Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Hıfzı Topuz’a Atatürk’ü anlattılar, o da bize... ‘Mücadele ve tahammül adamıydı’ Gazetelerin soluk yaprakları arasında yitip giden anılar Hıfzı Topuz’un kaleminde yeniden gün ışığına çıkıyor. Topuz’un Bana Atatürk’ü Anlattılar adlı kitabında, İsmet İnönü, Falih Rıfkı Atay, Cafer Tayyar Eğilmez, Sabiha Gökçen, Mim Kemal Öke, Ali Fuat Cebesoy, Agop Dilaçar, Vildan Âşir Savaşır, İ. Süreyya Yiğit, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sırrı Bellioğlu, Ekrem Rize gibi her biri yakın arkadaşı olan unutulmaz isimler, kuruluş dönemine ve Atatürk’e ilişkin, tarihe ışık tutacak anılarını paylaşıyor. Kitapta ayrıca Yunan orduları başkomutanı General Trikupis de nasıl esir olduğunu, Atatürk’ün kendisine nasıl içtenlikle yaklaştığını anlatıyor. Topuz ile Bana Atatürk’ü Anlattılar‘ı konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR itapta yer alan söyleşileri kimlerle ve hangi dönemlerde gerçekleştirmiştiniz? Söyleşilerin çoğunu, 1951 EylülKasım aylarında Akşam gazetesinde çalıştığım yıllarda Cumhuriyet’in 28. yıldönümü dolayısıyla “Cumhuriyeti Kuranlar Anlatıyor” başlığı altında yayınlamıştım. Atatürk’ü yitireli on üç yıl oluyordu. Onun silah arkadaşları ve ilk Meclis’te bulunanların bazıları hayattaydı. Onları bulup konuştum. Elbette İsmet İnönü başta geliyordu. Onu Falih Rıfkı Atay, İbrahim Süreyya Yiğit, Ali Fuat Cebesoy, Ekrem Rize, Sırrı Bellioğlu, Muhittin Baha Pars, Cafer Tayyar Eğilmez, Osmanzade Hamdi Aksoy, Rahmi Köken, Ragıp Özdemiroğlu ve Necip Güven izledi. Hepsi Cumhuriyet’in ilanı heyecanını hâlâ yüreklerinde taşıyordu. Atatürk’ün yakın arkadaşı ve doktoru Mim Kemal Öke ile de bir yıl önce Atatürk’ün 12. ölüm yıldönümü dolayısıyla konuşmuştum. Anadolu’da Büyük Taarruz’da esir düşen General Trikupis’le 1952’de Atina’da, büyükelçi Ruşen Eşref’in düzenlediği bir resepsiyonda tanışmış ve ertesi gün evinde uzun bir röportaj yapmıştım. Trikupis’in hayatta olduğunu bilmiyordum. Meslek yaşamımın en ilginç röportajı sayıyorum. Öteki yazılar 19741975 yıllarında TRT’de görevde bulunduğum dönemde yaptığım televizyon sohbetlerinden kaynaklanıyordu. O bölümde Enver Ziya Karal, Agop Dilaçar, Vildan Aşir Savaşır, Cemal Bardakçı, Abdurrahman Melek, Ferit Celal Güven gibi ünlüler yer alıyor. Hepsi Atatürk’ü yakından tanımış kişilerdi. İhsan İpekçi bizde ilk sinema yapımcılarından biridir. Atatürk’ün de filmlerini çekmişti. Dostum İsmail Cem’in ve Alev Ersoy’un babasıydı. Kendisiyle 1980’de konuşmuş ama anılarını yayınlamamıştım. Onu da değerlendirdim. Böylece canlı bir söyleşiler galerisi ortaya çıktı. tısı içinde görmek, gerçek bir zevk ve fırsattı. Olağanüstü bir güçle uzun süre uykusuz kalabilir ve dinlenmeden çalışabilirdi. Birçok kez onu kitapları ve yazıları içinde yirmi dört saat belki de daha fazla durmadan çalışma içinde bulmuşumdur.” Falih Rıfkı da o konuda şöyle diyor: “Atatürk ne yaptığını, ne yapacağını, kimlere ne yaptıracağını bilir, pek hesaplı bir adamdı. Kendi varmak istediğine ulaşmaktan başka bir şey düşünmeyen vefalı bir liderdi. Bazen kızıp darılır, barışıp gene bozuşur, bazen huysuzluğu, bazen keyfi tutar, bir müddet herhangi bir dedikodunun etkisi altında haksızlığa gider, sonra pişmanlık duyardı. Üstelik alayı, şakayı seven bir insandı. Son büyük Makedonyalıydı. Bir zorba değil, inandırıcı, bağlayıcı bir lider olmayı isterdi. Atatürk’ün anlatışı ne nutuk söylemesine, ne de yazı yazmasına benzerdi. Ara sıra Rumeli ağzına kayan tatlı bir şive ile renkli hikâyeler anlatırdı.” Mim Kemal Öke şöyle diyor: “Atatürk sıhhatine pek düşkün değildi ama arkadaşlarının sıhhati üzerine titrerdi. Nuri Conker hastalandığı zaman ne kadar üzüldüğünü çok iyi hatırlıyorum. Kazım Özalp’ın hastalanması üzerine de müthiş bir paniğe kapılmıştı. Atatürk siyasi dostluklara büyük önem verir ve dost memleketlerin rejimlerini tehlikeye koyabilecek davranışlardan çok kaçınırdı. Atatürk bilime de çok büyük değer verirdi. Bir gün Dolmabahçe Sarayı’nda bir koltuğun önünde duruyorduk. Atatürk yanımıza geldi ve bize şöyle dedi: ‘Bu koltuk padişahların oturacağı yer değil, bilim adamlarının yeridir.” Osmanzade Hamdi Aksoy’a göre Atatürk alacağı her kararın zamanını bekler, sırası gelmeden hiçbir şeyi yapmaya kalkmazdı. Ragıp Özdemiroğlu’na göre de Atatürk çok toleranslıydı. Kendi görüşlerini mutlaka başkalarına kabul ettirmeye uğraşmaz ve kanaatlere saygı göstermesini bilirdi. Her şeyde büyük bir dâhiydi. Dostum Ali İhsan Göğüş, İnönü’nün bir toplantıda “Paşam sen ikinci Atatürk’sün,” diye bağıranlara karşı şu sözlerini anımsatıyor: “Tabiat sizin zannettiğiniz kadar cömert değildir. Atatürk ancak bin yılda bir kere gelebilecek bir dâhidir. Onun ikincisi olmaz.” Atatürk, Ekrem Rize’ye niçin “Hayatta hep mücadele ve tahammül lazım, katlanmak!”diyor? Trablus için… Ekrem Rize, Mustafa Kemal’in güvenini kazanmış bir kişiydi. Mustafa Kemal “Trablus benim için tam bir ekol olmuştu. Orada kimse beni sevmiyordu. Fakat hayatta hep mücadele ve tahammül lazım” diyor ona. Uğradığı düş kırıklıklarından ve Trablus’ta karşılaştığı birtakım güçlüklerden söz ediyor. Bunların gerisinde başka şeyler de var tabii. Neler mesela? Bence şöyle: İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri kendisini Selanik’ten uzaklaştırmak için Trablus’a gönderiyor. Mustafa Kemal orada Arap aşiret reisleri ve asilerle tartışıyor. Kendisini öldürmek istiyorlar, yılmıyor. Birtakım insanlar ihanet içinde. Mustafa Kemal onlarla da uğraşıyor. Enver Paşa ile de çekişiyor. İtalyanlara karşı da büyük bir zafer kazanıyor. Yanında sevdiği arkadaşları da var. Onlara güveniyor ve yedi sekiz aylık bir mücadele sonunda oradan başarıyla dönüyor ve Ekrem Rize’ye şöyle diyor: “Çoğu zaman çevremizde bulunanlar hem cahil oluyor, hem de ihtiraslı. Bunlar aslında hiçbir şey yapmayı beceremediği halde kendini beğenir ve çok hırslıdır.” Ekrem Rize, kıskanıldığı için Mustafa Kemal’i ilk zamanlar kimselerin sevmediğini de aktarıyor. Neler demiş bu durumla ilgili Atatürk? “Birinci Dünya Savaşı’nda taarruzun başlangıcında bana öteden beriden toplanmış bir fırka (tümen) verdiler. Çalıştım, bu fırkayı oluşturdum, bölge kumandanı oldum. Derken başıma sersem, bir şeyden anlamaz bir albay getirdiler. Sen olsan ne yapardın? Ne yapılır, tahammül ettim. Derken İngilizler bir ihraç yaptılar. Bunların hepsi şaşaladı. İngilizleri durdurduk. Ama buna mükâfaten ne oldu? Beni tuttular hayli geriye, başka bir kumandanın maivardı. Masa başına geçip madde madde anayasayı görüştük. Atatürk dikte ediyor, ben yazıyordum. Maddelerin yazımı bitince tasarıyı kendisine okudum, onayladı. Ertesi sabah tasarıyı bir kez daha gözden geçirdik. Her şey tamamdı. Birlikte Meclis’e gittik ve tasarıyı anayasa komisyonuna verdik. Sonrası malum, o gün Cumhuriyet’i ilan ettik.” Bu sözleri İnönü’nün ağzından dinlemek çok heyecan vericiydi. “DEVRİMLERİ GERİ ALINAMAZ” Yakup Kadri de, İnönü ile Atatürk’ün farklılıklarıyla birbirlerini bütünlediklerini anlatmış size… Yakup Kadri’nin İnönü’ye büyük bir hayranlığı olduğunu biliriz. Ama başka nedenlerle Atatürk’e de sonsuz bir hayranlığı ve saygısı vardı. Aralarında bir tercih yapması elbette söz konusu olamazdı. İsmet Paşa olmasaydı Atatürk bütün bu büyük işleri görebilir miydi? Yakup Kadri şöyle diyor: “Göremezdi. Çünkü Atatürk büyük adamdı, her gün filan saatte masasının başına oturur ama filan saate kadar çalışmazdı. Bu düzene girmemişti. Çünkü böyle bürokratik bir iş görmesi için fazla büyük adamdı. Halbuki İsmet Paşa düzenli çalışan, her şeyi ve orduyu yapan adamdı. Ordu yoktu, ancak beş on subay vardı. Birkaç yüz yüksek rütbeli subay vardı. İsmet Paşa muntazam çalışırdı. Hiç kimse Atatürk’e onun kadar hizmet edemezdi. Bence kusuru çok tereddütlü oluşuydu. Aralarında şu fark vardı. Atatürk karar verir, icra ettirirdi. İsmet Paşa’nın karar vermesi için uzun bir müddetin geçmesi lazımdı. İnönü büyük bir kumandanın yanında çalışmaya alışmış adamdı. İnönü Atatürk’ün kurmayıydı. Yani emir veren adam değildi.” Bu arada, Yakup Kadri,“İtiraf ediyorum ben cumhuriyetçi değildim” de demiş ama sonra... Evet, ama Cumhuriyeti istemediğinden değil, Cumhuriyetin kurulacağına asla inanmadığından öyle diyordu. Çünkü saltanatın ve halifeliğin kaldırılacağına aklı yatmıyordu. Yakup Kadri bana şöyle demişti: “Ben Cumhuriyeti tercih etmiyor değildim, ediyordum ama o devirde halifelik vardı, bilmem ne vardı. Bunların ortadan kalkacağına bir türlü aklım ermezdi. Bize bütün cesareti veren Atatürk otuz sene önde gidiyordu. Bizi arkasından sürükledi.” Falih Rıfkı’nın da Atatürk rejiminin korunması için neler yapılabilir sorunuza verdiği yanıt da çok önemli ve güncel. Söyleşimizde de yinelemeli... Falih Rıfkı Atay şöyle dedi; “Atatürk yeni düzenin bütünlüğüne ve ödünsüzlüğüne inandığı için davranışlarında bizim hayallerimizi bile aştı. Yarattığı devrimler bugün geri alınamaz. Bu devrimlerin Türk milletine vermek istediği Batı ¥ uygarlığı dünyası içinde tam bir Yeni K BİR İNSAN... Put da değil Atatürk, türbe de... Silah arkadaşları gibi etten kemikten insandı. İnsan Atatürk’ü okuyoruz kitabınızda, anlatan da öyle anlatıyor. Dehasını yüceltirken haksızlık etmiyorlar bu anlamda da… Örneğin İsmet İnönü’nün sözlerinden şunları aktarabilirim: “Milletlerarası kardeşçe bir insanlık hayatı Atatürk’ün en değerli idealiydi. Atatürk cemiyet ile birlikte yaşamayı ve çalışmayı çok severdi. Kalabalık bir toplulukta bilimsel ve sosyal bir soru tartışılırken konuşmak onun için özel bir zevkti. Atatürk halkla konuşurken hiç beklenmeyen bir konu ortaya atılırsa bunu tartışmaktan zevk alırdı. Onu bir halk toplanSAYFA 16 yetine verdiler. Hiç demediler ki, bu adam burada bir başarı kazanmıştır. Ben yine bekledim. Bu defa Anafartalar’da durum sıkıştı. Oraya koştuk. Parlak bir başarı elde ettik. Bu başarıdan sonra ne yaptılar biliyor musun? Beni hiçbir göreve tayin etmediler, açıkta kaldım. Bana ne yapmaları gerekirdi? En aşağı bir terfi değil mi? Hayır, bir madalya bile vermediler. Tekdir ettiler.” İnönü söyleşinize gelirsek, Cumhuriyet’i ilan edileceği günün öncesini anlattı İnönü… İnönü şöyle diyor: “Cumhuriyet’in ilan edileceği günün öncesi Atatürk bizi Çankaya’ya akşam yemeğine çağırmıştı. Yemekten sonra konuklar giderken Atatürk bana “Sen burada kal,” dedi. Birkaç kişi daha CUMHURİYET KİTAP SAYI 1060