22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/14 DIŞ HABERLER 28ŞUBAT1990 MOSKOVA Sovyetler'de başkanlık sistemiYüksek Sovyet, dün aldığı tarihi kararla ülkede başkanlık sistemine geçilmesini büyük bir oy çoğunluğu ile onâyladı. Dış Haberler Servisi — Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un, ulke- de "Yiınıtme giicıine sahip geniş yetikli baş- kanlık sistemine' geçilmesı yolundaki önerisi, SSCB'nin surekli parlamentosu Yüksek Sovyet tarafından dun büyük bir çoğunlukla' kabul edildi. Yüksek Sovyet, içinden çıktığı, ulkenin asıl yasama organı olan 2250 uyeli Halk Temsilcileri Kongresi'nin de başkanlık sis- temini onaylamak ve ilk devlet başkanını seçmek üzere 12-13 Mart 1990 tarihlerinde olağanüstü toplanmasını benimsedi. Yüksek Sovyet'e sunulan başkanlık sis- temine geçişe Uişkin yasa tasarısımn yalnız- ca bir gün tartışıldıktan sonra ve önemli bir değişikliğe uğramadan geçmiş olması, Gor- baçov'un bu sistemin bir an önce uygulan- ması için hızla hareket edilmesini zorunlu gördüğünün bir kanıtı olarak kabul edili- yor. Yüksek Sovyet'te dün yapılan oylama- da, başkanlık sistemi 24'e karşı 347 oyla kabul edildi; 43 milletvekili de çekimser kal- dı. Gorbaçov'un 12-13 martta toplanacak olan Halk Temsilcileri Kongresi tarafından başkan seçilmesine kesin gözuyle bakılıyor. Başkanlık sistemine ilişkin yasa tasansı PARİS 'DAvrupa Nereye Gidiyor?' kolokyumu Batıda ve Doğuda kafalar karışık— 2— SABETAY VAROL PARİS — Sorbonne Uıuversitesi'nde ge- çen hafta gerçekleştirilen "Doğu Avrupa Nereye Gidiyor?" kolokyumunda, çoğul- culuğa geçmeye hazırlanan Doğu Avrupa ülkeleri insanının, geçmiş duzenın yarar ve zararlarını konuşmaktan çok, "hayatı ya- şanır hale getirmek ıçın ne yapmak gerek- tıği"yle meşgul olduğunu gorduk. Romanya Başbakanı Petre Roman şim- diden Fransa'da çok popüler bir kişı. 7O'lı yıllarda Toulouse Üniversitesi'nde "Akış- kanlar Mekaniği" konusunda doktora yap- mış. Sorbonne'daki kolokyumdan uç gün önce resmi ziyaret için Paris'e geldi... "Bir adım ileri- bir adım geri taktiği" izlediği ve kadınlar uzenndeki cazıbesi yüzunden yurt- taşlarının verdiğı takma isimle "Lambada Roman", Fransızcayı ana dili gibi konuşu- yor. Sorbonne'daki toplanunın ilk saatle- rinde Fransa Başbakanı Michel Rocard'la yan yana oturmuş kırk yıllık ahbap gibi fı- sıldaşıyor. Fransa Başbakanı Rocard'la, Willy Rrandt'ın ortasında ise çene sakallı bir Çekoslovak oturuyor. Petr Pithart'\n Çek Başbakanı olduğunu, konuşmasında açıklayana kadar bilen sanınm salonda beş on kişiyi geçmezdi. Zaten davet edildiği za- man başbakan değılmiş. Konuşmasını ön- ceden lngilizce yapmaya karar verrniş. Ama on beş gün önce Başbakanlığa atanınca pro- tokol gereği konuşmayı kendi dilinde yap- ması gerektiği için Çek dilinde konuşuyor. O da tıpkı Doğu Avrupa ülkelerinden ge- len ve geçmişte rejime muhalefet etmiş dı- ğer aydınlar gibi ülkesindeki yeni politik arenanın yüz yuze olduğu sorunlara ağır- lık veriyor. "Çekoslovak>a'da siyasetten kaçış var. G«nçler partilere sempati besle- meklc yetiniyor. Orta yaşlılar partilerden kaçıyor. Üstelik herkes iki savaş arası çok partili donemi hatıriıyor. Avrupa çapındaki örgütlenmelere sahip sosyal demokrat ve Hıristiyan demokrat lüru partiler yeterin- ce güç kazanamıy or. Reel komunizmle top- lumun sosyal yapısı doküntüye ugradı. Si- yasi partiler toplumun uzerinde adeta kay- gan zeminde durur gibi iğreti dunıyor. Bu yüzden de partilerin içleri kaynıyor. Dema- gojik ve milliyetçi fikirler hareketleniyor." Çekoslovakya çoğulcu düzene geçen ül- keler arasında demokrasi geleneği en güç- lü sayılanı. Yeni Başbakan Petr Pithart, oyun yazan, Cumhurbaşkanı Vaclav Ha- vel'in yakın çevresinden. Gustav Husak re- jimine ve işgale karşı yıllarca savaşmış... Kaygılı: "Kendisi bir siyasi parti olmayan, ama bir siyasi parti gibi davranmak zonında olan, gerçekte somut talepleri dile getirrneye ağırlık veren 'sivil fonım' partilerden ge- len baskılara dayanabilecek mi?". Tum or- ta Avrupa'lı aydınlar gibi o da paradoks içeren cümleler sarf etmekten hoşlanıyor. "Sosyal Divalog" adu yeni kurulmuş bir Romanyalı partinin lideri felsefeci Abn Te- odoresku, ülkesindeki gelişmeier hakkında değerlendirme yapıyor. Teodoresku, ken- dini Çavuşesku rejimine açıkça muhalefet eden ve Romanya'dan dışarı çıkmayan 30-40 aydından biri olarak tanıtıyor. "Ben Toulouse'da akışkanlar mekanigi doktorası yapmadım. Bu yüzden de çok iyi Fransız- ca bilmiyonım" diyerek söze giriyor. 01- kesinin başbakanıyla dalga geçerek biraz özgurlüğün keyfini çıkarıyor. Ama o da meçhul bir geleceğe doğru gidildiğinin far- kında. "Gerçekte komünist partinin sonu Ça- vuşesku'nun iktidara gelmesiyle başladı. Zaten Romanya'da komünist gelenek yok- tu. Komünizm, Rus tanklanyla geldi. 1958'de SSCB'nin aynlmasından sonra, ye- rini iç işgal ordusu aldı. Şimdi totoliter bir toplumdan totalitarizm sonrası topluma ge- çiyoruz. Bunun başka bir adı da yok. Çün- kü açık toplumdan totoliter topluma nasıl gecileceğine dair birçok teori var. Ama tersi daha yazılmadı. Bizim onumüzde Polonya, Macaristan ve SSCB modelleri var. Ama tüm koşullarda geçerti; hakem rolu ustlene- cek bir teori yok. L'stelik Romanya'da çe- şitli meslekleri icra eden insan kuşuklan yok edildi. Sanayici kadrolan yok. Eldeki mec- hulle meçhul bir istikamete doğru g'diyo- ruz. Ama iki aydan beri ülkemde gördük- lerim bana umut verdi. Demokrasimiz ya- rancılık örnekleri veriyor" şeklinde hitap ediyor. Konuşmalar ilerledikçe SSCB'deki so- runlarla diğer Doğu Avrupa ulkelerınin bei- li başlı sorunlarının büyuk ölçude birbirin- den farklı olduğu ortaya çıkıyor. Sorbon- ne'a konuşmacı olarak çağrüan Ateksandr Ubolenski Sovyet Milletvekili, perestroyka sonrası oluşan "Bölgeler arası parlamento grubu" yöneticisi. Grup geçenlerde ölen fi- zikçı Saharov'un göruşlerine yakınlığıyla ta- runıyor. "Son plenum çogulculugu kabnl etti. Bu olgunun geri dönmezliği şuradan geliyor; ekonomik sonınlara artık eski çer- çeve içinde çözüm bulma imkânı olmadığı ortada. Ama geleneksel guçler buna izin vermek istemiyor. Bu yüzden çok karma- şık bir süreç yaşıyoruz. Muhafazakârlar sü- rece katılmak istemedikleri gibi hepimiz eski hastalığin etkisi altındayız. Bölgeler arası gnıbumuzu bir laboratuvar olarak mütalaa edebilirsiniz. Ülkemizin ozgün koşullarını hesaba katmak zorundayız. Bir çeşit poli- tik kultur yoksunu sayılabüiriz. Dun akşam ilk kez Paris'i gezdim. Kentinizi nasıl ko- ruduğunuza tanık oldum. Mağazalarınızı gezdim." BÎTTÎ dun eie ahnmaya başlandığında Yüksek Sovyet Genel Kurulu'nda ateşli tartışmalar çıktı. AA'nın habenne göre Mihail Gorba- çov'un Politbüro içindeki en yakın destek- çilerinden biri olan Alexander Yakovlev, ta- sarıya ilişkin olarak yaptığı konuşmada, başkanlık sisteminin, "demokratiklesme sü- recini güçiendirmek için zorunlu olduğunu" belirtti. Yakovlev, yasa tasarısında önerilen baş- kanlık sisteminin "toplu hâtdmiyet sistemi- nin antilezi" olduğunu savunarak bu sistem- le reformlann uygulanmasırun kolaylaşaca- ğını belinti. Kabul edilen yasa tasarısına eklenmiş ge- çici bir madde, seçim düzenleme zamanı ol- madığından, yurütme gücüne sahip ilk dev- let başkarumn, SSCB'nin en yüksek iktidar organı olan Halk Temsilcileri Kongresi ta- rafından döft yıllık bir sure için seçilmesi- ni öngöruyor. Bu geçici maddenin dışında, tasanrun ge- tirdiği asıl biçimiyle ise devlet baskanının halk tarafından doğnıdan ve S yıl süreyle görev yapmak için seçilmesi önerüiyor. Ge- çici maddede seçilmesi önerilen ilk devlet baskanının Mihail Gorbaçov'dan başka bi- risi olabileceğine ihtimal vmlmiyor. Tasarının tartışüması sırasında muhale- fet milktvekilleri, âceleye getırilecek bir baş- kanlık sistemi yasasının ülkeyi büyük teh- likelere atabileceğinı bıldirdiler. Moskova Milletvekili Sergei Stankeyeviç de devlet baskanının guçleri büyük ölçude genişletilirken, önerilen denetim mekanız- malannın yetersiz olduğunu belirterek güçlü bir parlamenter kontrol sistemi kurulma- dan, başkanın yetkilerinin artınlmasına kar- şı olduğunu bildirdi. Yüksek Sovyet'te dun onaylanan tasarı, devlet başkanına savaş, seferberlik, olağa- nüstü durum ilan etme ve ülkeyi yasa gü- cunde kararnamelerle yonetme yetkisi ta- nınmasını öngöruyor. Tasarının Yüksek Sovyet tarafından onaylanmasından sonra ülkenin genişletil- miş asıl yasama organı olan Halk Temsil- cileri Kongresi'nin olağanüstü toplantıya çağniarak başkanlık sistemini onaylaması ve Mihail Gorbaçov'u başkan seçmesi plan- lanıyor. BAŞKANLIK SİSTEMİ 5 yıl görev yapacak Devlet Başkanı tek dereceli, gizli ve eşit oy ilkesine göre seçilecek. Başkan, hükümeti atama ya da istifasını isteme yetkisine sahip. Başkan aynı zamanda silahlı kuvvetler başkomutanıdır. Kısmi ya da genel seferberlik ilan edebilir. Kanun kuvvetinde kararname yayımlama yetkisine sahiptir. NEREDEN NEREYE? Sovyetler Bfrtigi'nde şaşırtıcı gelişmeler birbirini izliyor. Demokrasi ve ifade özgürlügü her geçen gün biraz daha genişliyor. Nitekim Moskova'da pazar günü protesto gösterisinde, kızgın bir gösterici Sovyet devletinin knnıcusu Lenin'iıt fotoğrafını yırtarken ifade özgHrlügü konusunda alınan mesafeyi de göstermiş olnyordn. F.ALMANYA Muhalefetten Kohl'e Polonya eleştirisi GÜNER YÜREKLİK BATI BERLtN — Federal Başbakan Hel- mut Kohl'un Polonya'nın batı sınırı ile il- gili son açıklaması bir kez daha yoğun tep- kilere neden oldu. Polonya'nın batı sının- nın tanınması konusunda öteden beri ke- sin tavır almamakla suçlanan Kohl, son ABD gezisinde de sorunu ortada bıraktı. Hafta sonunda Camp David'de Başkan George Bnsh'la görüşen Kohl, Polonya'ya batı sınırları konusunda, ancak iki Alman- ya'nın birleşmesinden sonra garanti verile- blleceğini söylemişti. Federal Başbakan'ın bu açıklaması muhalefetteki sosyal demok- ratlar ve koalisyondakı liberaller tarafından sert bir dille eleştirildi. Kohl, hem koalis- yonu hem de iki Almanya'nın birleşmesini tehlikeve sokmakla suçlandı. Kohl'un bu tutumu, 1945'te Polonya'ya dahil edilen Alman toprakları uzerinde "hak iddia etmek" ve "savaş öncesi 1937 Al- man sınırlannı yeniden talep etmek" şek- linde yorumlanıyor. Polonya'nın şimdiki Demokratik Almanya ile olan sınırı, iki AJ- manya'nın birleşmesi halinde ne olacak? "Büyük" Almanya, Polonya ile sınırları olduğu gibi kabul edecek mi, yoksa savaş öncesi topraklar üzerine ısrannı ve taleple- rini daha büyük bir cesaretle sürdürecek mi? Bu sorular, iki Almanya'nın birleşmesiyle ilgili olarak yapılan tartışmaların ve açıklı- ğa kavuşturulması istenen konuların başın- da geliyor. Gerçi Kohl, garantinin birleşme- den sonra verilebileceğini söylüyor, ama başta Polonya olmak üzere "büyük" Al- manya korkusundaki hemen bütün komşu ülkeler Başbakan'ın bu vaadine inanmıyor- lar ve soruna şimdiden kesinlik kazandıhl- masını bekliyorlar. Kohl, meseleyi ertelemekle ve art niyetli davranmakla itham ediliyor. Kohl'un Polonya'ya batı sının konusun- da garanti vermemekte diretmesi koalisyo- nu da tehlikeye soktu. Bu konuda koalis- yon ortağı liberaller, "Hür Demokrat Parti" Hıristiyan birlik partilerı ile tam bir göruş ayrılığı içindeler. Federal Başbakan'ın son açıklamasını bir kez daha eleştiren liberal- ler, konunun "koalisyon meselesi" yapüma- sını istediler. Ote yandan Federal Dışişleri Bakanı li- beral Hans Dietrich Genscher. soruna Av- rupa Güvenlik ve Işbirliği Konferansı ile AT ve NATO ülkeleri çerçevesinde bır çözüm bulmaya çalışıyor. ATyetkililerine göre Türkiye'nin önündeki en büyük engei insan hakları Türk demokrasisi Avrupa Topluluğu'nu şaşırtıyor —2— NİLGÜN CERRAHOĞLU BRÜKSEL — "30 yıla yakın ilişkimiz boyunca belki sadece 3 yıl karşımızda Av- nıpa'nın ortagı olabilecek gercek anlamda demokratik bir Turkiye bulduk" diyor uzun yıllar Türkiye ile çalışmış komisyon görevlilerinden biri, "Gerisi Avnıpa'da Türkiye'deki gizli faşizme karşı nefret uyandıran askeri daroelerle geçti. Ya da karşımızda faşistlerin ya da tsbuncdann fel- ce uğrattıgı hiıkümetlerle karşdaşbk" diyor sözlerine devam ederken ve Türkiye'nin Avnıpa'da surekli yara alan imajını şu tah- lille anlatıyor: "70'li yıllarda Turkiye Ece- vit ve Demirel arasında ikiye bölunmüş bir ülkeydi. Arkadan bir askeri darbe ve ikti- darda kalabilmek için 11 kez secim yasala- nnı değiştiren Özal hukümetleri geldi. Özal bununla da yetinmedi ve kurgusal bir ço- gunluğa dayanarak Çankaya'ya çıktı. Av- rupacı deklarasyonlar yapılırken YÖK ile üniversilelerden en iyi profesörler atılıyor, liselerden felsefe dersleri kaldınlıyor. me- muriann sakallan kesiliyor; kız öğrenciler türban, kadınlar çarşafa buninuyordu. Bu dunımda Türkive'ye nasıl Avrnpah diye- bilirsiniz?" diye soruyor. Bu soruya samimi bir cevap bulamadı- ğımdan bir soruyla yanıtlıyorum sorusunu: "Yunanistan, tspanya ve Portekiz gibi ül- keleri topluluğa katarken, Avrupa'mn baş kaygısı bu ülkelerdeki demokrasileri güç- iendirmek ti. Oysa Türkive'ye 'insan hak- ları ve demokrasi sonınunu hallet öyle gel' dendi. Gene farklı muaraeleye tabi oldu Türkiye; neden?" "Yunanistan, tspanya ve Portekiz" diyor karşıradaki yetkili, "uzun yıllar süren faşist rejimlerin ardından AT'- nin karşısına köklu. demokratik dönüşüm- lerle geldiler. Yunanistan'ı Avrupa'ya so- kan Karamanlıs, Portekiz'de Avnıpacı iti- şi gerçekleştiren Mario Soares, İspanya'yı Avrupa'nın kapısına getiren Adolfo Sua- rez ve Felipe Gonzalez gibi liderler gercek demokrasi raücadelesî veren, inanılıriığı güçlü liderlerdi. Türkiye böyle bir liderle gelmedi Avnıpa'nın kapısına. Turkiye Av- nıpa'yı içerde secim malzemesi yapmak is- teyen bir liderle yokladı. Oysa Özal'a her düzeyde yetkilinin ağzından cevabın hayır olacağı iletilmiş, kendisine boşu boşuna topluluğa muracaat edip iki tarafı da güç dunımda bırakmaması tavsiye edilmişti. Özal bu tavsiyeye kulak asmadı. BUdiğini okadu." Yanlış "zamanlama" ve yanlış şartlar- da tam uyelik istediği için Avrupa'nın ka- pısından geri çevrilen Türkiye'nin eline 30 yıllık ilişkilerimiz boyunca daha iyi bir fır- sat geçmedi mi? Bu soruyu "Evet, ama Türkiye bu fır- saö degerlendiremedi" diye yanıtlıyor, Is- tanbul doğumlu Emil Noel. 30 yıl boyun- ca Avrupa Komisyonu'nun genel sekreter- liğini yapraış Noel ile görüşmemizin özün- de şu tahlil yatıyor: "Türkiye, Yunanistan tam üyelik islediğinde aynı Ortaklık Anlaş- ması için yapmış olduğu gibi tam üyelik ta- lebini de masanın uzerine koymalıydı. Bu- nu ne Erbakan'la koalisyon içinde olan Ecevit ne de hem Erbakan hem de Tür- keş'le koalisyon içinde olan Demirel yapa- bildi. Özellikle Erbakan Türkiye'nin AT'- ye katılmasına hep karşı olmuştu. Sanıyo- rum Ecevit ve Demirel'i frenieyen güç Er- bakan oldu. Noel gibi Egon Alfred Klepsch de Türki- ye'nin, Yunanıstan'ın tam üyelik istediği yıllarda bu atılımı yapmamakla tarihi bir fırsat kaçırdığını söylüyor. '70'li yıllarda AT-Türkiye karma parlamenter komisyon üyesi olan ve halen Avrupa Parlamentosu'n- da Hıristiyan Demokrat grubun başkan- lığını yapan Klepsch, hatta bu adımı atması için Türkiye'yi açıkça teşvik ettiklerini söy- lüyor. "Türklere, Yunanistan tam üyelik isterken (1976), Yunan ömegini izleyip tam üyelik talep etmelerini tavsiye ettik. 'Ha- zır değilseniz, uzun bir geçiş dönemi sağ- larız, onemli değil' dedik, önemli olan işi sağlama almak dedik. O zaman tereddüt eden Türk tarafı oldu" diyor Klepsch. O yıllarda komisyonun dış ilişkilerinden sorumlu komiser Willi Haferkamp ise Türkiye'nin bu adımı atmış olması halin- de, muhtemelen ne Yunanistan'ın ne de Türkiye'nin olumlu cevap alacağını söylü- yor; fakat bunun Yunan üyeliğini tehlike- ye duşurebüecegine dikkati çekiyor. Her ha- lflkârda o zaman istenilecek tam üyelik için "doğru bir karar olurdu bu" diyor. Topluluğun ve komisyonun işleyişini ya- kından bilen Noel ise "Bence Türkiye ay- nı *50')i yıllann sonunda yapmış olduğu gi- bi Yunanistan'la paralel bir atılım y apma- binde bulanmuş olsaydı, bu ülkeyle yaptı- ğımız tüm muzakereler boyunca Türkiye faktöriınü göz önıinde butunduracaktık. Oysa Türkiye bunun aksini yaptı ve o sıra- da açıkça tam üyelikle ilgilenmediğini be- lirtti. Dolayısıyla da Yunanistan'la yapılan anlaşma, Türkiye'nin dışa vurmadığı kay- gılan dikkate almadı. O yıllarda Avrupa Topluluğu'nun Türki- ye'deki temsilciliğini yapmış olan Gian Pa- olo Papa ise Yunan uycliğinin Türkiye için büyük bir sorun yarattığım söylüyor. "Si- yasi çevrelerde genel bir 'Bekle Gör' yak- laşımının benimsendigine" işaret eden Pa- '30 yıla yakın ilişkimiz boyunca sadece 3 yıl Avrupa'nın ortağı olabilecek gercek anlamda demokratik bir Türkiye bulduk.' 'Özal 11 kez seçim yasalarını değiştirdi, bununla da yetinmedi, kurgusal bir çoğunlukla Çankaya'ya çıktı.' 'Türkiye'de YOK en iyi profesörleri atıyor, liselerden felsefe dersleri kaldınlıyor, memurların sakalı kesilip kız öğrenciler çarşafa bürünüyor. Türkiye, Avrupa'nın kapısına Soares, Gonzalez gibi demokrasi mücadelesi vermiş bir liderle gelmedi. Avrupa'yı seçim malzemesi yapmak isteyen Özal ile geldi.' 'Erbakan, Ecevit ve Demirel'i frenledi. îslamcı güçîer 70'li yılların sonunda Türkiye'ye Avrupa yolunu tıkamış oldular.' lıydı. Bu atılım Batılı ülkeleri Yunanistan ve Türkiye arasında daima gozetilmiş olan dengeyi muhafaza etmeye zortayacaktı. Bu denge nasıl muhafaza edilecekti? Şimdi bu- nun spekulasyonunu yapmak guç. Araa bu durum Türkiye'yi şüphesiz şimdi içinde ol- duğundan daha iyi bir duruma goturecek- ti. Çünkü artık 1981'den beri Yunanistan, Topluluğun tüm organlannda mevcuttur. Türkiye ise tamamen bu organlann dışın- da bulunmaktadır. Türkiye'yi Topluluğa bağlayan tek güç 20 yıl boyunca felce uğ- ramış olan Ortaklık Anlaşması'dır. Türki- ye Yunanistan'la birlikte tam üyelik tale- pa, "Ama" diyor, "Bu üydiği hemen is- temeliyiz diyenler de oldu. Onlar seslerini fazla duyuramadılar. Bunlardan biri Turan Güneş'ti. Güneş, Türkiye'nin derhal Yuna- nistan'ı izlemesi gerekliğini savunuyordu. Kendisine 'Peki Turkiye bu üyeliği kaldı- nr mı?' diye sordugumda hiç unutmam ba- na şu yanıtı verdi: 'Evet belki de birlikte boğuluruz. Ne ki Yunanistan 5 metre su- da, biz 10 metre suda boğuluruz." '70'li yıllarda Türkiye ve Yunanistan'la yakından ılgilenmiş AT'li yetkililer Türki- ye'nin bir daha Avrupa'ya hiçbir zaman bu denli yakınlaşmadığını anlatryorlar söz bir- liği etmişçesine ve Türkiye'nin yolunun 1981'deki Yunan üyeliğinden sonra Avru- pa'dan giderek ayrıldığını belirtiyorlar. 12 Eylül'le birlikte buz dolabına giren Türkiye- AT ilişkilerinde 1987'de yapılan tam üye- lik talebine dek hiçbir kıpırdanma görül- muyor. Yanlış zamanlamayla gelen tam üyelik talebinden bu yana ise Türkiye'nin karşı- sına çıkan engellerin büsbütun arttığına dik- kati çekiyor gözlemciler. İki buyük engele işaret ediyor AT çevreleri. Bunlardan biri- si giderek daha sıkı bir entegrasyona gitme- yi arzulayan AT'nin kendi bunyesinden ge- liyor. 1993'teki "Tek Pazar" hedefi ve fe- derasyona dönüşme emelleri herhangi ye- ni bir ülkeye; hele Türkiye'nin yapısında- ki bir ülkeye yeşil ışık yakmayı olanaksız- laştınyör. lkinci engel ise Türkiye'nin kendi iç bunyesinden kaynaklanıyor. AT çevre- leri bunu kısaca Türkiye'nin 1987'den be- ri yara alan laikliği ve Ataturkçü Batılılığı olarak özetliyorlar. Bu geHşmenin de Av- rupa'da geniş tepki yaratan Salman Rüş- dfl olayı ve Fransa gibi baa AT ülkeleri n- de büyuk siyasi sorunlara dönüşen türban polemiği gibi olaylara paralel bir biçimde belirmesi Türkiye açısından talihli bir rast- lantı sayılmıyor. Bundan bir sonraki ideolojik savaşımın, kapitalizmin komünizm üzerindeki zaferin- den sonra, tslam ve Hıristiyanhk arasında patlak vereceğini iddia eden "Economist" dergisinin Brüksel muhabiri Bob Taylor, Türkiye'nin AT uyeliği konusunda karşı- sına çıkan en büyük engelin açıkça telaf- fuz edilmediği halde din farkından kaynak- landığını söylüyor. Bu görüşü Brükset'de pek çok gözlemci paylaşıyor. Taylor gibi "Le Monde" gazetesinin muhabiri Philli- pe Le Maitre ve "Gnardian" gazetesinin muhabiri John Palmer Türkiye'nin geri ekonomisinin bir engel teşkil etmekle bir- likte tayin edici asıl engelin bu olmadığı go- rüşünde birleşiyorlar. AT çevrelerinde la- ik ve Kemalist Türkiye'ye karşı duyulan sem- patisi vurgulayan uç gazeteci de so'unun lslamdan ziyade irticadan kaynaklandığı- na işaret ediyorlar. "trtica Türk devleti ve toplumun laik ve demokratik yapısına iliş- kin soru işaretleri açmaktadır" diyor Pal- mer ve ekliyor: "Bu bakımdan din farklı- lığı sag için olduğu denli sol için de gercek bir probleme donüşmüştür." Avrupa Parlamentosu Siyasi Komite üye- lerinden; sosyalist grup temsileisi Arthur StarUey Newens da aynı nokta uzerinde du- ruyor ve "Sorun olan, din farkı ya da ts- lam degil, lslami irticadır" diyor ve şöyle devam ediyor: "Gdecefin Avrupası'nda çe- şitli dinler bir arada vaşayabilmelidir. Ol- dukça önemli bir Muslüman nüfus var za- ten artık Avrupa'da. Tabii ki Avnıpa'da- ki Muslümanbır da herkes gibi dini inanç özgürlüğune sahiptir. Ben aynca bunun raücadelesini veren bir insamm. lngiltere'- deki Türklerin haklannı savunmak için ge- reken mucadeleyi yapanm orneğin." Özellikle sol kesimler din sorununa la- iklik - demokrasi - irtica prizmasından ba- kıyorlar. LJluslar içinde bir döküm yapıl- dığı zaman da en çok lngilizlerin bu sapta- rnayı yaparken hassasiyet gösterdiği izlenı- yor. Londra'da Işçi Partisi'nden Avrupa Parlamentosu'na seçilen Anita Pollack "Türkiye'nin bir Isiam ülkeâ olması engel değil bence" diyor ve sözlerini şöyle sur- dürüyor: "Ben Londra'da lslam topluluk- lanyla çalışmaya alışığım. Kendi bölgem- de de buyük. bir tslam topluluğu var. trti- ca olmadığı surece bir engel değil bu. Ben- ce Avrupa'da Türkiye'nin karşısına çıkan en büyük engeli insan haklan ve demokra- si oluşturuyor. Türkiye'de nder oldugn be(- li değil. Olanlar bana pek nygar gelmiyor. Ülkenizde ozgür siyasi partiler, özgur se- çimler ve makul kultur standartlan sagla- nana dek Avrupa'nın parçası olamazsım/. Türkiye insan haklan konusunda bir şey yapmadıkça, bu parlamentonun sosyalist üyeleri arasında yeşil ışık yakmak için her- hangi bir siyasi irade oluşmavacaktır."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle