25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

? bilmem gerekir mi? ALTMIŞ YILDIR TOPLUM ÖNÜNDE OLMAK Gelin biraz da gündemi konuşalım. Takip etmeye çalışıyorum basında sizin hakkınızda çıkanları. Özellikle dinci basının tepkisini çekiyorsunuz! Son dönemdeki yazılarınızda, askere yakın bir tavır aldığınız eleştirilir oldu andığım basın kanadında! Ama peşi sıra yazdığınız yazı toptan bir yanıttı kanımca; daha başlıktan hem de; “Atatürk İçin Her Şeyi Göze Almak!..” Altmış yıldır toplumun önünde hemen her gün yazılarınızla çıkmışsanız, elbet çeşitli eleştiriler, hatta kızgınlıklar alırsınız. Ben çocuk yaşımdan bu güne hep Atatürk devrimlerini savundum. Bu ülkenin ancak bu ilkelerin yolundan çağdaşlığa ulaşacağına inandım. Bu yüzden gerici takımının, çıkarcı takımının saldırılarına uğradım. Askerden yana olmak sözü ise, saçma bir söz! Türk askeri zaman zaman yanlış durumlara itilmişse, baştaki kişilerin tutumundan olmuştur. Bakın 'asker'ci sayılan ama şimdilerde Atatürkçü askerlerin toplum olaylarına düşüncelerini belirtmesinde yarar görenler bir zamanlar asker yönetimlerinde acılar çekenlerdir! Ben bile, Evren Paşa Anayasası'na karşı çıktığım için hapis yattım. Bu söyleşimiz yayımlandığında, cumhurbaşkanı adayı belli olacak, hatta seçilmiş bile olabilir! Bir öngörü yapalım isterim… Türkiye'nin cumhurbaşkanı, şu andaki başkan Sezer'e benzer, Atatürk'ün ilkelerinden yana biri olmalıdır, derim ben… Yazılarınızda sık sık CHP'yi, haliyle Baykal'ı eleştirirsiniz; muhalefet görevini yerine getiremediğini imlersiniz. Biraz önce başlığını verdiğim yazınızın sonunda, bahsettiğiniz sivil darbenin Atatürk devrimine bağlı siyasal partilere sorumluluk düştüğünü söylüyorsunuz. Bakıyoruz, DYP ve ANAP birleşme yolunda ilerliyor; ama gel gelelim, bunu sol partilerde göremiyoruz! Bunu liderlik hırsına bağlamak olası mıdır? Baykal'ı eleştirmemin nedeni Atatürk partisi CHP'nin gerçek kişiliğini gereğince savunmadığı içindir. CHP'ye başka yollar aramak gibi yanlışlıklara saplandığı içindir. Tek lider olarak kalmaktaki direnişi içindir… YORUMLAMA... “Odamda Bir Güvercin” adlı son kitabınızın sayfalarını arşınlarken, “Bir de insan yaşamını uzatmaya kalkışırlar. Yüz, iki yüz yıl yaşasan ne olacak? Her şey hep aynı, birbirine benzer, ne denli değişse de ne denli başkalaşsa da...” cümlesiyle karşılaştım. Bakınız o anda, sözcüklerinize nasıl bir yorum getirmişim: Toz pembe bir hayatı reddediş, gerçeklerle yüzyüze bir yaşam! Belki de yaşanılan/yaşatılan düş kırıklıklarının bir tepkisi! Doğru/mantıklı bir yorum getirebilmiş miyim? Her yazı bir yorum getirir. Yorumlanamayan bir yazı anlamsızdır. Yaşamın kendisi de yorumlamaya açıktır. Bir yazar, ortaya bir yapıt, bir ses, bir görüntü koyarken her türlü yorumlamayı göze almış demektir. “Oysa bir kuklacının kuklaya verdiği özgürlük bu!” Son dönem özgürlük kavramına birebir ışık tutuyor bu tümceniz… Yasaların verdiği bir özgürlükten söz etmişimdir. Gerçek özgürlük diye bir şey bugüne dek yaşatıldı mı? Kimi engeller hep karşımızda… Hatta bu engellerin çoğunu da kendimiz yaratıyoruz. Özgür olmak, kendini özgür saymak kolay değil! Önce bir eğitim işi. Anlamak, duymak, CUMHURİYET KİTAP SAYI öğrenmek, ama bunu hep yapabilmek, süresizce… Peki Sayın Akbal: Bana kimse sormadı diyorsunuz, bizden sonraki bir başka yaşam için kim olarak doğmak istediğimizi! Bu soruya yanıt için burada biraz oyalansak? Bu dünyada yaşadık! Şu kadar yıl! Sonrası yok… Hepsi bu. ANILAR... Geçmişten anıları sık sık günümüze getirirsiniz! Keşke hep o dönemleri yaşasaydım gibi bir cümle kurdunuz mu hiç? Zaman zaman eski anılar canlanır. Eski arkadaşlar. Benim edebiyatçı kuşağım. Mektuplarını okurum, ezberimde şiirleri, öyküleri de var. Biz yaşadıkça sevgiler de yaşar. Sonra bizimle biter, hepsi başkalarının anısı olur. Yarın hiç de umut verici görünmüyor doğrusu, diyorsunuz. Bu karamsarlığınız hâlâ devam etmekte mi? Yarın bir başka zamandır. Kimse bilmez ne getirip ne götüreceğini… Bizler belirli bir süre içinde yaşarız. Mutlu olmak ya da karamsarlığa düşmek insanoğlunun kaçınamayacağı bir durumdur. Kimi gün, “yarınlar güzel olacak, olmalı,” dersiniz; kimi gün de en koyu karamsarlığa düşersiniz. Ama bir yazar okurlarının yaşam gücünü artırmalı, hazırlamalı, umutsuzluğu olabildiğince uzaklara itmeli. GENÇLİĞİN GÖREVİ ! Gençlik görevini yerine getiremedi mi yoksa? Gençlik belirli bir süreçtir. Ama gerçek gençlik yaşla sınırlı değildir. Bugün yirmi yaşında yaşlılar var. Seksen yaşında gençler var. Atatürk gençlere, “Yorulsanız da beni izleyeceksiniz” demişti! Onu izleyen genç yaşlıların ne denli çok olduğunu son halk gösterilerinde de gördük. Oktay Bey, bir sohbetimizde, pek çok öykü ve roman taslağınız olduğundan ve bir romanda epey ilerlediğinizden bahsettiniz hatırlıyorum; ne zaman yeni bir roman ve öykünün o enfes büyüsüne sarmalayacaksınız biz okurlarınızı? Ben beş roman yazdım. Az sayfalı romanlar, ama bir roman sayfa sayısıyla ölçülmez. Bir olayı, bir duyguyu, bir yaşantıyı uzun mu uzun yazmayı sevmem. Böyle kitapları da çok sıkılarak okumaya çalışırım. Bu yüzden kimi zaman yarıda bıraktığım romanlar var. Daha da çok yazarken yarım bıraktığım romanlar, öyküler var. Kendimi romancı olarak görmedim. Öyküdür benim sanatım. Olabildiğince kısa öykü, dediğim gibi, “öykücükler” yazmak… ? *eoztop@aof.anadolu.edu.tr 901 SAYFA 31
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear