Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 C S TRATEJİ Sorun Kerkük boyutuyla Irak: Bölgesel Dr. Sıddık ARSLAN drsiddikarslan@hotmail.com 1 1 Eylül 2001 tarihinde, ABD’nin New York kentindeki ikiz kulelere düzenlenen "terör" saldırıları, soğuk savaş sonrası dünya sisteminin "gerçek renginin görünmesi" anlamında önemli bir gelişme olmuştu. "11 Eylül süreci" öncesini şöyle bir hatırlarsak; Sovyetlerin 1989 yılında dağılmaya başlayarak 1991 yılında ortadan kalkması ve Avrupa ülkelerinin neredeyse bütününü içerisine olacak olan Avrupa Birliği Antlaşması’nın aynı yıl imzalanması dünya sistemini tamamen bir belirsizliğe itmişti. Özellikle ABD’nin öncülüğündeki Batı Bloğu’nun karşısında SSCB gibi bir düşman gücün ortadan kalkmış olmasının verdiği boşluk sebebiyle, ABD ile AB arasında bir ayrışma yaşanıp yaşanmayacağı ciddi anlamda merak konusu olmuştu. 1991–2001 yılları arasındaki değerlendirmelere bakılınca; ABD’nin karşısına çıkarılmaya çalışılan birinci güç Japonya’nın etrafına kümelenecek olan Pasifik ülkeleri iken, ikinci bir güç olarak da AB’nin dillendirildiği görülecektir. Açıkçası, soğuk savaş sonrası dönem için, her ne kadar NATO öncülüğünde gerçekleştirilen projelerde "kırmızı renkli SSCB kuvvetlerinin yerine yeşil renkli İslam" yerleştiriliyor idiyse de; konunun uzmanlarının çoğunluğu, yenidünya sistemini üç blok (ABD, AB ve Japonya’nın liderliğinde Pasifik Gücü) şeklinde öngörüyorlardı. Ne zaman ki, 11 Eylül süreci devreye sokuldu; o zaman görüldü ki, SSCB’nin dağılmasından sonra rakipsiz hale gelen tek süpergüç ABD, ortamı başıboş bırakmayıp, NATO üzerinden geleceğin dünyasını tasarlayarak gerekli hamleleri yapmaya başlamıştır. Türkiye, NATO üyesi bir ülke olmasına rağmen, maalesef soğuk savaş sonrası dönemi tam okuyamadığı için, yeni döneme gerektiği şekilde hazırlanamamıştır. Dolayısıyla Türkiye, "11 Eylül süreci" başladığında, tam olmasa da, neredeyse NATO üyesi olmayan diğer ülkeler gibi ciddi anlamda afallamıştır. Açıkçası Türkiye, her ne kadar ABD öncülüğünde oluşturulan uluslararası koalisyon içerisinde yer almış olsa da, Kerkük sorunu Türkiye açısından acil sinyaller vermeye başladı. Bu noktada Türkiye’nin zaafları yoğun olarak ön plana çıkıyor. Türkiye, bölgesel potansiyeline karşın yalnızca silahlı gücü ile ön plana çıkma izlenimi veriyor. neticede bu sürecin kendisini de parçalamayı hedeflediğini öngörememiştir. Bu bağlamda baktığımızda, 1 Mart 2003 tezkeresini TBMM’de reddeden iradenin "zor koşullara rağmen" gösterdiği direnç, sürecin kısmen tersyüz edilmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuş olsa da, Türkiye’nin yapısından kaynaklanan zayıflık ve zafiyetler nedeniyle "aynı bölünme tehdidi" her geçen gün daha da güçlenerek varlığını hissettirmiştir. Bu tehdit, içeriden gelebileceği gibi, Irak’ın parçalanması gibi herhangi bir dış gelişme üzerinden de ortaya çıkabilir. Irak coğrafyasında, NATO üyesi ve yakın müttefiki konumundaki ABD’nin devreye soktuğu "bencil, hileli ve ikiyüzlü" politikalar karşısında "tabir caizse" iki arada bir derede kalmış gibi bir tavır sergilemektedir. Türkiye, soğuk savaş döneminin en gergin döneminde kader birliği yaptığı ve 1952 yılından beri NATO üyeliğini paylaştığı ABD’nin Irak’taki işgal politikasının Türkiye’nin çıkarlarını ihlal etmesi sebebiyle, iki ülke arasında yaşanmakta olan gerilimlerin gerçek bir krize dönüştürülmemesi için kendini mecbur hissetmektedir. Türkiye’nin bu çekingen ve dikkatli tavrının farkına varmış bulunan ABD ve Barzani tayfası, Türkiye’nin can alıcı çıkarlarına bile el uzatmaktan çekinmemektedirler. Irak’ın kuzeyinde palazlanarak Türkiye’ye saldırılar düzenleyen PKK terör örgütünün aleni bir şekilde korunması, Misakı Milli sınırları içerisinde bulunan Kerkük’ün "muhtemel Kürt Devleti"ne verilmeye çalışılması ve Irak’taki Türkmenlerin asimile edilircesine yok sayılması gibi önemli sorunlar, Türkiye’ye rağmen ciddi anlamda kangren haline dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bütün bu önemli gelişmeler karşısında, Türkiye’nin gösterdiği "tereddütlü ve pürüzlü" tepkiler neredeyse "yok" hükmünde sayılmaktadır. Türkiye’nin bu derece etkisiz bir noktaya gelmiş olmasının bir nedeni de, 1991–2003 yılları arasında ortaya koymuş olduğu uyumlu ve pasif görüntüdür. Gerçekten, 1991'den 2003'e kadar "Çekiç Güç" ve "Kuzey Keşif Gücü" aracılığıyla ABD’nin Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdiği "sinsi" çalışmalar ile 2003 yılında Irak'ı işgal etmesi karşısında Türkiye, tamamen ABD’nin yörüngesinde hareket ederek, "bağımlı ve bağlantılı" bir ülke görüntü ve imajını vermiştir. Bu nedenle bugün, Irak’ın parçalanması ve Türkiye’nin gerçek anlamda tehdit altında bırakılmasına rağmen, ne ABD ne de yeni müttefikleri bu durumu hiç dikkate bile almamaktadırlar. TÜRKİYE’NİN ZAAFLARI Maliki ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) hedefli Irak işgalinin, genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası’ndaki (GOC) ülkeleri derinden etkileyeceği neredeyse hiç kimsenin reddetmediği bir beklentidir. Kuşkusuz, 2006 yılında ilan edilen "stratejik vizyon" belgesi aracılığıyla "Türkiye ile ABD’nin stratejik ortak oldukları" bir kez daha ortaya koyularak; Türkiye’nin, "BOP’un eşbaşkanı" olduğu ilan edilmiş olsa da, bu süreç, Türkiye’nin ufalanarak küçültülmesini de içermektedir. Üstelik "İkinci İsrail" hükmündeki "Büyük Kürdistan" hesaplarına uygun olarak, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü aleni olarak tehdit edilmesine rağmen; hâlâ daha birileri, Türkiye’nin "eş başkanlığı" havasını basmayı sürdürüyorlar. Türkiye’nin hükümeti, kurumları, yöneticileri ve halkı bu durumun farkındadırlar; ama anlaşılmaz bir tutukluk, çekingenlik ve ağırbaşlılık nedeniyle, süreç bir türlü kontrol altına alınamamaktadır. Zaten bu sebepledir ki, hiç gereği yokken ve yanlış bir yaklaşımla, Kürt kardeşlerimizin başkalarının "maşası" haline gelmelerine açık kapı bırakılmaktadır. O nedenle, gerek Irak’ın bölünmesi ve gerekse "Kerkük’ün statüsü de dâhil" Türkiye’yi etkileyecek diğer olumsuzluklar karşısında öncelikli olarak üstesinden gelinmesi gereken sorun "Türkiye’nin zayıflık, zafiyet ve eksiklikleridir" denebilir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: ? Türkiye, Irak’ın kuzeyinden kaynaklanan sorun ve endişelerin bertaraf edilmesi için, alternatif araçları da değerlendirme yerine, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’ni devreye sokma eğilimi sergilemektedir. Türkiye, o bölgeden kaynaklanmakta olan sorunların çözümüne yönelik çok sayıda politika geliştirme yeteneğine sahipken, "tek boyutlu güç politikası"na bağlı kalmakta ısrar ederse, potansiyel ve mevcut gücünün çok düşük oranında bir etki yeteneği sergilemek durumunda kalacaktır. Öyle ise, bütün diğer yollar denenmediği sürece, askeri gücün kullanılacağı yönünde bir söylem tercih edilmelidir. Pek tabii olarak, askeri güç ve kabiliyetin belirgin bir şekilde etki oluşturabilmesi için çeşitli görüntülerin verilmesi kaçınılmaz derecede gereklidir. Ancak, unutulmamalıdır ki, günümüz dünyasında "ekonomik güç" olmadan "siyasi güç" ve bunların her ikisi olmadan da "askeri güç" fazlaca bir anlam ve önem ifade etmemektedir. ? Türkiye, 1991 yılından beri PSİKOLOJİK SAVAŞTA ZAYIFLIK ? Türkiye, Irak’ın kuzeyinde muhtemel bir "Kürt devleti"nin kurulması halinde "bölünme sürecine gireceği" propaganda ve yaygaralarının etkisinde kaldığı için, ne Irak’ın bütünü hakkında, ne Türkmenlerle ilgili ve ne de Irak Kürtleri hususunda sağlıklı ve tutarlı bir politika geliştirememiştir. Türkiye’nin içerisine düştüğü derin korku, endişe ve tereddütleri fırsat bilen diğer yerel, bölgesel ve küresel aktörler, "Türkiye’den arta kalan boşluğu doldurmak üzere" ciddi hamleler gerçekleştirmeye başlamışlardır. Bu sebeple, bir taraftan ABDİsrailAB mihverinin güveni yitirilmekte, bir taraftan Kürt unsurların karşımızda cephe açmalarına zemin hazırlanmakta ve bir taraftan da Türkmenlerin tamamen buharlaştırılmasına yol açacak çalışmaların karşısında "organize" bir yapının oluşturulmasının önü kesilmektedir. Dolayısıyla Türkiye, "Irak'ın Kuzeyi ve Kerkük'ün geleceği" ile ilgili yaşanmakta olan "psikolojik savaş"ta önemli ölçüde yıpratılarak, bu