Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
John Boyne'dan "Asker Doğmayanlar” Ya vicdani ret ya da vicdanı ret Diğer taraftan üniformanın çekiciliğine kapılan genç erkekler ve onlara hayran kızlar, işi daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Kahramanlık destanlarının bu vazgeçilmezi, neredeyse kendi başına nefes alıp veriyor. Tristan ve arkadaşlarının, zamanında karşılaştığı şeylerden biri de bu. Şanlı ordunun, zafer kazanmak üzere cepheye sürdüğü delikanlıların postu, büyük bir “alımla” bedeni kuşatıyor. Onun illüzyonuna tutulanların verdiği cesaret ise bazen savaşın anlamsızlığının önüne geçiyor. Fakat o üniformaya dağılan beyin ya da onunla birlikte kopup giden beden parçaları hemen gerçeğe dönülmesini sağlıyor. HER ERKEK ASKER DOĞMAZ Eğitim ya da savaş “zaiyatı”, kaza veya cephede “şerefli” bir ölüm ve elindeki mektuplarla arkadaşı Will’in yakınlarını arayışı Tristan’ın kafasını bulandırıyor. Karşı çıktığı savaş tarafından karanlığa gömülen Will’e, belki de bunu geciktirmek için hayatını birkaç gün daha uzatacağı bir “eğitim” verilmişti. O “eğitimin” temel kuralı, “savaşta öldürmezsen ya da öldürmeye karşı çıkarsan yok edilirsin”di. Buna kurşuna dizilmek de dahil. Boyne, savaşın saçmalığını ve her erkeğin asker doğmadığı gerçeğini Tristan, Will ve diğerleri üzerinden anlatırken birliklerin sadece bir ülkeyi değil, sığındığı siperlerde kemirgen ve sürüngenlerin doğal yaşam alanlarını da işgal ettiğini söyleyerek anlatıyor. Boyne, konuya savaşı bir oyun gibi görenlerin tarafından da onun zorlayıcı ve kısıtlayıcı yanını hissedenlerin cephesinden de bakıyor. Ama önünde sonunda savaş bir ragbi antrenmanı değil ve düdük çaldığında, daha doğrusu çalarsa kimse soyunma odasına gitmek için o tünele girmeyecek. En azından Tristan’dan yaşça büyükler ve tüm bu ağırlığı duyumsayanlar, olup bitenin ve neyle karşılaşacağının ayırdında. Boyne’un anlatmaya çalıştığı, şiddete bağışıklık kazanıp kazanmama arasında nasıl kalındığı. Savaşın bitmesi herhangi bir şeyi değiştirmiyor çünkü bu psikoz bir şekilde devam ediyor. Şiddete alışamayanların korkaklıkla suçlanması ise hayli “doğal.” İnsanları öldürmenin ve ardından dimdik durmanın, erkekliğin ölçüsü haline geldiği bir dünyada bunu başaramamak, savaş meydanında harcanmaktan veya hapishanede çürümekten misliyle “onur kırıcı.” Algı böyle. İşin sakatlığı burada ve Boyne, tam da oraya parmak basıyor. Hainlikle suçlanıp kurşuna dizilmek bir kurtuluş olabilir mi bu durumda? Boyne’un hikâyesinden devşirilebilecek soruların en can alıcılarından biri bu. İkinci hayati soru, savaşın devam ettiği bir yerde ilkeler mi önemli yoksa yaşam ve ölüm mü? İnandığın ilkeleri savunmak korkaklık mı? Gerçekleri anlatmak mı onları gizlemek mi korkaklık? Asker Doğmayanlar, çağrıştırdığı bu sorularla birlikte, vicdani ret ya da vicdanı ret gibi ikircikli bir ruh halini anlattığı için önemli. Boyne, bu anlamda sağlam bir roman kaleme almış ve hepimizin vicdanına seslenmiş. n Asker Doğmayanlar/ John Boyne/ Çeviren: Özlem Yüksel/ Doğan Kitap/ 306 s. K İ T A P S A Y I 1301 İrlandalı yazar John Boyne, savaşma ve savaşmayı kabullenmeme ikilemi üzerine kurduğu “Asker Doğmayanlar”da, gerçek korkaklığın ve cesaretin izini sürüyor. Romanıyla silahların gölgesindeki insanlığı sorgulayıp utancın ve gururun kaygan zeminine ayak basarken hepimizin vicdanına sesleniyor. r Serhan AYTEKİN eryüzündeki pek çok ülkenin askerlikle ilgili gururlandığı ve kuruluşundan bu yana büyük bir böbürlenmeyle aktardığı bir geçmişi var. Mesela ABD’nin anlaşmalarla değil topla tüfekle hayat bulduğunu söyleyen kurucu babalardan bugüne ordu orada hep bir sembol ve övünç kaynağı oldu. İngiltere’de kraliyeti “arı kovanı” olarak niteleyen mitte askerler, “kraliçenin hizmetkârı” ya da “kovanın muhafızı” olarak anlatılır. Fransa’da bir zamanlar paraların üzerinde sadece ünlü komutanların resimleri yer alıyordu. İskoçya’nın askeri tarihini Braveheart (Cesur Yürek) filmiyle az buçuk öğrendik. Eh, uzağa gitmeyelim ülkemizdeki durum zaten belli. Bunlara karşılık militarizme soğuk duran, tam da bu yüzden gururlanan ülkeler de var. Kosta Rika, dünya üzerinde ordu bulunmayan tek devlet. İki dünya savaşı yaşayan, bununla birlikte sayısız irili ufaklı çatışmaya tanık olan insanoğlunun cesaret, yiğitlik ve gurur kaynağı olarak gördüğü ordular ne zaman barış ve mutluluk getirdi? ÜsS A Y F A 6 n 2 2 telik militarizmin dişlisi haline gelmek istemeyenlerin kimi toplumlarda “korkak” ve “hain” diye yaftalanması da cabası. Tarih bunun örnekleriyle dolu. John Boyne, insanın vicdanına seslenen Asker Doğmayanlar romanında, söz konusu netameli konuya dokunuyor. İftihar edilenle suçlananların yer değiştirdiği kitapta ölmekle yaşamak, öldürmekle hayatta kalmak gibi ikilemler de var. Y ÜNİFORMANIN ÇEKİCİLİĞİ Boyne’un kahramanı Tristan, hemen herkesin cepheye çağrıldığı ama bıyıkları zar zor terlemiş çocukların daha bir iştahla orduya yazılıp “cesur” diye sırtının sıvazlandığı dönemlerin adamı. Romanın geçtiği İngiltere’de kimilerinin küçük dünyalarındaki barış haline karşın, oranın dışında büyük bir savaşın hüküm sürdüğü; siperlerin kazılıp insanların buralara sürüldüğü çok açık. Bazıları savaşta olmanın gururunu yaşarken bazıları da savaşın bitmesi için dua ediyor. Barışın sağlanmasının ardından Tristan gibileri bunların muhasebesini yapıyor. Tabii savaş sırasında da o sorgulamaya girişenler var. Sadece bu değil elbette; Tristan’ın elinde sahibine teslim edilmesi gereken mektuplar bulunuyor. Bu nedenle çıktığı yolculuk daha da derin bir anlam kazanıyor. Ulaştıracağı mektuplar dışında Tristan’ı özel kılan bir başka şey de savaşla ilgili düşünceleri; o, 1920’lerin İngilteresi’nde cephe öyküleriyle var olanları yadırgıyor: “Bazı askerler geçimini Boyne, konuya savaşı bir oyun gibi görenlerin tarafından da hikâyelerle sağlıyordu, onun zorlayıcı ve kısıtlayıcı yanını hissedenlerin cephesinden de elbette, sanki savaştan bakıyor. 2 0 1 5 gerçekten de haz almışlar gibi. Ama ben de dahil bazıları bunu yapmıyordu.” Tristan’ın orduda geçirdiği günlere ve orada biriktirdiklerine bakıldığında, askerliğin tam bir kullanılma durumu olduğu anlaşılabilir. Bundan memnuniyet duyanlar bulunduğu gibi bir alay adamın ve savaşın içinde komutanın “Burada olmak güzel değil mi?” sorusuna doğru yani beklenen yanıtı vermemek de mümkün. “Doğru” cevabı vermek de belli bir “eğitimin” sonunda gerçekleşebiliyor ancak. Tristan’ın şahit olduğu hakikatlerden biri bu. Vicdani retçilerin, muhalif veya hain olarak adlandırıldığı bölükte Tristan’ın arkadaşı Wolf’un savaşı garezle eşleştirmesi ve diplomasiye inanması tam bir çıkıntılık. Boyne’un karakterleriyle yarattığı tartışma ortamı adeta bir beyin fırtınasına dönüşüyor: Savaşın saçmalığı içinde manidar fikir yürütmeler. Öldürmeye hazır mükemmel savaşçılar yaratmak üzere “eğitilen” bir grup genç ve öte yanda sürüp giden yaşam; çelişkinin daniskası. O C A K C U M H U R İ Y E T