22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

“Çukur”dan “Muhteşem Vahşi Dünya”ya Andrey Platonov Yakılamayan ‘elyazmaları’ de romanı suçlu bulunur. KGB, yazarın müsveddelerine, hatta daktilo şeritlerine dahi el koyar. Politbüro’dan Mihail Suslov’un deyişiyle ise “Kitabın yayımlanabilmesi için en az 300 yıl geçmesi gerekir.” Grossman ise romanının basıldığını göremeden umutsuzluk ve hayal kırıklığı içinde 1964’te ölür. Ancak Bulgakov yine haklı çıkar. Elyazmaları bu kez de yakılamaz ve kitabın iki kopyası gizlice ülke dışına çıkarılarak, Batı’da, 80’lerden sonra yayımlanır. 20. yüzyılın Savaş ve Barış’ı olarak... Bu iki isim de her ne kadar silinip sindirilmeye uğraşılsa da bugün, Rus edebiyatının önde gelenleri arasında sayılıyor. PLATONOV’UN KENDİNE ÖZEL “CEHENNEMİ” Yukarıda anlatılanların hepsinin nedeni tek bir isme gelebilmek ve o ismin yaşadığı, eserlerini verdiği ortamın nasıl bir cehennem olduğunu gösterebilmek adınaydı. Şimdi ise sıra o ismin, yani Andrey Platonov’un ona özel yaratılan kişisel cehennemi ve bu cehenneme rağmen insan sıcaklığını hiç unutmayan eserlerine göz ucuyla da olsa bakmaya geldi. Her şeyin başında şunu söyleyelim: Andrey Platonov yazarlığında son derece parlak bir çıkış ve bu çıkışı karanlığıyla gölgede bırakabilecek bir düşüş yaşar. Bu düşüş edebiyatının düşüşe geçmesi ya da yazdıklarının artık okunmaması anlamında değil elbet. Yazdıkları okunuyordu. Hatta öyle ki Stalin bile onun yazdıklarını ciddiye almıştı. 1926’dan itibaren yayımlanmaya başlayan kısa öyküleri sayesinde, dönemin tanınmış yazarı Maksim Gorki tarafından keşfedilmesiyle girdiği edebiyat dünyasının kapıları, II. Dünya Savaşı sırasında yaptığı savaş muhabirliğiyle ona sonuna kadar açılır. Çok da uzun sayılmayacak bir aradan sonra ise tek bir ışık girmeyecek denli kapanır. Çünkü az önce de söylediğim gibi “okunuyordu”. İnsanlara okuttuğu şeyler ise Sovyet Rusya’nın topyekün eleştirisi değil belki ama eksikleriydi. Bunu da kafasındaki ideali tamamlama adına yapıyordu belki, kim bilir ama sonuçta bu kadar eleştiriye dahi tahammül edemezler ve yazmasının önüne geçerler. Bir öğretici olarak girmesi gereken edebiyat fakültesinde müstahdemlik yapmak zorunda bırakılır. Oğlunu ise “vatan haini” diye çalışma kampına gönderirler. Tüberküloz olup döndüğünde Platonov’dan başka bakacak kimsesi yoktur. Baba da oğul da tüberkülozdan ölürler. 1951’de; Andrey Platonov henüz 52 yaşındayken... Ama elyazmaları yine yanmaz! Muktedirin, “zamanında” bir şekilde bastırdığı bu ses, uzun yıllar yasaklı kalsa da yine KGB arşivlerinden çıkan önemli yapıtları 1991’den itibaren okurla buluşmaya başlar. HÜMANİZMİN PRATRİĞE DÖKÜLMÜŞ METİNLERİ Akabinde değil tabii ama Platonov, Türkçede de yayımlanır. Türkçede Platonov’dan ilk okuduğumuz kitap Çukur. Şimdilerde baskısı bulunabilir mi bilemiyorum ama Tükiye’de, 2008’de, Kayhan Yükselir çevirisiyle yayımlanan roman, Platonov’un komünizm karşıtı olarak tanınmasına sebep olan Roman ve öykülerinin eksiksiz ve sansürsüz basımına ancak 1990’larda başlanılabilen Andrey Platonov, artık yirminci yüzyıl Rus edebiyatının en önemli yazarlarından biri kabul ediliyor. 1899 doğumlu Platonov’un yapıtlarını ise yaşamından ayrı düşünmek imkânsız... r Eray AK us edebiyatı dendiğinde hemen akla düşen isimler her ne kadar Dostoyevski, Tolstoy ve Çehov gibi yazarlarsa da daha pek çok has edebiyat kaynağının bu topraklarda yattığı bilinir. Rus edebiyatının sınırları da geniştir bu anlamda ve toprağı eşeledikçe yeni yeni hazineler vermeye teşne olmuştur her zaman; hâlâ da öyle. Bir diğer yandan ise bu hazinelerini gariptir ama gizlemeye de teşnedir. Tezat ve ötesi... Bu zıtlığın, olayın diğer yüzünün nedenlerini öğrenmek için Rusya tarihinde çok küçük bir gezinti yapmak yeterli olacaktır. Rus edebiyatı üzerine konuşurken bahsedilen bu diğer yüzde, karşımıza Sovyet Rusya ve onun “kibarca” haber alma teşkilatı diyebileceğimiz KGB çıkar. Sovyet Rusya yönetimi ve KGB, ideolojilerine ters gelen, ilkelerine “artık zararlı” ve devrim ruhunu kendilerine göre “içselleştirememiş” yazarları bir şekilde ortadan kaldırdı. Bunu bazen “ortadan kaldırmak” deyiminin en kötü karşılığı bir ölümle, bazen onu yazmaktan vazgeçirecek kadar baskılayarak bazen de edebi mirasını ortadan kaldırarak yaptı. Yani yazarlar bir şekilde “ortadan kalktı” ve zamanının muktedirine göre “zararsız” hâle getirildi. Ancak Mihail Bulgakov’un Usta ve S A Y F A 1 6 n 1 8 R Margarita’da, Stalin Rusyası’na getirdği şeytan bile şunun farkındaydı: “Elyazmaları yanmaz!” Bunu genişleterek şu da söylenebilir: Sadece elyazmaları değil edebiyat da asla yok olmaz, yanmaz. Ki yanmadı da... Aradan belki yıllar geçti, devran değişti ve Stalin Rusyası’nın “yaşarken gömdüğü” o yazarlar gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu çıkışla birlikte de altüst edilen değerlerin ne denli önemsenmesi gereken sesler olduğu anlaşıldı. Belki hakları geç tesilim edildi, yaşamlarında bulmaları gereken tanınırlığı, mezarlarında, onları kimse duymazken yakaladılar ama en azından Bulgakov’u haklı çıkardılar. Muktedire de çok önemli bir not bıraktılar yaşadıklarıyla ama muktedir de bu notu, ölüp gittikten sonra adlarının bugün nasıl hatırlandığıyla almadığını kanıtladı zaten; klasik bir muktedir profilinde rahatlıkla okuyacağımız gibi. Tıpkı dün olduğu gibi, bugün olduğu gibi... Dün gömülmeye çalışılan yazarlar bugün henüz “bir kısmı” açıklanmış KGB arşivlerinden çıktı haliyle gün yüzüne. Az önceki cümlenin “bir kısmı” bölümü vurgulu çünkü KGB arşivlerinde daha kimlerin yattığı, hangi cevherlerin bulunmayı beklediği, bulunduklarında dünya edebiyatını nasıl etkileyeceği, çağında bir şekilde yazmayı sürdürse bugüne nasıl bir miras ya da etki bırakacağı bilinmiyor. Ama bu arşivlerden ortaya çıkan birkaç yazar, bize oranın nasıl bir hazine olduğunu anlatır nitelikte. KGB’NİN EDEBİYAT ARŞİVİ Has edebiyatın peşinde koşanlar İzak Babel ve Vasili Grossman isimlerini hatırlayacaklardır. İkisi de dönemin paradigmasını anlamlandırma noktasında, bugünden bakıldığında çok önemli bir yerde duruyor. Stalin’in karanlık ve baskıcı zamanlarında ürünlerini verir İzak Babel ve yazdıklarında döneme eleştirel bir tutum takındığı, ama “resmî” nedenle ajanlık yaptığı için 15 Mayıs 1939’da tutuklanır. 2 0 1 4 Bu bir tutuklanmadan ötedir tabi, ortadan kaybolur adeta. Ardında hiçbir iz bırakılmaz. Geride kalan her şeyine de el konur. Yazışmaları, taslakları ve elyazmaları dahil Babel’e ait her çizik “Stalin’in yoldaşları” tarafından zimmete geçirilir ve bunların hiçbiri bugüne kadar ortaya çıkmaz. Adı sadece devletin resmi kayıtlarından değil edebiyat ansiklopedilerinden de çıkarılır. Yapıtları toplatılıp yok edilir ve Babel’in sanki hiç var olmadığı bir dünya yaratılmaya çalışılır. Bir diğer isim Vasili Grossman da tıpkı Babel gibi Stalin dönemini yaşar ve yapıtlarında yaşatmaya çalışır. Bu bağlamda büyük eseri Yaşam ve Yazgı’yı 1950’lerde kaleme alır. Tıpkı bir diğer büyük roman Savaş ve Barış gibi büyük bir muharebenin, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Stalingrad Savunması’nın etrafında şekillenen bir dönem romanı olan Yaşam ve Yazgı, her şeye rağmen direnen insanların kaderini anlatmakla kalmıyor, Stalin Rusyası’nda yaşananları gerçekçi bir dille gözler önüne seriyordu. Stalin’in ölümünden sonra yaşanan “yumuşama” döneminde yazdıklarının yayımlanabileceğini düşünen Grossman, pembe düşler kurduğunu ise henüz bilmiyordu. Ancak Grossman’ı, Babel’e göre şanslılardan sayabiliriz çünkü kendisi değil Platonov için insan, hayvan ya da bitki değil varlığın kendisi önemli. O nedenle bir kütük parçası da dile gelebiliyor Platonov metinlerinde, bir ineğin duyguları da dillendirilebiliyor. E Y L Ü L C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1283
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear