26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

özürde, "karikatürlerin, Müslümanlık karşıtı bilinçli bir kampanya olmadığının ve Danimarka yasaları ile çelişmediğinin" altını çiziyor. Bu durumda, "kutsal" kavramı yasalarca tanımlanmış bir kısıtlama olmadığı için mutlak ifade özgürlüğü çerçevesinde hareket edilmiş oluyor. Ne var ki, karikatürlerin yol açtığı krizin boyutuna baktığımızda bu tanımlamanın, her zaman geçerli bir dayanak noktası sunmadığını da görüyoruz. Nitekim ifade özgürlüğünün başka kısıtlamalarının da olabileceğine dair argümanlar da, bu tartışma içindeki yerini aldı. Le Figaro’nun editörlerinden Yves Thréard, "yasanın izin verdiğine vicdanın kimi zaman yasak koyabileceğini" savundu. JyllandsPosten’in bile özür metninde, gazetenin yayın ilkelerini yasalar dışında belirleyen "etik kurallar"ın varlığından ve bağlayıcılığından söz ediliyor. Bu ikilem aslında, normatif kuralların değişebilirliği ve her zaman kolay tanımlanabilir ve tatbik edilebilir olmamasından kaynaklanan ve uzun zamandır süregelen geniş çaplı bir politika felsefesi tartışmasının bir yansıması olarak ele alınmalıdır. İşin düşündürücü kısmı ise, Avrupa’nın genel bir eğilim olarak, sanki bu tartışmanın kendi içlerinde sona erdiği ve "sadece yasaların kısıtladığı mutlak ifade özgürlüğü" lehine karar verildiğine yönelik bir tavır takınması olarak göze çarpıyor. C S Asya’daki protestolardan... TRATEJİ 15 AB’NİN DAYANIŞMA SINAVI Karikatür krizi sırasında Avrupa yazılı basınında bu şekilde medeniyetçi bir söylem yükselirken, devlet adamları düzeyinde daha dengeli ve barışçıl sesler duyuldu. Çoğunlukla, "ifade özgürlüğünün sınırlanması hangi kıstasa göre yapılmalıdır" çekişmesine taraf olmaktan İnternational Herald Tribune kaçınarak, Avrupa 8 Şubat 2006 toplumunun Müslümanlara ve onların geleneklerine açık olduğu ama eylemlerin yol açtığı karmaşa ve endişenin mutlaka sona ermesinin gerektiği dile getirildi. Ancak bu kriz, AB düzeyinde "başarılamamış" bir unsurun da su yüzüne çıkmasına vesile oldu. AB ülkeleri bu meseleyi, Danimarka’ya ait bir sorun olarak algıladılar ve böyle bir durumda kâğıt üstünde sergileyeceklerine söz verdikleri dayanışmayı göstermediler. İmzalanan onca anlaşma ve verilen bağlılık sözünden sonra beklenmesi doğal olan "Danimarka AB’dir; AB de Danimarka" tarzı gösterişli dayanışma açıklamaları gelmedi. Her ne kadar 25 üye ülkenin devlet ve hükümet başkanları ile AB Komisyonu, "sükunet ve diyalog" çağrısı yapmış; ticaret komiseri Peter Mandelsson, "Danimarka mallarını boykot etmek, AB’ye yönelik bir boykot girişimidir" demiş olsa da bu girişimler, AB sınırları içindeki AB’ciler tarafından "cılız sesler" olarak nitelendirildi. Le Monde, AB’yi daha somut ve kararlı bir adım atmadığı için eleştirirken, bu somut adımın ne olması gerektiğine dair beklentisini açıkça dile getiren, Guardian yazarlarından Timothy Garton Ash oldu. Suriye’deki Danimarka Büyükelçiliği’nin ateşe verilmesi ile ilgili yorum yapan Ash, yanan Danimarka bayrağı ve elçilik binası karşısında AB ülkelerinin tamamının Suriye elçilerini geri çağırma yoluna gitmeleri gerektiğini savundu. Böyle cesur bir adımı atmayan AB, bir "dayanışma sınavı"ndan daha başarısızlıkla çıktı. Böyle bir dayanışma gösterilmesi zaten, liderler düzeyinde mevcut olan fikir farklılığı nedeniyle pek de olası gözükmüyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, gazetelerin artık söz konusu karikatürleri yayımlamaya son vermeleri gerektiğine yönelik telkinlerde bulunurken, Danimarka Başbakanı Andres Fogh Rasmussen "böyle bir çağrıyı, hükümetin yetkileri arasında görmediği için, asla yapmayacağını" ifade etmişti. Bu da aslında ilerideki günlerde, AB içindeki bazı ülkelerin diğerlerine göre daha demokratik olduğuna yönelik tartışmanın yeniden alevlenebileceğine işaret ediyor. Danimarka, karikatür krizi vesilesiyle ifade özgürlüğü kavramına özellikle sahip çıkıyor ve "karar merci" şeklinde davranarak bu özgürlüğü tam veya eksik uygulayan ülke ayrımı yapıyor. Danimarka tarihine göre, Danimarkalıların ifade özgürlüğü elde etmeye yönelik bireysel ve dağınık mücadelesi, 1848 yılında Mutlakıyet yönetiminin sona ermesi ile birlikte toplumsal bir dava halini almıştır. Yasalarca koruma altına alınması ise 5 Haziran 1849 tarihinde kabul edilen anayasanın 91. maddesi aracılığıyla gerçekleşti. Buna göre Danimarka’da, "herkes, mahkeme kararlarına bağlı kalmak kaydıyla, fikirlerini yazı aracılığıyla ifşa etme hakkına sahiptir; sansür ve diğer kısıtlayıcı önlemler bir daha hiçbir şart altında uygulamaya konulamaz." Bu tarihten itibaren de ifade özgürlüğü, Danimarka politik geleneğinin en önemli unsurlarından biri olarak kabul gördü. Yine de bazı özel durumlarda kısıtlanıp kısıtlanamayacağı, bu durumların hangileri olduğu ve ne zaman "saygısızlık" veya "saldırı" sınırının aşıldığı tartışıla gelen konular olarak kaldı. Her ne kadar Danimarka, ifade özgürlüğünün "mutlak" olduğunu söyleyerek tartışmalı bir durumun olmadığını dile getirse de, karikatürleri yayınlayan JyllandsPosten kendini birden "ifade özgürlüğüne destek" adına "Yahudi soykırımını hicveden karikatürleri de yayımlama"ya dair bir meydan okuma ile karşı karşıya buldu. Henüz "evet" demeyen gazete editörleri kontrollerinden çoktan çıkmış bu durum karşısında nasıl bir tutum sergileyeceklerini düşüne dursunlar, "ifade özgürlüğünün bir sınırı olmalı mı" sorusu ile de bu sefer kendileri yüz yüze geliyorlar. Günümüzde Danimarkalıların gündeme taşıdığı bu soruya aslında 1850 yılında, ünlü filozof Soren Kierkegaard şu şekilde cevap vermiş: "Her ne kadar günlük bir gazeteyi yasaklara tabi tutmak düşünülemezse de saçmalık yayımlamayı ve toplumun çığırından çıkmasına neden olmayı cezalandırmak düşünülebilir." Belki bir Danimarkalı olarak Kierkegaard’ın bu tartışmalara bir katkısı bulunur. Danimarka’daki protestolardan...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear