Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K eonardo da Vinci (14521519), dünyanın gelmiş geçmiş en kıdemli dâhilerinden. Tıpkı Cervantes (15471616), Shakespeare (15641616), Mozart (17561791) gibi… Rönesansın önde gelen tetikleyicisi, keşifleriyle öncülük yapmış bilimci, sanatçı, ötesinde düşüncü, kuramcı, meslekten yazar olmasa da aynalık yapıp bizi bize göstermenin ustası… Son yıllarda yenice doğmuşçasına Leonardo kitaplarının Türkçede çoğalıp yayılması, nice gecikilse de sevindirici. Kemal Atakay’ın Leonardo ile ilgili kitaplara yer verdiği küçük Türkçe kaynakçadaki kitap adlarını analım ilkin: Defterler (Çev: Turhan Ilgaz, Hil, 1992), Bilmeceler / Kehanetler, (Çev: Samih Rifat, Sel, 2001), Da Vinci’nin Not Defteri, (Çev: Kasım Doğan, Carpe Diem, 2006), Paragone / Sanatların Karşılaştırılması (Çev: Kemal Atakay, Notos, 2007) Atakay bu listeyi, Augusto Marinoni’nin yayına hazırladığı, kendisinin çevirdiği Yazılar / Masallar, Kehanetler, Nükteler ve diğerleri başlıklı kitaba eklediği “kaynakça”da (YKY, 2010) aktarıyor. Bu arada Atakay’dan sonra gözüme ilişen kitaplar da oldu. Örneğin H.Anna Suh’un editörlüğünde hazırlanan Leonardo’nun Defterleri / Büyük Üstattan Uygulamalı Dersler (Çev: Alev Serin, Arkadaş, 2010), Bilinmeyen Defter / Codex (Çev: İnci Aslıer, Marsık, 2009) anımsanabilir. Öte yandan farklı bilim dergilerinde, üniversite yayınlarında yer almış yazılar da bu kaynakçaya eklenebilir sanıyorum. Bunlardan biri de Bilim ve Gelecek dergisi. Derginin, Leonardo ile ilgili hazırladığı özel bir dosya var çünkü. (Bak.: Mayıs 2006, sayı 27) Bilim ve Gelecek’in özel sayısında Kağan Güner, Hasan Gören, Cemal Yıldırım, John Howard Lawson (Çev: M.Halim Spatar), Asaf Güven Aksel imzalı yazılar Leonardo ile ilgili köklü bir “giriş” bağlamında alınabilir pekâlâ. Bu nedenle bunlardan harmanladığım satır başlarıyla gireyim istiyorum yazıya… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Yarım bin yıllık aynamız: Leonardo... L rün bütünlüğünde birleşen, etkileşim içinde gelişen çalışmalardı. Sanatı salt yaratıcı imgelemin, felsefeyi soyut düşüncenin, bilimi deneyin ürünü sayıp birbirinden ayrı tutmak yanlıştı. Leonardo değişik ölçülerde de olsa, hepsinde yaratıcı imgelemin, soyut düşüncenin ve olgusal deneyimin payı var demekteydi.” Özetle söylemek gerekirse Leonardo’nun dilinde sanatla bilim, sanatça, bilimce yaşamak anlamına geliyordu demek ki… bağlayan bir yaklaşımla yapamadıklarının da ipuçlarını döşüyor yaşamına. Onun olgulardan yasalara yönelen tutumuna değgin getirdiği önermelerle ilgili Augusto Marioni’nin vurgusu uyarıcı bir yan taşıyor: “Bu önermelerin ne ölçüde bilimsel gerçeklik içerdiğini saptamak önemli değil; asıl önemli olan, bu önermelerdeki bir mitin –yaşamın ritmini bir simgeye dönüştürmek isteyen bir mitin büyüklüğünü açığa çıkarmaktır.” (Atakay, 20) “O halde resim felsefedir” (Atakay, 23) diyen bir Leonardo, bize öğrettikleriyle değil, asıl bizim ona bakıp öğrenemediklerimizle bilim, sanat, felsefe bileşkesinin büyülü bir yanarcası olarak duruyor hâlâ önümüzde… İNSANLIĞIN BÜTÜNSEL BAŞYAPITI: LEONARDO... Leonardo’nun bu büyüleyici sanat yolculuğu, açtığı çığır, tüm dünyayı yerinden oynatacak erkeye ulaşıyor neredeyse. Yaşadığı tarihlerde, çağının koşulları gereği tinsel dünya kavrayışı bir ölçüde sürse de gelmekte olan çağın tüm karakteristiğini görebiliyor yine. Bunu yansıtıyor da. Bu çağ, modern çağdır, bilim çağıdır, devrimler çağıdır, sözün kısası Aydınlanma çağıdır. Geriye dönüşü olamayacak bir çağın en güzel, en soylu öncülerinden biridir artık o. H.Anna Suh editörlüğünde sunulan Leonardo’nun Defterleri ise neredeyse tam bir ders kitabı niteliğinde düzenlenmiş. Bu çerçevede yapıt, özellikle resimheykelmimarlık öğrencilerinin yararlanacağı temel başvuru kaynağı bağlamında alınabilir belki. Ne var ki bunun, tüm sanat alanlarına, türlerine yönelik bir ilkeler bütünü, yöntem, uygulama olanakları getirdiği de ortada. “Eskizler, notlar ve yazılar” toplamının bir değişkesi gibi düzenlenen kitap, Yazılar’da olduğunca bütünsel yaklaşım içeriyor. Leonardo’nun Defterleri’nde büyük dâhinin, düşüncelerini bir dizge yönünde felsefi tabana oturttuğunu, böylelikle bir açıdan tek kişilik okul kurduğunu, kurumlaştığını söylemek olası. Örneğin şu satırları alalım: “Mantığını kullanmaksızın sadece pratiğine ve gözüne dayanarak resim yapan ressam, o nesnelerin varlığının bilincine varmaksızın önüne konan her şeyi kopya eden bir ayna gibidir.” “İnsan figürleri o şekilde yapılmalıdır ki izleyen, o figürün duruşundan zihnindeki düşüncesini anlayabilsin.” (Serin, 18, 44) Bu düşünceler yalnız ressamlara mı yarayacaktır? Kahramanlarını yapılandırırken yazıncılar hiç mi yararlanmayacaktır bundan? Ya tiyatrocular? O halde tüm sanat verimleyicileri için temel başvuru kaynaklarından biri Leonardo. Ne var ki Leonardo’nun defterlerinden yapılan kitaplar sergen süsüne benzer biçimde sırları dökülmüş, dongun aynalara dönüştürülmemeli evlerdeki kitaplıklarda. Kafaca, gönülce, ruhça dost olunmalı Leonardo’yla. Çünkü nece dostluk kurulursa onca paylaşacaktır yaratısının gizlerini usta. Leonardo da Vinci, bir çağ çağırıcısı, muştucusu… Eğer beş yüzyıl önce tuttuğu aynanın yansısında yolumuzu bulup ilerleyebiliyorsak hâlâ, getirdiklerinin aynasına tutunup bu merdivenden yukarıya çıkabiliyor, geleceğe yol alabiliyorsak, geleceğin de çağırıcısı saymak gerekmez mi onu? Nitekim Leonardo’nun aynasından Shakespeare’in aynasına akan da bu gerçeklik değil midir? Leonardo gibi ölümümüzü tasarımlayamıyorsak, yaşamımızı da öngörülerimize dayandıramayacağız demektir bu… Şaşmamak elde değil, beş yüzyıl önce yaşıyor ama biz beş yüzyıl sonra gide gide ancak ona varabileceğimizi seziyoruz tuhaf bir irkilişle… Deha dediğimiz de işte böyle bir şey olmalı… ? SAYFA 21 LEONARDO’NUN ÖĞRETTİKLERİ, ÖĞRETEMEDİKLERİ... Leonardo bilime, sanata dönük düşüncelerini defterlerine ancak kırklarına varırken yerleştirmeye koyuluyor. Öğrencisi, dostu, Freud’un bunun ötesinde ilişkiler yakıştırdığı Francesko Melzi’ye bıraktığı defterler, Melzi tarafından kıskançlıkla korunuyor ama onun ölümünden sonra dağılıyor da dağılıyor. Günümüzde toplanabilenlerin sayısı 31. “Leonardo’nun yazılarından günümüze ulaşanlar, ilk olarak 1880’de modern ölçütlerle yayımlanmaya başl(ıyor).”(Atakay,35) Bunca gecikmenin ardından Leonardo’nun defterleri onun bize öğretebildikleri kadar öğretemediklerini de içeriyor denebilir. Yalnız gizemli ayna yazılarından ötürü dört yüzyıl kadar gecikilmişliği nedeniyle söylüyor değilim bunu. Öğreniye karşı ayak direyişimizi vurgulamak istiyorum daha çok. Gerçekten bu aynada sözgelimi kendi dışımıza, dıştaki nesnelere bakmayı bunlar arasında bağlar kurmayı, bunları yeni dönüştürümler için dayanak yapmayı öğrenebildik mi? Sanatımızı uygulamaya girişirken ne ölçüde yararlanıyoruz bundan? Sanatçı, bir verimleyici olarak yapıtına din dışı tutumla yaklaşıyor sürekli. Onun “son” anlayışında, sözgelimi cennetle cehennemin izine rastlanmıyor o halde. Defterler ölümüne dek neredeyse tek hedefe dönüşüyor. Doğanın gizlerini bilinir kılmak için çabalıyor sürekli, bu gizleri bulgulamak için adeta zamana karşı yarışıyor. Bu yaklaşım bağlamında Harvey’in, Kopernik’in, Galileo ile Newton’un öncüsü, hatta önceleyicisi oluyor bir bakıma. Sanatı, estetik temelde yeniden yapılandırmanın da öncülüğünü üstleniyor. Öte yandan beş yüzyıl öncesinden bugün de benimsediğimiz kimi ilkeler belirlerken çalışma yöntemine yönelik farklı açılımlar getirip yepyeni bir kavrayış koyuyor ortaya. Sanatın matematiksel yanı üzerine ciddi bir felsefe geliştirdiği de gözleniyor onun. Bir açıdan Pitagorasçıların müzikle matematik arasında kurdukları ilişki boyutunu çok daha genişleterek bunu bilimle sanatın temeline yerleştirişiyle bize ders veriyor büyük dâhi. Aristoteles’e değil de Arşimet’e ilgi göstermesi de bundan kaynaklanıyor olmalı. Beri yandan Yeni Platonculuğun baskısına karşı yine de onların sanattaki esinleyici yanlarından yararlanıyor. Ayrıca sanatın geometrik yapılanışına değgin getirdikleri de bu bağlamda büyük önem taşıyor. Sanatı, doğayla felsefenin, matematikle geometrik dengenin uyuşumu olarak alıp zenginleştiriyor. Leonardo’nun bilime yönelik ilgisi, sanatsal veriminde bir düşmeye yol açsa da getirdiği alan içi temel ilkelerle, her adımı adeta yasalara SANATLA BİLİMİN LEONARDO DİLİNDEKİ KARŞILIĞI... Leonardo da Vinci metinleri, ilkçağdan kalan şaşırtıcı fragmentler gibi insanı alabildiğine büyüleyip derinden sarsıyor… Bu metinlerde bir antikçağ filozofu gibi düşüncelere dalmış görünse de, ayakları yere sağlam basan biri olduğu sezilebiliyor ilk ağızda onun. Bunun için Leonardo’ya özgü, özgün bir dille sanata, bilime bakmak zorunlu hale geliyor… Belki de ilk saptanması gereken; düşünceleriyle kılgısının büyük ölçüde örtüştüğü Leonardo’nun… Bir kez o, köyün eteklerinden kent oluşumunu sezip kavramış, çökmekte olan feodaliteye karşı burjuvazinin yanında yer alarak özgürlükçü kavrayışın doruklarına çıkmış, kentliliğiyle “geleceğin insanı” olmaya soyunmuş biri. O halde bilim de sanat da kent uygarlığı içinde boy verecektir bundan böyle… Örneğin Medici ailesinin yönetimindeki Floransa’nın ilerici, laik kimliğini benimseyip, öte sinde bunu savunmak üzere o yıllarda uçaklar, denizaltıları, tanklar tasarlaması onun yaratıcı kimliği kadar özgür değerlere düşkünlüğünün de ipuçlarını sergiliyor olmalı. Gerçekten bu tutumuyla ardı sıra gelen Rönesans sanatçıları için de örnek oluşturuyor Leonardo. Ancak notlarından, Leonardo’nun savaştan nefret ettiğini çıkarabilmek olası. Savaş için tasarladığı gereçlerde bilinçli yapıldığı sezilen kimi hataların, bu gereçlerin bilgisi dışında kullanılabilirliğine karşı Leonardo’nun aldığı önlemler olabileceği kestiriliyor kimi görüş sahiplerince. Alfred Nobel’in dinamit lokumunun ardından yaşayacağı derin hüznü Leonardo’nun birkaç yüzyıl önce duyumsamış olması burukluk yaratıyor insanda… Aydınlanmacıların öncüsü olarak Leonardo’nun çok yönlülüğü üzerinde özellikle durulmalı. O, hep olay sonuç bağlantısı içinde nesnelerin, bunlar arasındaki ilişkilerin kökenine inmeye çalışmış bir sanatçı çünkü. Nitekim onu ayrı bir yere koymamızın nedenlerinden biri de bilgiye, öğrenmeye, yaratmaya dönük “doymak bilmez tutkusu” kuşkusuz. On beş yıl kadar önce Adam Sanat’ta belgesel sinema sanatını Leonardo da Vinci’nin çalışma yöntemiyle örtüştürmeye girişmiştim bir yazımda, kaldı ki bir belgeselcinin taşıması gereken ahlaksallığı yansıttığını da düşünüyorum onun. Ayrıca hayvanseverliği ünlü büyük dâhinin. Kafesteki kuşları satın alıp salıveriyor, sonra hayvanlarla ilgili içten, sıcacık öyküler yazıyor, bir vejetaryen aynı zamanda. Yapayalnız ama güçlü bir kişilik yapısı yansıttığı halde, ömrünün sonlarına doğru, yine de hiçbir şey öğrenememiş biri olduğundan yakınıyor Leonardo. Yaşamasını öğrendiğini sanırken, belki aslında ölmeyi öğreniyor, bunu yine kendisi dillendiriyor… Oysa Freud, “daha herkes uyurken karanlıkta, erkenden uyanan bir insan” olarak tanımlıyor onu. Cemal Yıldırım, Leonardo’yu şu satırlarla tanıtıyor bize: “Onun gözünde sanat, felsefe ve bilim kültü CUMHURİYET KİTAP SAYI 1068