01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Müzakerelerin durması sürpriz olmadı Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Başkanı A B ülkeleri Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Kesimini tanımamasını bahane ederek 8 müzakere başlığını askıya aldığını açıkladı. İşin siyasi yönünü bir tarafa bırakacak olursak bu başlıklar arasında bulunan Tarım, Kırsal Kalkınma ve Balıkçılık alanındaki müzakerelerin askıya alınması bizim için üzücü olmuştur. Buradan sakın AB taraftarı olduğumuz ve ülkemizin geleceğini AB’ye endekslediğimiz anlaşılmasın. AB’ye onurlu bir şekilde girmedikten sonra hiç girmeyelim daha iyi diyenlerdeniz. Hatta çok yakında parçalanacağının sinyallerini de veren bu Birliğe girmek taraftarı bile değiliz. Müzakerelerin durması bizim için sürpriz olmamıştır. Adamlar yıllardır hazırladıkları ilerleme raporlarıyla bu durumun sinyallerini çok önceden veriyorlardı. Maalesef doğru adımlar atılması yerine durum hep idare edilmiş ve günü kurtarma çabalarına girilmiş, aman adamları küstürmeyelim politikası izlenmiştir. Onlar hiç olumlu adım atmadıkları halde biz onların her geri adımına karşılık on adım daha ileri gitmişiz ve sonunda özenle hazırladıkları tuzağa düşmüşüz. Hep aynı senaryo. Peki diyeceksiniz ki ne oldu da üzülüyorsun? Üzülürüm, çünkü ülkemde insanlar halen sokak sütünü tercih ediyor, yemeklerden zehirleniyor, geri kalmış ülkelere özgü bir hastalık olan Kırım Kongo Kanamalı Ateşinden ölüyor. Kuduz hastalığı ülkemin en büyük şehrinin en lüks semtlerinde dehşet salıyor. Üzülürüm, çünkü yetiştiricinin elindeki süt para etmiyor, ilgili Bakanın geçeceği yerlere döküyor, milletin efendisine bir Sayın Bakan "gözünüzü kara toprak doyursun" , Sayın Başbakan "ananı da al git" diyebiliyor. Üzülürüm, çünkü yıllardır "tarımımız çöküyor, eksikleryanlışlıklar belli, yapılacaklar belli" diye avazı çıktığı kadar bağıran ilgili meslek ve yetiştirici örgütlerine kulak verilmemiş, sesleri duyulmamış. Bize sağır olan, ama ABD güdümündeki Dünya Bankası ve IMF gibi emperyalist güçleri can kulağıyla dinle yen 1980 sonrası hükümetleri öncelikle 1982’ye kadar ihracatını yaptığımız canlı hayvan ve hayvansal ürünlere ilk darbeyi süt tozu ithalatıyla yapıyor. Sütü para etmeyen yetiştirici verimli ineklerini mezbahaya gönderip kestirince hayvan ihtiyacı baş gösteriyor. Bu kez 1986 yılında yurtdışından güya verimli canlı hayvan ithalatının önü açılıyor ve gelişmiş ülkelerin gelişmemiş hastalıklı hayvanları ülkemizi istila ediyor. Yanlış yanlışla düzeltilmeye çalışıyor. Bu arada zamanın çağ atlatan iktidarı 1984 yılında 212 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameyle hayvan hastalıklarıyla amansız bir savaş içerisinde olan veteriner teşkilatını da kaldırmayı ihmal etmiyor. Bu teşkilatı kaldırmakla hem yerli hayvanlarımızı hastalıklara karşı yalnız bırakmış hem de gelişmiş ülkelerin hastalıklı hayvanlarına bir anlamda geçiş vizesi vermiştir. Şunu bir türlü anlamak istemedik; Altın yumurtlayan tavuğunu kimse satmaz. Satsa bile değerinin çok üstünde bir bedel ödemek zorunda kalırsınız. Yurtdışından hayvan ithal etmenin daha hesaplı olacağını ileri sürenler lütfen geçmişe şöyle bir dönüp baksınlar. Avrupa ülkelerinden canlı hayvan ithal etmenin serbest olduğu 10 yıl boyunca (19861996) ülkemize ne geldi? Bunların ülkemiz hayvancılığına katkısı ne oldu? Harcadığımız dövizlerin karşılığını alabildik mi? Bunların bir tanesine bile olumlu yanıt verebiliyorlarsa diyeceğimiz bir şey yok. Buraya kadar söylediklerimin arasında çok çelişki olduğunun farkındayım. Giriş bölümünde AB ile müzakerelerin durmasına üzüldüğümü belirtmeme rağmen daha sonra bunların bizim iyiliğimizi istemediklerine değindim. Doğrudur. Bu bir çelişki ama çok yaman bir çelişki. Çünkü bizim iyiliğimizi istemeyen AB ülkeleri sayesinde gıda güvenliğinin sağlanması ve halk sağlığının doğru bir şekilde korunmasını sağlamaya özgü adımlar atabiliyorduk. Kırsal kalkınmamız için çabalar sarf ediyorduk. Bunu biz istediğimiz için değil, AB ülkeleri istiyor diye yapıyorduk. Çünkü bizler halkımızı düşünmüyorduk. Bunları sırf onlar bizi aralarına alacaklar diye istiyorduk. Varsın olsun. Onlar istiyor diye yapmayacak değildik, neticede ülkem insanının daha iyi beslenmesine ve sağlığının korunmasına yönelik bir adım atılacaksa bunu niye iste meyelim ki? Şunu kafamıza iyi kazıyalım; gıda güvenliğinin sağlanması ve halk sağlığının korunması şu anda AB’de bulunan idari yapı ve mevzuatların aynen alınıp ülkemize monte edilmesiyle mümkündür. İzlenecek yol bellidir. Bunun için ulusal çıkarlarımızı tehlikeye atmanın bir anlamı yok. AB’nin yapısı bize uymaz demek, tamamen mesleki ve ticari kaygılardan kaynaklanan bir bencilliktir. Verimi arttırmanın tek yolunun yerli ırklarımıza uygulanacak suni tohumlama uygulaması olduğu ve hayvan ıslahı yapmak gerekliliği artık bir zorunluluktur. Kaldı ki ülkemizde bunun örnekleri de çoktur. Biz geçmişte bu işi AB ülkelerinden daha önce de yaptık. Yine yaparız merak etmeyin. Türkiye Cumhuriyeti suni tohumlama uygulamasını dünyada Sovyetler Birliği'nden sonra ikinci uygulayan ülkedir. 1926 yılında başladığımız bu uygulamayı ne yazık ki yanlış politikalarla geliştirememiş, ancak çok sınırlı ilerleme kaydetmeyi başarabilmişiz. AB ülkeleri ise ancak ikinci dünya savaşından sonra farkına varabildikleri suni tohumlamayı Ortak Tarım Politikası ile pekiştirmiş ve yerli ırklarını ıslah ederek tüm dünyaya pazarlayabilecek konuma gelmişlerdir. İlginç olan bizim 1980 sonrası hükümetlerin şu andaki kurumsal yapı ve mevzuatlarla tarımda ilerlemenin mümkün olmadığını görememeleri. Bir ucunda kar yağarken, diğer ucunda denize girilebilen, aynı günde 4 farklı mevsimin yaşanabildiği, her türlü bitkisel ve hayvansal üretime uygun olan coğrafi konumuyla, geçmişte çağ kapatıp, çağ açan, silahlı Kurtuluş savaşı verip ilk olarak başarılı olan insanlarıyla ülkemin bunu yapabilecek potansiyeli vardır. Yeter ki 1980’den sonra uygulanan bu yıkıcı politikalardan vazgeçilsin. Sağlıklı süte çağrı Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi ve Tetra Pak işbirliğiyle düzenlenen seminerler devam ediyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi ve Tetra Pak işbirliğiyle "Kullandığınız süte güveniyor musunuz?" kampanyası başlattı. Kampanya yurttaşların, süt ile gelen hastalıklar konusunda bilgilendirilmesini öngörüyor. Kampanya, Kocatepe Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir seminerle tanıtıldı. Seminerde, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal ve Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Tanju Besler halk eğitim merkezlerinden gelen katılımcılara süt tüketimi, açık süt ve sağlıklı sütün özellikleri hakkında bilgi verdiler. Yaptığı konuşmada sağlıklı süt tüketiminin toplum sağlığı açısından önemine dikkat çeken Prof. Dr. Ünal, brusella, tüberküloz, tifo, şarbon ve hepatit gibi birçok hastalığın çiğ sütlerden kolaylıkla insanlara bulaşabileceğini belirtti. Ünal, bulaşıcı hastalıklardan korunmak "Kullandığınız süte güveniyor musunuz?" adlı kampanya yurttaşların, süt ile gelen hastalıklar konusunda bilgilendirilmesini öngörüyor. sütün yeterli miktarda tüketilmesi gerektiğini ifade etti. Besler, süt tüketiminde açık sütün değil, sağlıklı UHT sütün tercih edilmesi gerektiğini vurguladı. Yaşanan çocuk ölümlerinin yüzde 7’sinin birincil nedeninin, yüzde 46’sınında ikincil nedeninin yetersiz ve dengesiz beslenmeden kaynaklandığını söyleyen Besler, süt ve süt ürünlerinin ana besin gurubu olduğunu kaydetti. Besler sözlerine şöyle devam etti: "Süt, organizmanın büyüme ve gelişimi için gerekli olan besin öğelerinin tamamına yakınını içerir. Türkiye’de yıllık kişi başına süt tüketimi 24 litredir fakat İngiltere’de 100 litre, Finlandiya’da ise 139 litredir. Sağlıklı bir yaşam için yeterli miktarda, sağlıklı süt içilmelidir." Seminerde konuşan Tetra Pak Türkiye Kurumsal İletişim Müdürü Yasemin Aygin ise Milli Eğitim Bakanlığı'nın Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü işbirliğiyle, "Sağlık, için sağlıklı süt için" sloganı ile 2001 yılından beri 31 ili ziyaret ettiklerini kaydetti. Verilen seminerler ile insanlara doğrudan veya dolaylı yollardan ulaştıklarını kaydeden Aygin, Türkiye’de yeterli süt tüketimi olmadığını ve bu oranı arttırmayı hedeflediklerini dile getirdi. Aygin, Türkiye’de tüketilen sütün üçte ikisini, yüzde 60’a yakın bir bölümünün açık süt olduğunu ve bu durumun toplumsal sağlık açısından tehlike arz ettiğini kaydetti. için sütlerin mutlaka uygun şekilde ısı işleminden geçirilmesi gerektiğini fakat uzun sürede kaynatılan sütün besin değerlerinin düştüğüne dikkat çekti. Gelişme çağındaki çocuklarda hastalıklara neden olan beslenme eksikliğinin giderilmesi için ülke genelinde eğitim verilmesi gerektiğini vurgulayan Ünal, toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiğini ifade etti. Seminerler ile koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında bireylerin beslenme konusundaki duyarlılığını artırmayı hedeflediklerini kaydeden Ünal, halk eğitim merkezlerinin yaptığı çalışmalarıyla bu amaçlarına katkı sağladıklarını belirtti. Ünal, seminere katılanlara sokaklarda satılan açık sütler yerine sağlıklı koşullarda işlemden geçirilerek paketlenen Uzun Ömürlü Süt’ün (UHT) tercih edilmesi gerektiğini dile getirdi. Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Besler, düzensiz ve eksik beslenmenin birçok hastalığa neden olduğunun altını çizdi. Sütün her yaş için içilmesi gereken protein deposu olduğunu kaydeden Besler, bireylerin düzenli beslenmesi ve 22
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear