Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
“Vefa Stadı yanında kolları, Karagümrük’te gövdesi bulunan ve İstanbul’u dehşete düşüren, polisi bile şaşkınlığa sürükleyen cesedin dün de bir parçası Fatih’te bulundu. Kağıda sarılmış bir halde Fatih Parkı’nda bulunan bacak parçasının ortaya çıkmasından sonra, polisler katilin cesedin başını nereye atacağını merak etmeye başladılar.” Metin CELAL Okuduğum Kitaplar T akvimler 7 Şubat 1979 tarihini göstermektedir. 12 Şubat’ta kadının sol bacağı Saraçhane Parkı’nda bulunur. 13 Şubat’ta parçalara ayrılarak öldürülen kadına ait olduğu sanılan elbiseler Karagümrük’te bir evde, 15 Şubat’ta kadının peruka biçimde yüzülen saçları Fatih Mezarlığı’nın kenarında bulunur. 18 Şubat’ta öldürdüğü kadının her gün bir parçasını sokağa atan katil Adana’da yakalanır. Baklava ustası olan katil, kendisinden ayrılmak isteyince sevgilisini hamile olmasına aldırmadan, öldürmüş, banyoda baltayla parçalayıp daha sonra jiletle doğrayıp parçaları sokağa bırakmaya başlamış. Kadının karnından çıkarttığı cenini de Fatih Parkı’na bırakmış. Kadının iç organlarını bir poşete koyup çöpe atmış. Baltayı da sobada yakmış. Sonra da Adana’ya gidip askere gitmek için askerlik şubesine başvurmuş. Gerçek hayattan bir dehşet hikâyesi bu. O kadar canyakıcı ve sinir bozucu ki, böyle bir olayın romanı, hikâyesi nasıl anlatılır insan tahayyül edemiyor. Mine Söğüt, Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979’da (Yapı Kredi Yay.) bunun gibi bir cinayetten yola çıkarak romanını kuruyor. 12 Eylül darbesine varan süreçte İstanbul özelinde Türkiye’nin halini anlatıyor aslında. Tam anlamıyla bir dehşet yılı 1979. Sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen hemen her gün sağsol çatışmasında sokaklarda onlarca insan, öğrenciler, işçiler, öğretmenler, polisler, savcılar, öğretim üyeleri öldürülüyor. Politikacılara, bilim adamlarına, yazarlara, gazetecilere suikastlar yapılıyor. Hemen her yerde bombalar patlıyor. “Topyekün cinnet geçiriliyor.” Şiddet ve korku var hayatın içinde. “Ölüm salgın bir hastalık gibi evlerden evlere bulaşı”yor. Bir yandan da halk büyük bir yokluk içinde; elektrik, su kısıntıları, benzin, yağ, tüp gaz gibi temel gereksinimlerde yaşanan yokluk… Tüm bu manzarayı tamamlarcasına yaşanan doğal felaketler, salgın hastalıklar… Ülke her haliyle askeri darbeye hazırlanıyor. “Bu yıl Şahbaz’ın harikulade yılı, ölülerin dirilerin rüyalarına girdiği yıldı. Sokakta o kadar çok insan ölüyor… öldürülüyordu ki, rüyalar kendilerine cinnet dilinden başka bir dil bulamıyorlardı.” Mine Söğüt, masalla gerçeğin içiçe geçtiği bir üslupla anlatıyor 1979’u. Roman, bir lanetten kurtulmak amacıyla işlenen masalsı bir cinayetle başlıyor. Bir anlamda töre cinayeti bu. “Benim ağam delirtti / Karnımda onun kötü dölü / Biri beni öldürsün” diyen ikiz kız kardeşini öldürüyor Mustafa. O günden sonra hamile kalan tüm kadınlar ikiz çocuklar doğuruyorlar. Köy halkı bu durumdan ürküyor. Korku hâkim olunca toprağın bereketi kesiliyor. Köylüler köyü terk etmeye başlıyor. O yıl doğan ikizleri de anneleri diri diri toprağa gömüyor ya da kendi elleriyle öldürüyor. Sadece iki erkek bebek sağ kalıyor. Romanın anahtar cümleleri de burada söyleniyor; “Biliyor musunuz, Tanrının varlığı tartışılabilir ama kaderi inkâr etmeye kimsenin gücü yetmez. Eğer ola Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979 cakları kendimiz tayin edemiyorsak, her şey isteklerimizden ve hayallerimizden bağımsız, bildiği gibi vuku buluyor… deli nehir gibi kendi asi yolunu izliyor… nihayetinde hiç aklımıza gelmemiş yerlere varabiliyorsa… kader vardır.” Romana adını veren Şahbaz, kendini şöyle tanıtıyor; “Benim kaderi yönlendirdiğime inananlar da yok değil. Evet, belki bazılarının aklına girdiğim doğrudur. Görmediklerini gösterdiğim, istemediklerini istettiğim, akıllarını çeldiğim söylenebilir. Ama onların bana kanması da bir kader sayılmaz mı?” Şahbaz’ın akıllarına girdiği insanlar sebepli sebepsiz cinayetler işliyor. Mine Söğüt, masalsı anlatımı tercih etse de romanını bütünsel bir yapı olarak kurmuş. Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979, 12 ana bölümden ve ek olarak 1979 Almanağı’ndan oluşuyor. Her ana bölüm bir ay. Ana bölümlerin ilk alt bölümünde o ayın özellikleri, o ayda doğanların karekterleri, bu özelliklerin Şahbaz’daki yansımaları, Şahbaz’ın evinin küçük bahçesi vesilesi ile doğayla kurduğu ilişki, hangi bitkileri diktiği, yetiştirdiği, bitkilerin mevsimlerin etkisiyle yaşadıkları anlatılıyor. Şahbaz, ocak ayında, işkenceden mahvolmuş bir vaziyette ölüp ölmediği ayırd edilemeyen bir kadına rastlayacaktır işkencehane’nin bodrum katında. Şahbaz bu kadını hemen her ay çıkan turfanda meyvelerle besleyecek ve ona Binbirbir Gece Masalları’nı andıran bir tarzda masallar anlatacaktır, ama dehşet ve cinayet masalları, korkunç masallar. Böylece kadını hayatta tutacaktır. Romanın yapısında Şahbaz’la kadı nın ilişkileri de birer alt bölüm oluşturuyor. Diğer alt bölümde de şehirde işlenen siyasi veya insani nedenli cinayetler anlatılıyor. Siyasi de olsa, insani de bu cinayetler aslında birbirlerine görünmez bağlarla bağlı. Birçoğunun arkasında başlarında Komutan denilen bir adamın bulunduğu bir katiller çetesi var. Dehşet hikâyeleri birbirlerine bağlanıp sayfalar ilerledikçe romanın girişinde yer alan lanetli köy ve oradan kaçıp hayatta kalabilen ikizlerin kimliklerini ve kadınları parçalara ayırıp şehrin çeşitli köşelerine atan katil (Salih) ile elini hiç kana bulamayan ama şehirde hunharca işlenen birçok cinayetin azmettiricisi Komutan’ın (Melih) ilintilerini çözmeye başlıyoruz. İşlenen, işletilen tüm cinayetlerin özünde aile içi ters ilişkiler, cinsel istismar, ensest vardır. Üst üste bu korkunç hikâyeleri okurken aslında her şeyi tekrar tekrar yaşadığımızı düşünüyorsunuz. Birçok hayat sadece eskiden yaşanmış hayatların tekrarından ibaret diyor Şahbaz. “Belki yaşam sadece kötülük yol alsın diye vardır” diye ekliyor. Yine de bu kadar çok cinayetten bir süre sonra okur olarak yoruluyoruz. Mine Söğüt, böylesine yoğunluğu ülkenin yaşadığı korkunçluğu bizlere hissettirmek için üstüste yığmış olabilir ama anlatımın tüm akıcılığına rağmen bu denli çok kan akması okumaktan caydırıcı bir etken haline de gelebilir. Ama, 1979’da durumun anlatılandan daha da vahim olduğunu Almanak bölümünü okuyunca anlıyoruz. Romanda ne denli çok kan dökülürse dökülsün gerçek hayat daha kanlı ve acı. “İşlenecek cinayetleri kendileri planladıklarını zannediyorlar. Kin damarlarından kendiliğinden akan kan sanki. Oysa Şahbaz her şeyi düzenlemek, savaşı gerektiği zaman başlatmak, gerektiği zaman da bitirmek için orada. Hiçbiri içlerindeki Şahbaz’ı hissetmiyor. Oysa kollarına, bacaklarına, kafalarına, hatta duygularına bağlı ipler var; uçları Şahbaz’ın hünerli parmakları arasında. Binlerce yıl önce yazılmış ve her dönem tekrar tekrar sahnelenmiş eski bir oyunu oynuyorlar şuursuzca.” Masalsı anlatım, ikizlerin cinayetleri, Şahbaz gibi cin mi, peri mi, şeytan mı olduğu anlaşılamayan bir anlatıcı/kahraman, hikâyeyi zamandan, boyuttan kopartıyor gibi görünse de Mine Söğüt ana hikâyenin gerisinde, pavyon şarkıcısı Mehtap’ın oğlu Burak’ın geçirdiği evrimi anlatırken, o dönemde sağ/milliyetçi kisvesi ile örgütlenmenin nasıl gerçekleştirildiğini, nasıl bir bilinçlendirme ile gençlere cinayet işlettirildiğini, o katilleri azmettirenlerin nasıl korunduğunu gerçekçi bir dille anlatıyor. Her şeyin tekrar ettiği tezi ile ikizlik tartışılan temel kavramlar. Hem birbirinin benzeri, olmazsa olmazı, hem de karşıt kutuplar. İyilikle kötülük, güzellikle çirkinlik gibi temel çelişkiler ikizlerin karşıtlığını oluşturuyor. Bir yandan roman Türkiye’nin kâbus dolu yıllarını anlatırken diğer yandan da insanlığın evrensel sorunlarına doğru açımlar sağlıyor. Kötülük, kan dökme arzusu gibi romanı okurken yazarla birlikte sorguluyorsunuz. Kitabın son bölümünü oluşturan 1979 Almanağı ile Şahbaz’ın Harikulade yılı bir araya gelince masalla gerçek de bütünleşiyor. Mine Söğüt, tamamen gerçek haberlerden yeni bir anlatı kurmuş. Roman bu açıdan da bir örnek kitap olarak incelenmeye değer. “Hayatta yaşananları romanda ne kadar anlatabiliriz?” sorusuna cevap ararken de iyi bir kanıt olur. Tabii edebiyat mı hayata yol gösterir, yoksa hayat mı edebiyata kaynaklık eder, gibisinden derin tartışmalara da yol açabilir. Zaten edebiyat eserinin en önemli işlevlerinden biri de böyle sorulara yol açması değil midir? ? KİTAP SAYI 902 SAYFA 12 CUMHURİYET