Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Para kazanmak için “kalemle ilgili” akla gelebilecek her işi yaptı Orhan Kemal, ama iki tutumdan uzak durdu; kalpazanlıkla korsanlıktan! Gerçekten Orhan Kemal, yarattığı roman kahramanlarının gerçeklik dokusunu öylesine yüksek tuttu ki, yarattığı karakterleri, çeşitli toplum katmanlarında tartışabiliyoruz günümüzde hâlâ… Bizde böyle tartışma yaratabilmiş roman ne denli az! Ama herhalde bir ölçü de getiriyor bu bizim için. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Roman Zamanı “K TANRILAR SAVAŞI... İnsanoğlu, nicedir bir büyük bunalım çağı yaşıyor. Yüzyıllardan bu yana süregelen “umuda yolculuk”, bitmiyor bir türlü… Yoksul insanların sinema, tiyatro, müzik vb. sanat türlerinde; futbol vb. spor dünyasıyla benzeri alanlarda düşlerini süsleyen ün, para beklentileri sürüyor hep. İnsan düşleriyle var çünkü. Yazarlık da böyle… Öyle ya, artık yazarlar da ünlenip para sahibi olabiliyor… Her geçen gün buna eklenen kimi örneklerle yüz yüze geliyor toplumlar. Üstelik “umuda yolculuk” dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşayan hemen her kesimden insan için geçerli. Gerçekten de insanlar şarkıcılığa, futbolculuğa, sinema oyunculuğuna yoksulluktan kurtuluşun çaresi, sınıf atlamanın kestirmeden yolu, iktidar sahibi olabilmenin formülü gözüyle bakıyor… Horace McCoy’un Atları da Vururlar’ını (Türkçeleştiren: Hasan Aslan, e CUMHURİYET KİTAP SAYI ORHAN KEMAL’İN “ÖNEMLİ NOT!’U Orhan Kemal de dengini sırtına alıp İstanbul’a varmış bir yazar olarak alınabilir. Öyle ya o da “Gurbet Kuşları”ndan biri değil midir sanki? Başında dönen yıldız yıldız yazarlık düşleri, gelip çalmamış mıdır İstanbul’un kapısını? İşte Önemli Not! (“Tamamlanmamış Yapıtlar ve Seçilmiş Düzyazılar”, Everest, 2007), bu çerçevede Orhan Kemal’in, yazarlık serüveninin yol haritası bağlamında alınabilir bana göre. Işık Öğütçü’nün yayı902 Fotoğraf: Ara Güler orsan kitap” deyişi, belleklerimize öylesine yerleşti ki, bununla akrabalık kurulabilecek olası alanları bir yana bıraktık neredeyse… Geçende sarı taksilerden birinin arka camında “Korsan taksiye hayır!” çığlığını görmeseydim, bu yazıyı böylesine biçimlendirmeyi de düşünemezdim belki. Öyle ya taksinin korsanı olduğuna göre meclisin de korsanı olabilir, gazetenin, derginin, yayınevinin de! Oldu olacak, öteki korsan adaylarını da sıralayalım yan yana: Korsan cumhurbaşkanı, korsan meclis başkanı, korsan başbakan, bakan, milletvekili, müsteşar, genel müdür, sonra korsan komutan, asker, polis… Korsan devlet, hükümet, parti… Sırala sıralayabildiğin kadar… Ee bunların korsanı varsa yazarın, yayıncının korsanı haydi haydi olacak demektir, kaçılabilir mi bu gerçekten? Gülmece romanı gibi adlarını sırala, sonra katıla katıla gül!… Acaba korsan halk da var mıdır? Zahir o da vardır… Kendimize bakalım… Kahraman Troyalılardan, İskender’e karşı ölümleri pahasına, ama onurla direnen Xanthoslulardan, emperyalizmin yedi düvel temsilcisine karşı amansız kurtuluş savaşı vermiş Türklerden yani adına Türkiye dediğimiz karanın tüm halklarından sonra bu topraklarda yaşamayı sürdüren bizler Türkiye’nin korsan halkı olmayalım sakın? Başınızı kumdan çıkarıp da bakının şöyle, bindiği dalı buncasına kesen halk nerede var? Ama biz “Kitaplar Adası”na dönelim, işimiz yazınla, kitapla bizim… Yazınımızda büyük gelişme söz konusu bana göre; gerek nicel gerekse nitel anlamda kendini gösteren bu gelişmeye sevinmemek elde değil! Çeşitli kitaplardan her birinin payına düşen okur sayısına bakarak toplam okurun sayısal göstergesi olarak alınmaması gerekiyor bu sonucun… Peki, yazar, kitap, yayınevi sayısındaki çokluğu, bunun yol açtığı yansımaları nasıl yorumlamak gerekiyor? Korsan kitap mı korsan yazar mı? yayını, 1970) anımsamamak olanaksız burada. Ama özellikle Larry Collins’le Dominique Lapierre’in ünlü matador El Cordobés’in yaşamöyküsünden kalkarak kaleme aldığı Yasımı Tutacaksın (Türkçesi: Ayda Düz, Payel, 1972) adlı romanı… Matadorun, giderken ailesine söylediği o ünlü tragedik sesleniş: “Ya parayla döneceğim ya da yasımı tutacaksın!” Bunu kitlelere böyle sunan, ötesinde böyle olduğunu pekiştiren tutumda kitle iletişim araçlarının rolü büyük! Çok satışlı kitap kavramı yaratılması, yazarların tecimsel sayılabilecek kimi odaklarca ekonomik değer olarak pompalanması, yazınsal alımlamanın yerini kitap tüketiminin alması, yazınsal eğilimler, yönelişler, yenilikler yerine tecimsel modalara yönelinmesi, bunun sonucunda yazınsal markalar oluşturulması, yine buna bağlı olarak yazında da “in”, “out” kavrayışına gidilmesi, yazarları da üstü örtük bir savaşın adsız askerleri konumuna getiriyor ister istemez… Anadolu’nun ücrasından, büyük kentlerin gecekondularından ya da entelektüel çevrelerden bu amaçla yola koyulup yayın dünyasının merkezi sayabileceğimiz İstanbul’a gelen, İstanbul çevresinde öbeklenen, bu arada ilk kitaplarını yayımlayan genç yazarlarla, yazar adayları önlerine atılmış kemiği şöyle bir yaladığında yukarıda özetlediğim düşlere kaptırabiliyor kolayca kendini… Uyuşturucu bağımlısına dönüşen, parıltılı bir yaşamın albenisine kendini kaptıran, harcama savurganlığıyla tüketim pervasızlığına alışan biri gibi davranabiliyor yazar adayı da… Diyeceğim yazınsallaşmadan önce enikonu kalplaşmış, mekanikleşmiş yazar haline getiriliyor ayırdına varmasa da bunun. Sonuçta bir kalpazan yazarlar kuşağı çıkıyor ortaya. Kalpazan yazarla korsan yazar arasında ne fark var diye sorabilirsiniz… Şu fark var: Kalpazan yazar, yazar olmadığını bilendir, bir yalancı, öykünmeci olarak yazarın yerine geçtiğinin bilincindedir. Oysa korsan yazar, yazınsal yazar olmadığını düşünmez, yazarın kendisi olduğunu savlar uluorta, savlamak şöyle dursun, kimi odakların da katkısıyla gerçek yazar olduğunu öne sürüp ötekileri dışlamaya bile girişir… na hazırladığı, okurun da ilk kez yüz yüze geldiği bir Orhan Kemal müze yazılar toplamı… Bu toplam, başlangıcından son anına dek bir romancının, elbette bu arada öykücünün, oyun yazarının, yazınsal sorunlara duyarlı bir kalemin yazınsal varoluş kavgasının da ipuçlarını serimliyor… Işık Öğütçü, Önemli Not! İçin yazdığı “Sunu…”ya şu satırlarla giriyor: “2 Nisan 1970 tarihinde Orhan Kemal, Murtaza 2’nin dosya kapağına şu notu düşmüş:// Önemli Not!/ Bu dosyada Murtaza’nın ikinci cildini yürütecek olan müsveddelerle, 47. sayfaya kadar tape edilmiş bölüm vardır. Tape edilmiş bölüm üç nüshadır. Geziden dönüşte devam edilecektir. (Tabii kısmetse… ki elbette kısmettir.)/ 2 Nisan 1970/ Orhan Kemal// Babam o geziden sağ olarak dönemedi ve Murtaza 2’yi tamamlamak kısmet olmadı.” Bu notun iki açıdan çok büyük değer taşıdığı kanısındayım: 1. Orhan Kemal, son nefesine dek bir romancı olarak yaşadığını gösteriyor, 2. Orhan Kemal, romanla romanı yürütecek müsveddeleri birbirinden ayırıyor. Bunlar, onun roman yazmayı bir yaşama biçimi olarak seçtiğini, ama bu arada yazın kamuoyunca paylaşılan yaygın kanının tersine çalakalem yazmaya gönül indirmediğini de ortaya koyuyor aynı zamanda. Günümüz genç yazarlarıyla yazar adayları için paha biçilmez değerde bir yazar yaşamı özeti olarak alınabilir bu iki veri. “Tamamlanmamış” Murtaza II okunduğunda, bunun daha önceki Murtaza’nın bir devamı niteliği taşıdığı, ancak buna karşın hiçbir yinelemeyle karşılaşılmadığı, ama bu arada roman evreninde önemli dramatik gelişimlerle dönüşümlere kapı aralayabilmek bağlamında ipuçları serpiştirildiği görülebiliyor kolayca. Özetle şu söylenebilir; Orhan Kemal öyle bir Murtaza karakteri yaratıyor ki, ilkinden ikincisine kahramanını geliştirirken karakter tasarımındaki olağanüstü beceri karşısında insan şaşkınlığa düşüyor. Burada Yaşar Kemal’in şu sözlerinin altı da çizilebilir: “Murtaza, bizim edebiyatımızın her yönüyle bütün çelişkileriyle, iç ve dış çelişkileriyle insan olabilmiş, belki de tek tipidir.” “…Bir çağ edebiyatının en ilginç tiplerinden biri, gerçekten ölmez tiplerinden biri Murtaza…” “Orhan Kemal bizim edebiyatımızın gelmiş geçmiş en büyük romancısıdır. Murtaza gibi bir tipi Orhan Kemal’den başka hiçbir romancımız yaratamadı.” (1,2,3) Murtaza’nın yalnız bizim romancılığımızda değil, dünya romancılığı içinde de, bilebildiğimce bir benzerinin bulunmadığı kanısındayım ben. Buna özgülenmiş bir yazı da yayımlamıştım bir iki yıl önce: “Yalnızlığın ‘Zor’u ve Murtaza” (kitaplık, Mayıs 2005, s.83) SAVAŞLARIN KÖRÜKLEDİĞİ ROMANCILIK SİYASASI... Yazar adayları yorganlarını, denklerini sırtlarına vurup iş için, çoluk çocuğunun karnını doyurmak amacıyla büyük kente ameleliğe gelmiş niteliksiz emekçiye benziyor biraz da… Üstelik yeni bir dünya savaşı çıkmıştır, ekmek aslanın ağzındadır, karın doyurmak zor mu zordur… Kıran kırana bir savaşım sürüyordur yaşamın her alanında… Birbirleriyle yarıştırılan gladyatörler gibi yazarlar arasında da kıran kıranadır savaş. Tam anlamıyla savaş ahlakı geçerlidir bu nedenle… Her an uç verebilecek bir yeni sanatsal yöneliş sonucunda, bir genç yazar devrilip yerine bir benzeri sunulduğundan iş Rus ruleti oyunculuğuna dönüşecektir: Öyleyse bırak, öteki ölsün! Savaşlar, bunların yarattığı kamusal bunalımlar, kitlesel tedirginlikler, tepkisizlikler, yazarların da genlerinde bozulmaya yol açıyor… Acımasız kapitalizm, emperyalizmin güdümünde yazarları da parmağında oynatıyor artık. Belli ki onların da iplerini ellerine geçirmiş kan emici odaklar! Bu nedenle gençler, yazar adayları, birbirinin kurdu kesilmiş acınası bir zavallılık sergiliyor… Koltuğunun altında roman dosyası, köşe başlarında gençler kesiyor yolunuzu. İstiklal Caddesinin ara sokaklarındaki kahveler, barlar her gün yüzlerce, binlerce yazar adayı fışkırtıyor ortaya… Hiç kuşku yok Orhan Kemal de, İstanbul’a yazarlık düşleriyle gelmişti. Bunu kendi satırlarından izlemek olası: “Hapisten çıktıktan sonra hikâyeye devam etmekle beraber, daha çok roman üzerinde durdum. Roman, geçim vasıtası da olabiliyordu. Babam ölmüş, çoluk çocuğumla büyük şehir İstanbul’a itilmiştim. Ne iş yapacaktım geçinebilmek için. Şüphesiz kalemimi kullanacak, para kazanmak için kalemle ilgili her şeyi yapacaktım.” (137) Para kazanmak için “kalemle ilgili” akla gelebilecek her işi yaptı Orhan Kemal, ama iki tutumdan uzak durdu; kalpazanlıkla korsanlıktan! Gerçekten Orhan Kemal, yarattığı roman kahramanlarının gerçeklik dokusunu öylesine yüksek tuttu ki, yarattığı karakterleri, çeşitli toplum katmanlarında tartışabiliyoruz günümüzde hâlâ… Bizde böyle tartışma yaratabilmiş roman ne denli az! Ama herhalde bir ölçü de getiriyor bu bizim için. Günümüz yazarları, Rus ruletinin başından kalkıp bir an için bile olsa birer roman karakteri olduklarını düşünebilecekler mi acaba, yoksa bunun için de mi “şövalye ruhlu” (96) Murtazalar aramaya girişeceğiz dersiniz romanımızda? Ölüm yıldönümünde Orhan Kemal (ö.2 Haziran 1970), bir kez daha yolumuzu ışıtıyor. Ama Türk romanı, savaş sancıları içindeki insan gerçeğinin, toplumsal çöküntünün, teknolojik çöplüğün üzerinde yükseliyor, yükselecek yine de! “Kitaplar Adası”ndaki bu ilk “Roman Zamanı”nın ardından temmuzla ağustosu hep romanlara ayıracağım… ? SAYFA 29