Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
nun ardına sığınmada. Biraz sert, lafını sakınmayan öyküler bunlar. Yanlış tercihler yapan ya da beklemediği anlarda hazırlıksız fırtınalara tutulan insanlar ve koşutunda da karşılığında ödedikleri bedeller var. Bu kurban meselesini özellikle sormak isterim çünkü yazında bu yaklaşım arttıkça artıyor; öyle ki öyküyü gölgeler, maskeler hale geliyor artık… ‘BÜTÜN SEÇİMLER, SEÇENEKLERLE KISITLIDIR’ ¥ bir psikolojik atfetme de yok, bu Kişilikli bir insan önemli yaşam dönemeçlerinde seçim yapar, karar verir. Kararlar ve seçimler pek seyrek olarak tümüyle özgür iradenin yansımasıdır. Çünkü bütün seçimler, seçeneklerle kısıtlıdır. Seçenekleri oluşturmaksa çoğu kez elimizde değildir. Bu bir gerçek. Ancak, kendine acıma üretken bir tutum değildir ve hiçbir fayda sağlamaz. Her insan bir bakıma kurbandır; değiştirmenin kendi gücü dahilinde olmadığı koşulların kurbanı. Biz ne yazık ki bireyselliğin gelişmediği üşengeç bir toplumuz; dolayısıyla başımıza gelenlerde kendi katkımızı hesaplamaktansa, değiştirebileceğimiz halde boyun eğdiğimiz koşulları aşılmaz görmeyi ve göstermeyi yeğleriz. Dolayısıyla kendimize acımakta üstümüze yoktur. Kültürümüzün yadsınamaz mazoşist yanı, toplumda aydınlanmanın geriye gitmesi, gizemci anlayışın desteklenmesi ve yükselmesiyle büsbütün belirginleşiyor. Kurban olma konumu birçoğu için çekici hale geliyor. Popüler kültür denen nesne de bu değirmene su taşıyor. Popüler kültürdeki kurban motifi kurban olmanın koşullarını ve sebeplerini perdelediği için bir bilinç körlüğüne yani bir anlamda insanın kendine yabancılaşmasına yol açıyor. Edebiyat da bu yola girdiyse, vay halimize! Doğal ki böyle bir yaklaşımla ilgim olamaz. Klasik trajedilerin kahramanları da tanrıların kurbanıdır ama o yapıtlarda vıcık vıcık bir acındırma gayreti elbette hiç yoktur. Soruya bu kadar uzun yanıt vermemin nedeni, belki de şu sıradaki yazdıklarım. Toplum tarafından bir tür kurban konumuna itilse de bu konumu reddeden bir kadını incelemeye çalışıyorum. Bu arada, kitaba ismini veren, “Hayatın En Mutlu An’ı” hikâyesinden de söz etmek isterim. Oradaki kadını da kurban gibi, hatta “deli saraylı” gibi görenler çıkacaktır; bu bir ya nılgıdır. Çünkü o kadın içtenlikli düşüncelerinin ve davranışlarının sonucunda vardığı konumda, sonuna kadar iki ayağının üstünde durarak ve bir şeyler üreterek yaşamını sürdürmektedir. Pişmanlığın elinde pes etmiş değildir. Masumiyet Müzesi’ni okudunuz mu? Orhan Pamuk’un bu çok yönlü romanının bir yönü, kurban imgesinin üst düzey bir edebi kullanımını örnekler. Roman aynı zamanda, iki farklı sevgiliyle eşzamanlı ilişki yürütmek isteyen, parası ve vakti bol bir delikanlının dramını işler. Sevgililerden biriyle birlikteyken hayatının en mutlu anını yaşamıştır genç adam. Romanı okurken içim acıdı; bizim işadamı veliahtı delikanlının aşk çıkmazıyla dönemdaş olan koca bir gençlik kesimini düşündüm. İki aşk arasında kalmanın ve birini kurban etmenin varoluşsal bunalımını hiç yadsımadan, düşündüm bunu. “SermayeABDNATO’cu asker ve sivil bürokrat” üçlüsünün bir anlamda kurbanı olmuş koca bir genç kuşağı. Faşizan dönemlerde gençliklerini cezaevlerine gömmüş o insanlar... Ben hiç hapse girmedim ama girenleri tanıdım. Onlar da gençti, onların da aşkları vardı, öyle değil mi? Acaba onların yaşamlarının en mutlu an’ı neydi? Onlara adanmış bir hikâye yazmak istedim. İdeal ömür, ideal iş yaşamı, ideal etik, ideal siyaset, ideal dostluk, ideal aşk, ideal aile özlemi her daim çekilecek, her daim yazıklanılacak buna ama Erendiz Atasü öykülerinde konu bu değil. Arızalıyız hepimiz, hayatın ta kendisi de. Onun için adına yaşamak diyorlar mücadele var, tökezleme var, kaygı var, sebep var, sonuç var. Dolayısıyla son soruda içimizden, hepimiz kadar “arızalı” “tip”lere daha ve daha yakın plan diyebilir miyiz Hayatın En Mutlu An’ı için? Kesinlikle diyebiliriz. Ne yazık ki hayat yanlış temeller üstünde duruyor, o nedenle hep sallanıyor. Hepimizin içinde en yakınlarımızın bile kestiremediği, kendimize bile malum olmayan delimtrak bölgeler var. Edebiyat, biraz da bu belirsizliklerin keşfi ve dile getirilmesi için var, öyle değil mi? Bizi kendimize daha yakın ve daha aşina kılmak için, kendimize yabancılaştırmak için değil... ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Hayatın En Mutlu An’ı/ Erendiz Atasü/ Everest Yayınları/ 138s. Erendiz Atasü, “Her insan bir bakıma kurbandır; değiştirmenin kendi gücü dahilinde olmadığı koşulların kurbanı” diyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1060 SAYFA 5