29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 20 TEMMUZ 1990 Sana Ne Dış Politikadan? MELtH CEVDET ANDAY Bir apartıman kapıcısı yakındı bana: Çıkanyorlarmış işinden, sigortalı olmadığı için de yapacak bir şey yokmuş, "kaloriferin kü- lünü scn kaldır" demişlcr, "Nasıl?" diye sorun- ca da "Bir kûfe al, doldur doldur dök bir yere" yanıünı vermişkr ona. Eşi ve üç çocuğu ile bir odada yaşıyormuş. Aykğı iki yüz bin lira imiş. Yetmiyonnuş bu para; arttınlmasını istediğin- dc, "Ev kiran yok, elektriğin, suyun, kaloriferin bedava, cebine de iki yüz bin koyuyoruz,.. Da- ha pe istersin!" diyorlarmış. Sigortasız kapıcının durumu neye vanr, bile- mem, ben ona söylenen sözlere kaptırdım kafa- mı, günlerden beri düşünüp duruyorum: Ev ki- raa yok, suyu, elekthği, kaloriferi bedava, «binc de iki yûz bin... Dilimizde böyle başlayan sözlerin sonu "so- yun da semerini ye!" diye biter çoğun. Gcnel olarak halkçüığımızın öiçûsü budur bizim, üç aşağı beş yukan, kann doyunna ede- biyaüdır başka bir deyişle, vereceksin adamın ekmegini, çünkü o da insandır ne olsa... Ama HaHrını aramaya, daha çoğunu istemeye kal- karsa iş değişir o zatnan. Buna çizmcden yuka- n çıkmak denir. Herkes haddini bilmeli. Konuşma (ya da düşünme) buraya geldığin- de düşündürür beni bu haâ (hudut, sınıı) söz- cügü. Kimdir bu sının koyan? Yanıtını bula- mam. Giderek, ben, iaha çoğn istenmedikçe, halkçılık kann doyurma edebiyatı, iyiliksever- lik, yoksulseverlik sayıldıkça bundan bir ilerle- me doğabileccğine inanamam. Gerçi uygarlık, reftfun ürünüdür, ama bu ürünün nerde boy vereceğini baştan kestirmek olanaksızdır; "önce karmnı doyuralım, sonrasını dûşünürûz" (x) demek yanlışür. Çünkü bu tutum bizi bir sıra- lamaya götûrür: önce okul, sonra hastane, sonra tiyatro, daha sonra... Nurullah Ataç dili- mizi kurmadan hiçbir şey yapamayacağumz inananda idi, lsmail Hakkı Tonguç her işin ba- şına köy okulunu koyuyordu, Muhsin Ertuğrul tiyatro ile başlamayı öne alıyordu... Ama unut- mayahm ki bu öncükrimiz aynı dönemde yaşa- dılar. Dahası var; gereğince karnıru doyuramayan bir yurttaşın ne zaman poütikada söz hakkı ka- zanacağını kim, nasıl belirleyecekti? Bitmedi, karnı doymuş yurttaşa, "Karnın tok, sırtın pek, sana ne politikadan" denmeyeceğini kim bilebi- lir? Bir toplumda bayuranlar ve bavunuanlar oldukça bu sorunlann olumlu sonuçlara bağ- lanması kolay gerçekleşemez. özgûrlükle eşitB- ğin bir arada istenmesi işte bundandır. Sovyetler Buiiği'nde halkın değişiklik iste- mesini, yazunın başmda sözünü ettiğim apartı- man kapıcısını eleştiren kat sahiplerinin mantı- jb. ile yeretüere sık sık rastlıyorum; diyorlar ki "Orada ev kirası, gelirin yüzde onunu geçmez. aydınlanma, ısınma, su, lelefon bunun içinde- dir, aynca eğitim ve sağlık konusu sağlama bağlanmıştır.." Evet, bunlann tümü doğru, gördüm, bilirim, ama bundan ötürü o sözü "Da- ha ne istiyorsun" diye bitinnek doğru mudur? Bütün konforu ile ucuz ev ve sağlık eğitim si- gortası, sosyalizmin başhca başanlan olarak sayılacaktır, sayıhyor. Fakat bunu sağlayan zenginlik, çalışanlann yaratüğı artı değerden kaynaklanmıyor mu? Böylece de bayvnlana, baynnuTı denetleme hakkı doğmuyor mu? "He- le kanıı doysun, sonra..." inancımn, işte çözüm bekleyen yerine geldik: Çalışan, yazgısına ege- men olacaktır. Bunun her yerde böyle olması gerekir. Kapitaüst çıkarlann yönetime ağırlık koyduğu toplumlarda bu gerçeği irdeleme fır- satını daha kolay buluyoruz. Bu fırsat da özel- likle dış poliükanın halka Uba olarak gösteril- mesi olayında açık secik ortaya çıkıyor. Biz bunu II. Dûnya Savaşı'ndan sonra bü- tün ağırlığı ile yaşadık, bugün de yaşjyoruz. O zamanlar Bırleşik Amerika'yı eleştirmenin, bizde yurt hainliği ile bir tutulduğunu ve bun- dan ötürü aydınlann ne acılara katlandıklarun, nasıl itilip kakıldıklannı, bugünkü genç kuşak- lar bilmez. Peki dış politikayı tabtı durumuna getiren, böylece de kendi bildikleri yolu izleyen o zamanki iktidarlar haklı mıydı? Haklı olrna- dıklan bugün açık seçik ortaya çıkmıştır. Bizim bir zamanlar buyruğunda olmakla övündüğü- müz Birleşik Amerika devleti, işte komşu Yu- narustan'a, bize karşı koruma garantisi veriyor ve Türkiye Ortodokslanmn dinsel yöneticisi olan Fener Patriği'ni bir devlet başkanı gibi karşılayıp ağırlıyor. Buna şaşıp kalmamız yer- sızdır, çünkü hiçbir devlet başka bir devletin dış politikasını belirleyemez, dostluk ise devlet- ler arasında ancak bir çıkar uyumu anlamma gelir. Dahası var; bir zamanlar Sovyetler Birli- ği'ni ortadan kaldırmayı hayal eden bu devlet, dûnya dengesinin bozulması tehlikesini hesaba katarak bugün onun yamnda yer almış bulun- maktadır. öyle ise hiçbir büyük devletin buyru- ğuna girmememiz gerektiğini yıllar önce söyle- yenler neden yurt haini sayıldı, neden cezalandınldı? "O zaman durum onu gerektiri- yordu" diyerek karşı çıkılamaz bu soruya. Devlet adamında öngörü yeteneği olmalıdır, yoksa ikide bir şaşıp kalma durumuna düşmek- ten kurtulamaz. Demek dış politika dengeleri- nin her an değişebileceğini hesaba katmak gere- kiyor. Sayın Turgut özal, dün Türkiye'nin öneminin azaldığını söylüyordu; ya ben bunu daha önce görüp de söyledimse bana neden "sen kanşamazsın" dendi? Milli gelirin dağüımı so- runu gibi dış politika da herkesi her zaman ilgi- lendirir, ılgilendirmelidır. Bu dunımda kimse bana "cebine de iki yüz bin lira koyuyoruz" di- yememelidir. Başımdan geçen bir olayı anlatayım: 1960'tan sonra çıkanlan TRT yasası bu ku- rumun yönetim kurulunun dört seçilmiş, iki de hükümet temsilcisi üyeden kurulacağını buyu- ruyordu.Ben de bu kurula edebiyat fakülteleri- nin temsilcisi olarak dışardan seçil- dim.Yasamız ülkedeki bütün vericilerin TRT denetimınde bulunacağım söylüyordu; fakat Samsun'daki Amerikan verici ve dinleyici is- tasyonuna TRT temsilcisi değil hükümetin ba- kanı da giremiyordu. Elimiz kolumuz bağlan- mıştı. Bir gün toplantıda bu konuyu konuştuk. Yapacak bir şey olmadığına karar verildi. Ben de ertesi gün Cumhuriyet ve Milliyet ga- zetelerine birer demeç vererek bu durumu pro- testo ettiğimi bildirdim. Ertesi toplantıda hü- kümet temsilcisi olarak kurulda bulunan Prof. Hıfzı Timur, gündem dışı söz alıp benim adımı venneden "bir kurul üyesinin" Amerikan aleyh- tan bir demeç vermiş olduğunu, bunun ortalığı kanştırdığını söyledi. Çok telaşh idi. Ama o günkü TRT yasası böyle bir eylemden ötürü yönetim kurulu üyelehnin suçlanabileceğini öngören bir madde içermiyordu. Hakkımda koğuşturulmaya girişilemedi, ama ben gizli baskıyı duyumsadım. Şimdi soruyorum: Niçin öylesine teslim ol- muştuk Amerika'ya? Artık önemimiz azaldığı için belki de bu gibi sorunlardan kurtulduk. (x) Nurullah Ataç, Prc*pero ile CaKbu adb yazısırun bir yerinde şöyle der: "Ülkede okuma yazma bilmeyen kalmayacak, ötesi kendiliğin- den gelecek... Nerde görülmüş! tngılızlerin hep- si de okuduktan sonra mı Shakespeare yetiş- mişT1 ARADA BİR PROF. ASIM MUTLU Mimar Doğaya ve Tarihe Saygı Bumu? Yurdumuzu tepeleri, kırları, ormanlan, denizleriyle, kentleri- mizi doğası, yeşili, tüm uygarlık yapıtları, tarih değerleri ile kir- leten, bozan, yok eden, yanlış, bilinçsiz, saygısız, yalnız çıkar hesabına dayalı çirkin yapılaşmaya karşı çıkan yazı ve davranış- ların arttığını büyük bir memnunlukla izlıyoruz. Bunlardan biri de değerli mimarlanmızdan Behruz Çinici'nin, Cumhuriyet gazetesınde çıkan Dolmabahçe Sarayımızın arka- sında yükselen ve ulusal değerlerimize ve duygularımıza saygı- sızlığın sımgesi olan otel yaptsı konusundaki yazısıdır. Çinici, bu çirkınliğin yok edilmesi için yasal ve hukuksal yollara başvura- cağını açıklamaktadır. Sağ olsun, bu konudaki imza kampanya- sına katılan on binlerce yurttaş ve İstanbullu da kuşkusuz ken- disinin destekleyicisidirler. Aslında uygar ülkelerde olduğu gibi bizde de halkımızın yur- dunu, kentini. mahallesinı bilerek, anlayarak sevmesıni, ona sa- hip çıkarak korumasını sağlamalıyız. Ancak o zaman yurdunu kuru toprak, kentini taş yığını haline getirecek davranışlara kimse yeltenemeyecektir. Ancak bu konuda yeterli bir kamuoyu oluşturulabilmesi için daha fazla fikir, sanat ve meslek adamının kaleme sarılması ge- regi vardır. Bu arada duyarlı, destekioyici, uyarıcı, aydınlatıcı ya- zlları İçin birçok yazar ve gazetecimize teşekkûr borçluyuz. Ancak ne yazık ki 3 Temmuz 1990 tarihli Sabah gazetesinde Sayın Mehmet Barlas'ın bu konudaki yazısını da hayret ve üzüntü ile okuduk. Kendisi Behruz Çinici ve benzeri yazı sahiplerini tu- tuculuk ve çağa karşı olmakla suçluyor. Gökdelen ve*beton düş- manlığı yapıldığını ileri sürüyor. Betonun çağdaş uygarlığın vaz- geçilmez öğesi olduğunu dile getiren Sayın Barlas, Behruz Çi- nici'nin, betona, eserlerinde en çok yer veren mimarlardan biri olduğunu ve betondan yapılmış birçok büyük ve önemli yapıtı olduğunu bilmiyor olmalı. Sayın Barlas'a göre acaba kim, han- gi mimar ya da yazar yalnız küçük binalann güzel ve değerli ol- duğunu ifade ederek büyük binalara karşı çıkmış? Oteller ve tu- rtstik tesislere karşı olan var mı? Ancak oteller planlanırken ve yapılırken doğaya saygılı olma- ya çağırmak, onu kirleterek ve çirkinleştirerek sonuçta turistik değeri de düşürmeye karşı çıkmak mı tutuculuk oluyor? İstanbul'da park yeri ve yeşil alan olarak ayrılmış bulunan ve kesinlikle yapı yasağı olması gereken Dolmabahçe koyağı (va- disi) ile Taksim - Harbiye sırtlarını arsa olarak büyük ve yüksek binalara peşkeş çekerek istanbulumuzu, tüm çağdaş ve uygar şehirterde var olan parktan mahrum etmeye karşı çıkmak mı çağa karşı olmak oluyor? Sayın Barlas'ın "Osmanlının İstanbul siluetine katkısı camilerdir" deyişı ne kadareksik. Biz Türkler yüzyıllar boyu İs- tanbul'un tepelerini büyük camilerle taçlandırırken çevrelerini onlara saygılı ölçülerde planlanmış medreseler, imaretler, han- lar, hamamlar, çarşılar, konaklar, evler ve mahallelerle donata- rak bir mücevher gibi işlemiş ve hareketli bir siluet yaratmışız. Boğaziçi'ne de sahil sarayları, yalılar, saraylar, küçük camiler, vadilere sığınan köyler yaparak ve bunları yeşillıklerle sarıp taç- landırarak daha sakin bir görünüm kazandırmışız. istanbul'un güzelliğini ve şiirini bu iki karşıt siluet tamamlamaktadır. Yine Sayın Barlas'ın "İstanbul'un siluetine cumhuriyet döne- mimn katkısı ne olacak" sorusunun yanıtı herhalde: Onu boza- cak hiçbir davranışa müsaade etmemek ve onu özenle korumak olmalıdır. Dolmabahçe Sarayı, imparatorluk için Tanzimat'la başlayan Batılılaşmanın bir simgesi olarak doğru ya da yanlış borç harç buyük fedakârlıklarla yapılmış bir prestij binasıdır. Ama Batılı bir sarayın kopyası değil, geleneksel Türk evinden esinlenmiş, so fa planlı bir Türk sarayıdır. Osmanlı ve Türk devlet başkanları- nın bayrağı dalgalanmış ve dalgalanacak olan, hele içinde Ata- türkümüzün yaşadığı ve son soluğunu verdiği bu sarayımızı kut- sal bilmek, çevresi ile beraber özenle korunmasını istemek ve yakınına onun'etkisini azaltacak bina yapılmasına karşı çıkma- yı, Sayın M. Barlas'ın da nihayet anlayabileceğini ümit ediyoruz. S N A C K - B A R - C A F E SATILIK VİLLA BÜRHANİYE'DE ARKENT SAHİP SİTESİNDE sahibinden satılık 79 m2 arsada net 40 m? bahçeli, müstakil villa İSTANBUL Tcl: 519 15 73 Yeni Bir Kimlik İJretîlî> or Son on yılda "her yaştan molla yaratan" strateji, şimdi çağdaş ve laık kadınların yalnızca "ev kadını" olmalarını istemektedir. Ne acıdır ki devlet televizyonundan da gerçekte ülkemizin onuru olan bu çağdaş kadınlara yönelik yanlış ve tehlikeli mesajlar içeren diziler yayımlanmaktadır. örneğin "Yuva" adlı dizide okumuş kadınlar, "ailenin ve toplumun huzur ve mutluluğunu bozan" kişiler olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Prof. Dr. NECLA ARAT Türkiye Cumhuriyeti bir devrimle kurul- muştur. Bu devrimin harcında acılar, çabalar, özveriler, ilke ve ülküler ve Türk gençliğine du- yulan gtiven vardır. Cumhuriyet'in onuncu yı- lında yaratüan "her yaştan on beş milyon genç", çağdaş, laik ve devrimci bir kimliğe sa- hiptir. Türk gençliği, cumhuriyetçidir, cağdaştır, laiktir, demokrattır ve kimliğinde bu temel ni- teliklerden başkasına yer yoktur. Ne var ki ge- ride kalan on yıllarda kimi çevrelerce gençliğe yönelik yeni bir kimlik iiretme stratejisi uygu- lanmıştır. Bu strateji içinde çağdaş Turk kadın- larına da kendilerince önemli bir yer ayrılmış- tır. Çünkü kadınlar, cumhuriyetle birlikte el- de ettikleri yeni değer ve kazarumlann bilincin- de olup onlardan vazgeçmeyi istememektedir- ler Molla yaratma stratejisi Ama son on yılda 'her yaştan molla yaratan' strateji, şimdi çağdaş ve laik kadınlann yalnız- ca "ev kadını" olmalannı istemektedir. Ne acı- dır ki devlet televizyonundan da gerçekte ülke- mizin onuru olan bu çağdaş kadınlara yönelik yanlış ve tehlikeli mesajlar içeren diziler yayım- lanmaktadır. örneğin "Yuva" adlı dizide oku- muş kadınlar, "ailenin ve toplumun huzur ve mutluluğunu bozan" kişiler olarak gösterilme- ye çalışılmaktadır. Karşı-devrimcilerin, gençleri ve kadınlan kendilerine hedef seçmelerinin çok özel bir an- lamı vardır. Çunkü bu her iki kesim de gelece- gi içlerinde taşımaktadır. Ülkenin geleceğine "geriye yönelik" emelleriyle ipotek koymak is- teyenler, geleceğin taşıyıcılannı istedikleri bi- çimde izleyip güdümleyecekleri yasal görü- numlü ya da yasadışı yöntemleri giderek daha da pervasızca kullanmaktadırlar. Söz gelimi yukanda andığımız dizinin "örnek Türk aile ti- pini yansıtma amacı" gibi masum bir maske- gerekçesi vardır. Bu gerekçe, Devlet Planlama Teşkilatı'run VI. Beş Yıllık Kalkınma Planın- daki "minivemanevidegerlerinkorunmasında ve geliştirilmesinde, dolayısıyla milli bütünlü- gün ve dayanışmarun pekiştirilmesinde temel unsur olan aile müessesesinin her bakımdan güçlendirilmesi, kalkınmaya paralel olarak ekonomik ve sosyal yapıdaki degişme ve gdiş- •nelere uyum sağlamasına yardımcı olacak ted- birlerin alınması...." (1) Ukesi ile uyum içinde- dir. Çünku alınacak önlemler, VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı: Türk Aile Yapısı özel thtisas Komisyonu Raporu'nda şöylecebeürlenmiştir: "Özellikle Televizyon yayınlannda milli yayın- cılıga ağırlık verilmelidir. Musikide, edebiyat- ta, folklorda, milli zevkimizi işleyen; sanatı, musikisi, hayranlıkları, tepki ve tutkuları ile Müslüman-Turk insanı modeü dokunmaya ça- lışılmalıdır." (2) Bu rapora göre geleneksel Türk aile yapısın- da tehlikeli bir çözülme vardır. Çünku "Hızlı kültürdeğişimi, ailenintemelunsurlan olanka- dın ve erkeğin rollerinde baa değişmelere sebep olmuştur." Oysa "Müsluraan-Tiirk geleneğin- debabaya verilen rol, kutsal bir roldür..." Ay- nca "...Çocuklann terbiyelerini sağlamak, ana-baba için geleneksel-dini bir borçtur." (3) Teokratik ve ırkçı biı duşunce ikliminin esin- tilerini taşır gibi görünen bu düşünceler, ku- rumsal düzlemde de üriin vermişlerdir. 29 Ara- lık 1989 tarih 20387 sayüı Resrtıi Gazete'de 396 sayılı kanun hükmünde kararname ile "Türk ailesinin butünlüğünün korunması, güçlendi- rilmesi .... aile ile ilgili milli bir politikanın oluş- masına yardımcı olmak uzere" Aile Araştınna Kunımu kurulmuştur. Bu kurum şu anda bir devlet bakanlığına bağlıdır ve ilgili bakanlığın başındaki Sayın Bakan, konuşmacı olarak ka- tıldığı "Nasıl Bir Aile?" temasım işleyen bir toplantıda şu görüşleri dile getirmektedir: "Ai- leyi yeteri kadar koruyamadık. Türk-tslam ai- lesinin önündeki en büyük engeller, nikahsız birieşmder; iletişim araçlannın, turizmin ve sa- nayileşmenm yol açtığı ve bazı çevrelerin kül- tür değişimi dedikleri, ama aslında bir kültür yozlaşması olan durum; ve feminizmdir." (4) Ne var ki Sayın Bakan, nikahsız birleşmele- rin en çok gelenek-göreneklere bağlı kesimlerde görûldüğunden söz etmediği gibi iletişim araç- lan, turizm ve sanayileşme kültür alışverişi ol- madan dinamik bir toplum olunamayacağı, ya- ni çağ atlanamıyacağı gerçeğini de göz ardı et- miştir. Türk-tslam ailesinin önündeki üçüncü buyük engeli "feminizm" olarak niteleyen Sa- yın Bakan, herhalde yoğun siyasal çalışmala- n nedeniyle 20. yüzyılın en önemli ve etkin si- yasal ideolojilerinden birini yeterince inceleye- cek zamanı bulamamış diye yorumluyoruz. Başka konuşmalarına katkısı olur düşünce- siyle bu konuda kısa ve öz bazı bilgiler veriyo- ruz: Feminizm, dünyanın yarısını oluşturan ka- dınların insan hakları çerçevesinde haklannı gerçekten alma ve kullanma serüvenlerinin dü- şunsel temelidir. Ahlaksal, dinsel, sosyal, siya- sal, hukuksal veeğitsel tüm insan haklanndan kadınların da erkeklerle eşit ölçıide yararlan- malannı, yani bire bir eşitliği sağlayacak dün- ya çapında bir kültürel alamdır. Bu akım bir üs- türüük mücadelesinin değil, eşitlik, saygı ve sev- gi dolu bir ortak yaşam isteminin adıdır. Eşit- lik konusundaki feminist istemin toplumsal ol- duğu kadar, hatta belki de daha çok ahlaksal bir boyutu vardır. Çünkü feministler, yani ka- dınların eşit haklanndan yana olanlar, "için- de erkek ve kadınlann insan onuruna yakışır bir biçimde, eşit hak ve olanaklara sahip olduk- ları sağlıkb bir toplum yaratmak" istemekte- dirler. Onlar aynı isteği aile kurumu için de duymakta, yoz gelenek görenek ve aşılmış tö- relerle fanatik dinsel baskıların etkisi altında eşitsiz ilişkilerin yaşandığı yozlaşmış aile tipi- ni eleştirmektedirler. Son on yılda, masum çocuk ve gençlerden yaşlı görünümlü yüz binlerce "molla" yaratan- lar, şimdi kadın haklarını-feminist hareketi bi- linçli bir şekilde savunan kadın örgütlerine de ' 'geriye yönelik yeni bir kimlik" verme meka- nizması olarak kullanabilecekleri yasal bir ku- ruluşa kavuşuyorlar. 20 Nisan 1990 tarih 20498 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 422 sayılı kanun hükmünde kararname ile Türkiye'de ilk kez Kadının Statüsü ve Sorunlan Başkanhğı kurulmuştur. Bu başkanlığın görevleri arasın- da "Kadın sorunlan konusunda faaliyette bu- lunan gönüllü kuruluşları-kadın örgütlerini, yerel yönetirnleri yönlendirmek, izlemek, des- teklemek; milletleTarası kuruluşlara üye olan gönüllu kadın kuruluşlarırun ve derneklerin, oluştunılan milli görüş doğrultusunda yönlen- dirilmelerini sağlamak" var. Kısacası, gençlere ve kadınlara yönelik yeni kiraliği uretme stratejisinin, şimdi belki iyini- yetli (!) yasal düzeneideri de kullanma olana- ğı doğmuştur. Ama burada can alıcı sonı, çağ- daş Türk kadınlanmn bu düzeneklere alışıp- alışmayacaklandır. Bunun tek ve kesin bir yanıtı vardır: Kadın- lanmız, ırkçı-teokratik kimliğe ve "şeriatın gölgesine" hiçbir zaman alışmayacaklardır. 1. Bkz. VI. Beş Yılhk Kalkınma Planı, Aıle-Kadın-Çocuk s. 165 DPT. 2. Bkz. VI. Beş Yıllık Kalkınma Plaıu Ö 1 K. Raporu s. 20 DPT. 3 a.g.ks. 19. 4. Bkz. 15 Nisan 1990, Htırnyet. r GÖKSEL DERATa Sevecendin olabildiğince çalışkandın delicesine sebathydın ölesiye y-ardımseverdin beklentisizce açık sözlüydun çocuk gönlünle parlaktın yarışırdın guneşle yarabcıydın kişiliğinle insandın hepsinden öte kaybedilir mi bir kişi de bu kadar öğe. GÖNLÜMÜZDE \AŞAXACAKSES ÇALIŞMA ARKADAŞLARI A.AYŞE YBLMAZ (8.1.1982-20.7.1988) Ağlamıyorum üzülmeyesin diye Yüreğimdeki kora sabır serptim. Şelaleye eş gözyaşlanm En derinlerde sana saklı hasretim. AİLESİ ADINA SEVGI \TLMAZ •il m ACl KAYIP "Yaşamak, bir ajaç gibi tek ve hılr . ve bir orman gibi kardeşçesıne" . .Böylesı sürmujse yaşam Ölum de bır yaşamaktır... Samsun İnsan Hakları Derneği kurucu üyesi ve Eğn-Der uyesı, buyük egitimci babamız | YAHYA GÜNDÜZ'ü H kaybettik. Onurlu yaşamı örnek olacaktır. 1 AİLESİ PENCERE Bozuk Laflar... Dünyada bizimkiler kadar çok konuşan politikacı türü hangi ülkede bulunur? Gazetelerde laf, laf, laf... Ancak bu lafları eden politikacılar arasında "diyalog" kuru- lamıyor. Sözler, sağır duvarlara çarpıp geri geliyorlar, boşlukta yankı yapıyorlar. Ülkede gevezeliğe tırmanan konuşma enflas-. yonu var; ama, fîkirden yoksunluk dizboyudur. 2000 yılına 10 ' kala Türkiye'nin Cumhurbaşkanı nasıl konuşuyor: — Demiryoilan komünist işidir!.. Peki, Cumhuriyetin 10'uncu yılı marşı nediyor: "Demirağlar- la ördük anayurdu dört baştan..." değil mi?.. Kanla, terle, sa- vaşta, devrimle bağımsız Cumhuriyeti kurmuş olanlann, Atatûrk'-' ün, İsmet Paşa'nın, bütün ulusun marşıdır bu; Özal, onları da komünist mi sayıyor? Batı Avrupa'da demiryoilan örümcek ağı gibidir, Paris'ten kalkan tren Strasbourg'a üç buçuk saatte va- rır; Fransa, Almanya ve benzerlerine karış karış demiryolu dö- ' şenmiştır. Şimdiye değin doğru dürüst bır demiryolu dösenseydi, Ankara - İstanbul arası dört saate inecekti; ama, bütün dünyayı görüp bildiğini övünerek söyleyen Özal demiryolu politikasını komünistlikle eşanlamlı tutacak laflar söylerse, gazeteler yaz- mak zorunda kalmaztar mı!.. - incir çekırdeği doldurmaz bir tartışmanın kapıları böylece açı- ' lacaktır; boşuna zaman yitırecektır toplum, içeriksiz bir suçla-' ma yüzünden... • : Demire) diyor ki: — özaJ pa/avracı.'.. ' Demiryollarına ilişkin fikirleri böylece ortaya çıkan Cumhur- '• başkanı, bir otobüs dolusu gazeteciyi yanına alarak yeni yapı- • lan otoyollara götürüyor; başlıyor konuşmaya, atıp tutmaya, ol- • madık şeyler söylemeye... Laf, laf, laf... : Hem de ne laflar, ne çeltşkiler, ne mantık çarpıklıkları, ne yan-1 lışlar... Bu kez muhalefet liderleri, gazete yazarları Özal'ın bol suç-' lamalarla, yanlışlarla, yanılgılarla dolu konuşmalarına yanıt ver- • meye başlıyorlar; Türkiye laftan geçilmiyor. Hükümet SS kararnamelerı çıkarıyor; Içişleri Bakanına der- gi, gazete, matbaa, Valiye yurttaşlan sûrgün etme yetkileri ve- riyor. İlk uygulamada 2000'e Doğru ve Halk Gerçeği dergileri - kapatılıyor. Özal'ın olaya bakışındaki çarpıklığa bakın: "— Bir dergının kendi ıdeotopsi veya para kazanması için metn- . leketin bûtûnlûğünü bozmasına izin vehlemez." (Cumhuriyet, 17 Temmuz 1990) Konuşmayı, hangi sözcüğünden, hangi mantığından, hangi noktasından ya da virgülünden tutsan elinde kalır. Bir kez "mem- leketin bütünlüğü" bir derginin yayınıyla bozulacaksa, vay hali- mize!.. O bütünlük çoktan yıtıp gitmiş demektir. Sonra demok- rasilerde yayınlann değerini ne valı saptayabilır, ne de içisle Bakanı yasak koyabilir. Türk halkı, okuduğu yazıya gerekli n«. tu verebilecek akla ve sağduyuya sahiptir; özal'dan da Içişleri . Bakanı'ndan da daha olgundur. Bir ülkenin bütünlüğü, dergile- rin, gazetelerin, matbaaların kapılarına kilit vurmakla koruna- . maz; halkın ortak bılincıyle savunulabilir. Ama Özal konuşuyor; lafları gazete sayfalannda, televizyon- da, radyoda uçuşuyor. Ortada ne Başbakan var, ne Hükümet var, ne Meclis var. Başkan Babalığa özenen Cumhurbaşkanı, ülke adına gerçek bir sorun oluşturuyor. * 1990 Türkiyesi'nde en çok üretilen şey 'laf'tır; laf, laf, laf, laf, laf... İçi boş laf!.. İçi boş laflara bır köşeyazarı yanıt vermeye kalkıştı mı laf üre-; timıne katılır. Ne yazık ki arada sırada bunu yapmak zorunda- yız ve bugünkü gibi yazık olur köşemize... HASANTURKMEN Senin uyurken dudağında gülumseyen bordo gül benim kalbimi harmanlayan isyan olsun başını omuzuma yasla göğsümde taşıyayım seni gövdera gövdene can olsun FİKRET DtNÇKURT, AYFER GtRGİN 25.11.1949-3.7.1990 Sevgili Dr. MEHMET ÇELEN, HASA> YENİGÜN ve DENİZ YENİGÜlV'tt ırafık kazasnda yıtirdik. Insanhk bOyük kayba uğradı. TÜM TANIDIKLAR, SEVENLER, DOSTLAR. YOLDAŞLAR BAŞIMIZ SAĞ OLSUN. KARABÜKLL DOSTLARI ADCNA HAYRİ SEVİMLtOCLl KÖY ENSTtTÜLÜ, TÖS, TÖB-DER, EĞİT-DER Örgütlu öğretmen hareketımn öncusu İnsan haklarının yılmaz savunucusu IHD kurucusu, onurlu insan YAHYA GÜNDÜZ'ü kaybetmenın acısını yaşıyoruz. Onurlu yaşamı mucadelemize ışık tutacaktır. S\MSIN EĞİT-DER ŞirBESl, S\MSLN.İHD YÖNETİM KURULU, SAMSLN HALKEVİ BAŞSAĞUĞI Vefakâr, fedakâr ve onurlu arkadaşımız O.ENVER ARDAKUÇ'u kaybettim. Ailesi ve dostlanna başsağhğı dilerim. FETULLAH KAKİOĞLU F A K S I MI L E Servis Güvencemizle Bilar Bilgi Araçları Ticaret A.Ş. Isunbul Tel. 9 \ 1) 175 38 00 (4 Haı) AnlUHS Tel . 9 !4 I • 7 85 60 14 Hat) «tftbç Derneğimiz İstanbul Şubesi eski Yönetim Kurulu üyesi değerli arkadaşımız MEHMET IŞILTAN'ın bir kız çocuğu olmuştur. IŞILTAN ailesini tebrik eder, yavruya uzun ömerler diler, oamiamıza duyururuz. İSTANBUL YÜKSEK TİCARET VE MARMARA ÜNİVERŞİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ EROL MÜTERCİMLER KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ BİÜMMEYEN YÖNLERİ Savaşa katılan komutanlann hatıra ve gemi jurnalleri, savaş harekât merkezlerinde tutulan günlüklerin tanıklıkları ve şehitlerimizin tam listesi ile Kıbrıs Barış Harekâtı'nın tüm ayrıntılannı Türkiye'de ilk kez anlatan kitap. KİTAPÇINIZDAN ARAYMIZ ÖDEMELİ GÖNDERİU YAPMK YAYINLARI Ankara Cad. 60/21 & Sırkecı-IST Tel: 526 83 13 TOPRAKOĞLU Size "özgür yaşam" ve "ucuz tatil" olanağı sunuyoruz. Deniz otobüsûyle Istanbul'a 2 saat.mesafede oenosTURİSTİK TESlSLERİ 2 kişi tam pansiyon 98.000 TL 3 kişi tam pansiyon 125.000 TL 4 kişi tam pansiyon 158.000 TL 20 kişiyi geçen gruplara °A> 15 ındirim. Cen DÛnV* MARMARA ADASI ÇINARLI KÖYÜ t i Rezervasyon. 5223419-5226371-5720209y Marmara Çınarlı: (9) 1984 1425'ten 110
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle