07 Haziran 2025 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

(1 HAZİRAN 1909 / 10 OCAK 1984) Reşat Enis: Gerçekçi ve insani edebiyatımızın öncü romancısı! “Ben toplumun romancısı olmaya uğraştım. İnsanlarımın çevrelerine girdim. Onlarla birlikte güldüm, onlarla birlikte ağladım. Onların arasından ayrılıp evime dönünce, hıçkırıklarımı tutamazdım bir süre… Sofra başında boğazıma dizilirdi yediklerim…” diyen Reşat Enis yapıtlarında, toplumun ezilen, horlanan, dışlanan, “ötekileştirilen” insanlarını, fabrikalarda, atölyelerde, maden ocaklarında, tarlalarda çalışanları, insanları ezip sömüren patronları, toprak ağalarını, sarı sendikacıları acıtıcı bir gerçekçilikle gazete röportajına benzeyen romanlarına taşıdı. Çıplak gerçeği irkiltici bir biçimde aktardı. Gerçekçi ve insani edebiyatımızın yol açıcı, öncü romancısı Reşat Enis’i şükranla anıyorum. ÖNER YAĞCI TOPLUMSAL GERÇEKÇİ EDEBİYATIMIZIN YOL AÇICILARINDANDI! İstanbul’un kenar mahallelerindeki yoksul insanların ya- şamlarını anlattığı Kılıcımı Sürüyorum (1930) adlı kitabındaki öykülerinde, daha sonra yazacağı emekçileri temel aldığı top- lumsal gerçekçi romanların haberini veren Reşat Enis (Aygen; 1 Haziran 1909 / 10 Ocak 1984), Cumhuriyetin ilk dönem ya- zarlarından ve gerçekçi edebiyatımızın yol açıcılarındandır. 13 yaşındaki Mebrure’nin gözünden serserileri, bıçkın- ları serüven romanı tadında anlattığı ilk romanı Kanun Namına’dan (1932) bir yıl sonra yayımladığı Gonk Vurdu, bir Beyoğlu romanıdır. Düş kırıklıkları yaşayan bir gazeteci- nin gözlemiyle, 1930’lu yıllar Beyoğlu’sundaki fuhuş yuvala- rı hakkında ürkütücü gözlemlerin yer aldığı romanda, örneğin ara sokaklardaki bir sabahı şu vurucu cümlelerle betimler: “Bir gece evvel, bin bir hastalıklının gelişigüzel kaldırımlara serptiği balgamlar, sabahın dondurucu ayazında katılaşmış, donmuştur. Türlü türlü renklerle, zehirli birer cam parçası gibi ışıldarlar (…) kaburgaları çıkık sıska köpekler (…) Ezilmiş çatal bıçak parçaları… Kırık tabaklar… Fasulya taneleri… Konserve kutuları… Sonra, soluk kanların yer yer izleri sırıtan lekeli bir kadın çamaşırı… Pis bir kombinezon askısı… Gece yaşadığı sömürüyü çarpıcı bir biçimde anlattı. “Çukurova’nın ağa elinden alınarak devletleştirilmesi mi geçiyorsunuz? Göreceğiniz manzara büsbütün başka. Hiçbir Behçet Necatigil, “Çok geniş tutulduğu için dağınık, gevşek teşebbüsü bu ayaklanmadan sonra başlar. Boyalısakal’ın kızı ışığın aydınlatmaya cesaret edemediği bu iğrenç sokak, gece dokusuna, tesadüfün çokluğu yüzünden inandırıcılığını zaman Elif, cezaevinde ‘toprak kanunu’nun çıkarılmasını bekliyor. karanlığında bir muhabbet ve vuslat pazarıdır…” zaman yitirmesine rağmen bu roman, edebiyatımızda fabrika Ama ‘toprak ana’, köylü-ırgat için hâlâ ‘kara toprak!’…” ATTİL İLHAN, “GECE KONUŞTU, hayatı, iş kazaları, grev, Zonguldak kömür işçileri ve maden ‘EKMEK KAVGAMIZ’, ‘YOL GEÇEN HANI’ ÇIRILÇIPLAK GERÇEK, SÜSÜ BOYASI YOK, kuyuları kesitlerinde başarılı bir natüralizm belgesidir” dedi. Ekmek Kavgamız’da (1947), bir grup balıkçının yaşamından ACI VE İRKİLTİCİ!’ ‘TOPRAK KOKUSU’ kesitlerle yoksul olan ve zor koşullarda çalışan “ipi denize bağlı” Galata, Beyoğlu yöresini anlatırken yoksulluğu, hırsızlığı, fuhuşu, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun gündemde olduğu bir prangasız tutsak tayfaları anlatan Reşat Enis, Ağlama Duvarı’nda uyuşturucu bağımlılığını ve sokak çetelerini gözler önüne serdiği, dönemde yayımlanan ve Şükran Kurdakul’un “Toprak reformu (1949), İkinci Dünya Savaşı İstanbul’unda bir gazetenin bir gününde kumarhaneleri, pavyonları, barları, insanları, sokak hayvanlarını için savaş veren köylü”nün ilk kez romanımıza girdiğini belirttiği yaşananları ve balıkçıları, kenar mahalle insanlarını, işsizleri, anlattığı ve gece çökünce ortaya çıkan evsizleri sahneye getirdiği Toprak Kokusu’nda (1944) köylülerin toprak kavgası anlattı. köylü-ağa çatışmasını, kahvelerdeki savaş tartışmalarını anlattı. Gece Konuştu (1935) için Attilâ İlhan, “Çırılçıplak gerçek, süsü Seyhan’ın bir köyünde Şakir Ağa’nın tecavüz ettiği Elif, Yol Geçen Hanı’nda (1951), çok partili yaşamın başladı- boyası yok, acı ve irkiltici!” yorumunu yaptı. ilkgençliğinde yaşadığı aşağılanmayı unutmamıştır. Kayıplara ğı yıllarda Anadolu’ya turneye çıkan tiyatro oyuncularının NÂZIM HİKMET: ‘AFRODİT BUHURDANINDA karıştıktan yıllar sonra döner, Şakir’i ve ırgatların sırtından karşılaştığı Hayal ve Muhal partileri arasındaki mücadelenin or- BİR KADIN, TÜRK EDEBİYATININ TEMEL TAŞI’ kazandıklarını pavyonlarda harcamak için gelen ağaları tuzak tasındaki insanların çaresizliğiyle toplumsal bir panorama sundu. Suat Derviş’in “Türk dilinde yazılmış olan romanların en kurarak tek tek öldürür. O günlerde köylüler toprak için HALİDE EDİB ADIVAR: “‘DESPOT’, DÜNYA güzellerinden biri”, Nâzım Hikmet’in “Türk edebiyatının te- ayaklanıp ekinleri ateşe verir. Jandarma, “isyan elebaşısı” mel taşı” dediği Afrodit Buhurdanında Bir Kadın’da (1937), diye ağır yaralı olarak onu yakalar ve roman, ayaklanmayla ÇAPINDADIR” 1930’lu yılların İstanbul’unda emekçi ve yoksul bir kadının ilgili gazete haberinden sonra şu cümlelerle biter: Halide Edib Adıvar’ın “Dünya çapındadır” dediği >> 8 29 Mayıs 2025
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear