25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 DtZİ-RÖPORTAJ 30 EKİM 1990 Necip Celal, 1950'liyıllarda tangolannı koro çalışmasına göre düzenler, bu arada en sevdiği kulübe bir de armağan sunar Tango üstadından Fenerbahçe Marşı NEDİM ERAĞAN Ne demişler eskiler: "Aşk olmayınca meşk olmaz." Bestecilerin sevgi ve aşkları (Tabii bu Sezen Cumhur'un her programın- da, her anonsta söz ettiği aşk değil. Kişiye kişilik veren, eser verdiren ve o kişiyi eser- lerinde yaşatan aşklar bunlar) yıllarca in- sanlara güzel duygular vermiş ve bunlar ki- şilerin anılannda yıllar ötesine aktarıl- mışiar. Necip Celal'in bestelediği 11 tangosunun son üç tanesi hariç hepsi Seyyan Hanım ta- rafından plağa okunmuştur. Ülkemizde ya- yımlanan ilk Türkçe tango "Mazi"nin ilk solisti Seyyan Hanım olmustur. 1931-32 yıl- lannda. Gene 30'lu yülar içinde Miinir Nu- reddin "Aynlık" isimli tangoyu plağa ka- yıt etmiş, fakat bundan sonra tango plağı yapmamıştır. "Suna, Özleviş, Kimse Sev- gtani Bilmez, Yıllar, Günler, Bir An tçin." Mazi ve Ayrılık isimli tangolar, Necip Ce- lal'in ayn ayrı güzellikte, çok populer ol- muş tangolandır. O günleri bilen tangose- vcrlerin unutamadıklan isimlerdir bunlar. Necip Celal'in plak olarak yayımlanma- mış, sözlerini de kendisinin yazdığı son üç tangosu vardır: "Benim Şarkım", bunun notası yayımlanmıştır, kapak duzenini ka- rikatür sanatçısı Necmi Rıza Ayça yapmış- tır ve notanın üzerinde opus 14 sayısı var- dır. "Geçmiş Zaman" opus 13 sayısını ta- şır, fakat notası yayımlanmamıştır. Bu tangonun sözlerini Necip Celal, "Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer" atasözunden esinlenerek yazmıştır. "Bir hakikat anlattı ki her insan, >alnu bir kere severmiş / Andıkça o sevgiyi za- man zaman, çok ıstırap çekermiş / Sevgi coşkun sel gibi akar geçer, arar gonüllerde bir yar. / Sonra taşar herkes içer / ister genç ister ihtiyar / Geçmiş zaman olur ki hayali dhan değer / Bir an acı duyar insan belki sevmişse biraz eğer / Anlar ki geçenlerin riı- yamış hepsi meğer / Riiya olsa bile o gün- lerin hayali dhan değer." Ve son tangosu "Damla Damla" gene sozleri kendisinin, notası yayımlanmadı. Bu tangoyu beraber çahşmamıza, ondan öğ- renmeme fırsat olmadı. Necip Celal'de be- raber çahştığım bir arkadaştan notasını is- Necip Celal'in çok eski arkadaşı, matematik öğretmeni Mehmet Ali Bey, "Suna" tangosunun öyküsünü şöyle anlatmıştı: "Bir akşam İstinye'deki evlerinden Sultanahmet'e dönüyorduk. Dolmuşta arkaya iki genç kız oturdu. Birinin konuşma sesi çok güzeldi. Necip çok etkilendi. Konuşmalanndan ısminin Suna olduğunu öğrendik. Eve geldik. 'Suna' tangosunu bestelediî' Necip Celal'in plak olarak yayımlanmamış son üç tangosu daha vardır. "Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer" sözünden esinlenerek yazdığı tangonun dizeleri şöyledir: Bir hakikat anlattı ki her insan yalnız bir kere severmiş / andıkça o seygiyi zaman zaman çok ıstırap çekermiş / Sevgi coşkun sel gibi akar geçer, arar gonüllerde bir yar / Sonra taşar herkes içer /ister genç ister ihtiyar / Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer. tif üzerine tertip ve güfte: Necip Celal" diye yazar. İTÜ Televizyonu^ Necip Celal'dan bir tango/1955 tedim, Engin Ege'ye verdim, o da orkest- ra düzenlemesinı yaparak repertuara aldı. Zaman zaman tstanbul Radyosu Tango Or- kestrası'nın yayınlannda Şecaattin Tanyerü söyler. "Pınl pınl yddızlann ışıgı nur gibi inet suya / Vuslata varan >ol olur yakın / Ben- liğimi sarar niya / Meleklerin sesindeki de- va / O sesleri sen bestele diyen / Varlığımı saran sema / Neşeler zaman zaman / Bir- leşir gonülde gamla / Âlem bir nefes olur / Gozyaşlanıu saklar / Renkler şimdi ses olur / Yakınlaşır bep uzaklar / Dökulür yaşlar o an damla damla." Bu tangoyu besteledikten kısa bir süre sonra beklenmeyen hastalık onu bizden ayı- racaktı. Dikkat edilirse bu tangonun söz- lerinde beklenen sonu sezmiş, hissetmiş bir insanın duyuşları vardır. Fenerbahçe Marşı Biz gene geriye dönelim. Necip Celal'in, Hulusi Öktem'in korosunda arkadaşlarım- la tanıştıktan sonra yaptığı çalışmalan kı- saca anlatayım. 1955 yılında tanışmamız ve onun koro müziğine olan sevgisi çalışma- larının yönünu değiştirdi. Önce "Özle>iş"i, ardından "Benim Şarkım"ı, sonra "Geçmiş Zaman"ı koro için dört sese dü- zenledi. "Fenerbahçe Marşı" -ki bu marşı çok sevdiği Fenerbahçe Kulübü'ne adamıştı- o yönden ilgüenen olmadığı için bir kenarda unutuldu. Şimdi Fenerbahçe Marşı diye statlarda "Viva tspanya" paso- doblesi söyleniyor. Sanki tspanya'da "Vi- va Tiirkiye" diyorlarmış gibi, biz burada yaşa tspanya diye bağınp duruyoruz Fener- bahçe Marşı adı altında. Necip Celal'in bü- yuk bir sevgi ile bestelediği bir "Fenerbahçe Marşı" bulunduğunu kulüp idarecilerıne duyurmak isterim. Ayrıca yalnız koro için Yahya Kemal'in "Akşam Muâkisi" şiirini gene dört ses üze- rine bestelemişti: "Kadilli'de eski babçeler- de / Akşam kapanınca perde perde / Bir batıra zevki var kederde." Necip Celal, bu eserlerini seslendirmemiz için hocamız Hulusi Öktem'den izin iste- di, onun da onayını alınca önce tstanbul Radyosu'nda "On Beş Gunde Bir" isimli dinleyici karşısında vapılan ozel program- da "Benim Şarkım" tangosunu dört sesli koro ile seslendırdik. Büyuk ilgi gordü. Ar- dından radyoda on beş dakikalık bir prog- ram "Özleyiş, Benira Şarkım, Geçmiş Zaman" tangolannı gene koro ile söyledik. Bu arada ben de aradaki solo bölümlerini okuyordum. Erkek sesinde ben, kadın sesinde Neza- hat Onaner solisttik. Derken gene "On Beş Gıinde Bir" özel programında "Akşam Musikisi"ni seslendirdik... Günler bu ça- lışmalarla geçip gidiyordu. Klasik Batı mü- ziği koro parçalannı çahştığımız Hulusi Ök- tem hocamızın korosundan sonra tangolan dört sesle söylemek bizlere çok değişik gel- mişti. Belki de dünya tango literatUründe bunu ilk kez Necip Celal yapmıştı. Arjantin'de olsaydı Ben o yıllarda plaklarda böyle bir şeye rastlamamıştım. Yalnız Rum tangolarında solistler arasında iki ses çok kullanılmıştır. 1974 yılında Arjantinli besteci Mariano Mores'in tangolanm koro ile kayıt ettiği bir plak elime geçti ve hemen arşive aldım. De- mek ki bu değerli insan Necip Celal, Ar- jantin gibi tangonun ulkesinde olsaydı dun- ya çapında bir besteci olurdu. Hatta diğer tango bestecilerimiz de. O, yıllar sonra ya- püan koro ile tangoyu yıllar önce yapmıştı. Necip Celal ile ilk solo tangomu 19 Ma- yıs 1956'da kayıt edilen ve Orhan Boran'- ın sunduğu "On Beş Gunde Bir" özel prog- ramında söyledim. Bu radyo mikrofonuna ilk yalnız çıkışımdı. Üstelik dinleyici dolu bir salona karşı. "Gel" isimli tangoyu Ne- zahat Onaner ile beraber solo ve iki sesli olarak söyledik, tabii piyanoda Necip Ce- lal vardı. Kalbim, göğüs kafesimi zorluyor- du. Ben de hata yapmadan söylemek için zorladım kendımi. Bir yalnış olsa geri dön- meye olanak yoktu. Dinleyenler karşısın- da ayıp olurdu. Tango bitti, ama bende de hal kalmamıştı. Dinleyenlerden büyük bir alkış koptu. Bu, Necip Celal'e, onun müziğine hayran olanlann, onun tangolan ile yaşayanların alkışıydı. Program ertesi günün gecesi ya- yımlandı. Sinyal ve sonra anonsu şöyley- di: "Emel Gazimihal'in sesinden 'On Beş Günde Bir': Programı tertip ve idare eden: Fanık Yener. Takdim eden: Orhan Boran. Teknik kayıt ve montaj: Sabit Karamani" ve gene sinyal müziği... Ülkemizde televiz- yonun olmadığı günlerde evlerde en büyük eğlence radyo dinlemek, hele hele bu özel programlan dinlemekti. O günlerde lstanbul'dan tatile giden uzaktaki bir sevgiliyi birkaç gün sonra kar- şımda görüyordum... Radyodan tangoyu dinlemiş. "Gel seni çok ozledim / Yolunu gözledim / Gece gunduz seni bekledim..." Bir şarkı, bir tango, daha doğrusu muzik sımr ve zaman tanımıyor. Çok uzaklarda da olsanız insanları bir araya getiriyor. Bunlar ne güzel, ne temiz gençlik duygu- larıydı. Bu arada bir noktayı açıklamak isterim. "Gel" isimli tango Necip Celal'in diye bi- liniyor. Bir Fransız tangosu üzerine Necip Celal tarafından yeniden duzenlenmiş ve Türkçe söz yazılmıştır. Basılı olarak yayım- lanmış notanın üzerinde de "Eski bir mo- 1930'lu 4O'lı yıllarda tango altın döneminiyaşar, lokantalarda, salonlarda ve cafelerde dans edilmektedir Arjantîırde tango ıılusal coşkuyduözyurdu olan Arjantin'de dolaylı veya dolaysız olarak tango olayına karışmarnış sanat ve sanatçı yok gibidir. Tango, doğduğu toplumla özdeşleşmiş ve onun yazgisını paylaşmıştır. FEHMİAKGÜN Gaucholardan, Sicilyalı kanun kaçakla- rmdan, liman işçilerinden, muhabbet tellal- lanndan ve melezlerden oluşan bu aşağı kültürün baş aktörü compadre veya com- padrito denilen kabadayı tipi idi. Kendini beğenmiş, gururlu, kavgacı, kıskanç ama mert ve cesur bir erkek, bir macho. Bu kabadayı tipinin tanımına Borges'in El Compadrito adh kitabuıda da rastlan- makta. Borges, tanıdığı Nicanor Paredes adh bir kabadayıdan bu hayatın butun "rmconunu" öğrendığini yazar. Compadrito ve bir fahişe olan partneri pervasız, tahTİk edici ve heyecan verici ga- rip bir "Pas de Deux" dansı yaparlar. Bu dansın müziğinde Habanera'dan bir parca, gene Arjantin'e özgu "Milonga"dan bir par- ça ve nihayet Endülüs ve Italyan folklorun- dan bir parca mevcuttur. Müzisyenleri ise keman, flüt ve gitar ça- lan, iddiasız, rasgele toplanmış küçük top- luluklardır. Bir tarih yaratmakta oldukla- rmın bilincinde olmayan, geneüikle nota bil- meyen sıradan çalgıcılar. Bu müziğe ilkel anlamda tango demek zorundayız. Tangonun kaynaklarını değişik yerlerde arayan, hatta Afrika'ya kadar götürenler var. Arjantinli ve kozmopolit Jorge LuU Borges, tangonun kökeni ile ilgili birçok müzikoloğun teorileri hakkında -her za- manki alaycı anlatımıyla- şöyle demiştir: "Doiambaçsız olarak acıklıyonım, hepsinfaı ve benzerlerinin altına imzamı atmaya ha- anm." Kim tangonun çeşitu" kaynaklanna bir ye- nisini daha eklerse büyük yazarın da nza- suıı almış olduğuna emin olabilir. Genel ve kabul edilmiş bir kanıya göre etimolojik olarak tango sözcüğü Latincedeki tetigi- tactum-tangere'den gelmekte. Tangere söz- cüğü eski tspanyolcada tangir olarak kul- lanılmış, daha sonralan ise taner ve tocar olarak değişmiş. Tocar'ın en yaygın anlamı ise bir enstrüman çalmak. önceleri kuçük ve kapalı çevrelerin ayıp- lanan ve hoş karşılanmayan müziği olan tango -ki o günlerde aile babaları çocukla- rmabırakın dans etmeyi, müziğini mınldan- mayı bile yasaklamakta, kız çocukları sû- kağa çıkarken tangonun müstehcen sözle- rini duymasın diye kulakları pamukla tıkanmaktadır- çeşitli zorunluklarla Avru- pa'ya, özellikle Paris'e giden Arjantinli mü- zisyenlerin etkisiyle ve oradaki gece kulüp- lerinde olağanüstü bir ilgi ve beğeni görme- sinden sonradır ki Arjantin'e geri dönmuş ve bu kez seçkin tabakanın izniyle "Calle Conriente"ye (Buenos Aires'in Brodway'i) tınnanmıştır. Artık tango müziği ve müzisyenleri bir çığ gibi büyümektedir. Tango kente egemen ol- maya başlamıştır. Eduardo Arolas - Angel Viloido - Luis Roncallo - Vicente Greco .- Francisco Canaro gibi büyük ısimler orta- ya cıkar. Keman, arp ve flütten oluşan il- kel tango toplulukLarı sırasıyla gitar. ban- doneon ve piyanonun girişiyle önceleri kla- sik altılılar "iki keman, iki bandoneon, pi- yano, kontrbas", daha sonralan da tipik or- kestrayı meydana getirdiler. Tipik orkestra tango çalmak için ideal formasyondur ve 4 keman, 4 bandoneon, piyano, kontrbastan oluşur. BUENOS AIRESTE TANGO— Giiniimüz Arjantin'inden bir görüntü. Buenos Aires'te sokakta tango yapan yaşlı çift bir müziği bir nostaljinin tadını çıkarır gibidir. 1917'de kasım ayında Carlos Gardel'in Buenos Aires EsmeraMa Tiyatrosu'nda (bu- gunku adı Maipu) söylediği Mi Noche Trişte "Hüzünlii Gecem" adh tango yeni bir dö- nemin başladığını haber veriyordu. Zira tango bir tiyatroda, halk karşısında her tür- lü argo ve erotizmden uzak, gerçek anlam- da bir "şiir" olan dizelerle ilk kez söyleni- yordu. Bazı deyişlere göre tango elbise değişti- riyor ve frak giyiyordu. GardeJ için de "Tan- goyu ayaklardan dudaklara çıkaran şarkıcı" denecektı bundan boyle. Böylece romantik bir donem başladı. Adeta melankoliye va- ran bir romantlzm. Dans neredeyse unutul- maya başladL Tarihçi ve mü7»«—n Vidal'e göre: Sahnede Gardel söylerken dans etme- ye kim cesaret edebilirdi? Tâbii aynı yıla rastlayan (1917) bir de Cumparsita olayı var. Montevideolu bir Uni- versite öğrencisinin, amator bir muzisyenin bir karnaval gününde öğrenci lokaUnde eğ- lence için adını bile koymadığı ve bir marş olarak besteleyiverdiği parça. La Cumpar- sita aynı yıl Montevideo'da Arjantinli piya- nist Roberto Firpo tarafından tango olarak düzenlenerek La Giralda adh gece kulübün- de halka sunulacak, 1927'de Pascual Con- tursi ve Enrique Maroni tarafından sözleri yazılacaktır. Bestecisi Mathos Rodriguez'e büyük ün kazandıran bu tango (Para değil, zira aldı- ğı 5 altın pezoyu da hemen at yanşlannda kaybetmişti) 1920'lere doğru ona şöylece konuşabilmek olanağı da veriyordu: "Bu gece Avnıpa'da tam 8railyonkeman benim için çalıyor." Carlos Gardel ile başlayan romantizm, tangonun dans müziği olma niteliğini yıl- larca öteye atmıştır. Ama 30'lu yıllarda Bu- enos Aires'te başlayan dans salgını neredey- se ulusal bir coşku haline gelecektir. Çabuklaştırılmış, her ölçüde 4 zamanı vurgulayan sert bir ritm, stakato ve es'lerin birbirini izleyen kontrastlan orkestraların çalışına egemen olacaktır. Juan D'Arienzo ve Francisco Canaro bu dönemin gozde top- luluklarıdır. 194O'lı yıllarda tango, Arjan- tin'de altın dönemini yaşar. Tipik orkestra son şeklini almıştır. Cumartesi ve pazar günleri binlerce kişinin dans ettiği semt lo- kallerinde ve salonlarda, adım başında rast- lanan "cafe"lerde yaklaşık 10 müzisyenden kurulu 600 ila 700 arasındaki tipik orkest- ra tango çalmaktadır. Ignacio Corsini, Azu- cena Maizani ve Mercedes Simone, Liber- tad Lamarque gibi şarkıcılar, Julio de Ca- ro, Juan Carios Cobian, Di Sarli, Puglie- se, Alfredo Gobbi, Ricardo Tanturi, Hora- cio Salgan, Mariano Mores ve Anibal Tro- ilo gibi dev orkestralar hep bu verimli yıl- ların ürünüdür. Gene 1956 yılı, 1 kasım günü, tstanbul Teknik Üniversite Televizyonu deneme ya- yınlan yapıyor. tstanbul'daki ahcı sayısı ise 50 civannda. Televizyon stüdyosu, Tak- sim'deki eski Taşkışla binasında. Hani bir ara otel yapalım, yapmayahm tartışmaları sürüyordu, işte o bina. Teknik Üniversite Radyosu'nun da programlarım düzenleyen Fatih Pasiner. Rahmetli Afif Yesari de spi- kerlik ve sunuculuk yapıyor. Necip Celal, gene piyanonun başında, bir başka öğren- cisi Ferhan ismindeki bir kız arkadaşımız- la beraber tango söylüyoruz. Bazı tango- lan solo, bazılarmı da iki sesli olarak ses- lendiriyoruz. Ve bu benim ilk defa bir te- levizyon kamerası karşısına çıkışım oluyor. Çok enteresandır ve "dünya kuçüktür" dedikleri kadar varmış... 1%9 yılında ilk kez Avşa adasına gittiğimizde, kaldığımız otelin terasında bir hanımefendi, "Ben si- zi tanıyorum. siz televizyonda Necip Ceisl'- le tango söylemiştiniz" demez mi. Hanım- daki hafızaya ve dikkate ha>Tan oldum. Yıl 1956, yıl 1969. Aradan tam 13 yıl geçmiş ve tstanbul'daki alıcı sayısının 50'ye ulaş- madığı günlerden gelen bir anımsama. Necip Celal'in bütün tango ve diğer eser- lerinin notalan Beyazıt'ta, kütüphanenin arkasında, eski cadde üzerinde dükkânı bu- lunan Şamlı tskender Kudmani tarafından basılıp yayımlanmış. Bu notalan karıştırdığımda bazılannda Almanca sözler görüyorum. Ve bir kişiye adanmış bazılan. Ömeğin opus 5 "Yalov»" isimli moderato şarkısında "Yalova incisini memlekete hediye eden Büyük Gazi'ye" ya- zıh. Opus 8 "Gençlik Marşı", Milli Türk Talebe Birliği'ne. Opus 9 "Kimse Sevgimi Bilmez" isimli t tangosu Alman orkestra şefi Bardabas von ' Geczy'ye ithaf edilmiş. Bu ismi Türk mü- zikseverleri eski plaklardan çok iyi anım- sarlar. Ve tabii bu tangoda da Almanca sözler var. Başta "Özleyiş" tangosu olmak üzere bestecinin birçok tangolan Almanya ve Vi- yana'da ünlü orkestra ve solistler tarafın- dan seslendirilmiş; bunu kendisinden duy- muştum. Opus 10 "YıDar" isimli tangoya arkadaşı Fazii Sarper tarafından Fransızca söz ya- almış ve ünlü Fransız şarkıcısı Tino Ros- si'ye adanmış, Opus 11 "Günler" isimli tangosu ünlü dans orkestrası şefi Xavier Cugat'a adan- mış. Opus 12 "Bir An İçin" isimli tango- su ünlü şef'Mantovani'ye adanmış. Dedim ya çevresi çok geniş olan bir kişiliği vardı. Beyoğlu'nda Tünel'e girerken bakarsıruz orada görevli memur gelir "Merhaba Ne- cip Bey, nasılsın..." derdi, Istanbul'da, yurtiçinde ve yurtdışında onun kadar çok tanıdığı ve dostu olan insan pek az tanıdim. Tango ve lied ^_ Necip Celal, tangoda ritmin yanı sıra şar-. kı formuna, tango-lied formuna ağırlık ve- ren bir besteciydi. Aslında tango da dans müziği olmanın dışında her şeyden önce bir şarkı, bir lieddir. Genç yaşındaki ölümüne kadar çok ça- lıştı Necip Celal. Bir viyolonsel sonatı, vi- yolonsel konçertosu, -ki bunu Gaspar Cas- sado'ya adamıştı- Vasa Prihoda'ya adadı- ğı keman konçertosu, obua konçertosu yaz- dığı eserler arasındadır. Ne yazık ki bun- ları seslendirme olanağını bulamadı. Nota- lan kardeşi Prof. Belkis Özdoğan'da sanı- yorum ve bunları gün ışığına çıkarmasım diliyorum. 1957 yıhnın yaz aylannda Necip Celal'- de giderek artan kann ağnlan başladı. Son- baharda Haseki Hastanesi'nde Dr. Sedat Tavat Kliniği'ne yattı. Teşhis, karaciğer ' kanseriydi. Yapacak hiçbir şey yoktu. Ban- cosunu yanına aldı, hasta yatağında yeni yeni kompozisyonlar çıkarmaya çalışıyor- du. Müzik yapmadan, çalışmadan dura- mazdı. "Nedim, bak buradan çıkayım ne- ler yapacagız. Koro için yeni duşuncelerim var, diğer tangolanmı da koroya aranje edeceğim...." gibi hep ileriye dönük çahş- malannı düşündukçe kuvvet buluyordu. Dolmuştaki kız Sık sık hastaneye ziyaretine gidiyor, bu çok sevdiğim insandan nasıl aynlacağımı düşünüyordum. Bir gün bekleme salonun- da eski bir arkadaşı ile karşılaştım. 10 yıl sonra gördüğüm bu iyi insanı sesinden ta- nıdım. Ortaokulda yalnız bizim sınıfa der- se gelen matematik hocam Mehmet Ali Bey'di. Asıl Davutpaşa Ortaokulu'nun ho- casıydı, bize ek derse gelirdi. Çok sevmiş- tim bu insanı. Bilirsiniz, matematik dersi pek sevümez. Onun sayesinde hiç sevme- diğim bu dersi zevkle çahşıyor, en zor denk- lemlerin bile ustesinden geliyordum. "Ben" dedi, "Necip'in çok eski arkada- şıyım, bir akşam İstinye'deki evlerinden Sultanahmet'e donüvorduk. Dolmuşta ar- ka sıraya iki genç kız oturdu. Birinin ko- nuşma sesi çok guzeldi. Necip, bu sesten çok etkilendi. Ve konuşmalanndan da is- minin Suna olduğunu öğrendik. Eve geldik, pi>anoya oturdu ve 'Suna' isimli tangoyn besteledi. 'O akşam gözlerine bakarken, vunıldum sana bil ki.çok erken' sözleriyle başlayan bu tango da hiç tanımadığı ve bir daha belki biç karşılaşmayacağı bir genç kız için bes- telenmişti." Nereden nereye, 1947 yılında beni oku- tan hocama rastlayacağım, Necip Celal'in eski arkadaşı olacak ve bana "Suna" tan- gosunun öyküsünü anlatacaktı hastanenin bekleme salonunda. 29 Kasım 1957; ziyaretine gittim, yanı- na kimseyi almıyorlardı. O akşam yedek- subay okuluna kayıt olmak için Ankara'- ya hareket ettim. Ertesi sabah Ankara'da gazeteyi okuduğumda beklediğim haber vardı: "Türkçe tangolann bestekân Necip Celal Andel vefa etti..." Cenazesi çok kalabalıkmış. Bulunama- dım. Genç, güzel kadınlann çokluğu dik- kati çekmis cenazede. O zaten güzele ve gü- zelliğe âşıktı. Kötü ve kötüluk onun yamn- da barınamazdı. Henüz 50 yaşına bile var- madan yitirdiğimiz Necip Celal Andel'in cismi bugün, Topkapı'daki mezarlıkta ya- tıyor. Ruhu, bizîerle ve tangolan ile bera- ber daha vıllarca vasavacak. Yarın: Avrupa serüveni Yarın: Fehmi Ege
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle