25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Osman Şahin’in ‘Sonuncu İz’i Osman Şahin ‘Sonuncu İz’deki öykülerinde okuru Birinci Paylaşım Savaşı’nda yaşanan birtakım acı olayların içine çekiyor. Doğu Anadolu’da yaşanan olayları bu kez bir Ermeni kızının ağzından öğreniyoruz. Olaylar ilerledikçe okuyucu yüreğinin orta yerinin kanadığını hissediyor. Savaşın acımasızlığını, yok olan, savrulan insanları bir laboratuvarda izler gibi izliyorsunuz. Birinci Paylaşım Savaşı’nda yaşananlar nın büyük yeri vardır. Kafasının bir köşesinde hep ışıltılı Bursa bıçağı gibi keskin yaşananlar durur. Bu yüzden saf tuttuğu cephe de belirginleşir öykülerinde. Bu cephe, insanın kul olmadığı, insanın insanı sömürmediği, eğitim ve diğer hakların ortaklaşa eşit paylaşıldığı bir düzendir. Aydınlanmacı bir yazar olarak Osman Şahin ülkemizin sorunlarına duyarsız değildir. Aksine bu sorunları anlatır öykülerinde. Son zamanlarda okuyucunun önüne büyük reklamlar yapılarak çıkarılan büyük yazarlardan değildir o! Ülkesinin, cumhuriyetin değerlerine hiç yan gözle bakmaz! Kitapta on öykü var. Kitaba adını veren öykü “Sonuncu İz”. Yazar kitabın ilk öyküsü olan “Sonuncu İz”le Bolkar dağlarını anlatıyor. Büyüleyici sözcükler yine kar taneleri gibi savruluyor. Öykü kahramanı anlatıcı bir arkadaşının anlattığı insandan kalan “Sonuncu İz”i aramak için Bolkar dağlarının doruklarına tırmanıyor. Yolculuğun dördüncü günü üç bin metreyi aşan bir yüksekliğe kadar tırmanıyor. “Soğuk ışıklarla kaplı dorukların üstündeki, göğün görünümü, bir kutup göğünden farksız. Yeterince yere işleyecek canı kalmamış güneşin çiğ sarı ölümü var orada. Buzul yüklü doruklar, göğün sınırını yukarı doğru itmiş iyice.” Kahraman o doruklara kadar ulaşacaktır. Dorukta gökyüzüne yakın bir yerde bir göl görecektir. Eğilip buz gibi sularından kana kana içecek. Sonra günlerdir su değmeyen ter kokulu bedenini temizlemek için buz gibi gölün içine girip yıkanacaktır. Yine tırmanmayı sürdürecek sonunda taşların üst üste yığılmasıyla oluşturulan “Son İz”lere ulaşacaktır. Orada sisin arasında zaman değişimleri arasında o taşların çevresinde bir yaşam şekillenecektir. Anlatıcı kendine geldiğinde Bolkar Dağlarının zirvesinde güçlü rüzgâr ve kar fırtınası çıkmış geri dönme zamanı gelmiştir. “Sonuncu İz”lerin gizemi çözülmüştür. İkinci öykü “Kar Avcısı”nda karlar altında kalan Toroslar’ı yine akıcı ve büyü ? Erdal ATICI ıllar önce Osman Şahin’in öykü kitabı “Selam Ateşleri”ni okumuştum. Daha ilk öyküden başlayarak içimde ilk kez duyumsadığım sesler ve renkler oluşmuş; bu renkler ve sesler gittikçe büyümüş ve bir bahar gibi beni kuşatmıştı. Öykülerinde büyülü ve şiirsel anlatım dili kullanan yazarın, her sözcüğü bir şelaleden uçuruma yuvarlanan beyaz su baloncukları gibi ışıltılar saçarak ruhumun derinliklerine inmiş, o derinliklerde yeni renkler, sesler, ışıltılar, çağlayanlar yaratıp beni zenginleştirmişti. O günden sonra Osman Şahin’in kullandığı sözcüklere, sözcüklere yüklediği anlamlara vurulmuştum. Bu nedenle onu sevdiğim yazarlar arasına katıp, kitapları yayınlamdığı gün alıp okuyanlardan olduğumu özellikle belirtmeliyim. Osman Şahin öykülerini okurken kendi kendime en çok sorduğum soru; “bu sözcükler nasıl oluyordu da, yüklendikleri anlamı bu kadar güzel taşıyabiliyorlardı?” oldu. Yıllar sonra son söyleşilerinden birinde kendi yanıtlamıştı bu soruyu; “Bütün gücümle konuya odaklanır, kullanacağım sözcükleri özenle seçerim. Öykü kolay çıkmaz bende. Tıkanmalar, vazgeçmeler yaşarım.” “Sisli, boğucu, dolaşık anlatımlardan kaçınırım, yalın, süzme anlatımları severim. Her sözcüğe kalemimin teri karışmalı, yazdığım öykünün, yaşadığım çağa dair bir hevesi, rengi, kanaması olmalı derim. Öykü yazmak cebelleşmektir. Her yazı, yazarın canından bir şeyler koparır alır. Bu yüzden bir öyküde sıkıştırılmış ne çok zaman, ne çok uykusuz gece ve katlanmış yalnızlıklar vardır.” (1) Osman Şahin’in en önemli özelliklerinden biri, olayları anlatırken kalemini bir kamera gibi kullanmasıdır. Bu sayede okuyucu olayların içine girer ve gözlerinin önünde canlanan kahramanları; canlı, parlak ve ışıltılar içinde görür. “Görüntüler, davranışlar, anlatıcıöykücünün sözcükleriyle betimlenirken, bir destancıyı dinlerken değil, bir filmi izler gibisinizdir. Size düşen, öyküdeki kişilerin duygularına katılmak değil, o kişileri anlamaya çalışmaktır.” (2) Osman Şahin öykülerinde doğayı, doğanın acımasız koşullarını, o koşullarda sıkıntılar içinde yaşayan insanları, göçerleri, ezilenleri, sömürülenleri, sahipsizleri, kan davalarını, kara bilisizliği, acımasız töreleri ve kadınları anlatır. Anlattıklarında Köy Enstitülerinde öğrendiklerinin, öğretmenlik yaptığı yıllarda yaşadıklarıSAYFA 8 leyici sözcüklerle anlatıyor Osman Şahin. İlk sözcüklerden başlayarak siz de anlatıcıyla birlikte karda yürüyor, yuvarlanıyor, soluk alıyorsunuz. Öyküyü okurken insanın gözlerinin önüne kar altında ve üstünde kalan bütün canlılar geliyor. Sıcak bir titreme giriveriyor bedeninize. Kitabın belki de en şaşırtıcı ve sürükleyici öyküsü “Maharık” (Bez veya deri üzerine yazılmış altı mühürlü anlaşma demekmiş.) Şamiran’da Arap kökenli iki aşiret; Badılar ve Şıhlar arasında sürüp giden kan davalarına son vermek için ağaların konuşması sonucu çözüm olarak “maharık” imzalanır ve köyün ortasındaki yaşlı dut ağacına asılır. Anlaşma şartı “Her kim ki, Şamiran’da cinayet işler, cana kıyarsa, öldürenin aşireti, öldürülenin aşiretine bütün taşınmaz malını kan bedeli olarak öder, bir ay içinde köyü terk eder.” (4) “Maharık”ın imzalanmasından sonra taraflar arasında bir süre en ufak bir olay çıkmaz, tek bir silah patlamaz. Barış sürüp giderken bir gün talihsiz bir olay olur. Badılların çobanı Çepo Şıhların çobanı yaşlı Moses’i vurur, “maharık” bozulur. İlginç olaylar, şaşırtıcı sonuçlara sürüklenir… DÖRT ÖYKÜ... Osman Şahin’in kitabında birbirini tamamlayan dört öykü var: Lusik: Birinci Başlangıç, Fatma: İkinci Başlangıç, Seyit ve İsmil... Lusik: Birinci Başlangıç; “sizinle bu zamanı konuşamam. Size ancak geçmişimi anlatabilirim. Anlatanın, dinleyenin boğazını kurutacak kadar uzun, kanlı bir geçmişim oldu”(5) diye başlıyor anlatmaya Tenekeci Onnik’in kızı Lusik... Keri’ye bağlı bir Ermeni köyü olan Kuçu’da Kafkasyalı, Çerkez, Gürcü, Türkler ve Kürtler yaşamaktadır. Bu halklar Ermeni Taşnak ve Hınçak örgütlerinin kışkırtıcı çalışmaları sonucunda birbirlerine düşman haline getirilirler. Karşılıklı öldürümler, yıkımlar, katliamlar yaşanır. Kuçu Ermenileri korkuyla göç için yollara düşerler. Ancak erkekler yolda Türk ve Kürt eşkıyalar tarafından öldürülecektir. Osman Şahin bu dört öyküde okuyucuyu Birinci Paylaşım Savaşı’nda yaşanan birtakım acı olayların içine çekiyor hem de yakıcı bir dille. Doğu Anadolu’da yaşanan olayları bu kez bir Ermeni kızının ağzından öğreniyoruz. Olaylar ilerledikçe okuyucu yüreğinin orta yerinin kanadığını hissediyor. Savaşın acımasızlığını, yok olan, savrulan insanları bir laboratuvarda izler gibi izliyorsunuz. Halkların birbirine duyduğu kinin sonuçlarını sorguluyorsunuz. Öyküleri bitirirken buruk bir acı beliriveriyor yüzünüzde. Özellikle emperyalistlerin yeniden tezgâhladığı aynı oyunun yeniden sahnelendiği bir dönemde Osman Şahin’in bu uzun ve birbirini tamamlayan öyküsünü okumak olayların anlaşılması acısından çok yararlı olacaktır diye düşünüyorum. Kitabın son üç öyküsü “Klarnetçi” “Acı Kahve” “Çatal Islık”. “Sonuncu İz” okuduğum en güzel öykü kitaplarından biri. Sevgili Osman Şahin’e bir kez daha eline, yüreğine, kalemine sağlık diyorum... ? erdalatici@gmail.com (1) Cumhuriyet Kitap Eki, 18 Ocak 2007, Erdem Öztop’la söyleşi. (2) Selam Ateşleri, Sennur Sezer, Varlık Dergisi, Varlık Kitap Eki, Sayı 26 (3) Cumhuriyet Kitap Eki 18 Ocak 2007, Erdem Öztop’la söyleşi. (4) Sonuncu İz, Can Yayınları, Ocak 2007, Sayfa 41) (5) Sonuncu İz, Can Yayınları, Ocak 2007, Sayfa 72) Y BİREYCİLİĞİ İŞLEYEN EDEBİYAT Günümüz edebiyatıyla ilgili bir soruyu yanıtlarken, bugün ısrarla reklamı yapılarak okuyucuya ulaştırılan; insandan ve insan sorunlarından uzak, bireyciliği işleyen edebiyata da şöyle değinir: “Son 2530 yıldan beri öykücülüğümüzde bir alan daralması var. Bir ‘insansızlık’ seziliyor. ‘İnsansızlık yalnızca öykülerimizde görünmüyor, medyada, politikada, hükümet edenlerde de sürüyor. Ülkemiz ‘insansızlık’tan kırılıyor. Sanat insana aittir, insanı anlatmalıdır diyoruz. Sait Faik: ‘İnsanı sevmekle başlar her şey’ diyor. Ama bazı günümüz yazarlarının hangi insanı sevdiği tartışılır. Anadolu insanını, emeği dışlayan bir ayrım var. İstanbul ağırlıklı edebiyat türleri övülüyor, öneriliyor. Emekçiler, Anadolu coğrafyasında yaşayan insanlar, işçiler, köylüler, fabrikalar, deniz emekçileri pek yazılmıyor, yazılanlar da göz ardı ediliyor.” (3) Bu halktan yana, emekten ve emekçiden yana, sömürülenden, ezilenden yana tavrı bugüne dek ona: “Kırmızı Yel” ile TRT 1970 Öykü Büyük Ödülü’nü, “Ağız İçinde Dal Gibi”yle 1980 Nevzat Üstün Öykü Ödülü’nü, “Selam Ateşleri” ile 1992 Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’nü ve 1993 Yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, “Mahşer” ile 1998, “Ölüm Oyunları” ile 2003 Yunus Nadi Öykü Ödüllerini kazandırmıştır. 1979’da 9. Uluslararası Ankara Film Festivali’nde, sinemamıza yaptığı katkılardan dolayı Aziz Nesin Emek Ödülü ile 1999 36. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Yaşam Boyu Altın Portakal Onur Ödülü ile onurlandırılmış, 22 öyküsü filme alınmıştır. Gelelim yazarın Ocak 2007’de Can Yayınları tarafından yayımlanan “Sonuncu İz” kitabındaki öyOsman Şahin külerine... CUMHURİYET KİTAP SAYI 902
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear