Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/6 DİZt-RÖPORTAJ 17 OCAK 1990
Çocuklar, serum bağlanamadığı için ölüyor; analar doktorlara, doktorlaryere bakıyor
'Ölüm doğuran analar'a alışmak
Güneydoğu'dan
Sağlık Notları
GÜNDÜZ İMŞİR
CENGİZ PEKSOY
- 3 -
Ilçe merkezindeki 2 nolu sağlık ocağı, vaktiyle dev-
let hastanesi işlevini yürütüyormuş.. Bugün burası sağ-
lık ocağı olarak hizmet veriyor. Ocağın sorumlu görev-
lisi 10 yıllık pratisyen hekinı Mehmet Gümiiş...
Sayın Gümüş, kaymakamlığı arayarak bize yardım-
cı olup olamayacağını öğrenmek istiyor. Bekliyoruz.
Gerekli yanıt ahndıktan sonra, "Buyunın" diyor, "is-
tediğiniz nedir?" Amacımızı açıklıyoruz. "Valla Sağ
lık Bakaniığı'nın açıklamış oldugu gibi, ki sanınm di-
ger ocaklarda da durum aynıdır, ocağımız malzeme ve
tıbbi hizmet yöniinden eksiksizdir". Bu açıklama bi-
raz olsun rahatlatıyor bizi. Hiç değilse ilçe merkezin-
deki sağlık ocağı halka eksiksiz bir hizmet sunabiliyor-
du. Gerçi polikliniğin günluk hasta ortalamasının 100
kişiyi bulduğunu öğrendiğimizde biraz şaşırdık, ama
olabilirdı elbette; saat henüz 10.30'u gösteriyordu ve
hastalann büyük çoğunluğu 08.00'den beri muayene
edilip reçeteleri yazılmıştı ve Sayın Gümüş bizlerle ko-
nuşacak zamanı yaratabilmışti; niye olmasın? Burada
her şey tüm uygunluğuyla yolundaydı. Bu durumda
ocağı gezmek, fotoğraflamak ve kutlamalarımızı sun-
mak da bizlere düşüyordu. Tam bu sırada telefon çal-
dı. Bekledik. Sayın Gümüş, kaymakam beyle görüşü-
yordu: "Sayın Kaymakamım" diyordu, "bu 'tarama'
işi için tam 100 bin adet teksir kâgıdına ihtiyacımız var.
Evet efendim; bakanlık matbu formlar için gerekli kâ-
gıdın bizler tarafından bulunmasını isteraiş. Efendim
bcn 100 bin adet kâğıdı nereden bulayım? Anlıyorum
saygılar sunanra. Vs."..Mehmet Gumüş'e yeri gelmiş-
ken sağlık taramasıyla ilgilı bir iki soru yöneltmek is-
tedik. Sağlık taraması kapsamında kaç adet köy, öğ-
renci ve yurttaş bulunuyordu? Hazırlıklan neydi? Ne
kadan tamamlanmıştı? Bu röportajın yapıldığı günlerde
taramanın başlanmasına üç gün kaldığına göre eğer var-
sa, sorunlar büyük olçüde giderilmişti herhalde...
"Birtakım sorunlanmız var tabii" diye başladı Gu-
raüş, "örneğin Nizip ilçesinde (köydekilerie biriikte) 25
bin ögrenci var. Bu ögrencilere birer adet diş macunu
ile diş fırçası verilmesi zoruniu tutulmuştur. Yaptıgı-
mız ortalama hesaplara göre bir adet macun ve fırça
4 bin liraya mal oluyor. 25 bin ögrenci için 100 milyon
Kalkmmada oncelikli illerin sağlık ocağı durumu (1989 sonu itibarıyla)
PUNLANAN
İL »1 01 KÖY TİP< T0PUM
1. ÖNC. İLLER
FML
A1 D1 KÖY TİPİ TOPLAM
02 AOıyaman
04 Ağn
12 Bingöl
13 Bitlıs
21 Diyarbakır
29 Gumüstıane
30 Hakkân
36Kars
47 Mardın
49Muş
56 Siirt
62 Tuncelı
65 Van
Topiam
2. ÖNC. İUER
05 Amasya
08 Artvın
18 Çankırı
19 Çorum
23 Elazığ
24 Erzincan
25 Erzurum
37 Kastamonu
44 Malatya
46 K.Maraş
57 Sinop
58 Sıvas
60 Tokat
63 Ş.Urfa
66 Yozgat
Topiam
Gertel topiam
4
2
2
1
8
1
0
3
3
0
3
1
1
29
2
1
2
4
7
3
8
2
8
4
1
6
6
3
4
61
90
4
3
2
2
11
4
1
9
6
2
6
5
4
59
3
6
9
8
4
4
8
11
2
5
3
9
5
9
4
89
148
26
27
15
17
36
14
16
61
44
24
25
13
30
348
27
23
22
43
26
27
63
37
39
50
26
61
42
39
51
575
923
34
32
19
20
55
19
17
73
53
26
34
19
35
436
32
30
32
55
37
34
79
50
49
59
30
76
53
50
59
725
1161
2
2
1
1
5
0
0
3
3
0
3
1
1
22
2
1
2
2
4
2
5
1
8
4
1
3
6
3
4
48
70
4
3
2
1
10
4
1
9
5
0
6
5
4
54
3
6
9
8
5
4
9
11
2
3
3
9
5
8
4
97
141
23
27
14
12
35
13
9
61
44
20
23
13
24
318
27
23
21
43
25
26
60
37
37
49
26
54
40
38
51
557
875
29
32
17
14
50
17
10
73
52
20
32
19
29
394
27
30
31
49
33
32
72
49
46
56
29
64
51
49
50
669
1063
Sağlık hizmetlerinin verildigi bastane onünde, yerde çocuğunun altını degiştiren bir ana.
A1 tipi saihk ocaftı: II merkezlerı ve büyük ilçeterde planlanır. 30 bin-50 bin nülusa hızmet eder.
D1 tipi sağlık ocağı: llce merkezlennde planlanır ve 10 bin-30 bin nüfusa hizmet eder.
Köy tipi sağlık ocağı: Köylerüe planlanır ve 5 bm-10 bin nüfusa hizmet eder.
\
lira gerekiyor. Bu para henüz saglanamadı, ama kay-
makamımız Tancan Arpak Bey bugün ilçe ileri gelen-
leriyle (yeni zengin kişilerimizdir bunlar) toplanarak ba-
ğış toplayacak... Gerekli ballerde ilaç dağıtabilmek için
halktan kuilanmadıgı ilaçlan toplnyoruz. (Toplanan
ilaçlann makam masasının yanında duran mukavva ku-
tudakiler olup olmadığını merak ediyoruz.) "Evet,
ama... Zaten ilaç verilecek hasta ögrenci sayısının
1000'i geçmeyecegtni tahmin ediyoruz." Ama nasıl
olur, sırf parazitli çocuk sayısının 15 binli sayılara ulaş-
tığıru köylerde yapmış olduğumuz araştırmalardan öğ-
renmiştik biz... "Olabilir tabii" diyor M.Gümüş, "ama
bu öğrencilerin tiimıi de yoksul ailelerden gelmiyor
ki..."
Ocağı gezmek için kalkıyoruz. Göreceğimiz düzen
kuşkusuz bu gergin havayı yumuşatacaktır. Ama ilk gir-
diğimiz yer, kapısının üstünde "aşı odası" yazüı 1 m'ye
1.5 m'lik bir odacıktı. Kullanılmış enjektörler, kulla-
nılmış pamuklar aşı gereçlerinin yaru sıra, tezgâhın üs-
tünde karman çorman duruyorlardı. "Oda"nın bak-
terilerden geçilmediğini görmek için mikroskop duyar-
lığında gözlere sahip olmaya gerek olmadığını söyledi-
ğimizde: "Korkmayın, onlar da ögle tatiiine çıknuşlar-
dır şimdi" diye espri yaptı Mehmet Bey. Daha sonra
sorumlusu olduğu bu yerden gururlandığıru gösteren
bir ifadeyle gözlerini rutubetten yeşermiş tavan ve du-
varlarda gezdirerek, "Beyler," dedi, "devletimizin ola-
naklan bu, ne yapalım?"
Gaziantep'te başlatılan, bir iki gün sonra da Nizip
ve çevresinde sürdürulecek olan sağlık taramasına rast-
lamamız bir şanstı. Süresi bir yıla indirilen mecburi hiz-
metin bütünüyle kaldınlacağı yetkililer tarafından acık-
lanırken, koca tıp ordusunun bu yasadan ne şekilde et-
kilendiğini, hizmet vermeye çalıştıkları sağlık ocakla-
nrun durumunu yerinde izlemekti amaanuz. Bakın genç
doktorumuz AH Osman Bagdaya meslek yaşamının ba-
şında nasıl etkilenmiş bu yasadan:
"Doktorumuzun Salkım Köyü'ne geiişinin birinci ya
da ikinci günüydü. Gece geç vakit apar topar bir ço-
cuk getirdiler. Aşın su kaybından parşömen gibi bu-
ruşmuş bir çocuk. Çocuğa serum bağlamak gerekiyor-
du.
'Hadi oğlum sıradan bir olay bu' diye kendi ken-
dini yüreklendirdi Dr. Buğdaycı. Ama ecza dolabında
işine yarayabilecek hiçbir şey yoktu. Nizip Devlet Has-
tanesi 10, Gaziantep 30 km. uzagındaydı. Çocuğu
götürün' dedi. 'Götüremeyiz' diye yanıt verdi çocnğun
babası. 'Sen bir şeyler yapsan doktor bey* diye konuş-
tu çocugnn o ana kadar sessiz kalan anası. Nasıl anla-
tacaksın hiçbir şey yapamayacağını? Anlatamayacak-
sın. 'Sıradan olay' dedigin şeyin su kaybı degil, serum
bağlanamadığı için doğan ölümler olduğunu anlayacak-
sın. 'Ölüm doğuran analar' öfkeli öfkeli bakacaklar sa-
na, ya alışacaksın ya alışamayacaksın..."
SORECEK
IsveçlisovyetologAnders Aslund: Sovyetolog
SSCB'de toprak reformu
çok sınırlı tutuldu— 2 —
—Monarşistlerin gücii nedir?
ASLUND — Belirsiz. Ancak ağırlıklı bir
grup değil. SSCB'deki ilginç olgulardan biri,
Çar ailesi yanlılarıyla Stalinistlcrin bütün li-
beral eğilimlere karşı ortak tavıı alması. Her
iki grup da ülkeyi diş dünyadan koparmak,
soyutlamak istiyor, Her iki grubu üç dergi çev-
resinde biriikte görmek mumkün. Getrç Mu-
hafız, Moskova ve Çağdaş Dostlar adlı
dergilerdv kimin Stalinist, kimin çarist oldu-
ğunu ayırt etmek hayli zor. Birbirleriyle de hiç-
bir polemiğe girnıiyorlar.
—Bir de "Büyük Rusya" düşüncesini işle-
yen Paınyat örgütü var. Faşist bir örgüt mü
bu?
ASLUND — Milliyetçi ve anti-Semitist bir
örgüt. Ancak düşünceleri çok karışık. Onları
faşist olmaktan çok NeoNazı diye nitelemek
isterim. Çunkü korporatizmden çok ırkçılık-
lan ağır basıyor.
—Sayın Aslund, SSCB ekonomisindeki
çökmenin önü alınamıyor. Sizce şu anda en
ciddi ve en belirleyici sorun nedir?
ASLUND — Çok büyük bir bunalım ya-
şaruyor, evet. Ana sorun, ücretlerin fiyatlar-
dan daha fazla serbest bırakılmasından
kaynaklanıyor. Bu yüzden de arz ve talep ara-
sındaki uçurum hızla genişlemekte. Mal akı-
şı gittikçe yavaşlıyor. Üretimde de aydan aya
belirgin bir durulma var. Bu durumu Polon-
ya'da 1980-82 arasında yasanan bunahmla
karşılaştırmak mumkun. Siyasi perspektifler
farklı, ancak ekonomik durum aynı. Öyle tah-
min ediyorum-ki, SSCB'de milli geür iki yıl-
lık bir dönem içinde yûzde 20 dolayında düşüş
gösterecek. Polonya'da mılli geür 1980-82 ara-
sında yuzde 22 oranında düşmüştü. SSCB büt-
çesinde acık, 1989da GSMH'nin yuzde 13ünü
oluşturdu. Dolar karaborsası 1988-89 arasın-
da üçe katlandı. Mal darlığında da son iki yıl-
da önceki yıllara kıyasla çok ciddi artışlar var.
Bütun bu sorunların çozümu için öncelikle ve
özellikle fîyatların serbest bırakılması gereki-
yor.
Zam korkusu
—Öyleyse neden bırakmıyorlar?
ASLUND — Demokrasiye geçişin yaşan-
makta olduğu bu aşamada fıyatlan arttırmak
Sovyet hükümeti tarafmdan bir "siyasi
intihar" olarak görülüyor. Yönetim et fiyat-
larına ülke çapında 1962'de zam getirme ka-
rarı aldığında işçi ayaklanmaları ve grevler
yaşanmış, kanh çatışmalar olmuştu Novoye-
kask ve Karaganda gibi şehirlerde ordu bir-
likleri halkı katletmişti.
—Benzeri bir durumdan korkuluyor.
ASLUND — Evet.
—Peki bu tutumu ne kadar sürdürebilecek-
lcr?
ASLUND — Fiyatları yükseltmedikleri sü-
rece ekonomik durum kötüleşmeye devam
edecek. Bunalım, fıyatlan yükseltmenin siyasi
koşulları doğuncaya kadar sürecek. Bunda ge-
ciktikleri sürece, yasanan sıkıntının dozu da
artacak.
nomik reformlar için bürokrasiyi kırmak zo-
rundalar. Demokrasiye geçişi surdürmek için
de fiyatları arttıramıyorlar. Oysa bu, ekono-
mik reformlann önkoşulu. Ekonomik reform-
lar, piyasa güçlerinin rolünü arttıracak. Bu da
piyasanın dengelenmesini gerektiriyor. Piya-
sanın dengelenmesi için de benim tahminle-
rime gore yüzde 40 oranında zam yapmalan
şart. Bu da hiçbir hükümetin altından kalka-
bileceği bir şey değil.
Reforma direnç
—Peki, kırsal kesimde başlatılan reformlar
ne durumda? Tarım kooperatifleri, ailelerin
devletten loprak kiralaması.. gibi uygulama-
lar şu ana kadar verimli bir sonuç verdi mi?
ASLUND — Toprak reforrnu şu ana kadar
çok sınırlı tutuldu. Bunun nedeni siyasi. Bir
kere, yönetim içinde, aile temelli tarım sektö-
rünün gelişmesine şiddetle karşı olan bir klik
var. Politbüro içindeki tarım sorumlusu İgor
Ligaçev bu eğilimin başını çekiyor. İkincisi,
parti mekanizmasının büyük bir kesimi tarım
sektörüne istihdam edilmiş durumda. Sanayi
sektörüne değil, çünkü o sektör fazla tekno-
lojik bilgi gerektiriyor. Tarım sektöründeki
planlamaıun parti mekanizmas: tarafından
yürütülecek kadar "kolay" oiduğuna inanılı-
yor.
Şu anda Halk Temsildleri
Mecüsi'nde 1/5 oranmda
temsil edilen Sovyet
'toprak ağaları', yani
kolhozvesolhoz
yöneticileri, topraklarm
ailelere kiralanmasma
karşı. Çünkü hem toprak
kaybedecekler hem de
bugüne kadar
sürdürdükleri verimsiz
üretim ortaya çıkacak.
Bir de, şu anda Halk Temsilcileri Meclisi'n-
de 1/5 oranında te.nsil edilen Sovyet "toprak
ağalan" sınıfının, yani kolhoz ve solhaz yö-
neticilerinin tutumunu belirleyici bir faktör
olarak bu söylediklerime eklemek gerekiyor.
Bu sınıf, topraklarm ailelere kiralanmasma
karşı; çünkü hem toprak kaybetmiş olacak-
lar, hem de bugüne kadar sürdürdükleri ve-
rimsiz üretim ortaya çıkacak. Işte sorunun
siyasi nedeni bu. Gorbaçov konuyu dinamik
bir şekilde Şubat 1986'dan beri kamuoyu
önünde işledi, ancak küçük çaplı sonLçlar elde
edebildi.
—Peki, devlet sektöründe uvgulamaya ko-
nulan yeniden yapılanma kararlan ne durum-
da? 15 milvonu aşkın insan yeni işlere se>k
edilmevi kabul edecek gibi görünüyor mu?
ASLLND — Bu, büyük bir sorun. SSCB,
sanayileşme ve şehirleşme sürecini tamamla-
dıktan sonra ekonomisini yeniden yapılandır-
madı. EUerinde yığmla çağdışı fabrika var.
—Yani, bir çeşit kısır döngü yijşanmak- —1950'lerden kalma fabrikalar mı bunlar?
ta
- ASLUND — Hayır, daha çok 1930'lardan
ASLUND — Evet, bürokrasiyi kırmak için kalma. Bu fabrikaların kapatılması gerekiyor, ^~"~""~~
demokratikleşmeye ihtiyaçlan var. Çünkü eko- ancak ülkede iflas ya da işyeri kapatma me- D İ T T l
kanizması yok. Ana sorun olarak görünen iş-
sizlik sorunu, aslında işgücundeki fazlalıktan
kaynaklanıyor. Özellikle Orta Asya'da ve Kaf-
kasya'nın belirli kesimlerinde, örneğin Azer-
baycan'da önemli bir işgücü fazlası var.
—Ne kadar?
ASLUND — Son bilgilere göre 6-7 milyon
dolayında. Bu, SSCB topiam işgücünün yüz-
de 4'ü demek. Buna, istihdam ediien, ancak
tümüyle verimsiz olduğu için ekonomiye hiç-
bir katkısı olmayan yuzde 8'lik işgücünü de
eklemek gerekiyor. Verimsiz sektörlerdeki bu
kişileri 'silkelemek' zorundalar.
Çünku ülkede aslında büyük bir işgücü açı-
ğı gozleniyor. Hizmet sektörünün gelişme dü-
zeyi çok düşük, bu sektördeki fiyat ve ücretler
çok yüksek. Yani bu, özel girişimlere geniş öl-
çude olanaklar tanıyan kârlı bir iş alanı. Özet-
lersek, sorun, özellikle Muslümanlar arasında
yasanan işsizlikten ve verimsiz şirketlerdeki iş-
gücu fazlasından doğuyor.
—Savunma sanayündeki tıkanmanın nedeni
neydi? Know-how eksikligi mi?
ASLUND — Nedeni hem nitel hem de ni-
cel... CIA'nın doğru olduğunu sandığım iddi-
alarına gore Sovyetler'in savunma giderleri
1977'den bu yana her yıl yüzde 3 birimlik ar-'
tış gösterdi. Eğer söz konusu dönem içinde
milli gelir aynı kaldıysa, savunma sektörünün
milli ^elirdeki payı büyük bir artış göstermiş
demektir. Tahminime göre, bu oran şu anda
yüzde 25 dolayırida! Ve ABD ile silahlanma
varışında bu da yeterli olmadı. Afganistan dı-
şında ülke hiçbir savaşa da katılmadı. Yani
kaynaklar boşu boşuna o kanala akıtıldı.
Bu aşamada SSCB'nin yönetici kadrosu
şöyle düşündü: ABD'nin bize saldırması kendi
çıkarlarına aykın, o halde zaten kazanama-
yacağımız bir yarışta dev kaynaklan neden
çarçur edelim? Savunmada güvenlik çok da-
ha düşük bir düzeyde de sağlanabilirdi. Bu-
radan yola çıkarak, Reagan'ın or
ta menzilli
roketleri Avrupa'ya yerleştirmesinin hem Gor-
baçov'u hem de yaşanmakta olan silahsızlan-
mayı yarattığını öne sürmek mümkün.
Know-how konusuna gelince: Bürokrasi her
sektorde olduğu gibi savunma sektöründe de
geçerliydi. Bütün taze ve yaratıcı düşünceleri
içinde eritti. Gençlere hiçbir fırsat tanınma-
dı. Eıneklilık çağları gelip geçtiği halde hâlâ
koltuklannda oturan 80'lik ihtiyarlar hem çev-
relerıni gençlerle doldurmaktan kaçtılar, hem
de yeni profesörlerin atanmasınm yolunu tı-
kadılar. Atananların yaşı hep geçmişti.
—Reagan'ın orta menzilli roketlerinin Gor-
baçov "u 'yarattığı' şeklindeki savınız çok il-
ginç. Bunu biraz daha açar mısınız?
ASLUND — Reagan'ın 80'lerdeki roket yer-
leştirme kararıyla, eski Başkan Carter'ın
70'Ierin sonundaki tutumunu kıyaslayalım.
Caner, anımsarsaruz, banş hareketinin nöt-
ron bombasına karşı protestolanna boyun eğ-
miş, bu da SSCB'nin silahlanma yarışım
sürdürmesine ve Afganistan'a girmesine yol
açmıştı. Carter'ın bu işgaldeki sorumluluğu-
nu teslim etmek zorundayız. Oysa Reagan'ın
kararlı silahlanma politikası, sonunda, silah-
sızlanmanın hız kazandığı bir süreci berabe-
rinde getirdi. SSCB de boylece teknolojik
açıdan ne kadar geri kalmış olduğunun bilin-
cine vardı. Bu perspektiften bakarsak, ulus-
lararası barış hareketinin nötron bombasını
protesto ederek SSCB'deki reform hareketle-
rini geciktirdiğini de savlayabiliriz. Bugünkü
barış ve özgurlük süreci onlara rağmen baş-
lamıştır!
MİSSURİ ÜNİVERSİTESİ RAPORU
*
K. Ozal: Iddialar gerçek dışıHaber Merkezi — Eski MSP
Milletvekili ve eski bakanlardan
Korkut Özal, Faysal Finans Kuru-
mu ile herhangi bir ilişkisinin ol-
madığını, tarikatlann devlete sız-
masında rol oynadıği şeklindeki
iddianın da gerçek dışı olduğunu
söyledi. Missuri Üniversitesi'nin
bir raporuna dayanarak gazete-
mizde 4 ocak günü yayımlanan
"Tarikatlar devlete sızdı" başlık-
lı haberle ilgili bir açıklama gön-
deren Korkut özal, haberde belir-
tilen birçok iddiayı yanıtlarken,
"Şahsım ve şerefle taşıdığım aile
ismini zedeleyici bu yayını düzelt-
mek ve açıklıga kavuşturmak" is-
tediğini belirtti. Korkut özal'ın
açıklaması aynen şöyle:
"4 Ocak 1990 tarih ve 23481 sa-
yılı Cumhuriyet Gazetesi'nde,
"Tarikatlar devlete sızdı" başlığj
altında ve adımdan da bahsedile-
rek bir yazı yayımlanmış bulunu-
yor.
Üzülerek ifade edeyim ki, bu
yazıda öne sürülen iddialann;
— Bir kısmımn gerçeklerle hiç-
bir alakası yoktur.
— Geri kalanlan ise ya yanlış-
tır ya saptırılmış gerçeklerdir ve-
yahut manası herkese göre deği-
şebilen birtakım subjektif kavram
kargaşalandır.
Şahsım ve şerefle taşıdığım ai-
le ismini zedeleyici bu yayınm dü-
zeltilmesi veya açıklıga kavuştu-
rulmasında bana yardımcı olaca-
ğınıza inaruyorum.
1. Bu yazıdaki ifadeler sadece
şahsımla ilgili iken, "Özal ailesi"
deyimi kullanılarak, iddia ve suç-
lamalar zımmen de olsa; konu ile
hiçbir ilgisi olmayan diğer "Özal"
lara teşmil edilmektedir. Bu ifade-
nin "Korkut Özal" olarak düzel-
tilmesi gerekir.
2. Korkut Özal olarak yazınız-
1
da şahsıma yöneltilmiş gerçek dı-
i şı beyan ve yakıştırmalann başlı-
; caları şunlardır:
a) Faysal Finans kuruluşu ile
herhangi bir ilişkim veya baglan-
tım olduğu iddiası gerçek dışıdır.
b) Aynı şekilde Fen-Jş Holding
veya Topbaş ailesi ile yazıda belir-
tildiği manada bir sermaye veya iş
ilişkim olduğu hususu da gerçek
dışıdır.
c) Suudi veya Arap sermayesi ile
ilişkim olduğu beyanlan da gerçek
dışıdır.
d) Özal aile gruplarının 1 mil-
yar US Dolara yaklaşan varlığı ol-
duğu iddiası da gerçek dışıdır. Bu
raporu yazarun ya sayı saymayı ya
da doların ne olduğunu pek bil-
mediği anlaşılmaktadır.
e) Suudi sermayesinin vakıflar
yolu ile Türk eğitim sistemine ka-
nalize edilmesinde başrolü oyna-
dığım iddiası da gerçek dışıdır.
f) Topbaş, Kalaycıoğlu, Teymur
ve Kalyoncu ailelerinin İslami fi-
nans kurumları ile ilişkisinin be-
nim aracılığım ile kurulduğu hu-
susu da gerçek dışıdır.
g) Tarikatlann devlete sızmasm-
da rol aldığım şeklindeki iddia da
gerçek dışıdır. Boylesine saçma bir
iddiayı yapanın ya ruhen hasta ya
da art nıyetli olması gerekir.
3. Yazıdaki yanlışbklar ve sap-
tınlmış gerçekler şunlardır:
a) Yazıda özal ailesinin malı
inüsçesine gösterilen ÖZBA Şirke-
ti'ndeki (ve buna bağlı ÖZBA
Nakliyat ve Petrotrans Şirketleri)
hissem 1/3 civanndadır. Petrol
naklıyatı ve depolaması gibi işler
ise benim hissedar olmadığım baş-
ka bir firmaca yapılmaktadır.
b) ISPA Şirketi ortaklığından
ise yıllarca önce aynlmış bulun-
maktayım.
c) özgün Lastik Şirketi diye bir
şirket bilmemekteyim.
d) ÖZYA Smai Ürünleri Şirke-
ti diye bir şirket bilmemekteyim.
e) Just Ticaret AŞ diye bir ku-
ruluş tanunamaktayım.
f) Just Yatınm Şirketi diye de
bir kuruluş tanımamaktayım.
g) ÖZBA Vakfı özal ailesine ait
bir vakıf değildir.
h) tslam Kalkınma Bankası ile
Özal ailesinin herhangi bir ortak-
lık veya sermaye ilişkisi bulunma-
maktadır.
i) Al Baraka Türk Şirketi'nde-
ki hissem ise 10 milyon TL olup
bu şirket sermayesinin binde biri-
dir.
j) Aynı şekilde Akabe Şirketi'n-
deki hissem 5 milyon TL olup
şirket sermayesinin yüzde dördü-
dür.
k) Özal ailesi ile hiçbir alakası
olmayan ve şahsen üyesi olduğum
tlim Yayma Cemiyeti'nde ise son
17 yıldır herhangi bir görevim ol-
mamıştır.
4. Yazıdaki yanlış takdim ve/ve-
ya gerçeğe uymayan tarifler de
şunlardır:
a) tslam Kalkınma Bankası'nı
(tKB) yazıdaki ifade üe "diğer Su-
udi destekli tslam finans grupla-
n"nın kurduğu ve kontrol ettiği
iddiası gerçekle alakasız, belki de
maksatlı, bir saptırmadır. İKB,
aynen Dünya Bankası gibi, 45 dev-
letin resmen kurduklan uluslara-
rası bir kalkınma bankasıdır.
Türkiye bu kuruluşa 1974 yılında
Sayın Ecevit'in Başbakan ve Sayın
Deniz Baykal'ın Maliye Bakanı ol-
duğu dönemde tam üye ve ortak
olmuştur. Bankanın Türkiye'deki
muhatabı ise Türk Hükümeti ve
onun kanalı ile gelen özel sektör-
dür. 1989 yüı sonuna kadar, Islara
Kalkınma Bankası, Türkiye'ye
topiam 700 milyon US Dolann üs-
tünde bir mali destek sağlanuş bu-
lunmaktadır
b) îslam Kalkınma Bankası'na
Türkiye'de özel ayncalıkla vergi
muafiyeti tarundıgı iddiası da yan-
lıştır. Türkiye Hükümeti, kendisi-
nin üye olduğu bütün uluslarara-
sı kuruluşlara hiçbir ayncalık gö-
zetmeden, benzer muafiyetleri ta-
nımıştır. Îslam Kalkmma Banka-
sı'na Türkiye'ce tanınmış olan bu
muafiyet, bankamn faaliyet gös-
terdigi diğer bütün üye ülkelerce
de aynen tanınmış bulunmaktadır.
c) İSEDAK ise, gene 45 devle-
tın üye oldukları ve Îslam ulkele-
rinin sosyal ve ekonomik kalkm-
malanna hizmet amacı ile 1984 yı-
lında Rabat'ta devlet başkanları
seviyesinde akdedilen bir toplan-
tıda kurulan beynelmilel bir kal-
kınma kuruluşu olup ilk başkan-
lığı 5.seneyi aşan bir süre, o tarih-
lerde Türkiye Cumhurbaşkanı
olan Sayın Evren'ce deruhde edil-
miştir. Yazınızda bu kuruluşun
RABITA tarafından finanse edil-
diği iddia edihnektedir ki, boyle-
sine bir iddia yapabilmek için ya
bu meselelerin tam cahili olmak
veyahut birtakım insan ve çevre-
lerin beyinlerini şartlandırma gi-
bi bir art niyetle hareket etmek ge-
rekir. ISEDAK'ın bütün toplanü-
larının finansmam başkanlığı de-
ruhde eden Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti'nce sağlanmıştır.
5. En nihayet yazıda "kavram
kargaşası" diyebileceğim ve isa-
betli olarak kullanılmadığı takdir-
de pek çok yanlış anlama ve uy-
gulamalara yol açacak belirsizlik-
ler vardır. Bunlar arasında tarikat,
Arap sermayesi, irtica, devlete sız-
ma, takiy^e, nakşibendi aile şirke-
ti, Suudi sermayesinin öngördüğu
dünya düzeni, vakıflar yolu ile
Türk eğitim sistemine kanalize
edilme, başrolu oynama, tarikatın
güçlü sermaye kaynaklan ve siyasi
aktörlerle ızdivacı, devleti ele ge-
çirme stratejisi, laikliğe saldm vs.
vs. gibi manaları ve kapsamlan
kullanan insana ve maksadına gö-
re büyük ölçüde değişen kavram
ve ifadeler, bazı kişi ve kuruluş-
ları suçlu gösterme amacı ile kul-
lanılmıştır. Bu kavramlann ne ka-
dar subjektif oiduğuna bir misal
olarak "laik" kelimesini alabili-
rim. Laik kelimesinin bugüne ka-
dar açık ve herkesin üzerinde itti-
fak edebileceği bir tarifinin (bel-
ki de kasıtlı olarak) yapılamamış
olmasından dolayı aynı kelimeyi
bazı kimseler "din özgürlüğu, dev-
letin dine, dinin devlete karışma-
ması" anlamında kullanırken,
başkaları ise bunun "dinsizlik,
devletin dini kontrol altında tut-
ması, dini inançlann uygulama ve
yaşanmasına devletin sınırlamalar
koyması, hatta bazı dini uygula-
malara devletçe müsaade edilme-
mesi" manası ile kullanmaktadır-
lar.
Aynı şekilde çok kimsenin Îs-
lam veya Müslümanlık diye bil-
diklerini başkaları ise irtica diye
damgalayabilmektedirler. Bunun
neticesi olarak toplumumuzda bu
gibi konularda yapılan tartışma ve
suçlamalar genellikle körler döğü-
şü ve sağırlar diyaloğu manzarası
arzetmektedir. Bu bakımdan fark-
h kimselerce birbirine zıt manalar-
da kullanılabilen boylesine soyut
kavram ve ibareler yerine, somut,
elle tutulur ve gözle görulür vakı-
alar ele alınarak konulara eğilin-
mesi ve eğer bir suçlama söz ko-
nusu ise, somut ve bilinen vakıa-
lara dayatılması gerekir. Aksi tak-
dirde böyle delilsiz ve ispatsız suç-
layıcı yazıları yazanlar birtakım
insanlara ya bilmeyerek ya da ka-
sıtlı olarak çamur atma durumu-
na düşerler. O insanlar da şeref ve
haysiyetlerini korumak için mah-
kemelere başvurmaya mecbur ka-
lırlar ve Türkiye'de de hâkimler
vardır. Yer müsaade etmediği için,
ancak bu kadar yazabiliyorum.
Inanın şahsıma karşı yapılage-
len haksız suçlamalara şu yukarı-
daki yazdığım cevaplan hazırlar-
ken kendimı "bir deli bir kuyuya
taş atmış kırk akıUı çıkaramamış"
durumunda hissettim. Benim ya-
rarlı hizmetlerle dolu olduğu, bi-
len herkesçe ifade edilen bir ma-
zim, herkesin saygı duyduğu bir is-
mim ve alınterim ve bilgi ile kur-
duğum başanlı bir iş hayatıın var-
dı. Ne var ki kardeşim Sayın Tur-
gut Özal'm politikaya girdiği 1983
yüı seçimlerinden bu yana, hasbd-
kader sırf Turgut Özal'm kardeşi j
olmam nedeni ile benzer çamur -
atmalara sürekli olarak muhatap
oldum.
Bunlara daima iyi niyetle açık-
lamalar yaptım. Hesabını vereme-
yeceğim hiçbir hareketim olmadı-
ğını defalarca kamuoyuna arz ve
ifade ettim. Gazetenizin 8 Şubat I
1987 tarihli nüshasında Sayın Fü- •
sun Özbilgen ile yaptığım soyleşi,
bu gayretlerimin sadece bir tane-
sidir.
Ne yazık ki bütun bu iyi niyetli
açıklama ve gerçeği belirtme ça-
balarıma rağmen aynı haksız ve
bir bakıma kasıtlı yayınlar devam
edegeldi. Bazı çevreler hiçbir su-
çu olmadığı halde bazı insanlan
bu şekil yayınlarla kamuoyundâ
suçlu olarak karalamak ve boyle-
ce tescil ettirmek görevini yüklen-
miş gibi görünmektedirler. Bir ba-
kıma "beyin yıkama" ve "beyin
şartlandırma" denilebilecek bu gi-
bi uygulamalarla insanlanmız ger-
çek dışı birtakım "önyargılar"a
saplandırılmaktadır. Bu önyargı-
ların sebep olduğu pek çok fela-
ket ve tarifi imkânsız zulum yakın
tarihimizin aa hatıralandır.
Bu gibi saplantılı önyargılann
neticesi suçsuz insanlar idam seh-
palarına kadar gitmiş, gene bu gi-
bi çarpıtılmış yargılann etkisi ile
suçlanmalan daha ilk iddianame-
yi inceleyen hâkimce mumkün gö-
rülmeyen ve sonunda beraat ile
neticelenen davalarda pek çok in-
san uzun yıllar tutuklama ve ana-
yasal özgürlüklerinin kısıtlanma-
sı gibi davranışlara maruz kalmış-
lardır.
Bir kamu hizmet aracı olarak
basının özgürlüğu hepimizin sa-
vunduğu önemli bir haktır. Ama
herhalde basın, bu özgürlüğün
suçsuz insanlara zulüm yapılma-
sı yönünde kullanıhnasına araç ol-
mamalıdır. Basının görevi bilakis,
bunu yapanlara karşı hak ve ha-
kikatı müdafaa etmektir.
Bana karşı bu raporla yapılmak
istenen haksızlık ve zulmü önle-
mek benim hakkım olduğu kadar
sizin de vazifeniz olmalıdır.
Bu yazıya esas teşkil ettiği be-
lirtilen ve ne maksatla, nerede, ki-
min tarafından hazırlanıp yayım-
landığı yeterli derecede belirli ol-
mayan (sadece yazarımn isrni ve-
rilen) raporun içindeki hususlar
yukanda aynntıh olarak açıkladı- t
ğım üzere yıllardır temcit pilavı gi- ••'
bi yazıla yazıla bayatlamış ve ço-
ğu ya yalan ya yanlış ya da belir-
siz kavramlann kargaşası olan id-
dialardır.
Sayın \Vashington muhabiriniz
araalığı üe bu raporun, naşirini ve
nerede yayımlandığmı bana bildir-
me lütfunda bulunursanız bu ra-
por ve yayınlayariları hakkında
yaptıklan gerçek dışı suçlamalar
için Amerikan kanunlarına göre
dava açma karanndayım.
Bu açıklamamı aynen yayımla-
yarak şahsıma, şerefle taşıdığım
ismıme ve itibarıma verilmış olan
zararın, hiç olmazsa devamını ön-
lemeye yardımcı olacaksınız.
Korkut özaL"