Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Alper Turgut ve "Sessizliğe Karşı" ‘Tecritte sınır yok’ Özgürlük istemi neden hep bir veda olsun peşinen… Ne olur ne olmazı neden malum, daha iyi bir dünya mümkün demenin… Bencil devrimler yapıladuruyor bugün… Hamburger tıkınmakla daha meşgul kimi kitleler… Yalnızlaşan, yüreklerini kulaklarına tıkayan kimi kitleler… Kolay kolay ayağa kalkmıyor, karşı koymuyor… Ama umut her daim yüreklerde olacak/olmalı. Umutsuz hiçliğe, umutsuz karanlığa mahkumuz çünkü. Gazeteci Alper Turgut, Ant Kitap’tan çıkan kitabı "Sessizliğe Karşı"da tecriti büyüteç altına alıyor. Ülkemizden ve dünyadan tanıklıklar eşliğinde örneklerle anlatıyor. Bu kitapta erklerin tecrite bakışları ve çeşitlenen tecrit uygulamaları var. Cezaevlerinde yaşananların perde arkası da… Sınırsız, sınıfsız ve özgür bir toplum düşü de… Okurken Alper Turgut’un, kitabıyla koşut geliştirdiği kurgusal bir öyküsüyle de karşılaşıyoruz aralarda. Kod adı Direnç Yoldaş olan Ramon adlı bir gerillanın güncesinden kesitler sunuyor Turgut. Alper Turgut ile, "Sessizliğe Karşı" adlı kitabını konuştuk. SAYFA 14 ? Gamze AKDEMİR essizliğe Karşı senin ilk kitabın. Nasıl yazmaya karar verdiğinden ve kitabın yapısından bahsederek başlayalım mı söze? Uzun yıllar polis ve adliye muhabirliği yaptım. 1996 ve 2000 yıllarındaki ölüm orucu eylemlerini yakından takip ettim. 96’da ölüm orucunu izledikten sonra gazeteye beni ziyarete gelen tutuklu ve hükümlü yakınları, cezaevlerinde oda sistemi adı altında hücreler yapılmaya başlandığını söylemişlerdi. O tarihten sonra gerçekten ‘insan 8 metrekareye sığar mı’ diye tabir edilen hücreler yapılmaya başlandı. Önce cezaevlerindeki koğuş sistemleri değiştirilerek hücreler haline getirildi, daha sonra da F tipi cezaevleri.. Bu tarihten sonra bu konuyu araştırmaya başladım. 20 Ekim 2000 günü başlayan ölüm orucu direnişi, ‘Hayata Dönüş’ operasyonu, eylem evleri ve kanlı Küçükarmutlu baskınıyla büyümüştü. Tutuklu ve hükümlü ailelerin gözyaşları, inadına suskun toplum ve gözler önünde eriyen bedenler nedeniyle beş yıl önce ölüm orucu eylemine dair bir kitap yazmaya karar verdim. Tecride karşı içeride ve dışarıda ölüme yatan insanların öyküleri bilinsin, sessiz çığlıkları duyulsun diye. Bu noktada Sessizliğe Karşı, bir örgütlülük, sivil inisiyatif çağrısı olarak da yorumlanabilir/yorumlanmalı. Kesinlikle. İnsan belleği çoktan balık hafızasıyla yer değiştirmişti. Analar ağlıyor, Türkiye’nin cezaevleri cehennemi yaşıyordu. Bu kitap sansür duvarını yıkabilmek için çırpınan acılı ailelere karşı bir vicdan borcuydu. Kitabında arada koşut ilerleyen bir kurgu öykü de var. Bunu anlatır mısın? Ramon adlı, kod adı Direnç Yoldaş olan bir gerillanın yaşamından ve kavgasının güncesinden kesitler var öyküde. Büyük çiftlik sahiplerine, yani 20. yüzyılın gerçek derebeyleri olan toprak ağalarına karşı direnen bir ailenin üçüncü nesline mensup Ramon. Açlık grevinde ölüyor ve cenazesi S ni izliyor geri dönüşler eşliğinde… Güney Amerika’da gerilla… Otomatik tüfeği dizinde, acı kahvesi genzinde bir yoldaş… İşkenceyi, hapisliği, sakat kalmayı, ölmeyi göze almış… Sol görüşün yeni, etkin ve yetkin teorisyenlerinden biri… Bir eylem adamının, düşünce ve ifade özgürlüğü adına örselenmiş bir yüreğin ruh haritası da aynı zamanda. Kitabı algılamayı daha da pekiştirmesi adına araya konumlandırdığım bir öykü. TARİHİN EN UZUN EYLEMİ Araştırma sürecini anlatır mısın, nasıl bir yolculuktu? Belge, bilgi toplama, ilgili kitaplar, röportajlar, tanıklıklar ve insan öyküleri… Toparlama işlemi tam iki yılımı aldı. Sonra bir baktım ki, önümde binlerce doküman var. Adeta kâğıttan bir dağ… Tasnif bu nedenle bir yıl kadar sürdü. Elemek asla kolay olmadı. 122 insanı aramızdan alan 600’ü aşkın sakata yol açan tecrit karşıtı eylem tamı tamına 2285 güne yayılmıştı. Bu milyonlarca cana mal olan 2. Dünya Savaşı’ndan daha uzun bir süreye denk geliyor. Direniş başlarken doğanlar bugün ilkokul öğrencisi. Düşünün gazeteci Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast açlık grevinin ilk günlerinde henüz 10 yaşında masum bir çocuktu. Örneğin The New York Times, "modern tarihin en uzun eylemi" notunu düştü. Tarihte benzeri bir direniş yok. Ne eski çağlarda ne de asri zamanlarda. Tecritin amacı, gerekçesi öldürmek değil arındırmak diye tanımlanmış uluslararası resmi/gayriresmi literatürde de. Zararlı fikirlerden yani siyasi görüşlerden arındırmak (o da ne demekse)… Yani mümkün mü böyle bir şey. Her şey ölür ama görüşler ölmez. Sovyetlerin yıkılmasından sonra sosyalizm öldü çığlıkları atıldı, şimdi Chavez ile, Morales ile, Castro ile bu düş sürüyor. İnsanlığın sınıfsız ve sınırsız bir toplum düşü sürüyor ve sürecek. Kesinlikle. Kitabında da somut örnekleriyle yer verdiğin gibi siyasi görüşlerden arındırmak adına ıslah etmek gerekçesiyle yola çıktıklarını savlayan uygulayıcıların tecritten kazanımları kişinin ölmesi veya delirmesi oluyor. Tecrit o kadar geniş bir konu ki, "sevgi" kelimesi yasak mesela. Kelimeler yasak, çiçekler yasak, gökyüzüne bakmak yasak. 6 ay sonrasında fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklar başlıyor. Uzmanların görüşü en güçlü insanın 34 yıl dayanabileceği yönünde. Bir de tecritin rengi beyaz, özellikle beyaz renk seçiliyor çünkü beyaz bir süre sonra algıyı bozuyor, önce optik sorunlar baş gösteriyor. Ölüm orucu eylemini sona erdirenlerde adet kesilmesi, bitmeyen başağrıları, dişlerde dökülme, görme yetisinin kaybolması, halüsünasyonlar gibi ömür boyu süregelecek etkiler görülüyor. Fizyolojik hastalıklar ve psikolojik rahatsızlıklar dört kat artıyor. Tabi şipşak muayenelerle sağlıklarının iyi olduğu belirleniyor. Cezaevlerinde insanlar kanserden yaşamını yitiriyor, ölümcül hastalıklara yakalanan tutuklu ve hükümlüler serbest bırakılmayıp hücre ve revirlerde tutuluyor. Siyasi Tutsaklarla Dayanışma Örgütü (Libertad), tek kişilik hücrelerde sağlıklı kalma süresini 6 ay olarak açıklıyor. Bilim adamları da, tecrit ve izolasyon uygulamalarının, verem, bağışıklık sisteminde gerileme, kas ve eklem rahatsızlıkları gibi sağlık sorunlarını beraberinde getirdiğini vurguluyor. Yetmiyor, algı ve duygu bozuklukları, sinirsel tipte sağırlık, kulak çınlaması, yoğunlaşma bozuklukları, depresyon, halüsinasyon, uyku bozuklukları, entelektüel yeti azalması, sosyal kimlik algısında bozulma, güvensizlik duyguları, kuşkuculuk, sosyal ilişki kalitesinde azalma, karşı cinsle ilişki kurmakta güçlük, sıkıntı, huzursuzluk, kötülük göreceği korkuları, sanrılar (hezeyanlar), gerçeklik duygusunun yitimi gibi rahatsızlıklara da neden oluyor. İstanbul Tabip Odası’nın Kandıra F tipi Cezaevi Raporu’nda mesela, hücrelerin görmede daralma, işitmede azalma, sinirsel sağırlık, tümör büyüme hızında artış, algı ve duyu bozuklukları, saldırgan davranış, güvensizlik gibi çeşitli rahatsızlıkları da beraberinde getirdiği açıklanıyor. Cezaevinden çıksa bile sakat kalma, çocuklaşma, felç gibi sayısız sorunlarla ömür boyu mücadele etmek zorunda kalıyor insanlar. Bir ara öyle kötüleşmiş ki durum, işte beyinlerine çip takıldığını düşünenler, kelebeği şeytan belleyenler olduğunu ifade ediyor tanıklar. 90’ların ortalarında da haberlerini yapardık; işte kanserli tutuklu ve hükümlüler, Akdeniz Anemisi olanlar, ağır hastalığa yakalanlar… Kitabında bunu rakamsal verilerle de ortaya koyuyorsun. Ülkemizden örnek verirsek, TBMM’de "hapishane ölümleriyle" ilgili bir soru önergesini yanıtlayan Adalet Bakanı Cemil Çiçek, sadece 2003’te cezaevlerinde "eceliyle", "intiharla", "cinayetle"' toplam 158 kişinin öldüğünü açıkladı. 158 kişi… Çiçek’in bir de burası bir konukevidir diye açıklaması vardı anımsarsın. Artık nasıl bir konuk evi ise. Sessizliğe Karşı’da bu ‘konukevlerinin!’, tecritin dünyadaki uygulamaları da tanıkların ifadeleriyle birlikte büyüteç altında. Baider Meinhoff denilen RAF fraksiyonu örgütü üyeleri için Almanya’da başlatılmış, sonrasında da Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmaya başlamış, Avrupa Birliği de bunu kabul etmiş. Modern anlamda ise ilk Nazi Almanyasının elinden çıkma. İtalya orijinli "Ölümün Kolları" ve "Ölümün Küçük Kolları" denilen mahpushaneler, İspanyol icadı "puerto" mahlaslı metal plakalı tecrit hücreleri, ABD’deki bütün hücrelere hâkim yuvarlak tipli Statev Cezaevi, temelini Nazizmin 1938’de attığı modern zamanların ilk tecrithanesi Stuttgart Stammheim… Berlin’in ünlü Moabit Cezaevi, ABD’nin Marion, Lexington, Butner tabutlukları, IRA üyesi mahkumların tutulduğu Maghaberry Hapishanesi, Fransa’daKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 891