Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Zehra İpşiroğlu’yla tiyatro ve kitapları üzerine ‘Tiyatroya gönül bağlamış yeni bir kuşak yetiştirmeli’ Zehra İpşiroğlu, tiyatro eğitimini dramaturginin beşiği sayılan Almanya’da tamamlamış ve alandaki uygulama çalışmalarını yakından takip etme şansı bulmuş bir akademisyen, yazar ve eleştirmen. Bu anlamda farklı deneyim ve birikimlere sahip. Yıllar sonra bu deneyim ve birikimlerini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi içinde “Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü”nü kurarak ülkemizde ilk kez akademik bir platforma da taşımayı başardı. Aynı dönemde, “Eleştirinin Eleştirisi” kitabının yanı sıra “Dramaturgi” kitabını kaleme aldı. Kendisiyle dramaturginin tarihsel olarak Almanya’dan Türkiye’ye ve sonra da günümüze uzanan gelişim ve değişim sürecini içeren, İpşiroğlu’nun kişisel tarihiyle ve canlı örneklerle de zenginleşen bir konuşma gerçekleştirdik. r Tijen SAVAŞKAN Niçin böyle bir kitabı hazırlamak istediğinizden ve kitabın içeriğinden bahseder misiniz? Dramaturgi tiyatronun temelini oluşturuyor. Bir oyunu sahnelemek istediğinizde genellikle bir düşünsel tasarımdan yola çıkıyorsunuz. İletmek, söylemek istediğiniz bir şey var... Bu sadece metinli oyunlar için değil, sözsüz oyunlar için de geçerli. Düşünsel tasarımınız sahneye koymak istediğiniz oyunu belirliyor, bu doğrultuda bir dramaturgi çalışması yapıyorsunuz. Örneğin söz konusu klasik bir oyunsa bu oyunun bugün bize ne ifade ettiğini düşünerek ona göre bu çalışmayı yapıyoruz. Kısaca dramaturgik sahne yorumunun başlangıçını oluşturuyor. Bu kitap bizde İstanbul Üniversitesi’nde Dramaturgi ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümünü kurduğum yıllarda yazıldı. O dönemde dramaturgi kelimesi bile yabancıydı. Arada Hülya Nutku ve Esen Çamurdan’ın da Dramaturgi kitapları yayımlandı. Bu konu üzerinde konuşulmaya, tartışılmaya S A Y F A 8 n 1 8 başlandı. Şimdi de “Dramaturgiden Sahne Özümlemesine, Tiyatroda Alımlama” adlı yeni kitabım çıkmak üzere. Aslında tiyatromuzda düşünsellik o kadar az gelişmiş ki bu konuda ne kadar tartışılsa azdır. Kitabın dramaturji ve edebiyat sahasına nasıl bir katkı sağlamasını hedefliyorsunuz? Tiyatro yapmak isteyen amatör, profesyonel herkesin yararlanabileceği bir kitap. Öte yandan tiyatroyla ilgilenen oyuncusundan izleyicisine kadar çok geniş bir çevreye sesleniyor. Kitap sahneye başka türlü bakmak için bir fırsat ortaya koyuyor. S izin dramaturgi kavramıyla gerçek anlamda ilk tanışmanız yetmişli yıllarda Almanya’ya öğrenci olarak gittiğiniz dönemlerde olmuş sanıyorum. Almanya’da özellikle Brecht tiyatrosundan etkilenen, kaynaklanan ve beslenen dramaturgi çalışmalarının o yıllarda özellikle ülkemizde önem kazandığını ve sizin öğrencilik döneminizde bu sürece, bizzat uygulamalara da katılarak tanıklık ettiğinizi biliyoruz. Bize o yıllardaki dramaturgi çalışmalarından ve bu sürecin Almanya’daki gelişiminden söz edebilir misiniz? Yetmişli yıllarda Berlin’de olmam büyük bir şanstı benim için. Çok hareketli, canlı, cıvıl cıvıl bir dönemdi. Berlin Schaubühne’de Peter Stein birbirinden güzel oyunlar sahneliyor, Berliner Ensemble’de Brecht’in bütün oyunları sergileniyor, benim Berlin’e gelmemi sağlayan Schiller Tiyatrosu’nun şef dramaturgu Albert Bessler, tiyatronun yöneticisi Boleslaw Barlog’la beraber birbirinden ilginç projelerde çalışıyordu. Beckett’in kendi sahnelediği Godot’yu Beklerken oyununun provalarına bile gitmiştim. En heyecan vericisi ise izleyiciyle sahne arasındaki yoğun diyalogdu. İzleyici duygularını olumlu ya da olumsuz olarak belli etmekten hiç çekinmiyordu. Sergilenen her oyun bir olay yaratıyor, üzerinde günlerce, haftalarca konuşuluyordu. Çoğu kez de aynı oyunun farklı yorumları birbirleriyle karşılaştırılarak tartışılıyordu. Sorgulayıcı ve eleştirel bakış hep gündemdeydi. Bugün tiyatronun geldiği noktadan çok farklı bir yerdeydi tiyatro o dönemde. Berlin’e gittiğimde ilk dikkatimi çeken yönetmendramaturg işbirliği olmuştu. Dramaturg tiyatronun beynini oluşturuyordu. Dramaturginin tanımının ve öneminin hâlâ tam olarak anlaşılamadığı ülkemizde 2 0 1 4 “Bugün hâlâ dramaturginin ‘d’sini bile duymamış olan tiyatrocu o kadar çok ki!” diyor Zehra İpşiroğlu. özellikle ödenekli tiyatrolarda dramaturg hâlâ repertuvara oyun seçen kişi olarak algılanıyor. Özel tiyatroların çoğundaysa böyle bir görev tanımı bile yok. Oysa dramaturgi, masa başı çalışmalarından başlayarak sahne üzeri çalışmalara ve oyunun son aşamasına kadar hatta oyun sonrasına da taşan çok önemli bir üretim süreci olmalı. Dramaturg ise geniş genel kültürü ve birikimiyle üçüncü göz olarak yönetmeni ve tüm üretim sürecini yönlendirebilmeli. Siz bu gereksinimi ülkemizde güçlü biçimde hisseden ve bu alanda çok büyük çaba göstermiş bir akademisyensiniz. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Dramaturgi ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü’nü kurdunuz. Nasıl bir gereksinim ve motivasyon sizi bu noktaya getirdi ve bu süreçte ne gibi güçlüklerle karşılaştınız? “AKADEMİK ÇALIŞMALAR GENELLİKLE FİLDİŞİ BİR KULE İÇİNDE GELİŞİR” Bugün hâlâ dramaturginin ‘d’sini bile duymamış olan tiyatrocu o kadar çok ki! 27 Mart 2010 Dünya Tiyatro Günü’nde, Türkiye ve Almanya’daki tiyatrocularımızın katıldığı ve Köln’de yapılan bir açık oturumda katılımcıların tamamının, oyunculuğun bir tanrı vergisi olduğu, kendilerinin alaylı oldukları ve yaşamın içinde piştikleri, akademik eğitimin onları engellemekten başka bir işe yaramadığı, bu nedenle kitap okumayı da kendilerini geliştirmeyi de çok anlamsız buldukları görüşünde birleşmeleri dikkatimi çekmişti. “Göçmen Tiyatrosu” konulu bir inceleme yazıma, Almanya’da yaşayan bir tiyatrocumuzun tepkisi de aynı doğrultudaydı. Söz konusu tiyatrocu, yazdığı mek tubunda bir oyunu sahneleme aşamasında okuma ve araştırma yapmanın hiçbir işe yaramadığını dile getiriyordu. Bence bu durumun nedenleri sadece ve sadece yetersiz bir eğitimle açıklanabilir. “Tiyatro eğitimi nedir? Okuma, bir şeyin üzerinde düşünce üretme, tartışma ne anlama gelir? İnsan kendisini bir oyuncu olarak nasıl geliştirebilir? Öğrenme ne anlama gelir? Öğrenmenin oyunculuğa katkısı ne olabilir?” Bütün bu soruların yok sayılması, bizdeki tiyatro eğitiminin yetersizliğini gündeme getirdiği gibi Almanya’nın çok zengin kültür ve eğitim olanaklarından da yeterince yararlanılamadığını gözler önüne seriyor. Düşünme geleneğinin yeterince kök salmamış olduğu bir toplumda tiyatrocuların da yapıcı bir alternatif yaratamamalarına pek şaşmamak gerek. Fakat yine de bu konuda umutsuz değilim. Bugün azınlıkta bile olsa bu alanda harcanan çabaları görmezden gelemeyiz. Boğaziçi Üniversitesi’nin yayımladığı inceleme ve araştırma dergisi Mimesis başta olmak üzere çeşitli üniversitelerdeki tiyatro yayınları, kısa sürede kendini kanıtlayan TEB Oyun dergisi bu çabalara dair, şu an aklıma gelen örneklerden sadece birkaçı. Bu tür dergilerin yayımlanması bile tiyatroda düşünselliğe olan ilginin az çok sürdüğünü göstermiyor mu? Bunlar dramaturgi ve tiyatro eleştirmenliği bölümünde yapılan çalışmalardan sadece birkaçı. Hepsinin ortak özelliği, şimdiye değin kimsenin yeterince üzerinde durmadığı konulara eğilerek gerçekten bir ilk olması. Bu açıdan da bütün bu çalışmaların sahne uygulayıcılarına, yönetmenlere, dramaturglara, oyunculara çok zengin bir çalışma malzemesi sunduklarını düşünüyorum. Bence en önemli olgu, dramaturgi ve tiyatro eleştirmenliği bölümünün zaman içinde tiyatro yaşamına yön verecek bir yetkinlik kazanması. Akademik çalışmalar genellikle fildişi bir kule içinde gelişir, kimsenin ruhu bile duymaz. Ama gerçekten doğru düzgün çalışmalar yapılır ve ayağı yere basan, tiyatroya gönül bağlamış yeni bir kuşak yetiştirilirse akademik yaşamla kültür yaşamı arasındaki duvarlar da kendiliğinden yıkılacaktır. Emekle ekilen ve inançla sürdürülen her şey gelişiyor, büyüyor. Ülkemizde bu alana yaptığınız katkı çok büyük. Aradan geçen yıllar içinde doğrudan dramaturgi konusunu ele almasa bile dramaturgiyle ilintili başka kitaplar da yayımladığınızı biliyoruz. “Tiyatroda Alımlama”, “Gençler İçin Nâzım Hikmet Oyunları Çalışma ve Malzeme Kitabı” bunlardan bazıları. Son olarak bu çalışmalarınızdan söz edebilir misiniz? Dramaturgiyi hedef alan incelemeler; deneme, inceleme ve eleştiri çalışmalarımı topladığım Tiyatroda Yeni Arayışlar, İki Binli Yıllara Doğru Tiyatro ve son çıkan Tiyatroda Kültürlerarası Etkileşim adlı kitaplarımda da var. Örneğin sözünü ettiğim Kundakçılar üzerine yaptığım dramaturgi çalışması Köktendincilik ve Milliyetçilik Kıskacında Kundakçılar, Max Frisch’in Oyunlarına Eleştirel Bir Yaklaşım ve Yeni Okuma Biçimleri adıyla bu kitapta ayrıntılı olarak yayımlandı. Bu çalışma Kundakçılar’ı sahneleyecek bir yönetmene verimli bazı ipuçları verebilir. n Dramaturgi Tiyatroda Düşünsellik/ Zehra İpşiroğlu/ İkaros Yayınları/ 120 s. K İ T A P S A Y I 1283 E Y L Ü L C U M H U R İ Y E T