Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
bağımlı kalınması, sanayileşmenin ihmal edilmesi yüzünden sanayi toplumu olamamanın temelinde bu kararların sonucunda uygulanan yanlış politikaların olduğunu bilmekte fayda var. Özel mülkiyet ve özel girişimciliğe ağırlık veren bu iktisadi aynı zamanda siyasal doktrin, Adam Smith’ten Milton Friedman’a kadar pek çok kişi tarafından desteklenmiş ve günümüzdeki şeklini almış. Özgürlükçü, liberal anlayış bir anda tüm çevrelerde kabul görmüş ve benimsenmiş. Ancak ekonomik teorideki son gelişmeler, bilgi eksik olduğunda ve piyasalar gelişimini tamamlamamış olduğunda ki bunun, özellikle gelişmekte olan ülkeler için her zaman böyle olduğunu belirtmek gerekir, görünmez elin çoğunlukla mükemmel bir şekilde işlemediğini gösterdi.(2) Yani devlet müdahalesinin olmadığı gelişmekte olan ülkeler liberal ekonominin mucizelerinden (!) faydalanmaktan çok piyasalarını çok uluslu şirketlere terk etmek zorunda kaldılar. Bu noktada devletçiliğin, özel kesimin gereken sermayeyi biriktiremediği sanayileri kurmak ve işletmek için devletin sorumluluğu üstlenmesi anlamına geldiğinin unutulduğu, devletin en küçük özel mülkiyet alanMenderes larına bile müdahalesi şeklinde algılandığı görülüyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yeni üretim sahaları ve toparlanma çalışmaları sayesinde kaydedilen yüksek büyüme oranlarını iktidardaki parti kendi ürünü zannederek, halkın da vermiş olduğu yetkiyle, politikalarını sonuna kadar uyguladı. Menderes kimi zaman halka "Siz isteseniz hilafeti bile geri getirirsiniz" diyebilmiştir. (Yine 1980’lerde Turgut Özal, halkın vermiş olduğu yetkiyle, "Anayasayı bir kez ihlal etsek ne olur" diyebilmiştir.) DP’yi ikinci kez iktidara taşıyan şüphesiz demokratik bir sürecin ardından halkın büyük olasılıkla ekonomik refahı seçerek verdiği bir karardı. "Bezgin" halkın artık halkla bütünleşen bir partiyi üstelik ekonomik standartları (kısa vadede de olsa) iyileştiren bir partiyi tercih etmesi son derece anlaşılır bir durum. Ancak verilen yetkiyle kendine "imparatorluk" sıfatını kazandıran ve bunun sonucu olarak demokrasiyi her seferinde yeniden inşa etmeye kalkışan bir iktidar ne kadar uzun ömürlü olabilirdi ki? döneminde yapılan eleştiri ve muhalif gösterilerin iktidardaki partiyi daha çok hırçınlaştırdığını, daha çok müdahaleci hale getirdiğini ve daha çok yayılmacı bir anlayışla bürokratikleştirdiğini kabul etmek gerekir. Nasıl liberal ekonomi modeli gelişmekte olan ülkelerde çok uluslu şirketlerin istilasına dönüştüyse tek parti dönemlerinde de demokrasi kendi amacı doğrultusunda kullananların aracı oluvermiştir. Bir anlamda ekonomik refahın faturası demokrasiye kesilmiştir. Kalkınmayı değil yüksek oranlı büyümeyi hedef alan bir yaklaşımla basit görüşlüleri etkilemeyi başarmış olan DP, siyasi yatırım kararlarının faturasını da çok ağır ödemiştir. C S TRATEJİ 15 istikrar sağladığını ve kısa vadede halkı memnun ettiğini söylemek mümkün. Ancak geçmişten ders alınması gerektiği de ortada. Zira ikinci kez iktidara gelen DP’nin ilk işi muhalif görüşü benimseyenlerin sesini kısmak hatta pek çoğunu hapse atmak olmuştu. (Bu arada muhalif görüşüyle bilinen, "Musa’nın Çocukları" ve bu türevde kitaplar yazan Ergun Poyraz Ümraniye'de ele geçirilen el bombalarıyla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alındı.) EKONOMİK SONUÇ Adnan Menderes dönemindeki ekonomik girişimler, kısa vadede toplumun fakir kesimini memnun etse de benimsenen dışa bağımlı politikalar ve ithalata aşırı bağımlılık Atatürk döneminde kazanılan milli servetlerin dahi yok olmasına sebep olmuştur. Milli kazanımların devlet elinden çıkması, üstüne bir de bu sektörler üzerinde çok uluslu şirketler aracılığıyla hâkimiyet kurulması devletçi ekonomi modelinin yanlış algılanmasının ve tek partilerin her alana müdahalesinin eseridir. Tek partili dönemlerde ele geçirilen "güç" siyasi otorite ve siyasi baskı haline geldiği için sonuçları Türkiye’nin menfaatine olmamıştır. Uygulanan ekonomi Özal politikaları farklılık gösterse de siyasi erk her zaman başarıların önünü tıkamıştır. Gerek Menderes gerekse Özal döneminde ekonomik başarı elde edildiyse de bugünlere siyasi uyuşmazlıklar miras kalmıştır. Ekonomide ise ithalatın serbest bırakılmasına karşılık ihracat yeterince geliştirilemediğinden dış ticaret açıkları büyümüştür. Ekonomik liberalizasyon vahşi kapitalizme dönüştü mü bilinmez ama gelişmekte olan ülke örneklerinde olduğu gibi Türkiye’de de mutlu son sağlayamamıştır. Yani tek parti iktidarları ekonomi alanında kısa vadeli başarı(!)ların altına imza atarken uzun vadeli program yapmaktan uzak durmuştur. Borçların çevrimi devletin elindeki kuruluşların satılması suretiyle olmuştur ki, milli servet, stratejik kuruluş ayrımı yapılmadan "özelleştirme" adı altında kazanımlar bir bir yok olmuştur. Sizce de bugünle karşılaştırıldığında bir benzerlik yok mu? "Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?" Mehmet Akif Ersoy Dipnotlar: 1 Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 2003, s. 313 2 Joseph E. Stiglitz, Küreselleşme: Büyük Hayal Kırıklığı, Ekim 2002, s. 95 Erdoğan Klasikleşen uyuşmazlık bir kez de Özal döneminde kendini gösterdi. Uzun vadeli kalkınma planı değil, kısa vadeli ‘büyüme’ planları yapıldı. Dış açığa bakıldığında günümüzde de benzer bir sürecin yaşandığı görünüyor. 1960 yılına gelindiğinde toplam dış borç Gayri Safi Milli Hâsıla’nın yüzde 25’ine ulaşmıştı. (Bugün yüzde 50’nin üzerinde) Sonunda kapitalist dünya düzeniyle tam olarak bütünleşen bir ülke örneği gösterilerek "IMF politikaları"yla çözüm aranmaya başlandı. Bu da zaten liberal ekonomi olmanın bir gereği idi. Buna rağmen ekonominin iflas etmeye başladığı kabul edilmedi ve meşhur "Milli Korunma Kanunu" tekrar yürürlüğe girdi. İşte bundan sonra liberal ekonomi çatırdamaya başladı, beraberinde uygulanan siyasi baskılar da bu durumu hızlandırdı. Artık uygulanan maliye ve para politikalarındaki hatalar daha net görülebiliyordu. Neticede ekonomi politikalarındaki hata bir yana siyasi baskılar sonucu anti demokratik hale gelen sürece yapılan müdahalenin ardından yine anti demokratik bir şekilde yapılan yargılamanın/idamların Türkiye’ye fazlasıyla zarar verdiğini kabul etmek gerekir. Bu süreç siyasi yönden ne kadar yıpranmaya sebep olduysa sürecin ekonomik maliyeti de o denli yüksek oldu. Tek partili dönemin ‘DEMOKRASİNİN YILDIZLARI’ Ekonomi anlayışındaki farklılık bir yana, tek parti