Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
RENKLER n SESLER n HARFLER AYTÜL AKAL n NİLAY YILMAZ n ÇİĞDEM GÜNDEŞ n MAVİSEL YENER n MUSTAFA DELİOĞLU Kitap Gölgesi Konuk Harfler Moli ile Olaf merak ediyor... Banu Aksoy çocuklara nasıl düşünmeleri, ne yapmaları, nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmiyor, onlardan neler öğrenebiliriz diye soruyor… r Mavisel YENER Jako Olayı r Emre ŞOLT (Etiler Bahçeşehir Koleji Türkçe Öğretmeni) B ir kulağını doğaya, diğerini çocuklara dayamış bir yazar Banu Aksoy. Onun kahramanları Moli ile Olaf, her çocuk gibi meraklı ve şaşırtıcı. Onlar, parktaki ağaçlara zarar geleceğini fark eder etmez herkesten önce koşuyorlar parka. Onları duyup da yerinde durabilir mi insan? Yazarımız da takılıyor peşlerine. Biliyor ki çocukların peşine takılmak iyidir! Neler olup bittiğini bile yolda öğreniyor. Belediye, parkın ortasına bina yapmaya karar vermiş, bazı ağaçları keseceklermiş. Mahalle halkı çoktan toplanmış, protestoya başlamışlar bile… İşte böyle başlıyor parkta nöbet. Moli İle Olaf Merak Ediyor serisinden “Ağaçlar Bizi Nasıl Mutlu Eder?” alt başlığı ile çıkan bu kitabın, 2013’de Taksim’de yakılan ateşi yansıtan yapıtların yanına koyulması gerektiğini düşünüyorum. Aksoy, kitabın ilk sayfalarında yönetimin bakışını ortaya koyup mahallelinin direnişinin altını çiziyor. Yazar, belleklere kazınan bu kitle hareketinin ruhunu yapıtına nakışlarken, “duyarlıysan, çocuk gibi olursun” felsefesinin özgürlükçü rotasını da duyumsatıyor. “Hemen ayakkabılarımı giyip Moli ile Olaf’ın peşine düştüm”(s, 6) tümcesi, çocuklara duyulan saygıya teslim olmanın en çarpıcı örneği. Çocuklarla kurulan ortaklık, onlarla birlikte geçirilen zaman, doğaya ait soru ve yanıtları da beraberinde getirir. Meraklı çocuklar Moli ile Olaf, ilk bakışta sıradanmış gibi görünen, ama hiç de öyle olmayan sorular sorarlar. Örneğin, Olaf’ın sorduğu “Dünyada kaç tane ağaç var?” sorusunu, kolaysa yanıtlayın! Yaşamda çoğu kez “doğru cevap” yoktur, olsa olsa “zekice cevap” vardır. Olaf da bu zekice cevaplardan birini alıyor… Merak mı ettiniz? O zaman hemen kitaba bakacaksınız! Öğrendiğimiz her şeyin değişime/dönüşüme uğradığını biliyoruz. Çok bildiğini sanmak büyük tehlike! Dionysius, bu nedenle cahilliğe övgü yapmıştır. Varoluşun en güzel deneyimlerinden birisi de bilmeme durumunda olmaktır, çünkü o zaman keşfetmeye açıksındır. “Ağaçlar Bizi Nasıl Mutlu Eder?” adlı kitabı okurken bunları düşündüm. Bilmediğimi öğrenmek, keşfetmek çok hoşuma gitti. Hiç kuşku yok ki bu kitabı okuyan meraklı çocuklar da aynı keyfi yaşayacak. Türkiye’nin yaşayan en yaşlı ağacı hangisi, gezegenimizdeki en yaşlı ağacın cinsi ne, yaşayan en geniş ağaç nerede, Tayga ormanında hangi tür ağaçlar bulunur, gibi 2 4 n 1 8 E Y L Ü L pek çok sorunun yanıtını bu kitaptan öğrendim. “Her ağaç ağaç mıdır?” sorusunun yanıtını okuduğumda pek şaşırdım. Bahçemdeki muz ağacının aslında ağaç olmadığını, otsu bir bitki olduğunu öğrendim. Neyse ki, yıllardır onu ağaç sandığım için kızmadı bana, galiba ilk kez bu yıl meyvesini esirgemeyecek bizden! Serüvene eşlik eden Kedimiyo, bu kitapta pek uslu görünüyor. Anlaşılan, bütün yaramazlıklarını bir sonraki kitaba sakladı. Onu “Kediler Hep Dört Ayak Üstüne Mi Düşer?” adlı, serinin ilk kitabında tanımıştık. Bu kez, çıktığı ağaçtan o da direnişe katılıyor. Banu Aksoy’un sevimli çizgileri, kitabın başarılı tasarımı metne farklı bir soluk getiriyor. DOĞAYI DİNLEDİĞİMİZDE… Moli ile Olaf’ın çocuk okurları araştırmaya yönelten soruları kitap boyunca devam ediyor. Ağaçlar hakkında öyle çok şey öğreniyoruz ki, kitabın sonuna geldiğimizde onları dinlemeyi öğreniyoruz. Artık başarılı bir ağaç gözlemcisi olabiliriz. Kendimize bir ağaç seçeceğiz, bir yıl boyunca gözlemleyip kaydını tutacağız. Kitabın sonunda buna ayrılmış çizelge ve yaprak albümü var. Ben çoktan yaprak albümünü doldurdum bile, muz yaprağı sığmadı ne yapsam bilemedim… Yaprak koleksiyonu nasıl yapılırmış onu da öğreneceğiz bu sürprizli kitapta. Doğayı dinlediğimizde yaratıcılığımız kanatlanır ve yükselir, bilgeliğin kapıları açılır. Çünkü doğa, bildiğimiz en bilge öz’dür. Doğa ile uyum içinde olan birey ona karşı olan sorumluluğunun da bilincindedir. İşte o zaman ağaçlar daha yeşil görünür, çiçekler ışık saçar; çok güzellerdir ve biz mutlu oluruz… Doğanın şarkısını yüreğinde duyumsamak, ağaçları tanımak ve onlarla iletişim kurmak isteyen her yaştaki meraklı kâşif bu kitaptan rehberlik alacak. Okurlar, Moli ile Olaf’ın yeni serüvenlerini dört gözle beklemeye başladılar bile… n www.maviselyener.com *Moli İle Olaf Merak Ediyor Ağaçlar Bizi Nasıl Mutlu Eder / Yazan Resimleyen: Banu Aksoy / Hayy Kitap / 48 s. / 2014 / 5+ J ako Olayı, gelecekte bir zamanda veya bugünün az da olsa manipüle edilmiş bir versiyonunda geçiyor. Yaşlı Dünya’nın dilinden okuyoruz Aşkın’ın yaşamını fakat yaşamının sadece bir bölümünü. Kitap bittiğinde Aşkın’ın yaşamı da yazarın anlatımıyla belki de başlıyor. Ana karakterimiz Aşkın’ın omzuna konan bir papağanla başlıyor tüm olaylar. Fakat Bengi ülkede hiçbir hayvan başıboş dolaşamaz, her şeyin bir sahibi vardır. Jako’nun gelişi bir tesadüf mü yoksa bilerek mi gönderilmişti? Kaminvirüs de neydi? Niçin Aşkın’ın babası, 12. Gökada’da uyur bir vaziyette tutuluyordu? Bu soruların cevaplarını her şeyden önce mekânlarda bilinçli olarak yapılan değişikliklerde aramanın ne kadar doğru olduğunu düşünen yazar hikâyesine de zannımca mekânları anlatarak başlıyor. Başsitekent‘te oturan Lara, Aşkın ve aileleri ile terk edilmiş evlerin yer aldığı Rabutepe. Başsitekent oluşturulurken Rabutepe’deki insanlar evlerinden bir çeşit kandırmayla çıkarılmış: Başsitekent’te onları bekleyen yepyeni bir yaşam olacaktı. Mekân olarak bakıldığında içinde bulunduğumuz Türkiye’nin kentsel dönüşüm projelerini andıran iki ana yapı çıkıyor karşımıza. Birincisi Aşkın’ın babası Kayra Baba’nın atalarının yaşadığı, çocukluk anılarının burada geçtiği Rabutepe; ikincisi semtlerini birbirine bağlayan yapay ağaçların ve tabii ki – burası şaşırtıcı(!) devasa binaların bulunduğu fazla söze ne hacet yaşadığımız mega kentlere benzeyen Başsitekent. Mekânların insan yaşamındaki önemini bir kez daha karşımıza çıkarıyor yazar böylece. İnsan yaşadığı, büyüdüğü, çocukluluğunun geçtiği yerlerden, sokaklardan kopamıyor, oraların değişimi ve belki de hızlı değişimi insanın yaşama ve insana karşı umudunu da yerle bir edebiliyor. Çünkü mekânlar değiştikçe aslında değişen yaşam oluyor. Değişen yaşama karşı da insan da bir dönüşüme uğruyor. İşte Aşkın’ın annesi Belle Anne böyle bir dönüşüme uğraşmış, babası Kayra Baba ise Rabutepe’deki hatıralarıyla yaşayan ve fırsat buldukça oğluyla oraya yürüyüşe giden dolayısıyla da mekânlarla birlikte gelen dönüşümü reddeden biri. Belle Anne hırslı, emirlere uyan, sürekli çalışan ama daha çok para için çalışan biri olduğu için Gizmenlerin yanında yer alıyor çünkü biliyor ki Gizmenler onun önünü açacaktı. Parayı ve parayla gelen ayrıcalıkları seven biri için Gizmenlerin çıkarlarının yanında olmak, neye hizmet ettiğini bilmeden çalışmak olağan bir tercihti belki de. Fakat kocası Kayra Baba Özgecillerin yanındaydı. Başka insanların iyiliği için çalışan, parayı kendisine zemin edinmemiş Özgeciller. Karşımıza iki grup çıktı: Burası Bengi Ülke. İki grup: 1. Bölek Partisini kuran Gizmenler ile 2. Bölek Partisini kuran Özgeciller. Einstein’ın dünyada iki tür insan olduğunu söylemesi gibi: İyi insanlar ve kötü insanlar. Bu kadar sert bir ayrım, ütopik olsa da gerçek payı yok değil. Fakat yazarın bu sert ayrımı söylem olarak da yer yer bazı cümlelerde de karşımıza çıkıyor: “Eskiyi yıkmadan yeniyi kuramazdın. (syf. 9)” “İlerleyen teknolojinin sunduğu olanaklar, bu olanaklara sahip olmak için gereken para ve güç, insanları birbirinden uzaklaştırmıştı. (syf. 55)” “Akıllı davranmak, onlara zenginlik ve lüks sunacaktı. Bu dünyada başka ne istenebilirdi? (syf. 64) ” Başta sorduğum tüm soruların cevaplarını kitapta bulabileceğimiz gibi, bu hikâyede asıl dikkate değer husus, satır aralarında ve olayla ilintili olarak yapılan tespitlerdi. Yaşadığımız hayatlar üzerine düşünmemizi sağlayan ve çocuklara da yol açan ama yolu direk göstermeyen, tercih yapmalarını bekleyen yazarın bu hikâyesinin devamını beklediğimi söylemeden edemeyeceğim. n * Sevda Müjgan Yüksel, Jako Olayı, Morpa Yayınları İlk Gençlik Dizisi, Mart 2014 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1283 S A Y F A 2 0 1 4