25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Dostoyevski'nin 'Ölü Bir Evden Hatıralar'ı üzerine... “Sersemliğe benzer bulanık, ağır öyküler” Ölü Bir Evden Hatıralar, cellatlar, cezaevi yöneticileri ve mahkumların daraltılmış dünyasından, bir toplum ve insan gerçeğine ayna tutuyor. gelir bize, bir anlamda Hitler ve Amerika’nın şimdiki durumunun habercisi gibidir. Ölü Bir Evden Hatıralar dönemiyle birlikte, yazarın kahramanları da artık değişmiştir ama, burada sıradan insanlar vardır yine de karşımızda. Bu insanlar suç işlemişlerdir, hatta çoğu katildir. Sibirya’nın uzak bir köşesinde "iki yüz adım uzunluğunda, yüz elli adım genişliğinde, dört bir yanı toprağa derin gömülmüş, tepeleri sivriltilmiş, birbirlerine sık çakılmış uzun kazıklarla duvar gibi çevrili" cezaevi yaşamı başladığında, duvarın içindekiler ve dışındakiler arasında keskin bir noktada duracaktır Dostoyevski. Soylu bir kişi olarak, "tesadüfen katil olmuş olanlar, mesleği katillik olanlar, haydutlar, haydut çetesi başları" olan iki yüz elli kişiyle bir arada yaşayacaktır artık. Hırsızlar, dolandırıcılar, yankesiciler, hilebazlar, oralara nasıl düştüğüne karar verilemeyenlerin arasında geçen zaman, Rus toplum yapısının önemli yüzünü de açığa çıkaracaktır. Ancak bu toplum yapısı sadece Ruslara özgü değildir. Suç ve ceza kavramını geliştirmekten öte, bizzat özneleriyle bir arada yaşayarak her toplum ve kişilerinde var olan ruhsal durumların saptamasıdır yapılan. TOPLUM HAPİSHANELERDEN GÖRÜLÜR Bir ülke ve onun toplum yapısının gelişmişliği ya da durumu ise yine Dostoyevski’nin deyişiyle cezaevlerinden anlaşılacaktır. Kendisinin de mahkum olduğu cezaevindeki mahkumların işledikleri suçu algılayış biçimleri karşısında şaşkına düşmekten öte, bir keşifte bulunan Dostoyevski "herkesin kendine özgü, bir gün önceki sarhoşluktan kalma sersemliğe benzer, bulanık, ağır bir öyküsü"nün olduğunu görecektir. Burada tuhaf olan ise, işledikleri suçları birbirlerine anlatmalarından ayrıntılı bilgi sahibi olduğumuz suçluların geçmişlerinden rahatsızlık duymamalarıdır. "Onlar arasında öylesine neşeli, bir gün bile düşünceli görmediğim katiller tanıdım ki, vicdanlarının onları bir gün bile rahatsız etmediğine iddiaya girebilirdiniz." Hiçbir şeye şaşırmamayı en büyük erdem olarak geliştiren mahkumlar arasında "güçlü kişilik sahiplerine de" rastlanır Ölü Bir Evden Hatıralar’da. Zira, suçluların birçoğu durağan ve sıkıştırılmış bir ortamda kişiliklerinde ne varsa olduğu gibi sergilerlerken, kararlı ve diğerlerinin gündelik yaşamlarının dışında yaşayan aynı ortamın tipleri, şaşırtıcı, bir anlamda da umut verici bir durum sergilerler. Bu tiplerin her ne suç işlemiş olurlarsa olsunlar vakarlı ve kendini beğenmiş hallerine, yazarın herhangi bir değer atfetmemesine rağmen biraz hayranlık duyarız. Gerçek kişilik sahiplerinin tavırları doğal, davranışlarında yapmacıklık yoktur ama, "bu gerçek kişilik sahiplerinin arasında aşırı derecede, hastalık derecesinde kendini beğenenler, öne çıkmak isteyenler" vardır. Onlar için, "ön planda olan, dış görünümleri ve bulundukları ortamda önemli kişiler olmalarıdır." Ancak, "çoğunluğu ahlaksız, aşağılık"tır. Düşkünleşmiş yaşamların dışa vuruş biçimlerinden biri olan dedikodu ve iftira burada da alabildiğine yaygındır. Tabii bütün bunlar, "bir cehennem, bir zifiri karanlık"ta tezahür eder, yani cezaevinde. İnsanın kendi iradesini kullanamadığı, sınırlarının alabildiğine zorlandığı bir ortama uyma ve onun bir parçası olmaktır belki bütün sorun. Cezaevinin iç düzeni, alışılmış yaşam saygın bir rütbeye sahip olmaktı. Hiçbirinde utanma veya pişmanlıktan eser yoktu. Bununla birlikte davranışlarında gözle görülür bir boyun eğme, nasıl söylemeli, resmi, akılcı bir uysallık" vardır. Diğer bin yandan da "küfür etmekte hepsi bir usta" olmuştur. "Mahkumlar, tepelerinde sopa, çalıştıkları için tembeldiler, dolayısıyla ahlak bakımından bozulmuşlardı. Buraya gelmeden önce bozulmuş değilse bile, cezaevinde bozuluyorlardı. Buraya kendi istekleri ile toplanmış değillerdi. Birbirlerine yabancı idiler." Ağırlaştırılmış cezaevi koşullarının insan kişiliğini patolojik hale getirdiğiyle ilgili önemli bulgular saptamış bir Dostoyevski’yle tanışırken, cezaevi gibi dar alana taşınan hayatlara yine yazarlar birlikte tanık oluruz. OLANAKLARI YOK EDİLEN İNSAN HAYVANLAŞIR Söz konusu dar alanda, herkes yetenekleri, kazanımları, hataları, başarıları, korkuları, cesaretleri gibi yaşamları boyunca edindikleri ne varsa onlarla var olurlar. Ancak tüm iyi olabilecek yaralar cezaevinde iyileştirilmekten öte azdırılacaktır. "Bir uğraşı olmazsa, kendisinin yasal olağan bir mülkiyeti olmazsa yaşayamaz insan, ahlaksızlaşır, hayvanlaşır." Bütün bunlardan olsa gerek, mahkumlarda kendilerine ait özel uğraşılar geliştirirler, tabii kendileri için elzem olduğu halde yasaklanan ne varsa gizlice elde ederek. Dostoyevski, "özel çalışmaları olmasaydı mahkumlar cam bir kavanoza kapatılmış örümcekler gibi birbirlerini yerlerdi" demesine rağmen, birbirlerini yemeleri için ise cezaevi yönetimi elinden geleni ardına koymayacaktır. Cezaevine hâkim olan sertlik ve şiddetle birlikte mahkumlar arasındaki acımasızlığın üst boyutları yaşanmaktadır. Ama iyi birkaç sözcük, sevecen bir iki davranışın karşılığının jet hızıyla gelişinde gözleri yaşartan çözümsel sonuçlar görülür. "İyi yürekli komutanlar" da uğrar Sibirya’daki hücrelere, "iyi yürekli komutanların, bu zavallı, ezilmiş insanlar üzerindeki etkilerine tanık" olacaktır yazar. "Birkaç yumuşak sözcük mahkumların ruhsal yönden yaşama dönmelerine" yetecektir. "Bir insanın ruhunun ve ruhsal gelişmişliğinin hangi düzeyde olduğunu belirlemek kolay değildir. Öğrenim düzeyinin hiçbir etkinliğinin söz konusu" olmadığı cezaevinde, hiç öğrenim görmemiş, "bir canavar" gibi görülen bir insan (mahkum), "elinde olmayan bir patlamayla ruhsal yapısını dışa" vurur. "Bu ruhta öylesine bir içtenlik, duygululuk, bir zenginlik, başkalarının da kendisinin de acılarına karşı öylesine parlak bir anlayış görüyordunuz ki, birden açılıyordu gözleriniz." Bütün bunlar ancak maskelerin işe yaramadığı yerlerde kendimizi ve başkalarını anlayabileceğimizi gösterir gibidir. Ya da böyle bir sonuca ister istemez varacağızdır. Yazar için acı bir deneyim olsa da, toplumun her kesiminden cezaevine bir suçlu olarak gelen insanların, kişiliklerinin ta derinlerinde barınan özelliklerini bir bir sergiledikleri Ölü Bir Evden Hatıralar, cellatlar, cezaevi yöneticileri ve mahkumların daraltılmış dünyasından, bir toplum ve insan gerçeğine ayna tutuyor. ? Ölü Bir Evden Hatıralar/Dostoyevski/Çeviren: Ergin Altay/İletişim Yayınları/2006, 375 sayfa KİTAP SAYI 901 ? Aysel SAĞIR ndokuzuncu yüzyılın ortalarında Sibirya’nın bir hapishanesinde yaşananlar, hayatın sıkıştırılmış bir hali gibidir. Tıpkı bu gerçeğin şimdi ve yarın da değişmeyeceği gibi. Dostoyoveski Ölü Bir Evden Hatıralar’da dönemin Rus toplum yapısını küçülterek hapishaneye yerleştirmez sadece, oraya bizzat kendisi gider. Yirmi mahkumla birlikte St.Petersburg’daki Semenovsky Meydanı’nda idam edilmek üzere (22 Aralık 1849) asker taburunun önüne çıkarılır, son anda imparatorun emriyle cezasının değiştirilmesi, kendisi için Sibirya’da ağırlaştırılmış hapis cezasının başlangıcı olacaktır. Dostoyevski 1849 yılının Noel gecesi, kızağa binerek Omsk’a uzanan üç bin iki yüz kilometrelik yolculuğuna başladığında, Ölü Bir Evden Hatıralar’la insanların arasına geri dönecektir. Sibirya’da geçirdiği dörtbeş yıllık çetin hapishane yaşamı Dostoyevski’nin edebi yönünü ve kişiliğini etkilemekle kalmaz, zorunlu bir arada yaşadığı kişileri ve olayları gözlemleyerek, artık uçlaşmış noktalara kadar varan insan ruhuyla ilgili önemli ipuçlarını da yakalar. Dostoyevski, cinayet ve daha başka "en iğrenç" suçları işlemiş insanlarla bir arada yaşarken, aptal, psikopat kişilikli katilleri anlatmakla yetinmez tek. Söz konusu durumları daha da uç noktalara taşımış, daha da taşıyabilecek insan tiplerini çıkarır ortaya. Ancak, bu insanlar gerçek midir? Dostoyevski’nin kahramanları (ilk dönem romanlarında) ezik, aciz, bir şekilde çaresizlikten, koşulların itkisiyle kötülüğe yönelmiş kişilerdir. Fakat daha sonra suçlu kişilik tiplerini geliştirecektir Dostoyevski, Ronald Hıngley’in kitabın önsözündeki ifadesiyle, "nispeten aptal kişiler olan Petrov’lar, Gazin’ler, ya da Rogozhin’ler değil, bir teoriyi kanıtlamak için cinayet işleyen Raskolnikov (Suç ve Ceza); siyasi komploculuğunun ardına gizlenerek insanlık üzerine deneyler yapıp adam öldüren Petr Verkhovensky (Cinler) ve cinayetini kendi işlemeyip de babasının kafasını kitap ağırlığıyla vura vura parçalama işini kulu Smerdyakov’a bırakacak kuvvetli ideolojik tohumları eken Ivan Karamozov gibi entellektüellerdir hep." Tam da burada Dostoyevski, sonradan giderek toplumsal yaşamda kurumsal düzlemde de yerini alacak saldırganlıkların belirtilerini sezinler gibi SAYFA 4 O Kendisinin de mahkum olduğu cezaevindeki suçluların işledikleri suçu algılayış biçimleri karşısında şaşkına düşmekten öte, "herkesin kendine özgü, sarhoşluktan kalma sersemliğe benzer, bulanık, ağır bir öyküsü"nün olduğunu görür Dostoyevski. biçimi öylesine mutlaklaşmıştır ki bazen öne çıkanlara rastlansa da, hiç kimse bu gidişe başkaldırmaz, herkes boyun eğer. İşledikleri suçlarla övünen yeni gelenler, bütün bir köye veya kente dehşet saçmış olmalarına bakılmadan, diğer mahkumlar tarafından hizaya getirileceklerdir. Bu arada Dostoyevski, ağır suç işleyenlerin, suçu ayrıcalık haline getirerek, bundan bir gizli ya da açık övünme payı çıkardıklarını dehşetle fark edecektir. Dışardan bakılınca, bütün genel havaya, "neredeyse bütün mahkumlarda görülen özel bir ağırbaşlılık" hâkimdir. "Sanki kürek mahkumu olmak bir rütbeye, hem de CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear