25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ağır makineli tüfekler ve Irak’tan bir görüntü... obüsler ile donatılmaya başladılar. Balonlar artık keşif için daha fazla yer tutmaktaydı ve muharebe keşiflerinde iki boyutlu komuta haritasına üç boyutlu görüşten kaliteli bilgi sağlıyordu. Çakmaklı tüfeklerin yerlerini alan yivli tüfekler ise askerlere daha hızlı ve etkin yaylım ateş sağlıyordu. Trenler sayesinde lojistik hatları kuvvetlenmişti ve böylece kıtaların içlerine ulaşım eskisine göre daha rahat ve güvenli bir şekilde ulaşılabiliyordu. İşte bu teknolojik yükselme, kolonilerdeki muharebelerde asimetriyi de beraberinde getirdi. Bu sayede sayıları oldukça fazla olan yerel halktan oluşan sömürge karşıtı isyancılar, sömürge güçlerinin görece çok daha az sayıdaki birliklerinin üstün ateşgücünün verimli kullanımı karşısında eriyip gidiyorlardı. Sömürgeci güçlerin kayıpları ise istisna olan bazı savaşların haricinde son derece düşük oluyordu. Bu asimetri modern ile klasik savaş düşüncelerinin karşı karşıya gelmesiyle oluşmuştur. İsyancı yerel halklardan oluşan ordular da genellikle barutlu silahlar kullanıyorlardı. Ancak barutlu silahlar üzerine kurulu taktik formasyonlara hâkim değildiler. Genellikle Ortaçağ’dan kalma inanç savaşlarındaki fanatik saldırı özelliğine sahiptiler. Birçok yerde hala süvariler ağırlıktaydı. Bu da onlara üstün ateşgücü karşısında çok kayıplı yenilgiden başka bir şey getirmiyordu. Saldırı sırasında yaylım ateş, top ateşi ve ağır makineli tüfek ateşi karşısında adeta eriyorlar, düşmanın ön saflarına bile zorlukla ulaşabiliyorlardı. Sömürge savaşlarında sıklıkla gözlenen bir başka özellik sömürgelerden toplanan devşirme askerlerin yoğunlukla kullanılmış olmasıdır. Etnik farklılıkların, maddi çıkarların ya da maceraperestliğin kendileri için yarattıkları avantajlardan yararlanan Avrupa güçleri, ordularına çok sayıda lejyoner kazandırmışlardır. Bunlardan en ünlüleri olan Zuhaflar, Fransız Ordusu’ndaki Cezayirli devşirmeler olarak başarılı çarpışmalar verirlerken, bunlar koloni savaşlarının haricinde Kırım Savaşı’na ve Amerikan İç Savaşı’na da katılmışlardır. İngiliz Ordusu’ndaki Gurkhalar ise Nepal ile Kuzey Hindistan arasındaki bölgede yaşayan bir etnik topluluk olup İngiliz Ordusu’nda savaşmayı bir onur olarak görmekteydiler. Bunların haricinde Fransız Ordusu’ndaki Faslılar ve Senegalliler, İngiliz Ordusu’ndaki Hintliler ve Mısırlılar gibi farklı milletlerden gelen birliklere de rastlanıyordu. ABD, Belçika, Hollanda, Almanya, İtalya ve Rusya gibi diğer güçler de bu sisteme yabancı değillerdi. Böylece nüfusun hızla artmaya başladığı Avrupa’da orduya katılım sınırlanırken, sanayi devrimiyle birlikte gelişen istihdam için daha fazla işçi gücü kazanılıyordu. Öte yandan kolonilerdeki dini, mezhepsel ve etnik bölünmüşlükten yararlanılarak yerel halk birbirine kırdırılmış oluyordu. Bunun yarattığı toplumsal kan davaları bugün bile sürmektedir. Sömürge savaşlarının yoğunlaştığı 19. yüzyıl, Napolyon Savaşları sonrasında ideolojik hareketlenmenin yaşandığı Avrupa’da iki güç arasındaki savaşların seyreldiği bir dönem olmuştur. Yani Avrupa devletleri Alman ve İtalyan birliklerinin kurulması savaşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşları ve 187071 AlmanFransız Savaşı haricinde C S TRATEJİ 15 Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarının çoğu batılı güçlerin sömürgeleri olmuştu. Her ne kadar Napolyon Savaşları Osmanlı reformları için zaman kazandırmışsa da ardından gelen Mehmet Ali Paşa İsyanı ile başlayan Mısır’ın Osmanlı’ya karşı güçlenmesi bu süreci tersine çevirmişti. Özellikle 19. yüzyıl boyunca stratejik düşünceye bağlı diplomasinin geliştiği devlet anlayışı, Osmanlı’nın yıkılmasına karşı sürekli geciktirici politikaların üretilmesine olanak veriyordu. Savunma politikası da mecbur kalındığında kenar kuşakların gözden çıkartılması üzerine oturmuştu. Böyle bir durumda dış politika devreye giriyor, kenar kuşaklar başka bir güçlere devredilirken ikilik yaratılıyordu. Devredilen toprakların asayişi Balkanlarda olsun, Kafkaslarda olsun kolay kolay sağlanamıyor ve buradaki sınırların güvenliğinin yeni sahiplerince sağlanması da askeri reformlar için zaman kazandırıyordu. Bu siyaset, Sömürge Savaşları döneminde ölüyor gözüyle bakılan Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yarısındaki üstün direnme gücünü açıklamaktadır. Günümüzde sömürünün şekli biraz değişmiş gibi görünürken, mantığında bir değişiklik bulunmuyor. İkili veya çoklu ekonomik ilişkilerle sömürü sürdürülmeye çalışılıyor. Irak’ta olduğu gibi gerektiğinde savaş bir yöntem olarak öne çıkıyor. Lejyonerlerin yerini ABD’nin eğittiği Iraklı güvenlik güçleri alıyor. savaşmamışlardır. Bunlar daha çok sömürgelerdeki hareketlenmeleri kontrol ederlerken, askeri teknolojiyi hızla geliştirdikleri bir silahlanma dönemini de beraberinde getirdiler. Sömürgelerdeki yerel halkın kan ve gözyaşları üzerine kurulu olan bu yarış aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’ndaki korkunç çatışmaların da çıkış noktası olacaktı. BUGÜNE YANSIMALAR Askeri sistemdeki üstünlükleri bilgi ve teknolojideki ilerilikten kaynaklanan büyük güçler sömürüyü sürekli devam ettirirken, savaşlarda bunlara karşı koyamayan uluslar da sanki Hz. Musa zamanından kalma bir çeşit kölemillet statüsüne sahip olarak, egemenliklerini elde edecekleri güne kadar onların üstünlüklerini tanımak zorunda kalıyorlardı. Ancak sömürüleri devam ettiren büyük güçler de sonunda birbirine girmişler, bu suretle sömürgelerde yaptıklarının cezasını çekecekleri yıkımlara uğramışlardır. 20. yüzyıl ortalarında kılık değiştiren sömürgecilik, günümüzde devletler arasındaki ekonomik ilişkilerde oluşan karşılıklı bağımlılığın dengesinin yatırımcı ülkeler lehine bozulmasıyla ortaya çıkmaktadır. Daha çok gelişmekte olan ülkelerin ticaretini etkileyen bu tarz sistemleşmiş olsa da zaman zaman sistemi delmeye çalışan ülkelere karşı fiziki yaptırım yoluna gidilmekte, öncelikle gözdağı çatışmalarına ve bu etkilemediği takdirde yeni sömürge savaşlarına girişilmektedir. Son on sene içinde Irak’ta yaşanan gelişmeler bunun adeta ispatı niteliğindedir. Körfez Savaşı’ndan sonra bazı bombardımanlar ile Saddam Hüseyin rejimi hizaya sokulamayınca yeniden askeri çözüme başvurulmuştur. Genel harekât sırasındaki savaşın genel seyri 19. yüzyıl sömürge savaşlarını anımsatan asimetrik güçlerin çarpışmasının yeni araçlarla sergilenmesi şeklinde gelişmiş ve Irak birliklerinin bazı yerel başarılarının haricinde savaşın kontrolü tamamen ABDİngiliz koalisyonunun elinde olmuştur. Irak’ta alelacele kurularak Amerikan askerlerince eğitilen Irak güvenlik güçleri de 19. Yüzyılda İngiliz Ordusu’nda görev yapan Hint ve Mısır birliklerinden çok ta farklı değildir. Sonuçta zafer kazananlar yine sömürgeciler olurken, savaş sonrası girişilen düşük yoğunluklu çatışma ortamının sivil yaşama etkisi, günümüzdeki medyanın haber akış hızının yüksek olmasına ve bireysel yaşamın ön plana çıkarak daha insancıllaşan modern yaşam şartlarına paralel olarak 19. yüzyıldakine göre oldukça yüksektir. Dolayısıyla artık işgale uğrayan bir ülkeyi sömürmek eskisi kadar kolay olmamaktadır. OSMANLI’NIN KARŞI KOYUŞU Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyıldaki güçsüzleşen durumuyla Avrupa güçlerinin yakın sömürgeleşme alanına dâhil edil edilmişti. Buna rağmen 20. yüzyıla gelinceye kadar sömürgeleşmeye karşı koymayı başaran Osmanlı İmparatorluğu için bu dayanmayı sağlayan farklılıklardan söz etmek mümkündür. Öncelikle Osmanlı’nın bir imparatorluk olmasının sağladığı geniş coğrafi alan içinde önemli sayıda kaynak ve insan gücü ile birlikte güçlü bir devlet yapısı vardı. Halifelikle birlikte İslam Dünyası’nı birleştirebilen tek güç olması da bu gücü artırıyordu. Eski dünyanın can damarı olan Akdeniz’e hâkim olan Osmanlı, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar en azından Doğu Akdeniz’deki hâkimiyetini devam ettirmeyi başardı. Son derece kuvvetli ve özgün bir askeri kültüre sahipti. Stepler, İslam, Anadolu ve Bizans askeri kültürlerinin mirasçısı olarak kabul edebileceğimiz bir senteze sahip olan Osmanlı, farklı coğrafyalardan ve farklı milletlerden oluşan savaş tecrübelerine sahip çıkarak kendi kuvvetli askeri sistemini geliştirmeyi başarmış, bu sistem de 17. yüzyılın sonlarına kadar imparatorluğun güvenliğini rahatlıkla sağlamıştır. Osmanlı Devleti Batı’yı da sürekli takip etmekteydi ve bu sadece 19. yüzyılın işi değildi. Önceleri askeri teknolojileri ve bunlara ilişkin taktikleri yeri geldiğinde alıyor ve kendisine uyarlıyordu. Ancak 18. yüzyılın başlarında ordularının sistemini modernleştirmiş olan Rusya ve Avusturya ile birlikte mücadele etmenin getirdiği zorunluluk askeri modernleşmeyi de aştığından, Osmanlı’yı kültürel olarak ta batılılaşmaya itmiştir. Denizaşırı zengin kaynaklı sömürgelere ulaşamayan bu iki güç çevresindekilerle yetinmek zorundaydı ve bu da zaman zaman ikisini Osmanlı Devleti ile karşı karşıya getiriyordu. Bununla birlikte elde edilen modern askeri kültür, 19. yüzyılın ikinci yarısı gibi geç bir sürede meyvelerini vermeye başladığında,
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear