06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 30 TEMMUZ 1990 MOSKOVA NOTLARI ARSLAIS R4ŞER KAFAOĞLl ARBAT SOKAGI — Moskova'daki Arbat Sokagı'nda gıinün her saatinde serbestçe nutuk atanlara rastlayabilirsiniz. Burada çar savunu- cnlanndan hızlı Ligaçev yanlılanna kadar herkes gonışlcrini serbestçe açıklayabilir. Arbat Sokağı'nda Hyde Park havası— 2 — Otdden çıktığımızda 400-500 kişilik bir ka- tabahk hern bağırıyor ve hem de ellerindeki pankartlan sallıyorlardı. Pankartlarda "Yelt- sin"in adını okudum (o kıt Rusçam ile) ama gerisini sökemedim. Rehberim Aleksey'e sor- dum. Yazıları okuyup şöyle çevirdi: — Yeltsin Amerika'ya Başkan oisun... — Yeltsin Amerika'ya (Hani bizde de ko- münistler Moskova'ya derlerdi ya). — Yetofe! Ne kadar doJar aldın? — Yeltsia ik olraaı'. Evet Moskova'ya gelişimizin UçUncü gu- nfiydü ve o gıin hem Sovyetler Birliği'nin Me- buslar Sovyetinden sonraki en yüksek ve yet- küi organı Yuksek .Sovyet toplanryordu, hem de Sovyetler Birliği'ni oluşturan 15 cumhuri- yetin en büyüğü olan ve nüfusun yansından fazlasını barındıran Rusya Federatif Cum- huriyeti'nin yasama organı olan meclis... (Bu sonuncu meclis tek dereceli ve çok panili bir kampanya ile seçilen ılk yasama meclisiydi.) Aynca biı yanda II. Dunya Savaşı'nın sona erişinin45'inci yıldöntimü kutlanıyor, Mos- kova Belediye Meclisi (Halkoyuyla seçilen ilk Belediye Meclisi) önemli kararlar alıyordu. Yani ne derler hani, "dokaz ayın çarşambası bir aray» gelmişti" ve biz boylesine bir dö- nemde gelmiştık Moskova'ya... Sokaklar, meydanlar, hatta otel lobileri si- yaset kokuyordu. Siyaset ve özgflrlük... Son- suz bir konuşma ve gösteri özgürluğu... Met- rolarda elinden gazete düşmeyen Moskova- lüaı, sabahlara kadar TV başında meclisleri izliyordu. lüks Arbat ya da Gorbi lokantalannda bile yemek için yer bulrnak, yemek yernek büyük bir dert. Bunun kanıtının biri, Arbat'taki Gürcü börekçi... Onun önunde de kuyruk ek- sik değil... Kızıi Meydan, Arbat ve Puskin Meydam... Buralarda izin alıp verilmeye pek bakılma- dan hep toplantüar var. Ama dinleyen az, ama dinleyen çok. Buna kimse bakmıyor. Laf atma, sataşma da yok. Tarüşma, konu- şanın sözunü kesme, ağız dalaşı yok. tlk kez Kizıl Meydan'da Yeltsin'e karşıt gösteriyi görmOştük, ama ertesi gün Yellsindlerin gös- terisi ötekini çok gölgede bıraktı. Pankart- lar da şöyleydi: — Yeltsin degil Rusya'nın, SSCB'nin tek umuda'... — Ya Yeltsin başımızda ya da felaket pe- şimizdc... — Yeitsin'in yolundayız. Evet bu ölçüde gosteri özgurluğune, Av- rupa ve Amerika'da da görülmeyen bu ser- bestliğe şaşırdım. Kimi bunu iktidar karga- şasına, iktidar boşluğuna veriyor. Ama ne- den sadece bu olsa kargaşa da birlikte olur denebilir. Burada gösteri hakkı kullanmada bir kargaşa yok... Sovyet polisi adeta sokak- lardan çekilmiş. Eski 1977'deki Sovyet poli- si nerde, şimdikilerin insancıl davranışlan' nerde? Aslında burada Sovyet halkının bu kadar baskı döneminde 70 yıl yaşadıktan sonra siyasal haklannı boylesine disiplinli ve anlamlı kullanüışı hayrarüık uyandınyor. Ko- lay bir şey değil yeni değismelere hemen uyum sağlamak. Moskova'nın ünlü Arbat Sokağı'nda bir bakıyorsunuz çağdaş (!) gençlik sakalıylabir adam, çevresinde toplananlara Yeltsin ve Gorbaçov'un neden değersiz, ama Ligaçev'in neden büyük bir insan olduğunu anlatıyor. Ötede 1917 modeli sakallı bir rahip eskisi, Rusya'nın ancak çar ve Ortodoks kilisesiyle biriiğe kavuşacağını bağıra çağıra anlatıyor... Laf atma, sataşma yok Puşkin Meydanı'nda. McDonald önündeki uzun kuyruğun bir nedeni de, sabahtan akşama yemek veren başka bir yer olmayışı. Ben güvenliyim. Biri gitse, örneğin böyle hizmet veren bir İnegöl köftecisi açsa orada da kuyruk olabilir. Bunun kanıtının biri Arbat'taki Gürcü börekçi... Onun önünde de kuyruk eksik değil. Otelimiz "Otel Rusya" Moskova'nın gö- beğinde, Kızü Meydan'daydı. Odadan bakın- ca Kremlin'in kulesini, tvan Kilisesi'ni gö- rüyordum. Ve otelden her çıkışımızda gös- tericileri göriiyorduk. Sadece otelde değil... Arbat Caddesi'nde, bir bakıyorsunuz şöyle çağdaş (!) gençlik sakalıyla bir adam çevre- sinde toplananlara Yeltsin ve Gorbaçov'un neden değersiz, ama Ligaçev'in neden büyük bir insan olduğunu anlatıyor. Rusya'yı na- sü refaha kavuşturacağını acıkhyor. ötede 1917 modeli sakallı bir rahip eski- si, Rusya'nın ancak çar ve Ortodoks kilise- siyle biriiğe kavuşacağını bağıra çağıra an- latıyor... Onun gibi konuşanlara bakılırsa, çar ve Ortodoks kilisesi sadece Rusya'nın de- ğil Doğu Avrupa'nın da birleşmesini sağla- yacaktır... Ama sokaklara daha çok Yeltsin ve Travkin taraftarları egemen. Arbat ilginç bir yer.. Londra'daki Hyde Park'a bu "nutukçular" nedeniyle benziyor. Ama da- ha çok her türlü cadde ve sokak gösterileri- nin yapıldığı, hippi ressamlann tablolarıru sergUediği, normal alışveriş mağazalanmn da yer aldığı, Moskova'nın enteUerinin sık sık uğradığı bir sokak. Diğer bir gosteri yeri de Puşkin Alanı.. Puşkin Ruslann en çok sevdikleri yazar.. Herşeyin en iyisini ona layık görür Ruslar.. En büyük alana da onun adını vermişler Alanı çevreleyen duvarlar afışlerle dolu.. Afîşier cidden gözabcı ve alaycı... Bunlar gün geçtikçe yoğunlaşıyor... Yeltsin, Ligaçev ve hele halkın ekonomiden sorumlu tuttuğu Ryzkov, hatta Gorbacov ile alay edilen ofis- ler. Sonra da yer yer toplanmış (çoğu genç) göstericiler... Puşkin, hem görkemli ve hem de canaya- kın bir meydan... Canayakınlığı onu kuşa- tan devasa binalarla bozulmuş değil... Önün- de günün her saatinde uzun kuyrukların ek- sik olmadığı ünlü hamburger satış yeri. McDonald da bu meydanın bir kenarında tezgâhını kurmuş. Bu uzun kuyruğun bir ne- deni de McDonald gibi sabahtan akşama her saatte yemek veren başka bir işyeri olmayı- şı. Ben güvenliyim, biri gitse örneğin böyle hizmet veren bir İnegöl köftecisi açsa, ora- da da kuyruk olabilir. Çünkü Moskova'da Meydanlar, hatta basın, meclisin işleyişi hoş da demokrasinin tamamen geldiği de dü- şünülmemeli... Hele Komunist Parti'nin Giz- li Polis ve Kızıl Ordu'daki siyasal örgütleri, devlet partisi konumu böyle kalınca... Yelt- sin ve arkadaşları da hep bu noktadan bas- tınyorlar. Komunist Parti'nin bir devlet par- tisi durumundan çıkmastnı istıyorlar. Ama bu hiç küçümsenemeyecek bir sakınca dışın- da Sovyetler Birliği'nde özgürlükler konu- sunda epeyce ileri gidildiği kesin. Yeltsin Boris Yeltsin, bugün Sovyetler Birliği'nin en büyük cumhuriyeti Rusya Federal Cum- huriyeti'nin tek dereceli seçknle seçilen Cum- huriyet Parlamentosu'nun sectiği curahur- başkanı... Olayın önce tarihsel bir önemi var. Federal cumhuriyet tarihinde ilk kez, tek bir partinin adaylarına oy verilmesi zorunlulu- ğu olmayan bir seçirale seçildi bu parlamen- to. Ve Yeltsin en yüksek makamların (Gor- baçov'un) seçilmesini istemediği bir siyaset adamı idi bu seçimlerde. Sovyetler Birliği'- nin en kalabalık ve aydını bol Moskova'nın bir seçim bölgesi. Yeltsin bu seçim bölgesin- den en çok oyu alarak seçilen bir cumhuri- yet meclisi uyesi... Rusya Federal Curnhuriyeti deyip geçme- yelira. Yüzölçümü 16 milyon km! .. Yani bü- tün Avrupa kıtasırun 1.5 katı... Batısında Po- lonya, doğusunda ise Japonya, Kore ve Be- ring boğazının ötesinde Birleşik Amerika Devletleri var. Neredeyse uzerinde günun her saatınde değilse bile 18 saatinde guneşin bu- lunduğu bir kara parçası. Smırları içinde 11.200 cins hayvan yaşıyor. 22 dil konuşu- luyor. 12.200 kolektif çiftlik, 12.000 devlet çiftliği ile tarımsal üretimin Sovyetler Birli- ği'nde yarısı bu cumhurîyette üretiliyor. Bu sırurlar içinde ayrıca 100 araştırma enstitü- sü, on bin büyük sanayi tesisi var. Doğalga- zın beşte dördü, petrolün beşte üç rezervleri bu cumhuriyette. Böyle bir cumhuriyette, 145 milyon insa- nın yani Sovyetler Birliği nufusunun yansın- dan fazlasının yaşadığı Rus Federal Cumhu- riyeti'nde, ilk kez cumhurbaşkanı seçildi biz Moskova'dayken... O zamana kadar böyle bir makam yoktu. Bu nedenle 15 Mayıs 1990 Salı günü, Rusya Parlamentosu toplandığın- da (bizim Moskova'ya vanşımızdan üç gün önce) gözler Moskova'ya çevrilmişti. Önce temel bazı yasalar görüşülecek, sonra da cumhuriyetin başkanmın secimine geçilecek- ti. Adaylığını ilk olarak Boris Yeltsin - beklendiği gibi- Uan etti. Onu iki önemsiz aday ile tutuculann adayı sayılan Polazkov ve Vlasov izledi. Vlasov'un parlak bir siya- sal geçmişi vardı, meclis toplandığında da Rusya Cumhuriyeti'nin Başbakanı olup ken- disini Gorbacov destekliyordu. Seçim Vlasov ve Yeltsin arasmda geçecek denirken Vlasov çekildi. "Vlasov çekilince Yeltsin galiba garantiledi" diyenler, yanıldık- lannı cabuk anladılaı. Polazkov çetin bir çe- vizdi. (1) İki turda Polazkov 470-480, Yelt- sin onu geçerek 497-507 oy aldı. Ama seçil- mek için 1061 üyeli meclisten 531 oy almak gerekiyordu. Üçüncü turda da sonuç alama- yınca adaylara yeniden şans tanımak üzere ara verildi. Bu arada Polazkov çekilip Gorbaçov'un gözdesi Vlasov yeniden aday oldu. (2) Ama o sıra Uan olunan ve halkın çok kızdığı eko- nomik programa bir tepki olarak Yeltsin 30-40 tutucunun kendine kayan oylanyla (3) 535 oyla seçilmeyi basardı. Yeltsin, bağırasız listeden bir aday olarak seçildi, ama Sovyetler Birliği Komunist Par- tisi üyesiydi. Son 28. SSCB KomUnist Parti Kongresi'nde, devlet başkanlığı makamının tarafsız olması gerekçesine uyarak partiden çekildiğini bildirdi. Yeltsin taraftarları onun arkasmdan partiden çekıldiler: Parti liderli- ğine aday Şostokovsky, Moskova Belediye Başkanı Popov, Leningrad Belediye Başka- nı Sobchak, Moskova milletvekili Lysenko gibi önenüi kişiler partiyi terk ettiler. Ancak Yeitsin'in yeni kunılacak Demok- ratik Platform Partisi'nin başkanlığına geç- meyi düşünmemesi, partiyi başsız bıraktı. Ama Yeltsin bu istifayla bir kuş daha vuru- yordu, cumhurbaşkanı partili olamazdı... Bu nedenle Gorbacov da Komunist Parti'den ay- nlmalıydı. Pıyasa ekonomisi Yeitsin'in ödünsüz ve sınırsız bir radikal reformcu olduğunu sanmıyoruz. Aslında is- tediği, merkezi hukumetin elinde bulunan yetkilerin cumhuriyetlere devri. Komunist Partisi'nin ordu (Silahlı Kuvvetler) ve gizli polisten çekilmesi, kamudan aldığı malları- m bırakması. Gorbaçov'un genel seçimlerin geçilerek yeni meclis ile birlikte halkın seçe- ceği çok ad^.yh bir secimle kendini halkoyu- na sunması. Ama özel piyasa ekonomisi ve hele eko- nornik planlamadan piyasa ekonomisine geç- me yolunda fıkirleri pek açık değil. "Hatta birşey demiyor" denebilir. Aslında Rusya'- da aydınlar arasmda bir akım var: Her cum- huriyet kendini daha iyi yönetir. Ama bu yö- netmede ileri sürülen reçeteler Otarşi (ken- dine yeterlilik) ve plancı ekonomi, temeli oluşturuyor. Rusya Cumhuriyeti'nin diğer cumhuriyetlerince sömürüldüğü kamsı var. Rusya Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını öne- rip karar aldırırken Yeltsin bu duygulardan yararlandı. Ama Yeitsin'in Rusya Cumhuriyeti'nin si- yasetine tam egemen olduğu söylenemez. Ör- neğin başbakanlık seçiminde meclis onun başbakanın derlet başkanının ataması one- risini kabul etmedi. Ve kendisinden daha çok Basbakan Rijkov'a daha yakın birini başba- kan seçti. Bu nedenle Yeltsin kendine başka yandaşlar aramaya başladı. Bir önceki yazı- da belirttiğimiz gibi özerk cumhuriyetler ve özerk bölgelere "gerçek özerklik" verecek adımları başlatacak. Yeitsin'in kitabını Londra'da gordum. Çok pahalı idi. Nasıl olsa Sovyetler Birliği'- nde bulunur, daha ucuza alınm diye alma- dım. Ama telif haklarını sattığı yayınevi SSCB'ye göndermemis, alamadım. Başka şe- hirde ele geçirdim. Yeltsin olsun, Gorbacov olsun kitaplarından milyonlarca dolar para kazandılar. Ama bu paraları her ikisi de sağ- lık ve eğitim kurumlarına bağışladılar. 1) Polazkov, nasıl çetin bir çeviz otduğunu Rusya Cumhuriyeti Komunist Partisi Kong- resi'nde de gosterdı. Açık farkla Genel Sek- reter ve bu nitelığıyle de SSCB Komunist Partisi polıtbüro uyesi oldu. 2) Yuri Vlasov, halterde ıkı kezolimpiyat şam- pıyonu olmuş, çok sevılen bir sıyasetçıdir. 3) Rijkov'un fıyat zamlannın ilanından bir gün sonra Yeltsin, Vlasov'un koruyucuları Rıj- kovcularla Gorbacov'a duyıian tepkiden de yaraıianıp başkan seçildi. Yarın: Sovyetler'de piyasa korkusu < FMTGULLIVER LEÎNINGRAD'DA Lenîngrad Neva'nın kollarında yatar— 2 — Leningrad Gan'ndan otele gitmek üzere otobüse binerken Giancario de Carto ile gör- düğümüz ilk yapüar ve caddelerle ilgili izle- nimlerimizi değerlendiriyoruz. De Carlo önemli bir mimar, bir şehiriçi. Üstelik ünlü ttalyan romancısı Elio Vittorini'nin uzun yü- lar komşusu olmuş yakın bir arkadaşı. Ali Han ödülu'nün jürisinde üye olduğu için Türkiye'yi de yakmdan tanıyor. Otele gidinceye kadar gördüğümüz düzenli caddeler, binalar burarun gerçek bir Avrupa kenti olduğunu kanıtbyor. Üstelik birçok ül- kedeki çılgın araba sevdası yüzünden trafı- ğin tıkanması burada söz konusu bile değil. Leningrad Oteli'ndeki odalanmıza yerleştik- ten sonra öğle yemeğine kadar üç saat boş vaktimiz var. De Carlo üe hemen Leningrad'ı keşfe çıkıyoruz. İlk dikkatimizı çeken Neva Nehri kıyısındaki otelimizin karşı nhtımına bağlı Aurora Kruvazörü ve Deniz Müzesi. Kısa bir sure sonra Ekim Devrimi'yle ilgi- li bütün bu canlı anıtlann yaşanan dramatik değişmeler yüzünden özellikle dış ülkelerden gelen solcular için bir hüzûn kaynağı olaca- ğını anlayacağiz. Tarihin insanlara oynadığı garip oyunların yol açtığı bir hüzün. Yüzlerce ada ve kurutulmuş bir bataklık üzerinde kurulmuş Leningrad, Neva'nın kolları ve kanallar üzerindeki köprülerle birbirine bağlanmış yeni adalardan oluşan bir kent. Nehir ve kanallar boyunca uzanan nhtımlarda çoğu 18. yüzyıl İtalyan mimarlarının eserleri olan görkemîi yapılar var. Gulliver grubunun tartıştığı konulardan biri, Avrupa kentlerindeki yozlaşmaydı. Avrupa'nın son yıllarda geçirdiği önemli değişimler, ulusal devletler arasındaki smırları belli ölçülerde ortadan kaldınrken, daha özgür ve daha uygar bir Avrupa yaratmada kentlere de büyük sorumluluklar düşüyordu. Leniograd'da İtalyan mimari Leningrad, yüzlerce ada ve kurutulmuş bir bataklık üzerinde kurulmuş, Neva'nın kolları ve kanallar üzerindeki sayısız köprülerle bir- birine bağlanmış yeni adalardan oluşan bir kent. Nehir ve kanallar boyunca uzanan nh- tımlarda da çoğu 18. yüzyıl ttalyan mimar- larının eseri olan görkemli yapılar var. De Carlo bu mimarların ftalya'ıun en parlak sa- natçılan olmamakla birlikte, Leningrad'a ge- ne de Venedik'i andıran bir çekicilik kazan- dırdıklan karusında. Sıkı bir yurüyüşle Nevs- ki Bulvan'na doğru ilerliyoruz. Geçtiğimiz caddelerdeki dükkânlar, özellikle kitapçılar olumlu bir izlenim bırakıyordu üzerimizde, En azından, bir tüketîm toplumunun arsız- Uğının olmayışı romantik bir yamlgıya düşü- rüyor bizi. Voinova Caddesi'ndeki Yazarlar Birliği'nde öğle yemeği için öbür arkadaşlarla buluşu- yoruz. Çarlık dönemindeki zengin soylular- dan birinin evi olmalı. Yemek ve kahve sa- lonlan, üst katta toplantı odalan, sahneli bir tiyatro ve konser salonu olan küçük bir sa- ray nerdeyse. Alt kattaki girişte heybetli bir heykelle karşılasıyoruz. "Mayakovski!" diye bağmyorum kendimi tutamayarak. Yanımız- BEYAZ GECELERDE Zaman gıtgide daralıyor- yola çıkmadan postalamak istıyorum sana bu kartu .Leningrad, biliyorsun, bir yazarlar kenti Petersburg adıyla kurulduğu günlerden ben. Neva'ya açılan kanallarında gezdirirlerken Puşkin'in evini gösleriyorlar (rvtinçle, Dostoyevski'nin okudutu muhendis mektebini. Bir zamanlar Gogol'ün yunidiiğü köpnilerin alundan geçiyoruz başlarımızı eğerek, sonra kalabalığına karışıyoruz Nevski Caddesi'nin, Her yerden altın kubbeler görünûyor., altın kuleler, Kışlık Saray, gezilmesi yıllarca sürecek mtizeler. Ve sağda, ağaçlı bir avlu içinde, geçen yıl Anna Ahmatova'nın halka açılan evi. "Anna Ahmatova. ûnlu Rus ve Sovyet Şairi!" Coğrafya bas döndurüyor Lenıngrad'da, Tarih de öyle. CEVAT ÇAPAN Leningrad antHc limamsda bir anıt nıflann kalele-i, imparatorluklann ve bürok- rasüerin guç kaynağı olarak insanüstü bir ni- telik kazamrken, Avrupa kentleri, içinde ya- şayaa yurttaşlann yönetime katüdıklan, so- runiannı açıkça görüşup bunlara özgürce çö- zümler kararlastırdıkları toplumlar oluştur- muşlardı. Bu site devletlerinin temeli polis de- dığimız kentlerdi. Politika da kentte yaşayanlann kendileri- 1917°de Bolşe\ik a)aklanmasımn hedefi Kışlık Sara> şiradi Ermüaj Muzesi. da beliren bir Rus, 'TEvet" diyor, "Devrimin kurbaalanndan biri!" De Carlo da dayana- mıyor: "Biz onu devrimin kahramanlanndan biri olarak tanımıştık" dıyor acı bir gulum- semeyle. Yemekten sonra otobusle ve isini çok iyi bi- len bir rehberin eşliğinde Leningrad'ı gezdik. Üç saat içinde ve bir otobüs camından ne gö- rülebilirse gördük: Büyük Petro'nun yaptır- dığı saraylar, müzeler, yüksekokullar, amtlar, Katerina'mn yaptırdığı saraylar, saraylar, sa- raylar, daha sonraki çarlann vaptırdıkiarı ka- tedraller, kiliseler, saraylar, okullar, hastane- ler. Ve belli bir plana göre açümış bulvarlar, geniş caddeler, parklar, köpriıler. Hepsi hız- la geçiyordu gözlerimizin önunden. Daha doğrusu biz onların önlerinden geçiyorduk bütün bu güzellikleri özumleyecek vakti bu- lamadan. Bir turist olarak daha ne yapa'oı- lirdik ki yeniden buraya dönmek istemekten başka? Gece, Kirov Balesi turnede olduğu için Si- birya'dan gelen sıradan bir topluluktan "Ku- ğu Golü" balesi. Ancak bir turist kafîlesinin bir akşamının boş geçmemesi için düzenlen- miş bir program. Ama bizim Leningrad'da bulunma nedenimiz turizm değil de önemli kultür sorunlarını tartışmak olduğuna göre bu durumdan yakınmak da gerekmiyordu. "GalHver" gnıbunun Leningrad toplantı- ları ikiye aynhyordu: Gündüzleri grup üye- leri kentii aralarında toplanarak "Avrupa'nın Yeniden Yapılaıuşında Kentlerin Rolü"nu tar- tışacak, akşam yemeğınden sonra da halka açık toplantılarda Leningradh yazar ve aydın- larla kentin tarihi ve bugünkü sorunlarıyla ilgili görüş alışverişinde bulunulacaktı. Kapalı toplantılann ele alacağı sorunlar da- ha önce grup üyelerine gönderilen yazılarda genel çizgilenyk belirlenmişti. Taş devrinden bu yana insanlar büyük, zengin, guzel kent- ler kurmuslardı. Bunlardan bircoSu sovlu sı- nin oluşturduklan bu toplu düzenin yöneti- mine katılmaları anlamına geliyordu. Orta- çağ da bir anlamda, bu kent devletlerinin or- tadan kalkmasıyla başlamış, 11. yüzyüdan sonra da yeni bir kent türünün belirmesiyle sona ermişti. Özellikle Italya'da ve Hollan- da'da gelişen bu kentler, kı&a bir süre içinde yoğun bir siyasal ve düşünsel etkinliğin mer- kezleri haline gelmiş; feodal prensler, kilise ve yeni kurulan krallıklar gibi kurulu düze- nin iktidarına karşı çıkmaya başlamışlardı. Almanların dediği gibi, kent havası özgür- leştirici bir havaydı. Bu yuzden, mutlakiyet- çi krallıklara karşı bir güç dengesi sağlarra- ya çalışan kentler sı>-asal ve toplumsal bağ- lamda büyiık bir önem kazanıyoTİardı. 18. yüzyıldan başlayarak düşünurlerin "srnl lop- lum"la "devlet" arasında bir ayrım yapma- lan da rastlantı değildi. Çünkü sivil toplum, temelde, bir kent toplumuydu. 1789'dan sonra çeşitli arahklarla 1960'h yıllara kadar deği- şik dönemlerde bu toplum anlayışımn siya- sal bir yaratıcılıkla gündeme gelmesi de bu özelliğjrıden kaynaklaruyordu. Kentler yozlaşırken Günümüzde ise kentlerin durumu genellik- le Batı toplumlannın içinde bulunduklan cid^ di bir toplumsa) - tarihsel bunalımla paralel- likler gösteriyordu. Kentlerin yapılan ve iş- levleri yozlaşıyor; ınsansızlaşma ve yabancı- laşma yaygınlaşıyordu. Şehir merkezleri, iş- hanları, bankalar, yönetim bürolarırun yo- ğunlaşmasıyla nüfusun bir bölümünün kent dışındaki başkalanna kapalı zengin mahal- lelerine, daha bu>-uk bir bölümünün de top- lumsal hizmetlerden yoksuıı gecekondu böl- gelerine kaçmasına yol açıyordu. Böylece kentlerin toplumsal dokusu bozu- luyor, daha çok bürokrasinin, kitle iletişim araçlarının ve tüketim çlıgınhğının yönlendir- diği bir nitelik kazanıyordu. Amerika Birle- şik Devletleri'nde ortaya çıkan bu eğilim gi- derek bütün dünyaya yayıhyor, üniversiteleri kent dışındaki kampuslara iterek düşünsel ha- yatla toplumsal hayat arasındaki kopukluğu daha da arttırıyordu. Bu durumda ne yapılabilirdi? Kentlerin yozlaşması karşısında bazı romantik sanat- çılar 1960'h yıllarda kurtuluşu kurduklan kü- çük "komiin r 'lere sığınmakta bulmuşlardı. Ama bu, geıçeklerden kaçıştan başka bir şey değildi. tnsanhğın yeniden gcrçeklere daya- nan uygarca bir yasama düzeni kurabilmele- ri için kentlerin siyasal bir biçim ve güç ola- rak yeniden canlandırılması gerekiyordu. Böyle bir canlanma süreci de toplumsal, ta- rihsel, siyasal ve kültürel alanlardaki yaratı- cılıkla başlatılabilirdi. Kentlerin sorumluluğu Genel durumu böyle özetleyen Castoria- dis'e toplantıdaki öbür konuşmacılar da ka- tüıyordu. Çözum konusunda ise herkesin üze- rinde anlaştığı nokta, Avrupa'yı Avrupa ya- pan kentlerin özelliklerinin neler olduklan- nın yeniden gözden geçirilmesi olabüirdi. Av- rupa'nın son yıllarda geçirdiği önemli deği- şimler ulusal devletler arasındaki sınırlan (rnaddi ve manevi duvarlan) belli bir ölçüde ortadan kaldınrken, daha özgür ve daha uy- gar bir Avrupa yaratmada kentlere de büyük sorumluluklar düşüyordu. Böyle bir yeniden yapılanmada yerel yöne- timlerin önemi kuşkusuz artacaktı. Yerel yö- netimler son on beş, yirmi yıl içinde yalnız kendi bölgelerinde değil, ülkelerarası işbirli- ği girişimleriyle de daha genış ölçekte basa- nlı işler yapmışlardı. Bu ilişkiler, özellikle Türkiye için çok önemliydi. Çünkü Marma- ra ve Boğazlar Belediyeler Birliği'nin öncü- lüğünde başlatılan ülkeler arası işbirliği ta- sanlan, bu kurumlarda çalışan arkadaşları- mızın birçok uluslararası yerel yönetim ku- rumlannda etkin görevler aknalanm sağla- mış, Türk yerel yöneticilerine Avrupa'da say- gınlık kazandırmıştı. Paris, Viyana, Londra, Berlin, bu arada Is- tanbul gibi büyük kentlerin tarihleri gözden geçirilmeliydi, çünkü bu kentler değişik din- lerden, ırklardan ve kültürlerden insanlann barış içinde bir arada yaşamalanna olanak sağlamış, dışardan gelenleri o kentin uygar bir hemşerisi yapmayı başarmıştı. Bu kent- ler bugün aynı özelfikleri koruyamıyorlarsa, bunlann nedenleri araştırılmalıydı. HoUandalı toplumbilimci Abram de Sw»- an'a göre kentleri yozlaştıran güçlerin başın- da çokuhıslu şirketler geliyordu. Büyük ser- maye bu kimliğiyle kentlerin merkezlerinde bir kasırga gibi esiyor ve oralann toplumsal dokusunu bozarak işhanlanna, bankalara ve bürolara öncelik kazandınyordu. Bu kasır- ga evcilleştirilebilir miydi? Yeni merkezler Giancario de Carlo'ya göre kentleri yeni- den canlandırmak belki kent merkezlerini es- ki durumlanna getirmekten çok, nüfusun ya- yıldığı çevrelerde yeni merkezler, toplumsal hayatın gelişip zenginleşebileceği mekânlar yaratmakla mümkun olabilirdi. Kentin tarih- sel merkezleri bir çeşit koruraacüık anlayışı ile bir ölçüde daha da bozulmaktan kurtan- labilirdi. Ama korumacıhğın bir çeşit müze- leştirme tehlikesini de birlikte getirdiği göz ardı edilmemeliydi. Bu görüşü paylaşan Ed- gar Morin de kentlerin azman iş merkezleri ve gökdelenlerle kaldıramayacaklan bir yü- kün altına girdikleri kanısındaydı. Edgar Morin, ayrıca değişik ülkelerdeki kentler arasında "ikiz keatler" ya da "k«r- deş kentler" bağlarının kurulmasınm da olumlu bir etkileşim yaratacağını, bunun da yerel yönetimlerin önemini ortaya koyduğu- nu belirtti. Yerel yönetimler önemliydi, çün- kü Fransa'da bile cumhurbaşkanının sınırsız yetkilerine karşı tek denge öğesi belediye bas- kanlanydı. Kentlerin geçmişteki uygarlaştırma işlevi başka konuşmacılar tarafından da sık sık vur- gulandı. Novi Sad'lı romancı Akksandr Tİ8- ma, ilk gördüğü büyük kentin gençüğinde bir süre kaldığı Budapeşte olduğunu söyledi. Kendisi daha sonra yazdıklannda Budapeş- te'den hiç söz etmemiş. Ama Budapeşte ona dünyaya nasıl bakılacağını öğretmiş. Yarın: Anna Ahmatova Müzesinde anılar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle