24 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 29 Ekim 2019 SALI 96. Yıl Coşkusu Kalbimize 1916’da ve 1919’da giren ateş 1923’Te ve sonrasında daha da alevlenerek hâlâ yanıyor Koyu karanlıktan sonra şafak! Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Bizden önceki kuşakların gençlik yılları bir ulusal kahramana özlemle geçti. Bu gerçeği yalnız babam ve dedemden değil, Yakup Kadri, Falih Rıfkı, İsmail Habib, Ahmet Emin, Burhan Felek ve Şevket Süreyya gibi tanıdığım yazarlardan da bilirim. Onların analarıbabaları yaşam diye yabancı müdahalelerini, Balkan ve Kafkas göçlerini, elden çıkan toprakları, yerli saldırganları ve gidip de dönmeyenleri bilirlerdi. Bebeklerin ninnileri bunlara odaklı yanık türkülerdi. Avrupalılar, hele “Düveli Muazzama” denilen siyaset eşkıyaları korkuyla anılırdı. Avrupa’dan atılan Türkler, kürek tutsakları gibi kaderci, Asya’nın ortasına sürülmeyi bekliyorlardı. Ziya Gökalp bile Tanzimat Osmanlıcılığı ile Ahmet Vefik Paşa Türkçülüğü arasında bir yerdeydi. Şu Durkheim da kim? Üstelik, Enver Paşa ordusunu kara gömüp gene İstanbul’un yolunu tutmuştu. Avrupa’daki Türklere bir tür şempanzenin adı olan “Macaque” takma adını koymuşlardı. Tomurcuk gül gibi açtı Ama bir gün Gelibolu savunmasının yankıları geldi. Resmi açıklamalarda adı anılmasa da, halk öğrenmişti: Mustafa Kemal. Yakup Kadri onu ta İsviçre’de duymuştu. Churchill de altı ciltlik savaş anılarında yalnız onun adını anar. Birinci Viyana kuşatmasından sonra Osmanlı’nın hiçbir başarısı olmamıştı. Hükümet Çanakkale’de “düşmanın sisten yararlanarak çekip gittiğini” yazmakla yetindi. Ne var ki, 1919’un ortasında gene: Mustafa Kemal! Anadolu’dan onun sesi geldiğinde, üçyüz yıldır kuru duran dala bu kez özsu yürümüş, bir türlü büyümeyen tomurcuk Ankara’da gül gibi açmıştı. Bizi yakmak isteyenler ateşimizin kızgınlığında kendileri kavruldular. Bize Türk olduğumuzu söyleme hakkını Anadolu’daki zaferlerimiz verdi. 1922 ve 1923 yıllarının güneşleri ülke gömütlükleri ve yıkıntıları üstüne doğdu. Görkemli bir Batı kenti yeri Anadolu’dan onun sesi geldiğinde, üçyüz yıldır kuru duran dala bu kez özsu yürümüş, bir türlü büyümeyen tomurcuk Ankara’da gül gibi açmıştı. ne “Ankara” sözü bize anlamlı bir gurur verdi. İstanbul’daki saray düşmanın elineayağına sarıladursun, ulus genç paşanın ağzından konuşmaya başlamıştı. Ressam Feyhaman, Güzin Hanım’ı babasından istemeye geldiğinde, baba damat adayına yalnız şunu sormuştu: “Ankara’da Meclis’i kurmuş olan M. Kemal için ne dersin?” Yanıt: “Ülkeyi yalnız o kurtarabilir!” olunca da, bu kez baba: “Evlenebilirsiniz.” Bakanlıklar bir odaya sığışmışken bile, Ankara Londra ve Paris denli bilinir olmuştu. Ankara’ya gelen Fransız siyasetçi Franklin Bouillon “Quel isolement!” (Bu ne yalnızlık) dediğinde, Halide Edip’in yanıtı: “Biz gücümüzü onda buluyoruz.” Ulus İstanbul’un idam mahkumunun istencinde birleşti. Sevr’e gidenlerse bir cenaze töreni heyetiydi. Dört yıl dolmadan Türk ordusu İstanbul’a girerken onlardan kimileri kaçtı, kimileri de Britanya Elçiliği’ne sığındılar. İzmir’e 9 Eylülde girdiğimizde yeryüzünün en mutlu ulusu bizdik. İnsan seçmesini bilirdi M. Kemal’in tehlikeleri önceden sezen içgüdüsü, önlemleri örgütleme yeteneği, bilenmiş kararlılığı vardı. Hem ölçülü, hem eliçabuktu. Askerin özverisine, halkın desteğine güveni vardı. İnsan seçmesini iyi bilirdi. İki İnönü’nün muzaffer komutanı Ankara dışından gelenlerin elini sıkarken bir sözcükle “İsmet” diyordu. Yeni düzen ulusu uzun uykudan uyandırdı. 22 gün süren Sakarya zaferinin savaşlar tarihinde benzeri yok. “Sakarya” sözcüğü bizim için bir ilaç gibiydi. 26 Ağustos’ta toplarımız sanki bayram günlerinin davulları gibi gürlediler. 30 Ağustos Lloyd George, Yunan Kralı, Hacı Anesti ve Vahdettin gibilerini yerlerinden yuvarladı. İstanbul’daki “Nemrut Mustafa Paşa” Divanı bir eşkıya yatağıydı. Anza vur, Marmara’nın doğusunu Padişah adına haraca kesiyordu. M. Kemal savaşı herkesten iyi bildiğinden savaş yanlısı değildi. Pislik tutmayan deniz gibiydi. Başbakan İsmet de devlet hazinesiyle özel ceplerin bağlantısını çoktan kesmişti. Bir İngiliz subayı konuşmak isteyen Ahmet Emin’i “bir Türk, Britanyalıya hitap etme cüretini nasıl bulabilir?” diye azarlamıştı, ama M. Kemal İzmir’e girdiğinde masa başında otururken İngiliz ve Fransız amiralleri önünde ayakta hazır vaziyetteydiler. Fransa’nın Compiegne yolunu savunmuş olan General Pellé’yi azarladığında, yabancı asker kekeleyip sallanmaya başlamıştı. Ulusal savaşımızın bir aşaması kapanınca ikincisi, yani Devrimler aşaması açıldı. Cumhuriyet ateş içinden doğdu. bozkırı dirilten odur. 29 Ekim’deki büyük değişim, yeni yasalar, Lâiklik, demirağlar, fabrikalar, kadın hakları, eğitim seferberliği, yurtiçinde öğrenci bursları, yurtdışında eğitim... Cumhuriyeti kuranların geniş görüşlü sofraları Socrates’in meclisleri gibiydi. Baskıcı değildi; büyük kararlar tartışılırdı. Atatürk (ve İnönü) kin nedir bilmemiştir. Reşit Galip gibi kendine karşı çıkanları da hak ettikleri yere atamıştı. Ulus yararına tutkuluydu, ama bencil bir gündüşkünü değildi. Mekke düşü görmedik; Atatürkçü devrimlerin heyecanını duyduk. Savaşta ve çetin mücadele sırasında ağzına bir damla içki koymadığı bilinir. Hastalığı o zaman bilinmeyen HepatitsB virisünden ötürüydü. İşgâlci Fransız Generali Franchet d’Esperey Fatih’i takliden İstanbul’a bir kır at üstünde girmişti ama, M. Kemal eski başkente 1927’de geldi. Küçük siyasetçi değil, Büyük Devrimciydi. Bunca başarısı için “ben yaptım” demedi. Kalbimize 1916’da ve 1919’da giren ateş 1923’te ve sonrasında daha da alevlenerek hâlâ yanıyor. Demokrasinin, hukukun, özgür bireyin, uygarlığın, millet olmanın teminatı olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızın 96. Yılı Kutlu Olsun… Cumhuriyetimizi kurup bize armağan eden Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını minnetle anıyoruz. Cumhuriyet fazilettir, yaşasın Cumhuriyet... Cumhuriyet olmasaydı... NEŞE DOSTER Ne kadar yinelense az olan, ne kadar tekrar edilirse az sayılacak olan çok önemli bir tarihin, yoktan var edilen, destansı, yiğit, onurlu ve devrimci Cumhuriyetimizin kuruluşunun 96. yılı... Tarihimize ilişkin, tarihimizin olumlu ve onurlu sayfalarına ilişkin, kurtuluş ve kuruluşumuza ilişkin siyah beyaz ancak görkemli ve göz kamaştırıcı olan bir fotoğraf bu! Bu resme bakmayı reddedersek elimizde ne kalır? O halde resmi ve resmin alt metnini okumak yetmez görmek, ezber etmek gerekir... Bir yanda yaşamının 20 yılını, en az 20 yılını Bingazi’den Şeria’ya Trablusgarp’tan Çanakkale’ye savaş meydanlarında ölümle göz göze, diz dize geçiren Gazi Mustafa Kemal’in kısa yaşamının zorlu ve başarılı öyküsü. Diğer yanda savaş sonrasının bilinenbeklenen tüm görüntülerinin egemen olduğu bir ülke... Bir yanda yolun, suyun, elektriğin olmadığı, eğitimden sağlığa, topluiğneden kefen bezine kadar her alanda yokluk ve yoksulluğun hüküm sürdüğü bir toprak parçası! Diğer yanda eğitimle henüz yeni tanışan bir ulusun var oluş mücadelesi... Bir yanda parasız, yalvarmayan, küçük düşmeyen, onurlu, başı dik ve devrimlerle taçlanan bir TÜRKİYE ve sırtımızı kaya gibi dayadığımız Mustafa Kemal! Diğer yanda Cumhuriyeti bir kadın erkek eşitliği projesi ve bir kültür devrimi sayan bir lider ve bu görüşü destekleyen bir vazife kuşağı... Elimizde ve önümüzde duran bu resme dikkatle bakmayı sürdürelim... Bir yanda; vatana feda edilen canlar, asker, sivil, postallı, çizmeli, fesli ve kalpaklı güçlerin Anadolu’dan kopup gelerek yarattığı inanç ve güven ortamı! Diğer yanda Anadolu’ya adanan yaşamlar, toprağa gömülen umutlar ve adlarını tarihe ve arşivlere onurluca yazdıran insanlar... Ve; çorak bir düzlükte, bir bozkır görünümündeki Ankara’nın toprak binalarında, han odalarında, gaz lambalarının aydınlattığı okul sıralarında, ulusun ve yurdun bağımsızlığını gerçekleştiren, devrim yasalarını çıkaran ve Kurtuluş Savaşı’nı kazanan KUVAYİ MİLLİYECİLER... O yolculuğun seyir defteri Şimdi o yolculuğun seyir defterine bakmak, ulus olmanın, yurttaş olmanın, çağdaş olmanın perde arkasını aralamak zamanıdır... Hani pek çok şeyi göz ardı ederek, pek çok şeyi de göze alarak ölümüne çıkılan yollar ve bu yolların yorulmaz yolcuları vardır ya! Ulusun nöbet defterine adını bir onur nişanı gibi kazıyan o yolcu, yaptıklarıyla gözümüze de, gönlümüze de, genzimizi de yakar ya! Hani! O insanı darmadağın eden, yüreğini söken, boğazını yırtan, yutmakta zorlandığınabız atışlarını hızlandıran olaylar öykülerresimler vardır ya! Ülkemizin yoktan varoluş destanının resmidir bu! Kurtuluş Savaşı’nın yiğit başkumandanının resmidir bu! Mazlum milletlerin esin kaynağının resmidir bu! Laik Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ve yol arkadaşlarının resmidir bu! Adımlarıyla atılımlarıyla tarihe yön veren ve talihimizi değiştirenlerin resmidir bu! Dünya ve bölge dengelerinin altüst olduğu bir dönemde hem savaş verip hem devrim yapanların resmidir bu! İsyanların ve savaşların yoğun olduğu bir dönemde kan ve barut kokuları içindeki ülkemizin yazgısını değiştirenlerin resmidir bu! Bu resme bakmayı reddedersek bu resimdekileri görmezden gelirsek elimizde ne kalır? Ortada net bir fotoğraf var! Babasız kalan çocukların, Kocasız kalan kadınların, Evlatsız kalan ana babaların, Vatana feda edilen canların yarattığı bir resimdir bu! Bu destanı yaratanları unutabilir miyiz? Kucağında bebesiyle mermi taşıyan Anadolu kadınını, Topa karşı, bileği ile direnen Anadolu erkeğini, Canıyla, kanıyla ülkesini savunan Türk insanını, Yarasını, gömleği ile bezle saran Mehmetçiği görmezden gelebilir miyiz? Bu resimdekileri ve bu yüce destanı yazıpyaratanları göz ardı edebilir miyiz? Şimdi tarih sayfalarında gezinerek kulağımıza, dilimize, gözümüze, beynimize yerleşenleri paylaşma zamanıdır... Doğrudur! Milli Mücadele inanılması güç bir destan olduğu içindir ki; Batılı bilim insanları “Türk Mucizesi” derler. Kahramanlarımızın emperyalizme karşı direniş destanını anlatan bu mucize için yapılan tanım doğrudur ve yerindedir. Haklı ve halklı bir kavga Milli Mücadele’de 400 bin kişilik silahlı işgal gücüne karşı 40 bin kişiyle savaşan Türk ordusu! Feslisi, sarıklısı, kalpaklısıyla kenetlenen TBMM! O Meclis’in arkasında dağ gibi duran millet! İkmal ordusu gibi çalışan kadınlar ve çocuklar! Avrupa’ya avuç ve ağız açmayan dimdik bir dış politika! O koşullarda döşenen 3 bin km. demiryolu! Ve eğitim için yurtdışına gönderilen gençlere Gazi Mustafa Kemal’in telgrafı: “Sizi bir kıvılcım olarak yolluyorum, alev gibi dönünüz.” Ne demektir bu? “Ben Cumhuriyet fikrini vicdanımda milli bir sır gibi sakladım” diyen büyük Atatürk’ün içeriden ve dışarıdan tüm engellemelere karşın Cumhuriyete olan bağlılığı demektir. Temelindeki harcın ve kurucu kadroların inancı demektir. Ne demektir bu? Bülent Tanör’ün deyimiyle, “Haklı ve halklı bir kavganın eseri olan Cumhuriyetin” onca yokluk ve yoksulluk içinde Halkevleri, Halk Odaları, Köy Enstitüleri, Millet Mektepleri açarak, yurtdışına öğrenci göndererek, Cumhuriyete kanat geren o eli öpülesi vazife kuşağının ortaya koyduğu eser demektir. Ne demektir bu? Cumhuriyetin ekonomik kaleleri olan Sümerbank, Etibank, Şeker Fabrikaları, Alüminyum, Demir Çelik gibi kalelerin iktisadi bağımsızlığımız yanında istihdam yaratması demektir. Ne demektir bu? “Babam işçiydi, yoksul bir aileydik. Bana hem lastik hem potin alacak parası yoktu. Sadece lastik giyerdim ben. Ama yedi düveli dize getirmiş bir ulusun çocuğu olduğumuz için başımız dikti. Bayramlarda başımızı bayrağa sürerdik. Bayrak biz okşardı” diyen Turgut Özakman’ın milyonlara tercüman olan sözleri demektir. Ne demektir bu? 1932 yılında dünyanın en büyük uluslararası toplantısına Türkiye’nin katılımı için yapılan öneri karşısında Atatürk’ün, “Başvurmayı düşünmüyoruz. Davet ederlerse katılırız!” açıklaması üzerine, topluluğu oluşturan 43 üye devletin oy birliğiyle Türkiye’nin davet edilmesi demektir. Ne demektir bu? Büyük Atatürk’ün, “Efendiler! Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” sözüyle bize kazandırdıklarına sonsuza dek sahip çıkmak, tüm bunları yine ve yeniden okuyup, düşünüp değerlendirmek demektir. Özetle, Bize tertemiz bir vatan, laik ve çağdaş bir devlet, aydınlık bir gelecek bırakan o yürekli, yurtsever vazife kuşağını saygıyla anıyorum. Cepheden cepheye koşarken yıpranan bedenini, solan ciğerini 57 yaşında noktalayan tutarlı, inançlı, inatçı bir devrimcinin mirası olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı coşkuyla kutluyorum.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear