Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K Bir yazıncı, dilini “erdem”le, “vicdan”la ilişkilendirirken insan etkilenmez mi bundan? Demek ki bir soy yazıncının görevi yalnız dilsel geliştirimlerle sınırlı kalmıyor, yanı sıra dili içkinleştirme göreviyle de yükümlü olduğunu gösteriyor bu durum… umhuriyet Bilim ve Teknoloji’deki yazılarını heyecanla beklediğim Doğan Kuban, düşün dünyamıza bakışıyla ufuk açıcı yaklaşımlar sergiliyor… 29 Ekim’in yıldönümünde onu kitaplarıyla ayrıca konuk alacağım “Kitaplar Adası”na ama, konumuz bu kez dil… Kuban’ın “Kavramlaşmayan Dil ve Cehalet” başlıklı yazısından genişçe bir alıntıyla girmek istiyorum yazıya: “Dilin gelişmesi sözcükle birlikte kavram üretmek, düşünmek demek. Düşünmek uygarlaşmak demek. Burada Osmanlı toplumunun neden geri kaldığını anlıyorsunuz.” “Düşünme noksanlıyız. Türkçe yerine İngilizce kullanırsak fazla emek sarf etmeden düşünme ya da yaşama avantajı sağladığımızı sandığımız yanıltıcı bir pragmatizme takıldık. Yabancı dil bilmeden yabancı dille eğitim. Bu kavramsız düşünme ile eş bir tutumdur./…[B]iz Arapça olursa daha dindar, Farsça olursa daha edebi olur diye düşünmüş bir kültürden geliyoruz.” “Uygarlıkla cehaletin olumsuz ilişkisi dilden kaynaklanıyor. Kendi günlük dili ile kavram üretemeyen Arapça ya da İngilizce ile mi üretecek? (…) Kuşkusuz yabancı dil öğrenenler ‘consept’ sözcüğünü biliyorlar.” “Bu entelektüel sığlıkta yaşadığımız ekonomik, politik ve eğitimsel cılızlığın kavramsal düşüncenin gelişmemesiyle ilgili olduğunu görmüyor musunuz?” “Bu toplum kavramsallaşma gereksinimi duymuyor.” “Türk toplumu sözcükten kavrama geçemediği için cahil kaldı ve cahil kalıyor, bu gidişle de öyle kalacak!” “Kavram ithal olamıyor. Özgün dile gereksinimi var. Çünkü kavram bir cümle değil. Bir paragraf değil. Sadece içerik tanımlayan bir sözcük değil. Kavram toplumun yaşamla yoğrulmuş bilincinin bir öğesi. Ortak davranışların temellerinden biri. Sevgi, bilgi, eğitim, insana saygı, nezaket, demokrasi, hak, adalet, özgürlük. Bunlar sözcük değil, reklam panosu da değil. Onları sözcüklerle tanımlamak yeterli değil.” “Dil anlaşmak için ne ise, kavramların da toplumsal dayanışma için öyle bir işlevleri var. Bunlar kuşaktan kuşağa birikerek toplumun davranışlarını yönlendiriyorlar.” “Kavramlaşma toplumun ortak olarak dünya görüşüne, düşüncelerine, davranışlarına, örgütlenmesine egemen olamazsa hiçbir alanda uygar dünyaya katılma olanağı yoktur. …Kavramlaşma olmayan toplumun bağımsız dili de gelişemez.” “Ahlaksızlık sadece cahillikten değil, okumuş ya da okumamış her düzeyde insanın, kavram üretememiş olmalarından kaynaklanır. Kavram üretmek birikime, bu birikimi yaratan tarihi iletişim ve yalıtım koşullarına bağlı, S A Y F A 2 2 n 1 8 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Dilim dilim dilin... karmaşık, entelektüel bir olgudur. Basit bir mekanizmaya indirgenemez. İthal edilemez.” (Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 01.8.2014) KUŞATICI YAŞAMDAN DİLİN DÖNÜŞTÜRDÜĞÜ EVRENE Alıntıdan kalkarak Doğan Kuban’la örtüşen kimi görüşlere uzanalım… Sözgelimi Emin Özdemir’in dil odaklı deneme kitaplarındaki metinlerle Cahit Armağan’ın farklı bir dil felsefesi nitelemiyle anılabilecek öne sürüşleri izlenerek böylesi bir konusal bütünlük sürdürülebilir pekâlâ… Armağan, daha öncelerde yayımladığı Dil Kimsin Sen? (İleri, 1992) başlıklı kitabıyla dikkati çekmemiş değildi. Şimdi Çizginin Dışı’yla (Afrodisyas Sanat, 2014) yeni adımlar atan yazarın sorusunu alalım ilkin: “Yaşamın evrimleşmesi, anlamın evrimleşmesinden başka ne olabilir.” (16) Gerçekten Cahit Armağan, andığım yapıtında dili, doğanın diyalektiğiyle uyumlu bir dizgeye yaslıyor. Yazarın öne sürüşü kaba yuvarlamayla bütünlenmeye çalışıldığında neler söylenebilir? Armağan, “nesnenin biçim almış enerji olduğu öngörüsü üstünde dilsel nesneyi evrenimize katmak durumundayız” (12) görüşünü getirdikten sonra şu yargısını paylaşıyor bizimle: “Evrene bu tür yaklaşım, belki yabancısı olduğumuz bir yaklaşımdır, ama artık, dili, başka deyişle varoluşumuzu enerji biçimlenişlerinden oluşmuş yani nesneleşmiş durumuyla yakalama zamanıdır.” Yazar, dile dönük yaklaşımında, bunu adım adım pekiştirmeyi sürdürürken, “Dil için ‘nesne’ sözcüğünü kullanmaktan çekinmemeliyiz” deyip arkasını getiriyor: “Çünkü o, ‘dilsel nesnelerin’ oluşturduğu ‘tinsel nesneler’ bütünüdür. Tinsel nesne, anlamın, bilginin, yönelimin içkin olduğu nesnedir, gerçekliğinde deneyimler (yaşam deneyimleri) vardır ama deneye yer yoktur, gözlemler vardır ama gözlenemez.” (13) Armağan, “dilin varoluşunu nereden başlatmalıyız sorusuyla bir kez daha baş başa kalıyoruz” dedikten sonra, “Dilsel yönelimin, anlamın oluştuğu yerden başladığını varsayıyorum,” önermesini getiriyor, ardından bunu ‘zaman’ üzerine yerleştiriyor: “ve bir bilgi varsa, kendisinden önce anlam vardır, çünkü anlamın bilgiye dönüşmesi için, sık sık deneyimlenmesi gerekir. Deneyimlemek de yaşıyor olmaktır. (…) Bu önsel, bilgiye dönüşmüş anlamı (dilsel olanı) taşıyan zaman olmalıdır.” (15) Armağan’ı okumayı sürdürelim: “İnsan dilleri, toplumsallaşma yönelimi üstünde, görünürleştirme ve iletme donanımlarının oluştuğu dillerdir.” “Öyleyse, duyuş ve düşünüş temelinde insanlar daha çok anadilleridir.” “Bütün bunlar bizi, insan dilinin organik dile koşut bir evrim çizgisinde evrimleştiği gerçeğine de götürür.” (24, 25) Cahit Armağan, bu ayrıksı, sıra dışı denemesini yerli yerinde bir dil örgülemesiyle E Y L Ü L 2 0 1 4 C yapılandırırken yanı sıra kuram bağlamında dili fizik bilimlerin uzantısı konumunda alıyor, doğrudan nesneler evreni olgusuna, edimine dönüştürerek de ufkumuzu alabildiğine genişleten bir çalışma koyuyor ortaya. Taşıdığı bu önemin yanında, ayrıca şiir eleştirisine yaklaşımındaki farklı tutumuyla da önemsenip tartışılması gereken bir yapıt Çizginin Dışı. Bundan ötürü ileriki haftaların birinde bu bütünlük çerçevesinde bir kez daha uzanacağım Armağan’ın bu özgün çalışmasına. İLETİŞİMSEL DİLDEN KAVRAMSAL DÖNÜŞTÜRÜME… Türkçenin olanaklarını kullanıp tadını yayan, denemeleri yazınımızda köşe taşı olan şunca yılın dil, yazın yetkesi Emin Özdemir’in yapıtlarına göz atalım şimdi kuş bakışı… Onun elbette pek çok deneme kitabı var, ama özellikle dille ilişkilendirilebilecek örneklerden kalkarak konuyu bu yönde sürdürmek eğilimindeyim. Sözgelimi tümü de Bilgi tarafından yayımlanan Erdemin Başı Dil (2000), İnsan Yüreğine Yolculuk (2012), Sözcüklerin Vicdanı (2013) anımsanabilir. Sözcüklerin Vicdanı’ndan iz sürmeye çalışalım bir çalım: “Sözcüklerin anlam ağı dilin çevrimi içinde oluşuyor.” “Elbette hiçbir sözlük başlangıçta bir başına tasarımsal, çağrışımsal anlam bağlamaz; öteki sözcüklerle kurduğu bağdaşımlarla gerçekleşiyor bu. Bağdaşıma giren sözcükler arasında da birbirinin anlam yükünü güçlendiren çok yönlü etkileşimler kuruluyor.” (94, 95) Dili nitelikçe yükseltip insanı bununla buluşturabilmek için bir Emin Özdemir olmak gerekiyor, belli. Yukarıdaki düşüncenin ardını şöyle getiriyor Özdemir: “Söylemek bile fazla, her sözcük, kendi içinde bir dünya taşır; bu dünyaya ulaşma, onları seçme, yan yana getirip anlatımsal bir doku oluşturma süreci içinde gerçekleşir. Bu süreçte sözcüklerden kimileri başkaldırıp direnir, kimileri yerini yadsır, beğenmez; kimileri de sessizce boyun eğer. Sözcüklerin vicdanı dediğim de bir bakıma budur işte, onların içerdiği anlam yüküdür. Usta yazarlar, kendi yazarlık vicdanlarını, sözcüklerin vicdanıyla bütünleştirenlerdir.” (64) Emin Özdemir’e kulak vermeyi sürdüre lim: “Nedir iyi edebiyatın vazgeçilmez kuralı? Sözün, sözcüklerin bilincine, güzelliğine varma, onların vicdan sesine kulak vermedir. Bu yapılmazsa edebiyata hangi işlevi yüklerseniz yükleyin, hangi beklentilerin içine girerseniz girin boşunadır.” (67, 68) Bir yazıncı, dilini “erdem”le, “vicdan”la ilişkilendirirken insan etkilenmez mi bundan? Demek ki bir soy yazıncının görevi yalnız dilsel geliştirimlerle sınırlı kalmıyor, yanı sıra dili içkinleştirme göreviyle de yükümlü olduğunu gösteriyor bu durum… Emin Özdemir de denemelerinde, Adnan Binyazar’ın vurgusuyla bir “anlam kâşifi” olarak yankılandırıyor işte yüreğimizi. Şu satırlar örneklenebilir: “İnsan (.) var oluşundan bu yana ölümü, ölümün yarattığı dipsiz korkuyu içinde, yüreğinin derinliklerinde taşımıştır. Yaşam çemberinin içinde dönenip dururken bu korkuyu yenmenin yollarını aramıştır hep. Bu arayışta en büyük silahı söz ve sözcükler olmuştur.” Özdemir, ayrıca “[y]aşanılanları sözcüklere döküp onlarla dönüştürmedikçe yaşamın katlanılmaz olacağını” da vurguluyor. “Yaşamda, daha doğrusu insanda var olan her şey dile de yansıyor” çünkü. Sonra da o seslenişi Özdemir’in: “Bir bakıma ozanların yazarların yaptığı da bu gizli duygularımızı, onlardaki düğümlenmeleri çözme değil midir? Yaşamımız boyunca bilinçaltımızın karanlık odalarında biriken duygu, düşünce yığışımlarını kurmacanın büyülü sularında bir arınmadan geçirme, ayırma, onlara yepyeni boyutlar kazandırma değil midir? (İnsan Yüreğine Yolculuk, 21, 31, 47, 53) İleriki haftaların birinde Kurmaca Kişiler Kenti’ni de katarak Emin Özdemir’in andığım kitapları üzerinde daha ayrıntılı duracağım… DİLDE ZAPTİYELİK Mİ DİNGABAKLIK MI… Yazılarımda henüz kullanmasam da günlük dilde kullandığım sözcüklerden biri de “dıngabak”, “dingabak”, “dangabak”. Kendi payıma dingabak şeklindeki söyleyişi yeğliyorum. Karşıdan bakıldığında gösterişi yerinde, ama içi “boş” (tın/kabak) kişiler için söylenen bir söz. “Nato mermer nato kafa” der gibi. Kaba dilde “hıyar”ı karşılayan, bunun bir tür değişkesi… Dilimiz, büyük oranda bu tür dingabakların kuşatmasında nicedir. Görevleri arasında dilde gökyüzüne uçurtma fırlatmak da bulunan yazarlardan kimileri de kendilerini bu dingabakların tuzağına kaptırabiliyor. Dilcilere dönük “dil zaptiyeliği” gibisinden suçlamalardan etkilendikleri için mi, pek çok yazar, iletişim diliyle anlatı kurmaya gönül indirebiliyor son yıllarda. Yazınsal metin üretilebilir mi bu yaklaşımla? Tabii batağa saplanmakta gecikilmiyor. O halde bir yazar şunu asla unutmamalı; bilim bilim diliyle, felsefe felsefe diliyle, sanat da (burada yazın) sanat/yazın diliyle kurulabilir ancak. Nasıl ki, dış gerçeklik olduğu gibi anlatıldığında bu bir sanatsal (burada yazınsal) gerçeklik haline dönüşmüyorsa aynı şekilde gündelik dille, iletişimsel veya kullanmalık dille yazınsal anlatı kurmaya kalktığınızda da özürlü, sakat bir metin çıkıyor ne yazık ki ortaya! Demek ki yine yazının başına, Doğan Kuban’a dönmek gerekiyor. Son haftalardaki yazılarının da peşine takılarak… 26 Eylül Dil Bayramı çerçevesinde gelecek hafta da dil içi gezintiyi sürdüreceğiz… n K İ T A P S A Y I 1 2 8 3 C U M H U R İ Y E T