24 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 29 EKİM 2019 SALI 96. YIL COŞKUSU Ulusal birliği kuran bir PERTEV NAİLİ BORATAV Kemalist reformlar, gelenekçiliğe karşı çıkan bir nitelik taşırlardı. Çoğu kez de, yeni kuşakların geçmişle bağlarını kopardığı gerekçesiyle eleştirilmişlerdir. Ancak ne var ki, Kemalizmin kültürel programı, beşeri, tarihsel, psikolojik ve etnolojik bilimlere, o güne kadar rastlanmadık bir güç vermiştir. Mustafa Kemal ölümünden önce, iki büyük bilim kuruluşunu kendi elleriyle kurmuştur. Bunlar Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’dur. Atatürk ölümünde de, kişisel servetinin tamamını bu iki kuruma bırakmıştır. Daha sonraları ülkenin ikinci üniversitesi olacak Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin de kurucusu yine Mustafa Kemal’dir. Antropolojik, entolojik bilimler, ülkede ilk kez bu fakültede okutulmuşlardır. Kemalist ideoloji, geçmişle bağların kopmasını zorunlu kılan bir tarzda, Batı uygarlığıyla, Batı endüstrisi ile bütünleşmeyi de öğütlüyordu. Kemalist devrimler, bir başka deyişle Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanıp, uygulanan siyasal ve kültürel reformlar, uzun süreçli geniş bir devrim panaromasının ilk deneyleriydi. Daha derin sosyo ekonomik değişimlerin sağlanması için yol açmışlardı. İlk sonuçları, bazı psikolojik amaçlardan başka bir şey değildi. Gelecek konusunda geniş kitlelerde güven ve umut boyutları yaratma görevi taşıyorlardı. Bu konuda en belirgin örneği, alfabe reformu konusunda gösterebiliriz; okuma yazma bilmeyen genç köy delikanlısı, askerlik hizmetini yaparken, bu eksiğini gideriyor ve köyüne okuryazar bir kişi olarak dönüyordu. Yeni alfabe böylece herkese ulaşabilen kullanışlı bir kültür aracı oldu. Buna rağmen, 45 bin köy için, 45 bin eğitmen yetiştirmek, uzun ve zorlu bir işti. Ancak yine de, kışlada bir şeyler öğrenmiş olan onbaşılar, çavuşlar yeni alfabe akımında öncü bir rol oynadılar. Bunların öğrencileri, daha sonra “Köy Eğitim Enstitüleri”nde yetişen kişiler oldular. İlk köylü yazarlar, bu gençlerin arasından yetişti (Makal, Baykurt gibi.) Atılan ilk adımlar, bazı riskleri kapsamıyor değildi. Bin yıllık alışkanlıkları tepetaklak edecek, böylesine geniş ve cüretli bir deneyin tehlikeli sonuçlar vermesi, ilkelerin yanlış yorumlanmasından, yetkinin yanlış uygulanmasından doğacak kızgınlıklar yaratması beklenebilirdi. 1928 alfabe reformundan sonra, ellerinde eski yazılı eserler bulunanların bunları, cezalandırılmak korkusuyla, nasıl yok ettiklerini, Anadolu köy ve kasabalarında yaptığım bir araştırma sırasında, tanıkların ağzından dinledim. Daha sonraları, 1939 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir komisyonunun çalışmaları sırasında, ünlü bir gazeteci de, çocuklar için hazırlanmış tüm masal kitaplarının gözden geçirilmesini önermişti. Bu önemli kişinin gerekçesi, kitaplarda padişahlardan, prenslerden ve prenseslerden iyimser bir dille söz edilmesinden ötürü, genç kafalarda geçmiş rejime bir özlem duygusunun uyanabileceği endişesiydi. Meslekten gelme bir asker olan Mustafa Kemal, kendinde bir de politikacı kişiliği yaratmak zorunda kaldı. Bir politik görevi çözümle kültür devrimi Pertev Naili Boratav’ın bu sütunlara aldığımız yazısı, Le Monde Diplomatique gazetesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin 50. yıldönümü nedeniyle hazırladığı özel ekte yayımlandı. Gazetemiz de Boratav’ın yazısına, Cumhuriyet’in 50. yılı olan 29 Ekim 1973 günü, Olaylar ve Görüşler sayfasında yer verdi. mek durumunda kaldığı her sefer, üniformasını bir kıyıya atmak bilgeliğini de gösterirdi. Devrimci bir düşüncenin uygulanmasını zorunlu kılan olaylar sırasında da aynı yolu izlerdi. Mustafa Kemal gerçekte teorisyen olmaktan çok bir eylem adamıydı. Kemalist devrimlerde, teori, geri kalmakla birlikte, genellikle eylemin peşin den gelirdi. Reformlar konusunda da program ve uygulama aynı anlarda gerçekleştirildi. Mustafa Kemal’in biyografilerinde ve yakınlarının anılarında, Gazi’nin tasarılarını dikkatle seçilmiş sınırlı bir çevrede nasıl tartışmaya sunduğu konusunda çarpıcı ayrıntılar vardır. Bu tartışma toplantılarının, devrimciliğe biçim veren öğretici konferanslar olduğu da söylenebilir. Kemalist ideoloji üstüne ilk sentezler de ancak 1930’lardan sonra, bu toplantılarda yetiştirdiği ayndınlar tarafından yapılmıştır. M. Kemal’in köklü anlayışı Cumhuriyet’in ilanından hemen önce, ülkede iki ideoloji ortaya konmuştu. Bunlardan birini, Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ve Mustafa Kemal’in Başkanı bulunduğu Büyük Millet Meclisi içinde bir grup, diğerini de savaşın dışında kalmış İstanbullu aydın sınıf savunuyordu. Birinciler tutucuydular. Bağımsızlığın tekrar kazanılmış olmasından memnun, eski Anayasanın ve bunun getirdiği tüm kuruluşların ikiliği ilkesine bağlı kalmak istiyorlardı; Cumhuriyet yönetiminin yanı sıra ve ona rağmen halifelik sürecek, şeriatçı adalet ve eğitim, modern okul ve mahkemelerle birlikte yürüyecekti. Sosyolog Ziya Gökalp çevresinde yetişen ve ilerici sayılan ikinciler ise “Turancılar” adını tasıyorlardı. Bunlar görüşlerini gözden geçirmişler, genişleme emellerinden ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında besledikleri, hayalci “Türk Birligi” (Pantürkizm) sevdalarından bir ölçüde vazgeçmişlerdi. Ancak bunlar da radikal bir devrimciliğe karşıydılar. Gelişmeyi savunuyorlar, İslamlaşmıştan çok Türkleşmiş kuruluşlarla geleneksel kuruluşlar arasında bir orta yol arıyorlardı. Modern bilim ve tekniği de amaç görüyorlardı. Mustafa Kemal ise, bu iki ideoloji arasında uzlaştırıcı bir rol oynamayı cesaretle reddederek, bir imparatorluğun yıkıntıları üstüne yeni bir Türkiye kurma gerçeğine eğiliyordu. Kemalist ideoloji, Türk ulusuna dil, din ve etnik yapısı açısından yepyeni bir tanım getirmek istiyordu. 1920 yılında ülkenin toprakları, bugünküne çok yakın bir genişlikteydi. O günlerde bu topraklarda, yüzde 85’i köylü olan 10 milyon insan yaşıyordu. Bugün bu rakam 35 milyona yükselmiştir. Şehirlerde yaşayanların sayısı büyük ölçüde artmıştır. Halkın kültür ve yaşama düzeninde büyük farklılıklar görülmektedir. Bu, ülkenin beşeri ve fiziki coğrafyasının değişikliklerinden olduğu kadar, çok daha kompleks öğelerden de oluşmaktadır. Öncelikle, nüfusun etnik gruplarına bakmak gerekir: 1 11. yüzyılda Küçük Asya’ya yerleşen Müslüman Oğuz Türkleri, bu topraklara Çin ve İran kültürleriyle etkilenmiş Orta Asya geleneklerini getirmişlerdi. 2 Etnikleri çeşitli olan Hıristiyan nüfus, çok uzun bir süre özerkliklerini korumuşlar ve çok ağır bir süre içinde kaynaşmışlardır. 3 Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak kayıplarından sonra, Türk olan ve olmayan büyük Müslüman topluluklar Anadolu’ya göç etmişlerdir. Bunlar şöyle sıralanmaktadır: Arnavutlar, Bosnalılar, Tatarlar, Çerkezler, Kazaklar, İran ve Kazak Azerileridir. Bunlara başka etnik grupları da eklemek mümkündür. Bu arada, ülkenin Müslüman çoğunluğunun ideoloji açısından türdeş bir bütünlük içinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye’nin bugün üstünde bulunduğu topraklarda, uzun yüzyıllar boyu sağlanan siyasal birlik, dil, din ve etnik bakımdan farklı olan topluluklar arasında ırkların ve kültürlerin karışmasıyla sağlanmıştır. Birleştirici bir ideoloji Böylesine karma bir toplumda ulusal birlik duygusunu sağlamak için, Kemalizmin birleştirici bir ideoloji olması gerekliydi. Hilafetin kaldırılışı ve devlet ilkeleri arasında laikliğe yer verilişi, din ayırımcılığına kesin bir son veriyordu. Bu ilke, İslam dininin mezhepçiliğini de kapsıyordu. Mustafa Kemal’in bağımsızlık ve kurtuluş eylemlerine ilk katılanların Aleviler olduğunu anmak, burada yerinde olur. Kadın haklarının kabulü de, bir açıdan laiklik ilkesinin bir sonucudur. Çünkü hakların tanınması, öncelikle kadını dinsel önyargılardan kurtulması anlamını taşıyordu. Böylece o güne kadar yalnız erkeklerle yürütülmeye çalışılmış ulusal görev ve iş alanlarına, büyük bir kadın gücü de katılıyordu. Kültür alanında da gerçekleri söylemek gerekirse, Kemalist ulusçuluk uzlaştırıcı ve birleştirici ilkelere dayanıyordu. Manevi ve maddi tüm gerçek değerleri de çıkış yerleri ve kişilikleri ne olursa olsun kendinden sayardı bu ulusçuluk. Ona göre, bugün yeni Türkiye’nin toprakları olan Anadolu’dan gelmiş geçmiş tüm kültür miraslarına sahip çıkılmak gerekirdi. Osmanlı Devleti’nin tarihçileri, Türk’ün tarihini, Adem’e kadar uzanan ve İslamlık dönemlerini kapsayan bir öngirişle, Sultan Osman’dan başlatırlardı. Turancılara göre de, bu tarih “Orta Asya’daki” atalarına kadar uzanırdı. Bunlar 1071 öncesi Anadolu ile Türkler arasında bir bağ kurmaktan sakınırlardı. Oysa Kemalist ulusçuluk için, Türk halkının tarihi, “Hem uzak Asya’dan gelen atalarına” hem de “diğer halkların atalarına” dayanır. Yine Kemalist ulusçuluğa göre, Türk halkının geçmişi, ona hükmeden hükümdarlar değil, kendi kültür değerleri ve yaratışlarıdır. Kemalist ulusçuluk, bugün işlediği toprağında yükselmiş tüm Anadolu uygarlıklarını sayar ve benimser.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear