22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

bir bilim adamının inandırıcılığının giysileri ile tartışılmasından doğan ironidir. Eğer yazar doğrudan Atatürk’ü hedefliyor olsaydı, astronomun katıldığı toplantıyı, şapka ve kıyafet devriminin gerçekleştiği, 1925’e alması gerekirdi. 2596 sayılı “Bazı Kisvelerin (kıyafetlerin) Giyilemeyeceğine Dair Kanun”un, 3 Aralık 1934 günü mecliste görüşüldükten sonra oybirliği ile kabul edilerek yasalaştığına da dikkat çekelim. Fantastik bir kitabı konuşurken bu tür tarihi doğruları vurgulamak ne kadar lüzumsuz ise, Exupéry’nin sözünü ettiği kişinin kim olduğunu tartışmak da o denli lüzumsuzdur, çünkü o da fantastik kurguya dâhil edilmiş fantastik biridir. Metinde dikkat çekilmek istenen, bambaşka bir konudur ve çevirilerin bu ayrıntı üzerinden değerlendirilmesi büyük talihsizliktir. M.Kemal Atatürk’e ve devrimlere saldırmak için fırsat kollayanların “bakın işte Exupéry bile kitabında ‘diktatör’ dedi” diye savunmaya kalkışmaları bilgi yetersizliğinden kaynaklanır. Aslına bakarsanız, bu tür açıklamalar kitabın ruhuna da saygısızlıktır. Çünkü Küçük Prens, sorulan sorulara asla açıklama getirmez, Exupéry de açıklamalara metin boyunca gerek duymaz. Çeviri yolculuğunda sözcüklerini özgürce kullanabilen yetkin çevirmenlere işte tam da bu noktada gereksinim var! Şunu da eklemek isterim; Küçük Prens’in geldiği fantastik bir gezegen olan Asteroid B612’nin ilk kez bir Türk gökbilimcinin teleskobuna yakalanması Türk okurları heyecanlandırsa da kitapta heyecanlanılacak bölümler bununla sınırlı değil! Küçük Prens’i neden okumalıyız? Çünkü, Küçük Prens gezegenden gezegene yolculuk yaparken, makasçıyla, güllerle, satıcıyla, tilkiyle, yılanlarla karşılaşırken aslında ruhumuzun en derin katmanına dokunur. Dünyayı çocuk bakış açısıyla sorgularken kendimizi ve kendi zamanımızı görmemizi ister. Bu kitabın baştan çıkarıcı yanı tam da buradadır. İnsanın insanla ve dünyayla ilişkisini sorgulayan felsefi bir anlatıdır. Küçük Prens’in kendisine eşlik etsin diye sahiplendiği koyun, Küçük Prens’in çok sevdiği çiçeğini yedi mi yemedi mi? Bu bilmecenin yanıtı sürdürür yaşamın varlığını. Çiçek yenmişse evren değişecektir çünkü… Gündelik hayatın aceleciliğine rağmen Küçük Prens’e zaman ayırmak, yeni keşiflerin kapısını açmak anlamına gelir. Kadim dostum Küçük Prens için bundan sonraki dileğim, ehil olmayan ellerde, niteliksiz çeviri ve baskılarla, “Kitipiyos Prens”e dönüşmemesidir! n www.maviselyener.com * Küçük Prens/ Antoine de SaintExupéry/ Çeviren: Sumru Ağıryürüyen/ Mavibulut Yayınları/ 96 s. / 2014 * Küçük Prens/ Antoine de SaintExupéry/ Çevirenler: Cemal SüreyaTomris Uyar/ Can Yayınları/ 112 s. / 2015 * Küçük Prens/ Antoine de SaintExupéry/ Çeviren: Ahmet Muhip Dıranas/ Kapı Yayınları/ 136 s. / 2015 * Küçük Prens/ Antoine de SaintExupéry/ Çeviren: Selim İleri/ Everest/ 119 s. / 2015 * Küçük Prens/ Antoine de SaintExupéry/ Çeviren: Işık Ergüden/ Büyülü Fener/ 125 s. / 2015 * Küçük Prens’in Güzel Hikâyesi/ Derleyenler: Alban CerisierDelphine Lacroix/ Çeviri: Ali Bilgin Sumru AğıryürüyenEsra Kökkılıç Bal/ Mavibulut Yayınları/ 224 s. / 2013 * Küçük Prens/ Antoine de SaintExupéry/ Çeviren:Müge Kalender/ FOM Kitap/ 104 s. / 2015 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1301 Konuk Harfler Çevrimiçinde Şerafettin r Tülin TANKUT Ç ağdaş toplumun kimi zaman kaosa varan karmaşık gerçeklikleri, yaşamakta olduğumuz bu süreci kavrama çabası içindeki yazarı da zora sokuyor haliyle. Ama gene de okurda hem düşünsel hem de yazınsal tat bırakabilen yapıtların üretimi durmuyor. Seza Kutlar Aksoy’un “Çevrimiçinde Şerafettin”i (Can çocuk, Kasım 2014) de işte böyle yapıtlardan. Yazar, artık ülkemizde de vazgeçilmez bir gereklilik olarak algılanan internet kullanma olgusuna el atıyor bu kez ve okuru Şerafettin ile birlikte, ülkemiz dinamikleriyle şekillenmiş bir ortamda pek de alışık olmadığı bir yolculuğa çıkarıyor. Ülkenin” en gözde okulu” (s.10) olarak bilinen Gökyüzü Koleji’nin lise için açtığı sınavı birincilikle burslu olarak kazanır Şerafettin. Ne ki “Kale duvarına benzeyen okuldaki” (s. 19) ilk günü, yaşamının en kötü günü olarak belleğine kazınır.” (s. 36) Konuşma güçlüğü çektiğinden sınıfın çetesindeki çocuklarca alaya alınır, dışlanır. Gerek evde gerekse okulda sorunlar büyümekte, tıkandığı noktadaysa Şerafettin kendi dünyasında iletişim kurabildiği kuşlarına sığınmaktadır. Onlarla çatışır, uzlaşır; üzüntüsünü, sevincini onlarla paylaşır. Ne ki sınıf arkadaşlarıyla da iletişim kurmak ister. İnternet yetişir imdadına. Kendini yazarak ifade edebilecektir böylece. İnternetle iletişim onun duygu ve düşünce dünyasında değişiklikler yapar, yaratıcılığını geliştirir – yazar olmayı bile düşler ama en önemlisi karşılaştığı haksızlıklara karşı bir direniş aracı işlevi görür. Çete üyeleriyse internet oyunları oynamaktan çocukluklarını yaşayamamaktadırlar. Çeteyi de oyunlara para yetiştirmek amacıyla kurmuşlardır. Seza Tankut Yazar sorunun özüne inerek, teknolojik ilerleme ile insanlığın duygu dünyası, bilinç konumu arasındaki karşıtlığa parmak basar. Çocukların birbirleriyle rekabete yöneltilmiş olmaları doğal olarak kıskançlık, haset, nefret gibi duyguları körüklemektedir. Aslında bu tür olumsuz duygular her insanda vardır. Ama denetlenerek eyleme dönüşmesi engellenebilir. İnsanlar açık ya da örtük ayrımcılıktan da muaf değildir. Aşırıya kaçtığında neler olabileceğini tarih bize göstermiştir. ( Nazilerin “sağlık ideolojisi” için engellileri kısırlaştırdıklarını hatırlayalım.) Şerafettin’e rahat yüzü göstermeyen çetenin başı Berkay da kendini kanıtlamak için “öteki”ne gereksinim duymaktadır. Ötekini aşağılasın ki kendini üstün hissetsin. Destekçilerine gelince; Berkay’ın safında yer almaları bilinçli bir tercih değildir. Yalnız kalma korkusu ağır basmaktadır. Bireysellikleri gelişmediğinden ya Berkay’a boyun eğecekler ya da başkaldıracaklardır. Şerafettin’in İnternet Oyunları yarışması için yazdığı oyundaki gibi, yalnızca kendinden beklenen tepkiyi gösteren robotlara benzerler. Ancak yazar, sınırlı bir bakış açısıyla sorunu bireye indirgeme sığlığına düşmez. Günümüzde suçu, fanatik gücü besleyen bilinçaltı dürtülere atma eğilimi ivme kazanmıştır. Bu ise, insan doğasının değiştirilip dönüştürülme özelliğini yok saymaktır. Yazar, bireyselliğin yüzeyselliğini sorgularken psikolojik sorunların toplumsal kökenine dikkat çeker. Aslında çetedekiler kadar Şerafettin’in mahalle arkadaşları da tüketim toplumunun kurbanlarıdır. Küreselleşmeyle birlikte ABD damgasını taşıyan hamburgeri, kolası, kotuyla bir “ çocuk kültürü” oluşturuldu. Amaç tüketici bir çocuk tipi yaratmaktı. Çocuğun ilgisini popüler kültür ürünlerinde yoğunlaştırmak için de kitle iletişim araçları kullanıldı. “Zamanın ruhu”nun gerçeklerinden biri de internet oyunları oynama çılgınlığıdır. Siyasette bile paranın gücü egemen olabiliyorsa bir endüstriye dönüşmüş olan bu tür oyunların bunun dışında kalması düşünülebilir mi? Para kazanma hırsının, açgözlülüğün revaçta olduğu rekabetçi toplumdaysa “öteki” yoksa da yaratılır, icat edilir. Görünen o ki, öteki ile ilişki, ancak metalar üzerinden kurulabilmektedir! İşte bu yüzden ABD’de “bullying” kavramının ortaya çıkışı bizi hiç şaşırtmıyor. “Bullying kids”, “bullying school”, “cyber bullying”…saymakla bitmiyor. Çetenin zorba çocukları da kurban olarak Şerafettin’i seçiyorlar. Bullying, ayrımcılığın boyutlarını aşıyor. Berkay parayı “kutsal nesnemiz “ olarak adlandırıyor. (s.34) Yeni çıkmış internet oyununu satın almak için yapmayacağı yok. Gözüne kestirdiği çocuğun elinden harçlığını kapıyor, vermezse şiddete başvuruyor. Peki aile olup biteni fark etmiyor mu? Yazar sorunun toplumsal örgütlenmeyle – aile, okul, çevre ilgili boyutunu önyargısız bir yaklaşımla, gizli kalmış yönleriyle gözler önüne serer. Veliler çocuklarını kolejde okutmakla görevlerinin bitmiş olduğu yanılgısı içindedir. Onlarla ilgilenmeyi akıl etmezler. Şerafettin’in şansı yetiştiği ortamda babaannesi Meloş, bilge Boğaç amcası gibi kişilerle iyi bir iletişim içinde olmasıdır. Mahallesindeki insan ilişkilerinin otantikliği (sahihliği) henüz yok olmamıştır. Ayrıca, kitap kurdudur da. Okul idaresiyse piyasa güçlerine teslim olmuş, olup bitenler karşısında üç maymunu oynamaktadır. Şerafettin hak arayışına çıkınca da yalnızca suçluları cezalandırmayı bilirler; o da okulun bozulan imajını tazelemek için. Çocuklarla öğretmenler ilgilenmektedir. Sözgelimi Türkçe öğretmeni Şerafettin’e Sait Faik’i okumasını salık verir. Drama öğretmeni çocukların daha iyi yetişmeleri için tüm olanakları kullanma çabası içindedir. Özetle, yazar roman kişilerini eleştirmekten kaçınmayarak okurun onlarla özdeşleşmesinin önünü kesiyor. Böylelikle okura kendi hatalarını eleştirebilme yönünde kapı aralamış oluyor. Şerafettin de olumlu bir karakter olarak çizilse de gel gitler yaşamaktadır; ailenin yoksulluğu yüzünden o yaşa özgü istekleri karşılanmadığında paranın gücü konusunda ikileme düştüğü olur. Ne ki her şeye rağmen sorunlar karşısında mücadeleyi bırakmaz. İçindeki başkaldırı ruhu, onda yazar olma arzusu yaratır. Nitekim yazdığı internet oyunuyla yazarlığı başardığını kanıtlar. Seza Kutlar Aksoy okuru önemseyen bir yazar. Her zaman olduğu gibi yapıttaki felsefi göndermeler, imge ve metafor bolluğu, ince mizah dikkat çekiyor. Aksoy’un Boğaç amcanın ağzından öğüt verdiği de oluyor. Ama ileti ve uyarı gibi öğeler yapıtın dokusuna sinmiş olduğu için yazınsallığa gölge düşürmüyor. Gerçeklikle fantastik öğeler – kuşlar arasında kurulan denge hiç bozulmuyor. Başta da değindiğim gibi karşımızda salt okumayla yetinilmeyecek bir kitap var. n *Çevrimiçinde Şerafettin/ Seza Kutlar Aksoy/ Can Çocuk/ 144 s. / 2014 Mavisel Yener n Ata Cad. Defne Sok. No:1 D:1 Balçovaİzmir n www.maviselyener.com n sihirlidegnekcumhuriyet@gmail.com 2 2 O C A K 2 0 1 5 n S A Y F A 2 1
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear