Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ölümünden kısa süre önce Can Yayınları’nın tüm yazarlarını evinde bir araya getirmişti Erdal Öz. İlginçlik şurada ki, öykücü buluşmasına dönüşmüştü kısa süre içinde yemekli toplantı… Erdal Öz’ün Can’ından capcanlı dört öykücü, dört öykü kitabı size… EVCİLLEŞTİRİLEN ÖYKÜNÜN YAŞAMA ORTAMI... Öykü, evcilleştirilse de yabanlığını yitirmeyen bir güzellik salıyor hep bana göre. Kediler de böyle değil midir? Asıl çekicilikleri, başlarına buyrukluktan kaynaklanmaz mı? Bunun üzerinde önemle durmak gerekiyor… Öyle bir şey ki bu yazınsal tür, evcilleştirmeye kalktığınızda öykü olmaktan çıkıyor! Bulmaca sanki, nedir öyleyse öykü? Yalınlık herhalde, kendi koşullarından ötesine kulak asmamak, süssüz, abartısız, ama bildiğince yaşamak, hiçbir güce kendi isteği dışında boyun eğmemek! Ama bu yolla fazlalıklardan da arınmış olmak aynı zamanda! Evcilleştirilmiş öykü, besiye çekilmiş kediliğinin yanı sıra yapaylaşmıştır da. Gerçekten de yabanlığını koruyan öykü ne ölçüde doğalsa evcilleştirilmiş öykü de öylesine yapay… Kadri Öztopçu, ilk öyküsü “Uykusuz”a şu tümcelerle giriyor: “Aksini söyleyen varsa, istisna! Kırk yıl sonra, hâlâ sevişilmiyor.” İlle de bir aykırılık ya da farklılık olsun diye girerseniz öyküye, bundan ne elde edersiniz? Üstelik öteki öykülerini okuduğunuzda yazarın, buna benzer herhangi takırtı tukurtuya rastlamıyorsanız, bunun sözümona ilginçlik olsun diye buraya yerleştirilmiş olduğu kuşkusu duymaz mısınız içinizde? Sözgelimi ikinci öykü “Gece”de giriş tümcesi nasıl da çekici: “Hadi bakalım, herkes kendi gecesine!” Öztopçu, bu işi çok iyi biliyor, ama kitabının ilk tümceleri olarak yukarıdaki örnekleri bilerek seçiyor nedense… Öyküye böylesi tümceyle girmeyi seçebilir elbette yazar. Ben yaptım oldu, diyebilir. Ancak bunun eleştirisini yapıp değerlendirmeye girişmemişse, burada ortaya çıkan kulak tırmalayıcı yapıyı ayırt etmemişse, ayırt etmiş, ama bunda direnmişse niye okusun insan bu öyküyü, ne diye sürdürsün okuma eylemini? Yazar, tanrısı olabilir var ettiği metnin. Ancak yazara tanrılık katı bağışlayacak okurdur, yani alımlayıcıdır yine de. Çünkü her dil, bin yıllar içinde taşıyageldiği işitsel, görsel, imgesel tınıyla, bükümlenmeyle, düşlemlemeyle kendini göstermez mi? Siz yazar olarak bundan kurtarabilir misiniz kendinizi, kaçabilir misiniz bu gerçekten? Güzel öykülerini okuduğum, böylesi güzel verimlerle kitap yayımlamış bir yazar, kendini kandırmaya izin vermemeli hiçbir zaman. Süheyla Acar, “Fotoğraflı Kadın” vb. ilginç öykülerle karşılıyor bizi. Öykü kahramanları, acılar çeken kadınlar olarak bir ortak payda yansıtıyor genelde. İç döken kadın anlatıcı eşliğinde ya da kadın acılarına dayalı gelişen örnekler. İç sesin egemen olduğu verimler bunlar. Sözdizimleri, tümceler, sözcükler yerli yerinde, ama hep benzer, döngüsel bir sesezgi yaratıyor öykülerinde yazar. İnişi çıkışı olmayan bir ses uzantısı, akan, hep akan bir örnek ses… Bunun tehlikesi şu; döngüselliğinden ötürü öyküler uğultulu bir yapı çıkarıyor ortaya. Ne oluyor sonuçta? Tekdüze bir sese, aktarıma yaslanmış oluyor öykü. Bu da karıncalanmaya, öyküde tutukluğa yol açıyor ister istemez. İşte Erdal Öz’ün Can’ından capcanlı dört öykücü, dört öykü kitabı size… Öteki dört öykücüyle kitaplarını ise iki hafta sonraki “Kitaplar Adası”nın “Öykü Zamanı”na bırakıyorum… ? M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Öykü Zamanı E rdal Öz’ü, 6 Mayıs 2006’da yitirmiştik, yine hıdrellez günü “Gülünün Solduğu Akşam”da buluşmuştu üç genç fidanla… Erdal Öz, Türk öykücülüğünün önemli bir adıydı. 1950 kuşağı öykücülerinin öteki adları gibi tıpkı kendisi için önemli bir yatak var edebilmişti öykücülüğümüzde. Özellikle Sular Ne Güzelse (Can, 1997) adlı yapıtı, onun öykü verimi içinde ciddi bir doruktu, yanı sıra tüm öykücülüğümüzün de önemli gösterenlerinden biriydi bu… Ölümünden kısa süre önce Can Yayınları’nın tüm yazarlarını evinde bir araya getirmişti Erdal Öz. İlginçlik şurada ki, öykücü buluşmasına dönüşmüştü kısa süre içinde yemekli toplantı… Kimler yoktu gelenler arasında; şair, romancı, tiyatrocu, sinemacı, ressam… Ne ki öykücüler damgasını vurmuştu yine de geceye… Sanırım bu öykücüler Erdal Öz’le son buluşmalarını yaşadılar birlikte. Ancak bu olgu, öykücülüğümüz açısından böylesi bir ilişkilenişin altta yatan paydalarını da gösterdi yanılmıyorsam bize… 1. Erdal Öz, önemli bir öykü yazarı olarak Can Yayınları’nı yönetiyordu, 2. Can Yayınları, yayımladığı öykü dizisiyle önemli bir konuma sahipti, 3. Bütün bunların yansıması olarak gerek Erdal Öz gerekse Can Yayınları genç öykücülere önemli yer açıyordu, onları destekliyordu… O toplantı, böylesi bir değerlendirme yapabilmemize yol açacak, bu arada öykücülerin de kendi konumlarını kavramasını sağlayacakmış meğer. Geçmişte de Can Yayınları bir yandan usta öykücüler olarak Salim Şengil, Peride Celal, Oktay Akbal, Nezihe Meriç, Zeyyat Selimoğlu, Tahsin Yücel, Leylâ Erbil, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Tomris Uyar, Füruzan, Osman Şahin, Nedim Gürsel, İnci Aral, Pınar Kür, Nursel Duruel vb. yazarları yayımlamıştı, bunlar kadar genç öykücüler olarak Gülderen Bilgili, Feride Çiçekoğlu, Melih Ergen, Zehra Tırıl, Suzan Samancı vb. gençlere yer açmıştı bu arada. Erdal Öz’ün Öykücüleri 1... dek verimleri üzerine hiç yazamadığım birkaç öykücümüzü önümüzdeki haftalarda tüm öyküleriyle birlikte değerlendirmeye girişeceğim… Ayfer Tunç, Sezer Ateş Ayvaz, Hakan Şenocak bunlar arasında olacak, öyküye emek vermiş iki yazarımızı İlknur Özdemir’le Feridun Andaç’ı da unutmayacağım bu arada… Öteki emek verenlerle birlikte: Kemal Gündüzalp, Esengül Kutkan Yüzbaşıoğlu. Ama ben, Erdal Öz’ün, daha hayattayken ellerinden tutup ilk kitaplarıyla okur önüne çıkardığı bir avuç öykü yazarıyla buluşturmak istiyorum “Kitaplar Adası”nın “Öykü Zamanı”nda ilkin okuru… İlk bölümde dört yazar var: Yiğit Okur’un O Zaman Kim Söyleyecek Şarkıları (2002), Deniz Kavukçuoğlu’nun Canım Acıyor Baba (2006), Süheyla Acar’ın Dostluk Hüznü Paylaşmaktır (2004), Kadri Öztopçu’nun Yanlış Hikâyeler (2006) başlıklı yapıtları, ilk öykü kitapları. Yiğit Okur, daha çok romanlarıyla tanınmış; Deniz Kavukçuoğlu ise denemeleri, anlatılarıyla çok kitaplı olmuş yazarlarımızdan. Ne ki her ikisinin de ilk öykü kitabı bu yayımladıkları… Süheyla Acar’ın öykü kitabı ikinci basımını yapıyor Can’da. Daha önce bir romanı var yayımlanan: Yağmurun Yedi Yüzü (Can, 2004). Kadri Öztopçu’nun bu ilk öykü kitabı, ilk kitabı da aynı zamanda. şananı mı öykülemek bu yoksa yaşanandan öykü mü çıkarmak? İyi de yaşananı öykülemek ne, yaşanandan öykü çıkarmak ne? İlkinde yaşananı anlatırsınız, ama ikincisinde dönüştürürsünüz bunu, yani olayı alıp öykünün gerekleri yönünde yeniden yapılandırırsınız. Bu bağlamda baktığımızda Yiğit Okur’un, Deniz Kavukçuoğlu’nun ilk öyküleri için neler söylenebilir? Yiğit Okur, söylengen bir anlatıcıyla tanıştırıyor bizi. Hoş, sevimli bir öykü kahramanı bu; burucu yanları da olan, ama söylengenliği daha çok cinliklerle örülü biri, biraz da “huysuz” belki… Hatta bütün bunların ötesinde bir çalım gülmeceye varan, gülmecenin kapısını çalan örnekler olarak da alınabilir öyküler. Kara anlatı değil, ama kara gülmece de değil. Tahsin Yücel’de görüldüğünce aykırı gerçeklikle de bağlantılandırılabilecek öyküler değil bu örnekler. Yücel, 1950 kuşağı içinde öyküye farklı serüvenler biçmiş bir yazar. Yiğit Okur, Yücel gibi arka alan bırakmıyor öykülerinde. Bu çerçevede onun öyküleri, bir kalıp yönünde ilerliyormuş izlenimi bırakıyor daha çok… Deniz Kavukçuoğlu’nun anlatıcısı da yine Yiğit Okur’unki gibi olayların belirlediği, ilişkilerin sarıp sarmaladığı karakteriyle değil, bunların aktarıcısı konumundaki kimliğiyle dikkati çekip öne çıkan biri. Okur’un kahramanı söylengendi, Kavukçuoğlu’nunki öyle değil, değil ya geçmişindeki erosallığı dinamit lokumu gibi içsel kuyularına yerleştirmiş biri… Bir çalım pişman, bir çalım saldırgan, bir çalım korkak, bir çalım zalim… Tıpkı Necati Cumalı’nın Ege kasabalarında kendi erosallıklarının çevresinde yörüngeye oturmuş kahramanları gibi… Art alan zenginliği gereğince işlenmese de ustaca verimlenmiş öyküler bunlar, Okur’unkiler de böyle. Ne var ki olay aktarmacılığı belirgin biçimde öne çıkıp yeniyetme dünyası çağıldarken, gereken anlamlandırma yoğunluğuna yaslanılamadığından öyküler, kalıba uygun verimler olduğu sanısı uyandırıyor ister istemez. Öyle ya öyküler, olayların sıcaklığından kurtulup da soğuduklarında; ancak bundan sonra kendini ele veren anlamlandırmanın pırıltılı ışığında gerçek yüzlerini göstermez mi asıl? YAŞANANI ÖYKÜLEMEK, YAŞANANDAN ÖYKÜ ÇIKARMAK... Yayımlanan öykülere göz atıldığında Okur’un 199798; Kavukçuoğlu’nun 20056’da kaleme aldığı ya da en azından tamamladığı anlaşılıyor öykülerini… Ancak, öykülerde aktarılan olaylar, ilişkiler çok daha önceki bir döneme, yaklaşık otuz, kırk yıl öncesine götürüyor bizi… Bu nedenle belki günümüz okurunun bir ölçüde yabancılayabileceği öyküler olarak da alınabilir yazarların verimi. Ancak birer anımsama olarak geliyor değil öyküler önümüze. Otuz yıl önceki olaylardan kalkılarak yapılandırılmış birer öykü örneği bunların hepsi de. Peki ya CAN’LI ÖYKÜCÜLER... Söz konusu tutumunu sürdürüyor hâlâ Can Yayınları… Kitapları yayımlanan öykücülere göz atıldığında, bunların Türk öykücülüğünün önemli öbeğini bağrında topladığını ortaya koyuyor. Kimileri belki ilk kitaplarıyla, kimileri de olgunluk ürünleriyle… Gerçekten de kuruluşundan bu yana geçen çeyrek yüzyılda bu göreneğini sürdürmüş hep yayınevi. Nitekim katılanları, katılamayanlarıyla yemektekilere kabaca göz atıldığında bile gözlenebiliyor bu durum: Lütfiye Aydın, Cemil Kavukçu, Özcan Karabulut, Jale Sancak, Ayfer Tunç, Faruk Duman, Hasan Özkılıç, Hakan Şenocak, Sezer Ateş Ayvaz, Attilâ Şenkon, Ayşe Sarısayın, Oya Baydar, Uğur Özakıncı, İbrahim Yıldırım, Yiğit Okur, Deniz Kavukçuoğlu, Süheyla Acar, Kadri Öztopçu, Engin Çetinbağ, Remzi Karabulut, İnan Çetin, Akın Sevinç, Şükran Farımaz, Murat Gülsoy, Yekta Kopan, Şebnem İşigüzel, Sema Kaygusuz, Mehmet Günsür, Nalan Barbarosoğlu, Müge İplikçi, Yeşim Eyüboğlu, Leyla Ruhan Okyay, Betül Akdoğan, Hakan Ergül, Ahmet Cemal, Adnan Binyazar, Gürsel Korat, Feridun Andaç, İlknur Özdemir, Gönül Kıvılcım, Zerrin Koç… Bu öykücülerin tümü üzerinde de yazdım hemen hemen… Yazmadığım birkaç öykücü ancak çıkar herhalde. Bugüne CUMHURİYET KİTAP SAYI Erdal Öz 901 SAYFA 37