dünya Savaşı ile sona ermiş Meşrati- yet hareketi. Sonuçta hükümdar da yeniden tek söz sahibi olmuş ülkede. Cumhuriyet dönemi: Hukuk devleti Hepimizin bildiği gibi cumhuriyetle kavuşabilmiş Türk toplumu hukuk devletine. 1924 Anayasası'y- la gelmiş 'güçler aynlıgı ilkesi' devlet yaşamına. Bu anayasayla gerçek anlamda parlamento düzenine kavuşulmuş. Ancak 1924 Anayasası'nda yeni cum- huriyetin tüm ilke ve kurumlarıyla yerleşmesi için duyulan otorite gereksiniminden olacak ki yürüt- me erki daha güçlü olmuş yargı karşısında. Buna karşın Büyük Önder'in kendi döneminde yürütme erkinin yargının işlerine müdahale etmemesi gele- neğini yerleştirmek için etkin ve özgün çaba harca- dığı herkesçe bilinen tarihsel bir gerçektir. Ne var ki Ulu Önder'in aramızdan ayrılmasından sonra yargıya aynı özenin gösterildiğini söyleyemeyiz. Özellikle 50'li yıllarda çokça tartışma konusu ol- muştur yargıç güvencesi ve yargı bağımsızlığı. Top- lumda güvensizlik nedeni olmuştu bu olgu doğal olarak. Işte geçmişin bu olumsuz deneyimleri yargının ya- raşır olduğu yeri almasını sağladı 1961 Anayasası'n- da. Yargıç güvencesini tüm kurum ve koşullarıyla getirdi. 1961 Anayasası, "Ankara'da hâkimler var" sözü, bu anayasa döneminde bir özdeyiş niteliği ka- zandı. Türk toplumu, gerçek anlamda hukuk dev- letine ancak bu dönemde kavuşabildi. Cüceler içlerine sindiremediler! Ne var ki içlerine sindiremediler kimi çevreler bu- nu. "Nasıl olurdu da yargı, yürütme karşısında bu denli bağımsız olabilirdi? Devlet işlemezdi bu ko- şullarda.." Çünkü şimdiye değin görmedikleri bir olguyla karşılaşmışlardı bu görüştekiler. Onlar, ik- tidar olanın her alanda söz sahibi olmasına alışmış- lardı bir kez. Özledikleri eski sistemin ve alıştıkları uygulamaların ne denli demokratik olduğu ya da olacağı fazlaca önemli değildi aslında. Her alanda etkin olabilsinler yeterdi. Bu görüşlerine güç kazan- dırmak için her türlü propagandaya başvurdular so- nuçta. Yargıda, başka nedenlerden kaynaklanan kü- çük çaptaki kimi sorunların nedeni olarak gösteri- yorlardı yargıç güvencesini. Bu sorunlar yargı er- kinin yürütme karşısında bağımsız olmasından kay- naklanıyordu onlara göre. 1982 Anayasası'yla özlemlerini giderdiler bu an- layıştaki demokrat (!) kişiler. Artık yargıçların de- netimi konusundaki yetki, ytirütme erkindeydi (Mad. 144). Atama, yer değiştirme gibi benzeri öz- lük işlerini yürüten kurullarda da önemli ölçüde söz sahibi olmuştu yürütme erki (Vlad. 159). Kısacası yargı bağımsızlığımn temel koşulu sayılan yargıç RÜ- vencesi yitirilmişti büyük ölçüde. Sözüm ona yine de "yargı bağımsızdır" denmektedir 1982 Anaya- sası'nın 138. maddesinde. Bu durum, ayakları bağ- lanmış kişinin karşısına geçip; "Senin seyahat öz- gürlüğün var, dilediğin yere gidebilirsin" demeye benzemektedir büyük ölçüde Geçmiş deneyimler. günümüzde yaşananlar gös- termektedir ki yargı bağımsızlığı, toplumlar için ya- şamsal önem taşıyan anayasal kuraldır. Hukuka bağlı devlet olgusunun vazgeçilmez koşuludur. He- men belirtelim ki günümüzün koşulları, savcılann da yüriitme erki karşısında bırtakıra güvencelere sa- hip olmasını kaçımlmaz kılmıştır. Cumhuriyetin te- mel ilkelerinin korunmasında ve yasalan egemen kılma konusunda kendilerine önemli görevler dii- şen cumhuriyet savcılannın, her zaman ve koşulda hiçbir kaygıya kapılmadan görev yapabilmeleri için gerek vardır buna. Bugün için yargıç ve savcıların güvencesini bü- yük çapta alıp götüren 1982 Anayasası; geride sa- dece bağımsızlığın gerektirdiği güvencelere sahip ku- ruluşlar olarak Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkemeleri bırakmıştır. Bu kuruluşların toplumumuz için yaşamsal önem ta- şıdığı gün geçtikçe daha da iyi anlaşılmaktadır. Bu- gün demokrasinin tadına varmış yüce ulusumuzun gözleri buralara çevrilmiştir doğal olarak. Ülkede hukuk devleti olgusunun tüm koşullarıyla yerleş- mesi yönünde önemli görevler düşmektedir bu yü- ce mahkemelere. Başta bu yüksek mahkemeleri tem- sil görevini üstlenen yüksek yargıçlara önemli gö- revler düşmektedir bu konuda. Yürütmeyle ilişki- lerinde güçlerin eşkliği ilkesine özen göstermek zo- runluluğuyla karşı karşıyadırlar öncelikle. Kendi- lerini belli bir süre için bu görevlere getiren arka- daşlarımn bu yöndeki güvenlerinin sürmesi için zo- runludurlar buna. Toplumda kaygı ve düş kınklık- larına neden olmamak için zorunludurlar. Aynca görevleri sona erdiğinde, adlarından saygıyla söz et- tirebilmeleri için zorunludurlar buna. Gerçek demokrasinin koşulu Sonuç olarak şunlan söyleyebiliriz: Çağımızın devlet anlayışı çok değişmiştir geçmişin klasik devlet anlayışına oranla. Bireyler için vardır devlet artık. Onların hak ve özgürlüklerini, güvenliklerini güven- ce altına alan bir örgütlenme modelidir devlet. Bu devletin anayasa dilindeki adı da 'demokratik hu- kuk devleti'dir. Böylesi bir devlet yapısında da güç- lerin ayrılığı ve eşitliği esası temel ilke olarak be- nimsenmiştir. Bu anlayışın sonucu olarak da yargı erki, yürütme erki karşısında tam bağımsızdır. Bugün yargı bağımsızlığı ve onun temel koşulu sayılan yargıç güvencesi konusu, ağırlığı gün geç- tikçe belirginleşen önemli bir sorun olarak yer al- maktadır ülkenin gündeminde. Şayet Batılı anlam- da 'demokratik hukuk devleti'ni tüm kurum ve ko- şullarıyla getirmek istiyorsak; yargı bağımsızlığımn önündeki tüm engelleri kaldırmamız gerekir önce- likle. Bu konuda da başta yüksek yargı organlan- mız olmak üzere basınımıza, hukukçu olsun- olmasın demokrasinin erdemlerine inanmış, düşü- nen ve eli kalem tutan aydınlarımıza önemli görev- ler düşmektedir. Hiç unutmamak gerekir ki bugü- nünde ya da yarınında herkesin sığınabileceği yer bağımsız vargının sağlam ve onurlu güvencesidir. PENCERE EVET/HAYIR OKTAYAKBAL Tek Parti Tek Şef Tutumuyla... Ben öyle bir şey hiç görmedim. Daha doğrusu anımsamıyo- rum. Eski gazete koleksiyonlarında; albümlerde de yok bu du- rumu gösteren bir fotoğraf: Cumhurbaşkanı TBMM başkanlık kürsüsünde dimdik konuşsun, yanında da Meclis Başkanı ile vekili dimdik ayakta dursun 1 Yeni gelenekler mi çıktı, nedir? Kenan Evren Devlet Reisi ola- rak yerinden konuşmuştu. Bay Turgut Özal da bu kez, iki yanı- na TBMM Başkanı ile vekilini alarak yarım saat süren bir ko- nuşma yaptı. Başkanlık Divanı da ayaktaydı. Yarım saat sürey- le başkan kâtipleri de ayakta dikilip durdular, heykel gibi... Oldu olacak ANAP grubu da ayakta dinleseydi Bay Özal'ın konuşmasını! Nedir bu, bir dikta yonetimının Daşı mı öay Özal? Hitler'in, Mussolini'nin başkanvekillerini yanı başında ayakta dikerek söylev verdiğini görmemiştik. Ki, bu iki diktatör üstelik seçimlerde üstün çtkarak iktidara gelmişlerdi. Başbakanlığa se- çilmeleri de demokratik yoldan olmuştu. Daha sonra diktatör ke- sildıler. o başka!.. Ama Bay Özal, yüzde 21 oylu bir çoğunluğa sahip bir partinin oylarıyla ülke halkının yüzde sekseninin "alışamadığı" bir seçim sonucu Çankaya'ya çıktı. Durum böy- leyken nedir bu gösteri, bu tafra, bu 'büyük adam' tavırları, tö- renleri! 1 Eylül'de Meclis'te yapılan toplantıyı, Bay Özal'ın yarım sa- atJik konuşmasını TV'den izleyenlerdenim, SHP ile DYP çok hak- lı olarak bu oturuma katılmadılar. Birkaç bağımsız ile HEP'liler Meclis'te yerlerini almışlardı. Hatta HEP Genel Başkanı büyük muhalefet parti gruplarının katılmamasını kınadı. Işıklar'a göre Evren'in Meclis'e gelişinde ayağa kalkan, Özal'ın Çankaya çağ- rısına katılan SHP ve DYP'nin Meclis'e katılmamalan kınana- cak bir davranıştır. Işıklar'ın bu sözlerini haklı görmemek zor- dur, ne var ki 1 Eylül toplantısı çok daha değişik bir anlam taşı- maktaydı. Özal'ın Meclis'ten, daha doğrusu ANAP grubund".r> ülkeyi savaşa sokabilecek yetkiler istediği bir tarihsel karar gü- nüydü. Böyle bir toplantıya HEP'in de katılmaması gerekirdi. ANAP grubu tek başına bırakılmalı, bütün sorumluluk bu gru- ba yükletilmeliydi. HEP'çilerin karşılarında gerçek hasım ola- rak SHP'den çok ANAP'ı görmeleri daha doğru olmaz mıydı? Muhalefet gücünün küçük hesaplarla dağıtılmaması gerekmez miydi? Özal'ın 'dinamik politika' adını verdiği şey, 'tek adam'ın eli- ne büyük yetkilerin verilmesidir, 92. maddedeki 'savaş ilanı dışında' tüm yetkilerin hükümete tanmmasında direnen bir Cum- hurbaşkanı'nın hangi hesaplar ardında olduğu ortadadır. Yu- nanistan, Körfez'e bir savaş gemisi gönderiyor. Batı demokra- silerine büyük yardımda bulunduğunu iddia ediyor, biz de Yu- nanistan'ın gerisinde kalmamalıyız, Körfez bunalrmında Batı1 - nın, daha doğrusu ABD'nin yanında yer almalıyiz! Özal'ın ka- fasındaki düşünce üç aşağı beş yukarı budur. Baksanıza ABD'- nin tutumunu destekleyen Mısır'ın ABD'ye otan bilmem kaç mil- yarlık borcu bir kalemde silinivermiş. Öyleyse Türkiye niye böyle bir fırsatı kaçırsın! Düşünülmeyen nokta, Yunanistan'ın Irak'ia komşu olmadı- ğıdır. Arap halkları ile Yunanistan'ın büyük bir ilişkisi yoktur. Oy- sa bizim tarih ve coğrafya açısından durumumuz çok farklıdır. Irak'ın bugüne dek Türkiye'ye karşı düşmanca bir tutumu gö- rülmemiştir. Birleşmiş Milletler'in aldığı karara uyduk. Bunun öte- sinde Irak'a karşı düşmanca bir tavır takınmak, topraklarımızı Amerikalılara kullandırmak. yurtdışına asker göndermek gibi dü- şünceler ülkemizi korkunç bir çıkmaza götürecektir. Belki bazı çevreler Amerikalıların gözüne girmek, bazı çıkarlar elde etmek amacıyla çöllere Türk askerini göndermeyi hesaplarına uygun görebilırler Ama böyle bir karar, bu kararı verenler, onaylayanlar için altından kalkamayacakları bir sorumluluğu üstlenmektir. Bay Özal'ın bugüne kadar sürdürdüğü politika ülkemiz ve halkımız için hiç de mutlu sonuçlar vermemiştir. Bunu bilmeyen kaldı mı? Durup dururken ABD'nin isteklerine uyarak bir savaş kargaşa- sına atılmamızı Türkiye halkının yüzde doksan dokuzu istemi- yor. Bay Özal ulusun isteğini çiğneyip tek başına böyle bir so- rumluluğu üstlenebilir mi? İnönü 'Ülke diktaya gidiyor'; Demirel Şahıs sultası var de- mektedir. Öyleyse bütün muhalefet elbirliğiyle ülkeyi şahlandı- racak büyük gösteriler, mitingler, yürüyüşler düzenlemelidir. Bay Özal ve üç beş yakınının savaşçı tutumu, ancak halkın güçlü direnişiyle önlenebilir. Yoksa, tek parti, tek şef tutumu ülke- mizi kanlı bir çıkmaza sokacaktır Yargltay Yanlış Yaptı Sansür ve yasak önce hukuku dondurur ve hukuk donunca zorbalık olur. Yargıtay Başkanlar Kurulu kesinlikle yanlış yapmıştır. Barolara sansür ve yasak koyarak başlayan yıl, asla yargı yılı sayılamaz. Baroların susturulduğu yerde yargı kalmaz. Biz, Yargıtay'da birçok meslektaşımızın gelişmeleri üzüntüyle izlediğini biliyor ve bu yanlışlığın bir yılla sınırlı kalmasını diliyoruz. TURGUT KAZAN Istanbul Barosu Başkanı Bu yargı yılı biterken yepyeni bir sorun pat- lak verdi. Yargıtay Başkanlar Kurulu, 30.5.1990 günlü toplantısında Yargıtay Yasası'run 59. maddesine yollama yaparak "adU yıl açılış tö- reni gündeminin belirlenmesi amacıyla TBB Başkanı'nın konuşma metninin... 25.6.1990 gününe kadar gönderilmesi gereğinin duyurulmasını" kararlaştırıyor ve Yargıtay 1. Başkanı, durumu bir yazıyla TBB'ye ulaştırı- yordu. Sonra yaşadığımız gelişmeler oldu. TBB, baroların görüşünü alarak 9.6.1990 günü "20 yıldır konuşma metni istenmediğini" belirtip açıhş töreninde (6.9.1989'da olduğu gibi) "hu- kuk üstünlüğü ve insan haklanna dayalı de- mokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkeleri ışığında hukukumuzun, yargımızın, adaletin ve savunma mesleğinin sorunlarına değinen bir konuşma yapılacağının ve gündemin bu- na göre belirlenmesinin bildirilmesini" karar- laştınldı. Bu karar üzerine, metin gönderilme- digi için TBB Başkanı'nın konuşması prog- ramdan çıkanldı. Bu sansürdür Olay büyük tepkiyle karşıla n dı. Gazeteler, "Yargıtay'ın Özal Korkusu", "Konuşmaya Sansür Hukuk Çevrelerini Kanştırdı", "Baro- lar Ayaklandı", "Avukatlarla Yargltay Kapış- tı", "Barolar Ateş Püskürüyor" gibi başhklar kullandı. Ve kamuoyu, Yargltay 1. Başkanı ta- rafından getirilen bu uygulamayı "sansür" saydı. Hemen belirtelim ki Yargıtay çok yanlış bir adım atmıştır. Önce Başkanlar Kurulu'kara- nnda sözü edilen Yargıtay Yasası'run 59. mad- desi, bu olaya hiç uymaz. Maddeye göre "Yar- gıtay 1. Başkanı bir konuşma yapacak" ve bu konuşma metni ile tören gündemi üzerine Baş- kanlar Kurulu'nun düşüncesi alınacaktır. Kos- koca Yargltay 1. Başkanı'nın konuşması için Başkanlar Kurulu'nun düşüncesi alırurken TBB Başkanı kim oluyormuş mantığı sağhk- lı sayılamaz. Yargltay 1. Başkanı Yargıtay adı- na konuşuyor. Bu nedenle, Yargıtay daire baş- kanlarının düşüncesini altnak doğaldır. Ama TBB Başkam, avukatlar adına konuşuyor. Bu konuşmayı Yargıtay başkanlarının denetleme hakkı olamaz. Durum açıktır, elmalarla ar- mutlar birbirine karıştırılmamahdır. Dayatı- lan uygulamanın 59. maddeyle bir ilgisi yoktur. Savunmasız olmaz Yargı yılı açılışlarında TBB Başkanı'nın ko- nuşma yapması, avukatlık mesleğinin yargı fa- aliyeti içindeki yerinden kaynaklarur. TBB ku- rulunca böyle bir uygulama başlatılmış ve 20 yıllık bir gelenek oluşmuştur. Haklar yalmz yasaya dayanmaz. Sağlıklı bir hukuk düzenin- de, oturmuş gelenekler hak doğurur. Ve Yar- gıtay gibi bir kurum, gelişmeyi engelleyici ol- mayan güzel gelenekleri korur. Unutmayalım ki 6 Eylül 1990 günü (yarın) Yargltay yılının değil, yargı >ılımn açılışıru ya- pacağız. Peki avukatın katkısına kapalı tutu- İan bir hüküm, hüküm sayıhr mı ki TBB Baş- kanı'na kapatılan yargı yılı, yargı yılı sayılsın? Değerli hocamız Faruk Erem'in diliyle "Hâ- kimden gayrısını ihmal etmek, hâkimi dava- nın her şeyi kabul etmek 'dava' kavramına ay- kırıdır. Dava bütün zıt fıkirlerin örgütü olup fikri ortaya atanlar, davada ikinci derece süje sayılmazlar... Müdafii mahkemenin emrinde kabul etmek yanlıştır. Zira müdafaa mevcut değilse, itham 'hüküm' gibi bir şey olur" (Prof. Dr. Faruk Erem, CL'H, Ankara, 1978, sh 175). Davada avukat gerçeği arayan ve gerçeğe da- ha yakın olan unsurdur. Hukuk yargılamasın- da iki tarafı temsil ederken ceza yargılamasın- da ithama karşı dengeyi teşkil ederken, dava- ya dinamizm katar. Bu dinamizmdir ki yar- gıcın daha doğru bir "adli gerçeğe" ulaşma- sını sağlar. Yargı faaliyeti içinde avukatı kü- çümseyip yargıcı 'dediğim dedik' bir belirle- yici sayarsanız, kuracağınız 'hükme' ve 'adli gerçeğe' kimseyi inandıramazsınız. Savunma, yargı faaliyeti içinde eşsiz bir di- namizmdir. Yargı bu olanaktan yararlanabil- diği kadar gerçeğe ulaşır. Savunma örgütü de yargıya ilişkin sorunlar için aynı dinamizmi taşır. Bu dinami?rndir ki hukukumuzu geliş- tirir, yargımn yaşadığı sorunlara çözüm geti- rir. Böyle bir dinamizmin sesini kesmek, yar- gıyı içten içe kemirir ve bitirir. Evet, adli tatile girerken yargıya ilişkin so- runlar dağ gibi yığümıştı. Ülkemizde yargı ba- ğımsızlığı kalmamıştı. Yürütme yargıyı teslim almıştı. Parti içi hesaplaşmalarda bile yargı- dan yararlanma yolu seçiliyordu. Bakanı ve müsteşarı karşılamak için duruşmalar tatil edi- liyor, yargıçlarla savalar kapı önüne dizilip yû- rütmenin temsilcilerini bekliyordu. Kısacası, bizde yargı, ulusal egemenliği kullanan üç ku- vetten biri sayılmıyor, adli faaliyet yürütme- ye ait bir görev kabul ediliyordu. Nasıl tapu sicillerini yürütmeye bağlı memurlar tutuyor- sa, adaleti de yürütrae adına memur ve mu- temet yargıçlar dağıtıyordu. Üstelik, yargıdan de\let olanakları esirge- niyordu. Örneğin gayet görkemli orduevleri ve "eğitim tesisleri" yapılabilirken, adliyeler ki- ralık ve kacak han odalanna tıkılıyordu. Ay- nca, gerçekçi olmayan kadrolarla, yargı kat- merli bir çıkmaza itiliyordu. Bu çıkniazın için- de, gerekçesiz kararlar, kamu vicdanını sızla- tan tutuklamalar, işkenceye arka çıkan uygu- lamalar, dosyaların okunmadığını gösterir faıklı içtihatlar birbirini izliyordu. Giderek in- sanlanmızın yargıya olan güveni tükeniyordu. Ve yaratılan boşlukta, çek-senet tahsilatından başlayarak çeşitli işler için bu görevi mafya üstlenip yürütüyordu. İşte, adli tatile girerken, yargımız böylesi- ne ağır somnları yaşıyordu. Dahası var, bu- gün olağanüstü hal kararnameleriyle ülkemiz- de hukuk yürürlükten kaldınlmıştır. tnsanla- rımıza yargı yolu kapatılmıştır. Bir vali, yar- gıç ve savcıların görevden alınmasını isteyebi- liyor. Peki, barolar olmazsa, bu ilkellikleri kim tartışacak? Sayın Ocakçıoğlu ve Yargıtay dai- re başkanları, yargıçlarla savcıların kaderini valiye terk eden düzenlemeyi içlerine sindiri- yorlar mı? Eğer sindiremiyorlarsa, adli yılın açılışında bu çağdışıhğı ve hukuka aykırılığı dile getirmeyi düşünüyorlar mı? Sonuç Kabul edelim ki hastalıklan görilp söylemek ve tedavi yollarını göstermek barolara düşer. Yapılacak eleştiriler hukukçuları rahatsız et- mez, sevindirir. Çünkü onlar açısından aslo- lan hukuktur. Daha sağlıklı gelişmeler olabil- sin diye eleştirilerden ders çıkarırlar. Sansür ve yasak önce hukuku dondurur ve hukuk do- nunca zorbalık olur. Yargıtay Başkanlar Ku- rulu kesinlikle yanlış yapmıştır. Barolara san- sür ve yasak koyarak başlayan yıl, asla yargı yılı sayılamaz. Baroların susturulduğu yerde yargı kalmaz. Biz, Yargıtay'da birçok meslek- taşımızın gelişmeleri üzüntüyle izlediğini bi- liyor ve bu yanlışın bir yılla sınırlı kalmasını diliyoruz. Ulkemiz yargısı, ancak o zaman "onsuz olmaz" unsuruna tekrar kavuşur. Aksi halde, bütün sorunlarıyla yapayalnız ka- lır. Ve alternatif açılışlar tek çıkış yolu olur. ÇAĞRI Belediye memurları, sendikalaşma süreci içinde, tabanın söz ve karar sahibi olması ilkesi uyarınca Kurucular Kurulu'nda tabanı temsil edecek temsilcilerin seçimine yönelik çalışmalarımız sürüyor. Herhangi bir siyasi yapılanma ile bağıntısı olmayan bu çalışmalarımız ile işkolumuzda birliği sağlayacağımıza inanıyoruz. Demokrasiden ve emekten yana tüm çalışanları, aydınları, bilim adamlarını, hukukçuları sosyal bilimcileri, yazarları, gazetecileri, sanatçıları; grevli, tpplusözleşmeli şendikai hak mücadelemize destek olmaya, HUKUK, ULUSLARARASI İLİŞKİLER ve EĞİTİM KOMİSYONLARINDA fiilen görev almaya, destek vermeye çağırıyoruz. BAŞVURU: (Hukuk Danışmanlarımız) EKİN HUKUK BÜROSU Tel: 585 75 54 - 586 34 18 - 589 01 53 İSTANBUL (S.Y.K.) BELEDİYE MEMURLARI SENDİKAL YÜRÜTME KOMİSYONU Dikta ve MaceraL 82 Anayasası'nın 'Egemenlik' başlığını taşryan 6'ncı mademsi şöyledir: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir Türk milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eiiyle kullanır Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye, sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasa- dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz." 1961 Anayasası'nın 4'üncü maddesi 82 Anayasası'na değişti- rilmeden aktarılmıştır. Kâğıt üzerinde bırakılmaz da uygulanır- sa, demokrasinin köşe taşlarından biridir 6'ncı madde; hukuk devletinin temel ilkelerinden birisi son tûmcesinde vurgulanır: "Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kuilanamaz." * Sorumsuz Cumhurbaşkanı Özal, anayasadan kaynaklanma- yan devlet yetkilerini kullanıyor; hukuk devleti Türkiye'de kâğıt üzerinde kalmıştır Sorumlu hükümet silinmiştir; Başbakan, yetkilerini Özal'a dev- retrniştir; Dışişleri Bakanı, Özal'ın özel temsilcisi gibi ortalıkta dolaşıyor. Saklısı gizlisi yok, herkes durumu biliyor; gazeteler- de yazılıyor, muhalefet liderleri söylüyor; çeşitli adlar takılıyor re- jime: 'Başkan baba yönetimi', 'tek adam rejimi', 'dikta idaresi' gi- bi laflar kullanıla kullanıla aşınıyor. Ülkenin Başbakanı, bakan- ları, milletvekillerinin büyük bölümü, sivil ve asker devlet görev- lileri, aydınları, yazarları, sanatçıları, üniversite profesörleri, sen- dikaları, dernekleri ve herkes sorumsuz Cumhurbaşkanı'nın ana- yasayı hiçe saydığını görüyor, biliyor. İşin garip yanı şu ki Cumhurbaşkanı anayasayı çığnerken Tür- kiye'nin cezaevlerinde anayasayı çiğnemek suçundan gençler yatmaktadır. • Anayasayı düzenleyenler elbette böyle bir açmazı düşünemez- lerdi. Cumhurbaşkanı olan kişinin kendisine her durumda 'evet' diyecek bir başbakan, ne olursa olsun 'hayır' diyemeyecek bir Bakanlar Kurulu ve anayasayı çiğnediği zaman alkışlayacak rnil- letvekilleri çoğunluğu bulabilecegıni kim düşünebilirdi? Cumhurbaşkanı andında şu tümcenin altını önemle çizmek- te yarar var: Madde 103: "Cumhurbaşkanı sıfatıyla (...) Anayasaya, huku- kun üstünlüğüne (...) bağlı kalacağıma büyük Türk milleti ve ta- rih huzurunda namusum ve şerefim üzerine andiçehm." 1990 Türkiyesi'nde sorumsuz Cumhurbaşkanı Özal, içtiği andı hiçe saymaktadır. Peki, ne olacak? 82 Anayasası'nın 105'inci maddesine göre Cumhurbaşkanı so- rumsuzdur; Başbakan ve Bakanlar Kurulu sorumludur. Sorum- suz Cumhurbaşkanı ancak "vatana ihanetten dolayı Türkiye Bü- yük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üze- rine, üye tam sayısının en az dörte üçünün vereceği kararla suç- landırılır." Görülüyor ki Cumhurbaşkanı'nın sorumsuzluğu kendisini her bakımdan güvence altına almaktadır; yasalan çiğnese bile kar- şılığında bir yaptınm yok gibi görünüyor; ancak vatan ihanetinden' sonra yakasına yapışılabilir; ama, bu durumda bile yetki yine Meclis'tedir. • Türkiye tehlikeli bir oyuna sürülüyor. içeride hukuk devleti çiğneniyor; sorumsuz Cumhurbaşkanı 'kaynağını anayasadan almayan devlet yetkilerini' kullanıyor; 'dur' demesi gerekenler susuyorlar. Dışarıda Basra Körfezi'ne doğru sefere çıkmaya hazırlanıyo- ruz. 'Sefer emri' sorumsuz Cumhurbaşkanı'nın iki dudağı ara- sında olacaktır. Ülkenin geleceğini sınır ötelerinde arayan ve ABD'ye hizmet vermekle değiştireoileceğine inanan bir siyasetin Enver Paşa ma- ceracılığından ne farkı vardır? Alman Kayzeri'nin yakınlığında Enver Paşa'nın tek adamlığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun bölü- şülmesine yol açtı. Altını çizelim: ABD Başkanı'nın desteğinde Özal'ın tek adamlığı, Türkiye çevresinde 'Sevf söylentilerinin yo- ğunlaştığı bir döneme rastlıyor. Club MONAKUS'ta BODRUMAALIKAVAK Dublex Villalarda Kahvaltı-Öğle ve Akşam Yemekleri Dahil Kişi Başuıa 55.000.- TL AYRICA 5/10/19 ve 99 YTI.TTK DEVRE - TATİL İMKÂNLARI İSTANBUL (1) 141 05 21 ANKARA (4) 126 39 30 126 24 60 168 14 29 Yalıkavak (6144) 1392-1397 (5elin,Cennet Abartt'ıtı cdnı ormanlar/ arasındd,Aİ5c«nf-G6lü kıyısındci ten- ze.rs'iz bir- fcttil yapın! Seşsiı, aki fsr+em/z ve cam kokulu b/'r at Ö£ spor j/cjpın^inlenin^g/enin '• "ABANT'I 6İZ/MLE YAŞAY/AJ! ABÂNTEVLÂCE Mericez: Ist.lıâ. Cod »As.rAoı ^ o 51U.2D5 80050 Beyoğlu iSTANBJl Ankara: "jnal H.I-. Coddes 8fste«ar Sok. Nc 65.9 KavoH-dere A1MKAH» %i ? 4|167 55 05 06 YUGOSLAV SANAIÇI PETARHADZIBOŞKOV Heykel Serglsi / a-15 Eylül 1990 Hareket Köşkü Beşiktaş 10.0O-16.0O arası Rcsım ve Heykel Müzelerı Dernegi 159 47 39 Bostançı'da devren satılık FOTOĞRAF STÛDYOSU Tel: 361 26 06
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle