02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 10 EKİM 1990 Anayasa MahkemesPniıı Kararı Şimdi çok ilginç bir durum çıkmıştır ortaya: Bir Meclis kararı, açıkça anayasaya aykırı olacak, Anayasa Mahkemesi böyle bir durum karşısında suskun kalacak. Karar, Türkiye'yi savaşa götürebilecek nitelikte olacak, ama Anayasa Mahkemesi böyle bir durum karşısında davayı karara bağlamayacaktır. M. İSKENDER ÖZTURANLI tzmir Barosu Avukatlarından 1961 Anayasası'nın 147/1. maddesi şöyledir: "Anayasa Mahkemesi, kamınlann ve Türkiye Bü- yük Millet Meclisi içtüzüklerinin anayasaya ay- kınlığını denetlerî' Görüldüğü gibi bu maddede, yasalann anaya- saya aykırdığından söz edilmiş olmasına karşın, anayasa değişikliklerinin denetimi hakkında her- hangi bir yargı yoktur. Doğrusu istenirse buna gerek de yoktur. Çünkü anayasalar da sonuç iti- barıyla bir yasadır. Yasalar nasü anayasaya ay- kırı olamazsa, anayasa değişiklikleri de "huku- kun genel ilkelerine, objektif hukuk normlan- na, hukukun bilinen ve bütün uygar toplumlar- da benimsenen kurallanna" aykın olamaz. Tüm uygar dünyanın benimsediği bu anlayışı, Türk Anayasa Mahkemesi de 1970'li yıllarda benim- semiş ve kararlannda yansıtmıştır. " örneğin Yüksek Mahkeme, 16 Haziran 1970 tarihinde aldığı bir kararla, "Cumhuriyetin bir sozcuk degil, bir rejim biçimi olduğunu" vurgu- lamıs, bu rejime aykın değişikliklerin "esastan incelenerek iptal edilebüeceği" sonucuna varmış- Or. Bir başka kararda da şu tümceler vardır: "Anayasa düzeninin öyle temel kurallan vardır ki bunlann çağdaş uygarhğın gereklerine aykın hukOmlere bağlanması, düzenin bütünlüğünü sarsabilir. Anayasanın devlet şekli hükmü dışın- daki hükümlerinin hiçbir kayda tabi olmadan ya- sama organınca değiştirilebilecegi sanılmamalı- dırî1 (13/4/1971 T. 41/37 saydı karar). Ne var ki 12 Mart rejimi bu kararlardan hoş- lanmamıştır. Çıkaracağı yasalann ve değiştireceği anayasa maddelerinin iptalini önlemek amacıy- la 147/1. maddeyi şöyle değiştirmiştir: "Anaya- sa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüklerinin anayasaya, anaya- sa değişikliklerinin de anayasada gösterilen şe- kil şartlanna uygunluğunu denetler!' Bu değişiklikle bir yandan anayasanın esastan incelenmesi kısıtlanmakla birlikte, öte yandan 1961 Anayasası'nda sözü edilmeyen anayasa de- ğişikliklerinin sınırlı da olsa yargısal denetimi ka- bul edilmiştir. Ama bu kez Yüksek Mahkeme, "Anayasanın başlangıç bölümüne, insan hakla- nna ve temel ilkelere aykın olan değişikliklerin, 9. maddedeki "Cumhuriyetin değişmezliği ve de- ğiştirilmesinin teklif edilmezliği" kuralma ters düşeceği gerekçesiyle böyle bir düzenlemenin "şe- kil bakımmdan iptal edilebileği" yargısına var- mıştır 05/4/1975). Bu karann gerekçesinde şun- lar yazılıdır: "Türkiye Devleti'nin dayandığı il- keleri, insan haklannı ve başlangıç maddesinde belirlenen milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak anayasaca tanımlanan ni- teüklerini başkalaştırmayı öngören bir anayasa değişikliğinin teklif edilmesi, sözü geçen yasak karşısında olanaksızdır. 9. maddede yer alan ya- sak kuralı, bir şekil şartıdır. Diğer şekil şartları arasında bu yasak açısından da anayasaya uygun- luk denetimi gereklidir!' Aynca bu kararda, "Cumhuriyetin bir devlet sistemi olduğu, cum- huriyet sözcüğünün degil cumhuriyet rejiminin güvence altına alınmak istendiği" görüşü yine- lenmiştir. İzin degil, yetki Bilindiği gjbi 1971 değişikliğiyle Anayasa Mah- kemesi'nin yetkileri kısıtlanmış, Yüksek Mahke- me siyasal iktidann bunu yapabileceğini çeşitli kararlanyla onaylamıştır. Ama yine de 1975'lerde "biçim yönünden esastan incelenebileceği" gibi sözcüklerle, denetim olanağını bir dereceye ka- dar elinde tutmak istemiştir. Anayasa Mahkeme- si'nin bu çok yumuşak yorumu bile siyasal ikti- dann hışmına ugramış, bu arahk kapı 1982 Ana- yasası ile kapatılmak istenmiştir. Bu kez anaya- sa değişikliklerinin "yalnız şekil şartı bakımın- dan denetlenebileceği" >r argısı yinelendikten son- ra, şekil şartı da aynntılı biçimde şöyle saptan- rruştır: "Kanunlann şekil bakımmdan denetlen- mesi, son oylamanın çoğunlukla yapılıp yapıl- madığı, anayasa değişikliklerinde ise teklif ve oy- lama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülmeyece- ği şartina uyulup uyulmadığı hususlan ile sınır- lıdırf' (M. 148) Bu durum karşısında Anayasa Mahkemesi, ki- mi zaman dinamik yorumlarla bu baskıcı tutu- mun karşısında yer almış, kimi zaman da •siya- sal iktidann hukuk dışı kararlanna boyun eğrniş- tir. Körfez bunalımı nedeniyle gündeme gelen son karar, bu boyun eğişin ilginç bir örneğidir. TBMM'nin 108 sayıh karan ile "süratli ve dina- mik bir politika izlenrnesine yardımcı olmak amacıyla lüzum, hudut ve şümulü hükümetçe takdir olunacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetle- ri'nin yabancı ülkelere gönderilmesine ve yabana silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasma" ana- yasanın 92. maddesi uyannca Bakanlar Kurulu- na izin verilmiştir. Aslında bu bir izin değil, yet- kidir. Bu yetki de 92. maddeye göre Türkiye Bü- yük Millet Meclisi'ne aittir. Madde çok açıktır. Bu yetki başka bir organa devredilemez. Ama ne var ki Yüksek Mahkeme, 148. maddede Meclis kararlanndan söz edilmediği gerekçesiyle dava- ya bakmakta kendisini yetkili görmemiştir. Ger- çekten bu maddede "yasalann, yasa gücünde ka- rarnamelerin, TBMM içtüzüklerinin denetimi ya- zılıdır da Meclis kararlan hakkında bir yargı yok- tur. Şimdi çok ilginç bir durum çıkmıştır ortaya: Bir Meclis karan, açıkça anayasaya aykın ola- cak, Anayasa Mahkemesi böyle bir durum kar- şısında suskun kalacak. Karar, Türkiye'yi sava- şa götürebilecek nitelikte olacak, ama Anayasa Mahkemesi böyle bir durum karşısında davayı karara bağlamayacaktır. TBMM'ye ait bir yet- ki, sının ve kapsamı belirtilmeden Bakanlar Ku- rulu'na devredilecek, bu karar yargısal denetim- den geçmeyecektir. Hukuk kurallanna da man- tık kurallanna da aykm değil midir bu? Anayasa Mahkemesi öncelikle 1970'li yıllann kararlannı göz ardı etmiştir. Sonra da "yasada açık bir yargı yoksa yargıc, örf ve âdete, örf ve âdet yoksa kendisi yasa koyucu olsaydı nasıl bir düzenleme getirecekse ona göre karar vermek ve kararlannda bilimsel içtihatlardan, yargı karar- lanndan yararlanmak zorundadır" yolundaki Yurttaslar Yasası'nın 1. Maddesini de yok say- mıştır. Aynca 1970'lerin kararlan bilimsel içti- hat olarak kabul edilmemiş, bu suretle ortada bir hukuk boşluğu yaratılmıştır. Bugüne değin siyasal iktidar, nasıl 1982 yılın- dan beri Meclis içtüzüğünün yapılmaması söz- de nedeniyle yasa gücündeki kararnamelerin Meclis'te görüşülmesini engellediyse, bundan böyle yargısal denetimden kaçmak için her tür- lü işlemini Meclis karanna bağlama yoluna baş- vurmayacak mıdır? 1970'li yıllarda nasıl, yasa- lann iptal edileceği endişesiyle yasalarla yapıla- cak şeyler anayasa degişiklikleriyle yapıldıysa, 1980'lerde nasıl, önce yasalar çıkanlıp bu yasa- lann anayasa ile çelişmesi durumunda anayasa maddesi yünlrlükten kaldınldıysa, şimdi de Mec- lis kararlanyla yargısal denetimin dışına çıkılmak istenmeyecek midir? Böyle bir yolun açılması karşısında Anayasa Mahkemesi'nin yapacağı bir şey kalmış mıdır? Bütün bu sorunlar, Yüksek Mahkeme'nin önüne gelen bir davaya bakmama- sından doğmuştur. Bu karar ile Anayasa Mah- kemesi kendisini bağlamış, manevra yeteneğini bir noktada durdurmuştur. Sonuç Bu arada unutulmuştur ki anayasalar, yargıç- lanmızın dinamik ve çağdaş yonimlanyla ayak- ta durur, canlılık ve süreklilik kazarurlar. Tersi durumda, yasamalan ve yasatılmalan olanaksız- dır. Çok ilginçtir ki Amerika'da, Yüksek Mahke- me'nin yasalann anayasaya aykınhğını denetle- me yetkisi yoktu. Ama sonradan bazı olaylar kar- şısında, yasalarda hiçbir değişiklik yapümadığı halde, Yüksek Mahkeme, kendi kararlanyla bu yetkiyi elde etti. Hiç kimse de böyle bir davranı- şı yadırgamadı. Çünkü çağ değişmiş, yasalann yargısal denetimi hukukun genel ilkelerinden sa- yıünıştı. Ne yazık ki bizdeki durum, bunun tam tersidir. Karann tartışılması sırasında ortaya atılan Anayasa Mahkemesi'nin "siyasal değerlendirme- ler yapamayacağı, böyle bir dunımun Yüksek Mahkeme'yi siyasal tartısmalann ortasına çeke- ceği ve yıpratacağY' biçimindeki görüşler, bilim- sel olmadığı gibi tutarh da değildir. Çünkü Ana- yasa Mahkemesi'ne, politik etkinliklerin bir so- nucu olan yasalan denetleme yetkisi verüdiğine göre politik alana girme izni de verilmiş demek- tir. Aym zamanda anayasa yargısının bir siyasal niteliği de vardır. Anayasa Mahkemesi, ele aldı- ğı konular bakımından, yargısal görev yapan "si- yasal bir organ"dır. ARADA BİR DOĞAN KUBAN ÎTÜÖğretim Üyesi İTÜ Yağması Borsacılar Maçka Kışlası'nı işgal etmek istemişler ve rek- tör, hocaları üniversrteyi savunmak için evlerinde aramış! "Pa- ris Borsası Sorbonne'u işgal etti!" ya da "New York Borsası Columbia'yı ele geçirdi!" diye bir gazete manşeti düşündüm. Doğrusu düşünülebilir mi? Burası nasd bir ülke oldu? Tophane'de otomobillerinin arkasında "Hisse senedi alı- nır ve satılır" yazılı sokak borsası simsarları, çaycılar, lahma- cuncular ve simitçilerin Maçka Parkı'na yayılıp yol ve kaldt- rımları işgal ettiğini gözümde canlandırdım. Akademik kıya- fetlerini giymiş ögretim üyelerinin rektör seçtikleri, uluslara- rası konferanslann yapıldığı ve konserierin verildiği üniver- sitenin en büyük amfisinin yerle bir edilip içine havada uçu- şan kâğıt parçaları ile bağırıp çağıran adamların yerleştiğini düşöndüm. Teknik Üniversite'ye reva görülen böyle bir dav- ranışın ortaya çtktığı bir ülkede yaşamanın bütün ezikliğini duydum. • ' Türkiye'nin en eski bilim kurumunu boylesine aciz ve hay- siyet kıncı bir şekilde bir apartmandan kiracı çıkarır gibi çı- karmayı düşünen, üstelik bir de işgal için adam gönderen bir düşüncenin bütün ülkenin geleceğini kararttığına inan- dım; cehalet, kapkaççılık, kabadayılık ve paraya tapma... Duygusallık ve yakınmak bu sorunları kuşkusuz cözemez. Olayların nedenlerini de irdelemek gerek. Dolmabahçe ve Maçka arasında her gün biraz daha kırpı- lan 2 numaralı Yeşil Park çevresindeki İTÜ arazi ve yapıları- nı ele geçirmek bir vurgun komplosudur. Taşkışla ile başla- yıp Maçka'ya uzanan ve Gümüşsuyu için otel projeleri hayal edilen bir süreci izliyoruz. Taşkışla için önerilen işlevler için- de Merkez Komutanlığı (çok eskiden), Adliye, Teknoloji Mü- zesi, Modern Sanatlar Müzesi, otel ve borsa vardı. Anlaşı- lan üniversite dışında her şey olabilıyor. 1773'te kurulan bir bilim kurumunun tarihi konumunu, eğitimdeki yerinı anlama- yanlar, yüksekoğretimi ilkokul ya da ortaokul gibi düşünen- ler, kent topraklannı ve yapılannı para getıren oyun makine- leri gibi kullanmak isteyenler böyle senaryolar yaratıyorlar. Böyle bir karar alırken, üniversite saygınlığından vazgectik; "Borsa burada olur mu?" diye düşünülmediği de ortada. Maçka bir konut, konaklama ve okul bölgesi. Bir hisse se- nedi kumarhanesinin burada ne işi var? Ama "alınır ve satı- lır"ın egemen olduğu bir ortamda Dolmabahçe Sarayı da akla gelebilirdi! Böyle bir işlev özgülemesi (tahsisi) Maliye'nin işi değildir. Bir kent planlaması sorunudur. Mülk sahibi istediği için ca- minin yanına meyhane açılıyor mu? Borsa saygın bir kurum olmak istiyorsa plancılarla birlikte kendine kent içinde uygun bir yer bulmalı, boş bukjuğu yere saldırmamalıdır. Bu bir ge- cekonducu tavrıdır. Fakat bütün bu ilkel davranışlar ötesinde gelecek için fe- laketler hazıriayan çarpık imajlar, bilinçsiz düşmanlıklar, il- kel tepkiler ve artık her adımda bir şamar gibi yüzümüze çar- pan bir hoyrat kültürsüzlük var. Çarpık imaj, borsa ile üniversiteyi aym düzlemde düşüne- bilen kafalardan kaynaklanıyor. Taşkışla ve Maçka olayları ül- kede yükseköğretimin prestijinin düştüğü düzeyin gösterge- sidir. Yoksa uygar bir ülkede çok eski bir öğretim kurumu- nun kplerinde binlerce öğrenci okuyan yapılarına bir çatı ona- rımı yapmamak, içeride ders okunurken pencerelerine söz- de otel yapmak için iskele kurmak gibi olayları rüyada bile görmek zordur. Yükseköğretimin içine düştüğü durum, poli- tikacı ve hükümetlerin gücünü çoktan aşmıştır. Bir kez hare- kete geçmiş, ağır ve ilkel bir çark gitgide ivmesini arttırıyor ve onu denediklerini sananlan da birlikte döndürüyor. Bunun neden olduğu görüntüler ise bir mahalle dramı düzeyinde hamasi demeçler, Maçka'ya saidırı, sorumsuz ya da "Profe- sörlerle borsacılar karşı karşıya!" türünden gazete haberle- ri... Kuşkusuz bunlar karştsında ağzından sular akan "kurun- u vusta cemiyetleri" de var. Bilinçsiz düşmanlık kırdan kente akanların okumuş ve kent- li allerjisidir. Bu davranış, okumuş kırsal kökenlilerde de ola- biiir. Çünkü kente gocenierde henüz yaşayan bir kentli ve oku- muş idantitesi var. Kentleşemeyenler ve kendilerine okuma olanağı verilmeyenler de kentliyi dize getirmekten memnun- luk duyuyorlar. Bunu otobüslerde kendilerine yer verılmeyen yaşlı kadınlara sorarsanız anlatıriar. Saygısızlık ve hoyratlık, bir "kültürsüzlük göstergesi"dir. Teknik üniversiteye karşı bilinçli bir düşmanlık söz konusu olmayabilir. Fakat her şeyi dümdüz yapan bilinçsizlik daha az tehlikeli değildir. Çünkü büyük bir eğ'rtim kurumunun pres- tiji ile oynar ve eğitim programını allak bullak etmeyi göze alırken olayı bir arsa alışverişi gibi algilayabiliyorlar. Bu tu- tum, yukarıda sözünü ettiğim cahil toplumun okumuşa kar- şı tepkisinin karar düzeneklerine (mekanizmalarına) yansı- masıdır. Bunun kışkırtıcılığını da çıkar grupları yapmaktadır. Bu davranışların tümü kentlere serilmiş bir cehalet örtü- sünün altında yeşeriyor. Yoksa, ikiyüzyıllık bir üniversite, dev- letin başında kendi mezunları varken böyle durumlara dü- şer, polemik konusu olur. Sınıflarımn camını hocaların ara- larında topladıkları paralarla onarır mı? Maçka Kışlası'nın, Taşkışla'nın ve İTÜ'nün, kentiçi kampus- larının dummunu bir kez daha vurgulayalım: Dünyanın bü- (Arkan 21. Sayfada) Dış Politika, Stratejik Onem... Türkiye'nin bölgede Araplar içi anlaşmazlıklara karışmayan bir siyaset gütmesi, devletimizin ana ilkelerinden biri olmuştur. Bölgedeki çekişmelerin dışında kalmak, geleneksel çizginin korunması, askeri hareketlerden uzak durmakla mümkün olabilir. Bu yaklaşım ürkeklik değildir. Asıl ürkeklik, önemim azalıyor diye başkalannın saidırı politikalanna atlama tahtası olmaktır. Doç. Dr. RAUF HAZNEDAR Türkiye'nin cumhurivet'ten sonraki önem- li dış politika ilkelerinden biri de komşulany- la iyi geçinme olmuştur. Bu iyi geçinme, bir- birinin egemtnlik ve toprak bütünlüğüne saygılı olmak kaydını mutlaka içerir. Bu sağ- landığı durumda da ulusal çıkarlarını gö- zeterek banşı korumak ana amaçtır. Bunun sonucu olarak cumhuriyetin kurulmasından sonra yıllar süren savaşlann, düşmanlıklann, olumsuz propagandalann getirdiği dezavan- tajlara karşın Türkiye, tüm komşularıyla iyi ilişkiler, hatta dostluklar geliştirmiştir. Türk- Sovyet saldırmazhk paktı, Sadabad Paktı ve Balkan Antantı bu durumun güzel örnekle- ridir. Türkiye savaştan yana olmayan, serin- kanlı, güvenilir politikası ile de İkinci DUn- ya Savaşı yıkımının dışında kalabilmiştir. Ba- ğımsızlık savaşımızı kazandıktan sonra bu- güne değin anlaşmalardan doğan hakkımı- zı kullandığımız Kıbns çıkarması dışında, hiçbir silahlı çatışmaya girmeyişimiz de böl- gede güven ve saygınlık yaratan bir öğedir. 1950-60 dönemi gibi bazı dönemlerde gele- neksel çizgiden sapıldığı da olmamış değildir. Bu dönemin olumsuz izlerini silmek için 1960'lardan sonra çok çaba harcanması ge- rekmiştir. Son yıllarda dış politikada giderek belirginleşen bir çizgi değişikliği gözlenmek- tedir. Değişen ortam ve bu ortamı etkileyen şartlar, doğal olarak uygulamada düzeltme- leri gerektirebilir. Ama komşularımızla iliş- mıza koşut olarak Türkiye'nin öneminin azaldığı kaygısma kapılmışlardır. Bunun so- nucu olarak NATO'nun öteden beri istediği, Irak'ın Kuveyt'e saldınsı ile gerçekleşmiş, Türkiye'nin Ortadoğu'da Batı çıkarları için ön planda rol almaya itildiği bir ortam doğ- muştur. Oysa, Türkiye'nin coğrafi konumu belli- dir. Bir ülkenin stratejik öneminde coğrafya- dan başka dünya siyasal-ekonomik yapı ve dengelerinin rolü olduğu da bir gerçektir. Bu iki etmenin bileşkesinde oluşan stratejik öne- min gerçekleşmesi ise hiç şüphesiz o ülkenin bu önemi algılaması ve izlediği politika ile mümkün olur. İkinci Dünya Savaşı ve 1974 Kıbns krizi döneminde Türkiye, stratejik önemini doğru değerlendirmiş ve kullanmış- tır. insan haklarına saygılı, ekonomik yön- den güçlü, laik ve demokratik Türkiye Cum- huriyeti, geleneksel dış politika çizgisini iz- lemekle, stratejik önemini korumuş ve artür- mış olur. Stratejik önem, bu önemi ortaya çı- karan dengeleri bir yana bırakarak yıllardır izlenen banşçı ve tutarh politikaların zıddı uygulanarak kazamlmaz, kaybedilir. Tür- kiye, stratejik önemini, Körfez'de tüm ağjrh- ğını barışçı çözümlerden yana koyarak gös- terebilir. kileri daha geriye götürebüecek bir tutumu BariŞI kOİaylaştinna takınmak için de yeterli neden yoktur. K ö r f e z ^ a ! , ™ ^ Türkiye'nin Birleşmiş Sovyetler Birliği'ndeki yeniden yapılanma politikası ile başlayan ve Yalta ile kurulan tüm Avrupa düzeninde değişikliklere yol açan gelişmeler, bazı kafalarda Türkiye'nin Avrupa'da ve N ATO'daki yeri ve rolü hakkın- da önemli soru işaretleri doğoıasma yol aç- mıştır. Türkiye'yi yönetenler de yandaşları- Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı ekono- mik yapunmlara katılması doğaldır. Ama Irak'a karşı askeri hareketlere katılmak, üs- lerin kullanımına izin vermek ülkemizin ya- ranna değildir. Bu tür bir tufum, Türkiye'nin 70 yüda oluşturduğu saygınkğına ve güveni- lirliğine önemli darbe vuracaktır. Türkiye, Irak'la coğrafyası gereği komşudur. Bu kom- şuluğu banşı kolaylaştınr koşullarda sürdür- mek Türkiye'nin yarannadır. Bir askeri giri- şimde üslerin kullanıhnasına izin vermek Türkiye'nin bölgedeki görüntüsonü uzun dö- nemde yalnız Irak nezdinde değil tüm Orta- doğu'da bozacakür. Kaldı ki Türkiye, bu şe- kilde Batı'da ileri karakol imajmı kuvvetlen- dirmiş olur. Hem Ortadoğu'da güvenilirliği yitmiş bir Türkiye'nin Avrupa ile Ortadoğu arasında köprü olması nasıl gerçekleşecek- tir? öte yandan Ortadoğu'daki anlajmazlıklar bugünden yanna bitecek değildir. Savaşlann, anlaşmazlıklann ve kayganlığın benzeri bu- lunmadığı bu bölgede her an yeni sorunlar çıkmakta, yeni dengeleT oluşmaktadır. Tür- kiye'nin bölgede Araplar için anlaşmazlıklara kanşmayan bir siyaset gütmesi, devletimizin ana ilkelerinden biri ounuştur. Bölgedeki çe- kişmelerin dışında kalmak, geleneksel çizgi- nin korunması, askeri hareketlerden uzak durmakla mümkün olabilir. Bu yaklaşım ür- keklik değildir. Asıl ürkeklik, önemim aza- lıyor diye başkalarının saldın politikalanna atlama tahtası olmaktır. Son gelişmeler, böl- gede yeni bir güvenlik sistemi arayışı ve Tür- kiye'nin de buna katılmasıyla ilgilidir. Türki- ye, monarşik yönetimlerin değişme olasılığı- nın güçlü olduğu geleceğin Ortadoğusu'nda kendisini çekişme ve düşmanlıklann içine çe- kecek Bağdat Paktı benzeri örgütlenmelere katılamaz. "Arap>"anmadasındayayümave petrol rezervlerine el konulma durumunda Türkiye ne yapar" sorusunun yamtı ise böl- gede şimdiden nükleer, kimyasal ve biyolo- jik silahlanmaya karşı politikalar üretmek olabilir. Bir ülkenin stratejik değeri o ülkenin hak ve çıkarlannı koruyabilmesiyle de ilgilidir. Türkiye'nin stratejik önemi, Ege'de, Kıbns'ta haklarına sahip çıkma ve savunması oranın- da korunmuşye arttınlmış olur. Uluslararası hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan askeri hare- ketlere katılmak ya da destek vermek ise Türkiye'nin stratejik öneminin yanlış değer- lendirildiğini gösterir. Hesabımıa yaparken kendi gözlüğümüzü kullanmalıyız. Başkala- nnın gücüne dayalı politikalann nasıl düş kı- nkhğı yarattığının örnekleriyle doludur ta- rih. PENCERE 20'nci Yüzyıla 9 Kala... Çehov, bir toprak kölesinin torunu. Babası Pol Egoroviç, hem aşırı sofu hem acımasız. Daha beş yaşına bile basma- yan Anton Çehov'u 'eğitmek için' dövmeye başlıyor. Yönte- mini savunmak için karısına diyor ki: —Ben böyle yetiştim, görüyorsun hiç de boşa gitmemiş Kadıncağız ne yapsın, susuyor. Çehov Ilerde olayı içi ya- narak anlatacak: —Büyük babamızı efendisi döverdi; herhangi bir görevli çe- nesini darmadağın edebilirdi. Babamızı büyük babamız dö- verdi; bizi de babamız. Neler geçmedi ki bize onlardan, ne sinirier, ne huylar. (Çehov, Henri Troyat, Ada Yayınları). Toprak kölesinin torunu elbet ata mirasının ağırlığını sır- tında taşıyacak. Yine de Çehov okumak olanaklarını bulu- yor; Taganrog Lisesi'ni bitiriyor, doktor oluyor; ama yazarlık gözeneklerine işlemiş, yazmaktan kendisini alamıyor. Anton 1860'ta doğmuş. Demek ki 19'uncu Yüzyılın orta- sında dayak Rusya'da eğitim aracıdır. Aradan 150 yıl geçme- sine karşın bugün Türkiye'de dayak her yanda geçerli. "Ai- le babası" karısını, kızını, oğlunu döver. En etkili eğitim aracı dayak... • Clnlü bir yazar olduktan sonra Anton Çehov, Batıyı gezme fırsatını buluyor. 1891'de Paris'tedir. "Uygariığm ocağı"nöa ilk izlenimler düş kıncı sayılabilir. Çe- hov, kerrtin sokaklarında dolaşırken, kendisini birden coşku- iu bir işçi gösterisinin içinde bulur. 1 Mayıs'tır. Polis, yazarı- mızın Rusya'da pek ünlü Çehov olduğunu ne bilsin, gösteri- ci sanır, tartaklar, hırpalar. Çehov başına gelenlere aldırmaz, ertesi günü parlamentoda tartışmalı bir oturumu izlemek fır- satını da bulur. Konu 1 Mayıs. Çünkü gösterilerde askerler işçilere silahlartnı doğrultmuşlar. Ateş!.. Dokuz ölü, altmış yaralı. İçişleri Bakanı bu nedenle Mecliste sorguya çekilir, ağır eleştiriler altında kalır, saldırılara hedef olur. Toprak kölesi- nin torunu, oturumu izledikçe şaşırır. Nasıl oluyor da halkın temsilcileri hükümetin canına okuyabiliyor? Rusya'da böyle bir şey düşünülemez. 1891'in 1 Mayıs'ı Paris'te olaylı ve kanlı yaşanmış. Aradan yüzyıl geçti. 1 Mayıs'lar Türkiye'de nasıl yaşanıyor? Taksirr^ de Kazancı Yokuşu'nda kaç kişi canını yitirmişti? "Kanlı Pazar" belleklerde tazedir. 1990'ın 1 Mayısı'nda polisin açtı- ğı ateşle yaralanan öğrenci Gülay yatalak kalmadı mı? • • 1891'in Parisi'nde Çehov'un gözlemleri çok ilginç. Yazarı mız başkentin caddelerinde, meydanlarında, sokaklarında, kahvelerinde, restoranlarında dolaşırken üniformalı kişilerin azlığına şaşınyor. Oysa Rusya'da böyle midir? Adım başına bir asker, bir subay... Çehov'un alışmadığı bir görüntü... 12 Eylül Türkiyesi 1990'a ulaştı. Ülkemizde, gelen yaban- cıları şaşırtan görüntülerden birisi de adım başına bir üni- formalıya rastlamaları değil mi? • Çehov, 1891 yılında çıktığı Avrupa gezisinde Paris'ten ön- ce Viyana'ya uğruyor. "imparatorluğun başkentinde mağaza- lar insanı en çılgın rüyalara çağırıyorlarf' İnanılmayacak şey!.. "Silindir şapkalı fayton sürücüleri müşteri beklerken gazete okuyoıiar. Her sokakîa birkitapçı dükkânı var!' Çehov, 20 Mart 1891 günlü mektubunda kızkardeşi Maria'ya yazıyor: "İnsanı şaşırtan şu: Burada insan her şeyi okuyabiliyor ve serbestçe konuşabiliyor" Çehov'un mcktubu 19'uncu yüzyılda; ama, 20'inci yüzyı- la 9 kala yazılmış. Aradan 99 yıl geçti... 21'inci yüzyıla 10 var. Türkiye'de insan her şeyi okuyamıyor, serbestçe konuşa- mıyor, cezaevteri fikir suçlularıyla dolu; başına açılan dava- ların sayısı gün geçtikce artıyor. > • • * ' ' İnsanlığın tarihsel gelişmesi karanlıktan aydınlığa doğru bir açılıştır. Türkiye, 'aydıhlanma' sürecinin sancılarını çeki- yor, acılarını yaşıyor; ama bu yolda yaya kaldık. Doğrusu in- sanın ağrına gidiyor; bu karanlıkta "çağ atladık" diyenler yok mu, ülkemize en büyük kötülüğü onlar yapıyorlar. VEFAT Merhum Cahit Tahtakılıç'ın eşi, Nesibe Howard, Halime Sekendiz ve Altuğ Tahtakılıç'ın sevgili anneleri, Bill Howard, Lesley Tahtakıhç ve Metin Sekendiz'in kıymeth" kayınvalideleri, Emrah, Uğur, Gökçe, Zehra ve Şan'ın büyükanneleri, DÜRRÜSAF TAHTAKILIÇ hakkm rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi bugün Kandilli Camii'nde kıhnacak öğle namazından sonra Kandilli Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. Tann rahmetini esirgemesin. AtLESİ DÜŞUNÜYORUM ÖYLEYSE VURUN tlhan Selçuk 19. bası 5000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğtu-tstanbul Ödemeii gönderilmcz. TÜRHYE SERBESTMpspECİMAIİMÖ^Vİm VEYEMÎNUMALİMÜŞAVÎRLER ODALAMBİRLİĞİ 15 -16 Eylül 19901. Olagan Genel Kunılumuzda, seçilenYönetimKunılu Üyelerimizi gerek telefon ve telgrafla gerekse bizzat kutlayan, bideri bu onurlu göreve layıkgören tüm meslekdaşlanmıza, odayöneticilerimize ve dostlanmıza teşekküreder, bubirlikve bütünlügümüzün sürekli olmasını dileriz. Yönetim Kuruiu Adına Başkan Yeminli Mali Müşavir Prof. Dr. Kamil BÜYÜKMtRZA ÜOÇ.BAHRİYEÜÇOK ANISIYAŞAITLACAK KAVGASISÜRDÜRÜLECEKTİR Demokrasi güçleri bir yiğit neferini daha hain bir pusuda yitirdi. Doç. BAHRİYE ÜÇOK laiklik karşıtı gerici güçlerce hunharca katledildi. Laikliğe karşı yapılan her saldırının özünde demokrasimize, işçi, sınıfımıza ve emekçi halkımıza yönelik olduğu bilinciyle, bu saldmyı ve gerici güçlere bu ortamı hazırlayıp sunanları nefretle kınıyoruz. Üçok'lar yaşatılacak, savaşımları büyük bir inanç ve kararhlıkla sürdürülecektir. BELEDtYE-lŞ, DERt-lŞ, PETROL-İŞ, GENEL MADEN-ÎŞ, T. MADEN-tŞ, BASÎSEN, BASS, KRİSTAL-ÎŞ, IİKAT-tŞ, TGS, HAVA-İŞ, BASIN-tŞ, TÜMTİS, OTOMOBİL-İŞ, SELÜLOZ-tŞ, T. HARB-İŞ, TARIM-tŞ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle