Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 Barış DOSTER ürk askerinin Lübnan’a gönderilmesine ilişkin TBMM’den geçen tezkere ve sonrasında Afganistan için yeni bir askeri gücün gündeme gelmesi, Türkiye’nin "imparatorluk bakiyesi" olduğu söylemini bir kez daha gündeme taşıdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğduğunu, onun devamı/ardılı/mirasçısı olduğunu savunan kesimler, diğer gerekçelerin yanında, sırf bu nedenle bile Lübnan’daki gelişmelere duyarsız kalamayacağımızı öne sürdüler. Uluslararası örgütlere üye olmaktan, uluslararası anlaşmaları kabul etmekten, siyasal, diplomatik gereklilikten ve insani duyarlılıktan örnekler vererek, Lübnan’a asker gönderilmesini içeren tezkereyi savundular. Fakat, satır araları okununca, makyajlı, hamasetle bezenmiş tümcelerin cilası dökülüp, altı kazınınca, imparatorluk söyleminin, söylendiği gibi iddia taşımadığı, sadece Beyaz Saray’dan randevu alabilmenin yolunun Tel Aviv’den geçtiğini görenlerin zırhı olarak öne çıktığı dikkat çekti. Bu söylem zaman zaman da, Cumhuriyet’le hesaplaşmaya, ondan öç almaya, onunla rövanşı oynamaya hevesli kesimlerce dillendirildi. Ve ABD’nin en hararetli savunucularınca sahiplenildi. Dış politikadaki günümüz gerçekleriyle ilgisi olmayan bu söyleme ilişkin bir dizi uyarıda bulunmakta yarar var. Türkiye Cumhuriyeti’nin, yıkılan, çözülen, çürüyen, çöken bir imparatorluğun elde kalan son toprakları üzerinde, imparatorluğun hor görülse bile asli ve kurucu unsuru olan halk tarafından, imparatorluğun en seçkin askersivil kadroları öncülüğünde kurulduğu doğrudur. İmparatorluk ile Cumhuriyet arasında bu açılardan bir devamlılık, süreklilik, geçişkenlik vardır. TBMM’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarını Lozan’da yükümlendiği de, üyelerinin önemli bölümünün ve çıkardığı ilk yasa olan Ağnam Vergisi’nin son Meclisi Mebusan’dan kalanlar olduğu da bilinir. Ancak tüm bunlara karşın Cumhuriyet, eskiden köklü bir kopuş, silkiniş, uyanış, eski hastalıklardan arınıştır. Osmanlı’daki Tanzimat’ın batıcılığına karşı, Cumhuriyet aydınlanmacıdır. Cumhuriyet, Tanzimat’ın birikim ve deneyiminden, Jöntürk geleneğinden ve İttihatçı kadroların hatalarından gerekli dersleri çıkararak, akıl ve bilimin ışığında yolunu bulmuş, yönünü çizmiştir. Osmanlı’nın yıkılma sürecindeki teslimiyetçiliğine karşılık, Kuvayı Milliye önderliği T ‘İmparatorluk Bakiyesi’ ve büyük Türkiye tartışmaları… C S TRATEJİ açıklığı, cari açığı ve yüksek borç toplamı nedeniyle ekonomimiz, istikrarsız, dış etkilere karşı kırılgan yapısıyla siyasetimiz, askeri kalitemize ayak uyduramamaktadır. Ve sonuçta tüm bu özellikleriyle Türkiye, orta büyüklükteki bir devlet tanımına girmektedir. İmparatorluk ise çok büyük bir iddiayı içerir. M. Duverger’in vurguladığı gibi imparatorlukların ideolojideğer ihraç etmek, teknoloji ihraç etmek ve yayılmacı olmak gibi üç temel vasfı vardır. A. Negri de imparatorlukların yayılmacı ve savaşçı yönlerine, yumuşak gücün yanında, zorla ikna kabiliyetlerine işaret eder. İmparatorluk artığı olan Türkiye’nin ise ne böyle bir gücü, ne de böyle bir iddiası vardır. Ayrıca başta PKK terörü, ülkemizin laik, üniter ve bağımsızlıkçı devlet geleneğine duyduğu husumet ve son olarak BOPGOKAP projesi nedeniyle, küresel ve emperyalist bir güç olan ABD ile çıkarları çelişmektedir. Söylem gerçeklerle örtüşmüyor Lübnan’a asker gönderilmesi ‘BAKİYE’DEN BÜYÜK tartışmaları ‘İmparatorluk bakiyesinden TÜRKİYE’YE bakiyesi" söylemini büyük Türkiye’ye’ söylemlerini yeniden "İmparatorluk sahiplenenler arasında bazı muhafazakar, kesimlerin olması, ilk bakışta gündeme getirdi. Türkiye’nin tarihi mukaddesatçı anlaşılır gibi görünse de, gerçekte tutarsızdır. ülkemizde bu kesimler dış nedenlerle bölgeye uzak kalamayacağı Çünkü dayatmalara en açık politikaları Kuzey Irak’ta, savunuldu. Bu yaklaşım Türkiye ve benimsemişlerdir. Süleymaniye’deki çuval olayında, Musul ve Türkmenlerin korunmasında çevresinin gerçekleriyle örtüşmüyor. Kerkük’teki gösterilen acziyet, PKK ile mücadele için mücadelecidir. Osmanlı’nın ümmetçiliğine karşılık Atatürk ulusçu, laik ve Cumhuriyetçidir. İttihatçı önderlerin maceracılığına ve romantizmine karşılık Mustafa Kemal hesapçı ve gerçekçidir. Tanzimat aydınlarının Batıcı, taklitçi ve nakilciliğine karşılık Gazi’nin bu toprakların birikimini, geleneğini, derinliğini, donanımını ulusal bir sentezde harman edip, evrensele taşıyan Cumhuriyet Devrimi programı dikkat çekicidir. Kuzey Irak’a NATO gücü yerleştirilmesini önererek doruğa çıkmıştır. Benzer bir zaaf, Kıbrıs’ta, Ege’de, Güneydoğu Anadolu’daki gelişmelerde, Heybeliada Ruhban Okulu ve patrikhanenin statüsüne ilişkin sorunlarda, sözde Ermeni soykırımına ilişkin takınılan tavırda, AB’nin taleplerine/dayatmalarına karşı gösterilen cılız tepkide de görülmüştür. Kamu yönetimi ve yerel yönetimler reformlarının, Cumhuriyetin artık kırıntı düzeyinde kalan kamusallığını ve toplumsallığını tasfiye etmesi, üniter ve merkezi yapıyı zayıflatarak, federasyonun altyapısını hazırlaması ve laik düzenle sürekli çatışma içinde olunması da bu söylem sahiplerinin niyetini ele vermektedir. Yine bu söylem sahiplerinin yakın dönemden Turgut Özal’a, uzak geçmişten ise "Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız" söyleminin sahipleri MenderesBayar ikilisini hayranlık duyup, özenmeleri bir diğer tutarsızlıktır. Çünkü tarih, küçük Amerika’dan büyük Türkiye çıkmayacağını, çıksa çıksa ABD’nin kötü bir taklidinin çıkacağını yüzlerce kez kanıtlamıştır. GÜCÜNÜN SINIRLARINI BİLMEK Türkiye Cumhuriyeti’nin bir imparatorluk artığı olduğu, tarihteki siyasal coğrafyamızın yanında, yaşayan kültürel coğrafyamızda, etki alanımızda, duygu dünyamızda da öne çıkar. Mimariden musikiye dek kültürümüzden izler barındıran coğrafya, ülkemiz sınırlarından kat kat büyüktür. Bu nedenledir ki Mehmetçik, Atatürk’ün olağanüstü dehasıyla, daha Milli Mücadele sürerken genç subayları gönderdiği Afganistan’da, Mimar Sinan’ın eserlerinin olduğu Bosna Hersek’te büyük sevgiyle karşılanır. Bu nedenledir ki Mısır’da dedelerinden kalma tapuları olan çok sayıda yurttaşımız vardır. Bu nedenledir ki Fransa’ya karşı ülkesinin bağımsızlığı için savaşan Cezayirli gencin göğsünden Türk Bayrağı ve Atatürk resmi çıkmıştır. Bu nedenledir ki Türkiye’nin Manastır Fahri Konsolosu’nun adı Mithat Enver Cemal’dir. Dünyanın en zengin mutfakları arasında sayılan Türk mutfağının zeytinyağlılarının, tatlılarının, hamurişilerinin ya da milli içkimiz rakının etkisinin Atina’dan Şam’a uzanması da bunun kanıtıdır. Ancak rakıya Araplar "arak", Yunanlılar "uzo" deseler de, ata sözlerimiz, deyimlerimiz arasında "Bundan iyisi Şam’da kayısı", "Kahve Yemen’den gelir", "Ne Şam’ın şekeri, ne Arabın yüzü", "Halep oradaysa, arşın burada" gibi çok sayıda söz bulunsa da, dış politikadaki imparatorluk söylemi, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gerçekleriyle örtüşmemektedir. Unutmamak gerekir ki stratejide gücün üç başat unsuru vardır: Siyasi, ekonomik ve askeri güç. Türkiye bu üç unsur arasında sadece askeri unsurda oldukça iddialı bir ülkedir. Dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında olsa da yabancı telkinlere Erdoğan ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKASI Türkiye’nin izlemesi gereken dış politika, kökünü Kurtuluş Savaşı’ndan alan, Atatürk tarafından saptanan akılcı, hesaplı, kararlı, tutarlı, dirençli politikadır. İdeolojik düzlemde Gazi’nin antiemperyalist ve mazlum milletler dayanışmasını esas alan çizgisi dünya genelinde kabul ve saygı görmüş, iç siyasetin uzantısı, yansıması, tamamlayanı olan dış siyaset, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcından itibaren bu hattı izleyerek, başarısını defalarca kanıtlamıştır. Sadabat Paktı ve Balkan Antantı örneklerinde olduğu gibi dünya dengelerini gözeterek, bölge merkezli dış politikadan hareket etmek, bu konuda öncü olarak, inisiyatif alarak dünya ölçeğinde etkili olmak, komşularla yakın ilişki kurmak, karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesi kapsamında içişlerine ve toprak bütünlüğüne saygı duymak, "Yurtta sulh, cihanda sulh" derken ulusal hak ve çıkarlardan en küçük ödün bile vermemek Atatürk’ün dış politikasının ana hatlarıdır. Özetle, "Büyük Türkiye" iddiasını yaşama geçirmenin yolu, "imparatorluk bakiyesiyiz" diyerek ABD’nin peşinden gitmekten, BOP içinde görev almaktan değil, her konuda olduğu gibi dış politikada da Atatürk’ün izinden yürümekten geçer.