25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

? da kalan ve ardından zamansız kapısına dayanan olgunluğu içeri alan; sonunda büyüyen ve o kötülüğün bir parçasına dönüşen bir çocuğun (gencin) hüzünlü öyküsüdür. Alberto Moravia yazarlık yaşamının ikinci döneminde gene aynı izlekleri işlemiştir demek yanlış olmaz kanısındayım: Toplumun cinsellik ve gençlik sorunları yeni yazdığı kitaplarında gene gündeme gelmiştir. Bu dönemin en önemli yapıtı La disubbidienza’dır(Başkaldırı). Ardından La romana (Romalı Kadın) ve La ciociara’dır(Kızım ve Ben). Yazar Başkaldırı'da Luca'yı anlatır. Luca çocukluk yıllarından gençlik yıllarına geçmekte olan biridir ve herkesin yaşadığı bunalımı yaşar. Kendini kanıtlamak gibi bir sorunu vardır. Büyüklerin dünyasıyla çatışma içindedir.Büyüklerin biçimci ve tutarsız yaşam tarzları Luca'yı rahatsız etmekte ve büyüklerin içtensizliğinden yakınmaktadır. Kuşaklar arası bir çatışma da diyebiliriz sanırım Luca'nın annesi ve babasıyla olan ilişkilerinde huzursuz bir çizgide devinmiş olmasını… Annesi ve babasının değişmez bir dünyanın insanları olarak yaşam sahnesinde boy göstermiş olmalarını bir türlü içine sindiremez ve yaşı gereği yenilikten ve dışa açılmaktan yanadır. Bu izlek salt Moravia'ya özgü bir izlek değildir. Başka örnekleri vardır: Vittorini'nin Kırmızı Karanfil; Pratolini'nin Aile Hikâyesi; Elsa Morante'nin Arturo'nun Adası; ve Pavese'nin çoğu kitabı. Böylesi bir izlekte özyaşamsal öğelerin yer alması kaçınılmazdır. Yazarların birebir yaşadıkları gerçeği roman örgüsü içinde yansıtmaları yeni bir şey olmadığı gibi İtalya'da savaş sonrası romanında yeni gerçekçilik çizgisinde sık sık kendini gösteren bir eğilimdir. Savaş sonrası yazılmış bu ikinci dönem yapıtlarında genç kuşakların yenilik arayışlarının olması ve buna karşın yaşlı kuşakların acı ve ıstırapla yoğrulmuş yaşam çizgileri içinde şaşkınlık yaşamaları ve kararsız kalmaları; ancak günübirlik yaşam deneyimine katılmaları ve geleceği düşünmek gücünden yoksun kalışları ve yarınlara bakacak yürekliliği gösterememiş olmalarını doğal karşılamak gerekebilir de. Ne ki genç kuşakların bu gerçekliği anlayamamış olmaları ve annebabalarının tekdüzeliği sürdürmek gibi bir anlayış içinde oldukları savından kalkarak bu anlayışa direnmeleri de doğal karşılanabilir. Bu açıdan bakıldığında sorunda toplumsal bir açmazın olduğunu gözlemlemek olanaklı. Ancak öte yandan gene aynı bağlamda kişisel darboğazların varlığı ayrı bir konu oluşturmaktadır. Luca'nın annesi ve babasına “sessiz direnişi” aile içindeki kişisel ilişkilerin boyutlarını ortaya koyması açısından çok önem taşımaktadır. Luca yalnız annesine ve babasına değil,her şeye küskündür. Oyuncaklarına, kitaplarına, yediği yemeklere her şeye. Küskünlük söz konusu sessiz direnişin bir parçasıdır. Küskünlük o denli yoğundur ki Luca annesi ile babasının birleşerek kendisine karşı dayanışma içinde olduklarını ve cephe aldıklarını bile düşünür. Gerçekte böyle bir şey yoktur, dahası annesi, tüm anneler gibi baba ile oğlun arasını bulmakta etkin bir aracıdır. Babasını oğluna karşı arkada yumuşatan gene annedir. Ne ki küskünlük giderek boyutlarını genişletir ve yaşama küskünlüğe dönüşür; ardından kolay kolay üstesinden gelinemeyecek varoluş sorunuyla genç adamı karşı karşıya bırakır. Yaşamsal sorunda Luca yalnızdır. Yalnız insanların içağrısını çekmeye mahkum olmuştur. Tüm olumsuzluklar Luca'nın çevresine ve dahası, kendisine yabancılaştığının işaretleri olduğu gibi yabancılaşmanın daha da ötesine savrulan genç adamın özünü sarmalayan gerçeği yadsımasına neden olur. Luca'nın öfkesini artıran, parasal ilişkiye dayalı olarak insanların yozluğa sürüklenmesidir. Kentsoylu sınıfın olur olmaz her işte, dahası en insancı ilişkide bile özdeksel bir çıkar beklentisi içinde olması genç adamı çok boyutlu rahatsız eder. Toplumdan kopmasına neden olur. Ancak onu geri çağıran,topluma kazandıran, yaralarını sağaltan bazı ilişkiler vardır ki tensellikten geçmektedir. Luca hastalandığında kendisine bakan hemşireyle girdiği cinsel ilişkide kendini bulur. Moravia'ın tüm romanlarında cinselliğin ağır basmasının bir nedeni belki de yazarın hasta kişilerine uygun gördüğü bir tedavi biçimidir. Pavese'de de vardı bu çözüm biçimi. Ancak insanların umutsuzluklarını gidermenin çeşitli yollarından biri olarak karşımıza çıkması insan ilişkilerindeki yapaylığın üstesinden gelmek gibi görünse de gerçekte duygusal bir iletişimden uzak, salt tensel zevke dayalı bir alışveriş olarak kalan bu ilişkinin ne ölçüde geçerli olabileceğini düşünmek gerek. Bir başka deyişle bu tür bir ilişkinin geçiciliği insanlar arası ilişkinin kırık döküklüğünü ortadan kaldıracak solukta olmayabilir. Moravia bunun ayrımındadır. ROMALI KADIN İkinci dönemin ikinci kitabı (1947) La Romana (Romalı Kadın), Adriana'dır. Bu kitap savaş sonrası İtalya'sının karmaşık ortamının ürünüdür. Savaş sonrası yeni gerçekçi edebiyatın belli başlı yapıtları arasına giren bu yapıtta Moravia Romalı bir sokak kadınının yaşamını anlatmaktadır.Kadın çaresizlikten bu yola başvurmuş görünmektedir.Biraz da arkadaş kurbanı olmuştur. Arkadaşı Gisella onu baştan çıkarmıştır ama Adriana yaşamdan beklentilerine yanıt alamayınca ve yoksulluğun cenderesinde kalınca bu yola başvurmuştur. Sevgisi, acısı, Moravia'yı önce daha saldırgan, ikinci dönemde daha ılımlı, üçüncü dönemde insan yazgısıyla daha da ilgili olarak yalnızlık ve iletişimsizlik sorunlarını titizlikle araştıran takıntılı bir yazar olarak tanımlamak olanaklı. kini ve öfkesi, düşmanlığı simgesel anlamda o günkü toplumu yansıtmaktadır. Adriana âşık olduklarını öyle ya da böyle nedenlerle yitirir. Adriana karnında Sonzogno'nun bebeğini taşımaktadır. Sonzogno bir çatışmada ölür ve Adriana bebeğiyle tek başına kalır. Karnındaki bebeğinden olacak, Adriana geleceğe umutla bakmaktadır. Yaşanmakta olan o keşmekeşe karşın Adriana'nın aydınlık bir gelecek umuduyla yaşamasının temel nedenlerinden birini, kendisine ilerde güvenebileceği bir kişiyi bulmuş olmasında aramak gerek. Adriana gerçeğinde iki temel eğilimi bir arada görmek olanaklıdır. Bir yandan savaş sonrası çıkmazların dürtülediği yeni gerçekçilik akımının sonuçlarının yazınsal etkinliklere yansıması; öte yandan insanların yaşama ilişkin varoluşsal sorgulamaları.Tüm iyimserliklerine karşın insanların üstesinden gelinemeyecek yaşam koşulları karşısında yazgıcı bir tavır takınmaları kaçınılmaz gibidir. Yapacak bir şey yok. Dahası, yapacak bir şey vardır: İntihar etmek, Giacomo'nun yaptığı gibi. İntihar etmek yazgıya boyun eğmemek anlamına gelir. Bir başkaldırı olarak algılamak gerek. Ama sanırım savaş sonrası İtalya'da intihar etmeyip direnen insanlar kazanmıştır yazgıyla olan savaşımları. Adriana ile Carla arasında koşutluk görenler var. Haksız sayılmazlar. Yazgı çizgilerinde beraberlikler var.Ama Carla kendisini Leo'nun kollarına bırakmakla kurtarmış gibidir geleceğini. Adriana'nın böyle bir fırsatı olmamıştır. Ne ki bağlı oldukları toplumsal katmanlar arasındaki farktan ötürü Adriana önde görünmektedir. Halktan biri olması ve ahlaksal değerler bağlamında daha tutarlı olması daha temiz, daha saf ve daha düzgün kalmasına neden olurken kentsoylu Carla, birlikte bulunduğu yoz insanların etkisinde onarılmaz yaralar almıştır. Romalı Kadın'ın sergilediği dünyada günah ve kötü alışkanlıkların insancı duygularla önünün kesilmesine çalışıldığı gözden kaçmaz. Ne ki işlenen günahlar ve sürdürülen kötü alışkanlıklar öylesine yoz bir toplumda neredeyse bir öfke ve kin kusma aracı olarak kullanılmaktadır. Moravia bu kitabında halktan insanların dünyasına bir göz atmak isterken insana,doğaya,tarihe olan güvensizliklerini ve kuşkucu yaklaşımlarını konu eder. Ama gene de görünüşte basit ve duru gibi görünen ancak anlaşılmaz dürtülere sahip olan halk kitlelerinin yaşam sevinci içinde olduklarının ve yaşama bağlılıklarının altını çizer. Moravia yazarlığının ikinci döneminde Romalı Kadın'dan sonra bir başka önemli yapıt daha yazar: Kızım ve Ben. Bu roman bir anakızın romanıdır. Köyden kente inmiş bir köylü kadın olan Cesira namuslu ve dürüst bir köylü kadınıdır. Kentte bir sucukcu/pastırmacı satıcısıyla evlenir; evlilikleri duygusal bir birliktelikten çok yaşam arkadaşlığı anlayışı üzerine kuruludur. Kızı Rosetta'yı savaş sonrası o keşmekeşin içinde ahlaklı bir yurttaş olarak yetiştirmek istemektedir. Ne ki kocası ölen Cesira kenti terk etmek ve bir dağ kasabasına yerleşmek zorunda kalır. Yerleştiği yer Sant'Eufemia'dır. Bu bölge yazarın da özyaşamında yeri olan bir yerdir. Kimi romanlarına yansıyan özyaşamsal öğeler burada da kendini göstermiştir. Moravia da savaş yıllarında o yörelere sığınmak zorunda kalmış ve yoksul insanlarla ekmeğini paylaşarak sorunlarına ortak olmuştur. O kasabada geçen günler zor günlerdir anakız için. Savaş yıllarının acımasızlığı içinde birbirine destek olarak yaşam savaşımı ve ren iki kadın yalnızca açlık, yoksulluk, kış, kar gibi zorluklara karşı savaşım vermekle kalmaz, insanoğlundan gelecek tehlikeleri de göğüslemek zorunda kalırlar. Müttefik kuvvetlerin yöreyi ele geçirmesiyle ovaya inerler. Bir ölçüde korkuları giderilmiştir, ama asıl felaket kendilerini orada beklemektedir. Bir boş kilisede anakız hiç ummadıkları biçimde gelen askerlerin tecavüzüne uğrarlar. Rosetta için dünya değişmiştir. Saflık, temizlik gitmiş, yerini yozluk ve kirliliğe bırakmıştır. İnsan ilişkilerindeki erkek egemen bir dünyada insancı değer yargıları körelmiş; artık güce dayalı ve ancak güçlünün üste çıkabileceği bir dünya anlayışıyla tanışmak zorunda kalmıştır. Bu zorbalığın ruhunda yarattığı yıkım öte yandan cinsel dürtülerinin frenlenemez kışkırtıcılığı karşısında giderek gücünü yitirirken genç kızlıktan kadınlığa geçişi kolaylaştırıcı bir etmen olarak varsaydığı bu zoraki ilişkilerin kendini kanıtlamasına yarayacağı gibi kimi erkeklerle, kısa aralıklarla kurmuş olduğu duygusal ilişkilerden ötürü ayakta kalması konusunda bir faydasının da olacağını düşünmektedir. Bir başka açıdan da annesiyle boy ölçüşmek gibi ve annesinin kadınlığına meydan okumak gibi safça bir düşünceye kapılmasına yol açacaktır. Gözündeki gerçeklik renk değiştirmiştir. Parlak ve ışıklı bir dünyadan uzaklaştığı kesindir ama içinde yaşamak zorunda olduğu yeni gerçeği tanımak ve bilmek zorunda olduğunu da iyi bilmektedir. Rosetta olgunlaşmıştır. ANNENİN KÜSKÜNLÜĞÜ... Ama annesi için durum farklıdır. Annesi tek sözcükle perişandır. Kızını istediği biçimde yetiştiremeyen bir annenin hüsranını yaşamakta, dünyaya, insanlığa küfür etmektedir. Annenin küskünlüğü Moravia'nın küskünlüğüdür. Ele avuca sığmaz bir dünyada bir nokta gibi kalan insanın dramını yaşamak salt kendilerine biçilmiş bir kaftan olarak görmek istemesi kendi içinde üstesinden gelinemeyecek sorunlar yaratmıştır kadına. Tüm bu çıkmazların nedeninin savaş olduğunu, ancak savaşın nedeninin de ne olduğunun ayrımında olmayan bilinçsiz ve zavallı bir tanık olarak tarih sahnesinde rasgelelikler içinde yer alan Cesira (ve Rosetta) tıpkı kızı gibi daha da fazla acıyla boğuşmaktan ötürü kurtuluş yollarını bulmakta sanki daha becerikli olmak zorunda kalmıştır. Belki de bu becerikliliği ve insan konusundaki deneyimi sayesinde tıpkı bir ayraç gibi açılan ama kapanmayan yollarda pırıltılar yakalamasını bilmiştir. Ne ki savaşı ve yarattığı kötülükleri lanetlemekten geri kalmazken ufak ufak karşısına çıkan fırsatların dünyayı iyileştirmeye yeteceğini düşünmektedir. Bu fırsatlardan biri Michele'dir. Rosetta'nın tanışıp, birlikte olduğu ve yaşam serüvenini birlikte paylaşmaya karar verdikleri genç adam Alman askerlerince öldürülür. Oysa Michele bir demokrasi işaretidir. Savaş sonrası filizlenen ve kendini kabul ettirmeye çalışan tipik bir Hıristiyandemokrat tiplemesi gibi atılgan,etken, savaşımcı ve kararlı bir tip olarak karşımıza çıkmaktadır. Zorba zihniyetlerin demokrasiye dayanamadıklarının göstergesi olarak Michele'nin sömürgenkapitalist güçler tarafından ortadan kaldırılması Moravia'nın bir icadıdır. Gerek kendisini gerekse okuru karanlığa sürükleyeceğini bile bile bundan vazgeçmez, çünkü gerçekçiliği bunu yapmaya onu zorlar. Michele, Aylaklar'ın Michele'sinden farklıdır. İkincisi ne kadar nemelazımcı, vurdumduymaz ve edilgen bir tipse bu Michele o kadar çok dışa açık, insancıl yönleri ağır basan ve sınıf bilinci taşıyan bir tiptir. İki ayrı dünyanın iki ayrı insanı. Pandini (s.103) Moravia bir yazısında, “Aylaklar'ın Michele'sinin işlevi o kitapla birlikte son bulur. Boşuna mı ben bu romanımın kahramanını Michele diye adlandırdım” sözünden kalkarak savaş deneyimiyle birlikte acıyı tadan Michele değişmiştir anıştırısında KİTAP SAYI ? SAYFA 22 CUMHURİYET 902
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear