Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
C S ve ‘öteki’nin aşağılanması… tatsız geçmişinden pek ders almadığını görmekteyiz. Bu şartlar altında, Avrupa’nın ortak bir kimlik temelinde kendini tanımlama çabaları da sonuç vermemektedir. Öte yandan, Aydınlanmanın değerlerini gerçekten içselleştirmiş milyonlarca Avrupalıyı da tenzih etmek gerek. Nitekim, Fransa ve Norveç’te yapılan kamuoyu yoklamalarında halkın çoğunluğu karikatürlerin yayımlanmasını provokasyon olarak nitelendirmiş. Çokkültürlülük, hoşgörü, farklılıklara saygı gibi kavramların hayata geçirilmesi için biraz zaman ve emeğe ihtiyaç olduğu kesin. Sağlıklı bir Avrupa kimliği de öteki üzerinden kendini tanımlayarak değil, ancak bu değerler üzerinde yükselirse var olacaktır. TRATEJİ 13 ’nu aşamıyor İSLAMOFOBİA VE TÜRKİYE AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamış, üye ülkelerde 4 milyon civarında yurttaşı bulunan Türkiye’nin, toz duman içerisinde yükselen İslamofobia’dan etkilenmemesi olanaksız. Avrupa’daki Türkleri doğrudan etkileyen en son örnek Almanya’nın güney eyaletlerinden BadenWürttemberg’de ortaya çıktı. Ocak 2006’dan itibaren bu eyalette vatandaşlığa başvuruda bulunan Müslümanlar tüm yabancılar değil sadece Müslümanlar siyasi, kültürel ve sosyal konularda 30 soruluk bir sınava, soruşturmaya tabi olmaktalar. Müslüman kökenli 57 ülke vatandaşına sorulan sorulardan bir kaçı şöyle: "Oğlunuz eşcinsel olduğunu ve başka bir erkekle yaşamaya karar verdiğini söylese nasıl bir tepki verirdiniz?" veya "Kadın eşine itaat etmeli mi, itaat etmediği takdirde eşi onu dövebilmeli mi?" Müslüman göçmen tarafından verilen yanıtlar Alman kültür ve değerleri ile herhangi bir çatışma şüphesi doğuruyorsa vatandaşlık başvurusu da buna göre geri çevriliyor. Maruz kalsalar Almanların tüm sorularda "doğru" yanıtı vereceği tartışmalı olan bu ayrımcı uygulamanın esas hedefinin Almanya’daki Müslüman nüfusun yüzde 80’ini temsil eden Türkler olduğu açık. Oysa, karikatür krizinde fanatik Müslüman dünyası içinde toplumsal ve siyasi seviyede en mutedil (ılımlı) tepkiyi veren Türkiye, kendi içinde sıkıntılar yaşasa da, Müslüman dünyanın tek laik ülkesi olarak fazlasıyla öneme sahip tüm bu denklem içinde. Tüm bu olup bitenin Türkiye’nin AB’ye katılımı The Guardian konusundaki tartışmalara 7 Şubat 2006 katkıda bulunmadığı kesin. Türkiye’nin üyelik günü geldiğinde İslamofobia’nın hangi noktalara ulaşacağını bilemeyiz ama Türkiye’nin katılımı konusunda Avrupa halklarının son sözü söylemesi durumunda ki Anayasal düzenlemesini yapan Fransa’da referandum olacağı kesinkutuplaşmanın bize oldukça zarar vereceği açık. Nitekim İspanya Halkçı Parti Sözcüsü, karikatür krizinin, Türkiye’nin AB’ye değil 10 yıl, 25 yıl sonra bile üye olamayacağını gösterdiğini iddia etti. Avrupa Komisyonu tarafından yapılan kamuoyu yoklamalarında Türkiye’nin katılımına olumlu bakanların oranı sadece yüzde 35 civarında. Avusturyalıların yüzde 80’i, Almanların yüzde 74’ü, Afrika’daki protestolardan Fransızların yüzde 70’i Türkiye’nin tam üyeliğine soğuk bakıyorlar. Batı ile İslam dünyası arasındaki kutuplaşma bu rakamlara daha da olumsuz yansıyacaktır. Avrupa Komisyonu, 2004 yılında Türkiye’ye ilişkin yayımladığı belgelerde, katılım öncesi dönemin üç temel ayağından biri olarak Avrupa halkları ile Türk halkı arasında kapsamlı bir diyalogun oluşturulmasını belirlemişti. Din, göç, terörizm, azınlık hakları gibi tartışmalı konularda halklar arasında görüş alışverişini mümkün kılacak köprülerin kurulması hedeflenmiştir. Bu diyalogun tesisi, iki taraf halklarının birbirlerini daha iyi tanımaları ve Türkiye’ye yönelik referandumları etkileyebilecek olması bakımından önem taşımaktadır. Son olaylar, Avrupa çapındaki İslamofobia’nın çözülmesi açısından da böylesi bir diyaloga ihtiyaç olduğunu gösteriyor. uyum içinde bir arada var olabilen Anadolu İslam’ını tatbik ederek, Avrupalıların gözünde farklı bir Müslüman portresi çizmekteler. Nitekim aynı çalışma, özellikle üçüncü ve dördüncü kuşak Türkler arasında İslam’a yönelimin radikalleşme olarak değil, bir hak ve adalet arayışı olarak algılandığını belirlemektedir. İslamofobia’yı tetikleyen köktenci Vahabi mezhebi ile ilgisi bulunmayan bu kesimin entegrasyon konusunda kaydettiği başarının özellikle Fransa, Hollanda ve İngiltere’de yerleşik Afrika ve Arap kökenli göçmenlere de örnek teşkil ettiği söylenebilir. AVRUPA GEÇMİŞİNDEN KOPAMIYOR Türkiye, Avrupa Komisyonu’nun Avrupa halkları ile Türk halkı arasında diyalogu geliştirme hedefi çerçevesinde iletişimi geliştirecek kapsamlı bir strateji geliştirirken EuroTürkleri özellikle dikkate almalıdır. Üçüncü ve dördüncü kuşak EuroTürkler sadece TürkiyeAvrupa ilişkileri için değil Batıİslam kutuplaşmasının yumuşaması için de önemli bir role sahip olacaktır. Esasında, Türkiye’nin katılımı Avrupa’nın kendi kültürü ve kimliğini sorgulaması bakımından iyi bir fırsat. Ama, Salzburg’daki konferans, Avrupalı entelektüellerin Avrupa kimliğinin geleceğine yönelik gerçekçi alternatifler üretmek yerine geçmişten kopamayan muhafazakâr bir tanım arayışında olduklarını göstermiştir. Avrupalı siyasiler, Avrupa kültür ve tarihine ilişkin bu muhafazakâr yaklaşımlarıyla karikatür olaylarında da pek başarılı bir kriz yönetimi gösteremediler zaten. AB ülkeleri arasında en yüksek Müslüman nüfus oranına sahip ülkenin Başbakanı olan Dominique de Villepin Salzburg’daki konuşmasında, Avrupa tanımında caféler kadar Müslümanlara yer vermediyse de Avrupa’nın en temel özelliklerinden birinin bir işi tamamlayamamak olduğunu itiraf ederek duruma biraz açıklık getirmiş aslında: "Yarım bırakmak Avrupa’nın temel özelliklerindendir. Salzburg ve müziğe dönecek olursak; Schubert’in 8. senfonisini tamamlayamadığını, Mozart’ın requieminin son notalarını yazmadan öldüğünü ve Bach’ın da bitmeyen bir fügün son notalarında hayata gözlerini yumduğunu biliyoruz. Yarım bırakmak başarısızlık değildir: gelecek kuşaklardan yarım kalan işin tamamlanması ve daha ileri götürülmesini talep etmektir". Bu durumda da, bugünden yarına Avrupa’nın kimlik krizini aşmasını ve İslamofobia illetinden kurtulmasını beklemek biraz hayalcilik olur. EUROTÜRKLER KİLİT Bu diyalogda kilit bir öneme sahip, AB ülkelerinde yaşayan 4 milyon civarındaki EuroTürk’e özellikle değinmek gerek. EuroTürkler hakkında yapılan kapsamlı bir çalışma, medyada basmakalıp modellerle karakterize edilenin aksine, EuroTürklerin çoğunluğunun ikamet ettikleri ülkelerde siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan ev sahibi toplumla bütünleştiğini ortaya koymaktadır. İlk kuşak göçmenlerden bu yana ciddi bir dönüşümün olduğu anlaşılmaktadır. Almanya’daki Türklerin yüzde 86’sının, FransalıTürklerin ise yüzde 90’ının kültürlerarası diyalogdan yana oldukları, farklılık yerine ortaklıklar yönünde çaba sarf etmeye hazır oldukları görülmektedir. EuroTürkler, dışsal etkilere açık olan ve dolayısıyla, farklı yaşam biçimleri ve dinî inanışlarla