28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

yollar yoğun, arabalar Gadarene domuzları gibi geçiyorlar peş peşe Kabarmış yumuşacık tüyleri cılız rüzgarda, pürüzlü yüzeyi gibi körpe yaprakların, tarazlıyor yeryüzünü tertemiz. Haberi yok hiçbir şeyden yükselen güneşten başka, onun kanlı şafağından hâlâ kızıllığı tepelerde, şakıyor, şakıyor ha bire, hep aynı ezgilerle, sağanakları seslerin sızdırıyor derinliğini içimdeki sığ yerlere, ama, gerçeklikte, bir kuşun istekleri yalnızca: çiftleşip, beslenmek, kanatlanmak yağmurda, algılamak ısı ve ışığı, gecenin çekilmesini, ansızın çıkan rüzgarı, suskunluklarını ya da. Bütün bildiğim bu, hiç değilse en azından kuşun saflığı, benim önsezim, hangisi daha iyi duygudur, hangisi daha güzel yüz, hangisi daha merhametli: kendini arayan yakarış mı yoksa bu basit ilahi mi güneşe söylenen? YALNIZLIĞIN GİZLENDİĞİ KARANLIK Cıyaklıyor yavru kedi, ufacık karanlıkta; yalnızlığın gizlendiği yerde. dövünüp duruyor ha bire yumuşak öfkesiyle yoksulluğunun. Kediler dövünürler mi, çığlık mı atarlar arzuyla karanlıkta; yalnızlığın gizlendiği yerde? ben miyim, öyleyse, cıyaklayan yavru, çıldırmış, öfkeden kuduran. Uzanan ben miyim öylece karanlıkta; yalnızlığın gizlendiği yerde, tükenirken bu yıldızsız gece, ben miyim dinleyen kanat çırpışlarını vahşi kazların çatıma kırağı düşürmüşler pislikleriyle? Miyavlıyor kedi, ıslık sesleri gibi gökyüzünün, onlar mı huzurumu çalanlar? Ne beklenir ki başka karanlıkta; yalnızlığın gizlendiği yerde ? Çarpık omurgalı bir şarkı benimki. diyorum, düzelir mi kırsam bir kemiğini? Yoksa çıkarsam mı ortaya çarpıklığını karanlıkta; yalnızlığın gizlendiği yerde? ŞAMAN Leopar uzanıyor, upuzun, benekli, altında dalların. Yaprakları görebiliyordum yalnızca beni fark ettiği anda. Öfkeden çok meraklı bakışları keskin, alev alev. Kınına koymuştu pençelerini, derken bir darbe indirdi burnuna. ‘Seni tanıyorum’ dedi bakıyordu gözlerini çevreleyen gölgelerin maskesinden. Gördüm tamamen, sonra ruhsuz güzelliğini, gücünü; ama korkmadım, miyavlayan yavru bir kedininki gibi yumuşaktı sesi, onu sevebilirim, demekti bu, henüz güvenmesem de, dokundum kulağına titreye titreye. Gözlerini kapadı, mırladı gür bir sesle, çektim elimi, dişlerini gösteriyordu akıtırken kara salyalarını diş etlerinden, höyükteki ölü kemiklerinden de beyazdı azı dişleri, baktı yeniden, büyülenmiştim bakışlarından aldığım zevkle, teşekkür etti dokundurup sert dilini tenime. ‘Evet’, dedi ‘uzun zaman önceydi. Yaşayan bir şeydi o zamanlar bu höyük. Sen, şaman, dans ettin üzerinde düşüp ölünceye kadar, bir leopar çıkıverdi küllerinden, koştu, akıtarak salyalarını, kutsal ayın altında. Ne oldu sana, kardeşim olan adama? Artık testis otları büyümüyor mu taşlarının arasında ?’ Göz yaşlarımı sildim, katladım kaskatı kesilmiş dizlerimi, sadece suskunluğun sesi duyuluyordu parçalanmış içi boş kemiklerimden. Aşağıda yabancı kent kendi işinde uğulduyordu; leopar izliyordu beni izliyormuş gibi yaralı bir hayvanı, eser kalmamıştı pençelerinin çocuksu merhametinden. ‘Hayır !’, ‘Hayır !’, diye bağırdım ödü kopmuş bir çocuk gibi kekeleyerek. ‘ulaştın hedefine sen; akan benim ve çiçeklenen bir ayın altında.’ Hüzünlü bakışlarını dikti üzerime. ‘Ama leoparlardır ölenler, dedi şamanların ölmesi gerektiği gibi’, çıkıverdi kırarak dalları, buzul zamanlardan çıkmıştı sanki. KAFATASI Geçiverdim onu tanıyamadan. Yirmi yıldan fazla olmuştu görüşmeyeli. İyi ki söyledi adımı: usulca, döndüm. Akıyordu telaşla arkamızdan arabalar karşılaştığımız kavşakta: ama sakin görünüyordu. Sordum, "Nasılsın?", oldukça kibardı bakışları, elini uzattı. Bir kadın, bir çocuk eli gibi kayboldu avuçlarımda. Hep böyle ufacık mıydı? İyiyim, dedim; güldü, dişleri tıpkı kirli tuvalet taşı rengindeydi. Anlamıştım, "Hala günde iki paket", titriyordu ayakları. Yaşımızı düşündük. Yetmiş ikisinde olduğunu söyledi. Yetmiş dörtteyim, dedim: ekledim; dünkü çocuk sıkıcı şakalar, kıçını şaklata şaklata etrafımızda fır dönen bir babun gibi uzamıştı sakalları. bakıyordu yan gözlerle. "Onları" beklediğini, söyledi alıp götüreceklerdi arabayla. Ailesi mi? Arkadaşları mı? Söylemedi: konuşmuyordu hiç eski günlerden. Gözlerine baktım, Huzursuz görünüyordu kaçırıyordu bakışlarını, şaşırdım teninin yumurta beyazı saydamlığına, kafatasının aldığı şekle. "Zayıflamışsın" dedim. gülümsedi yeniden, başını salladı, öylece demir atmıştı kehribar kıpırtısızlığına, eskisi gibi yumuşaktı bakışları gözlerinin bungun yuvarlarında. "Bağırsak kanseri" dedi ve koştu çökmüş, baldırları sarkmış arkadaşım yavaşlayan arabaya, zorladı kendini içeri, usulca çekti kapıyı. İzledim merakla el sallayacak mı, diye kaçırdı bakışlarını. Derken uzaklaştı araba yalnızca gölgeler bırakarak camında, nerede kaldığını söylemekten kaçınmıştı hep. KİTAP SAYI 846 Cevat ÇAPAN Şiir Atlası Tatamkhulu Afrika / Şiirler/ Çeviren: İlyas Tunç ‘Uzanan ben miyim öylece karanlıkta; yalnızlığın gizlendiği yerde’ Çağdaş Güney Afrika şiirinin en önemli şairlerinden Tatamkhulu İsmail Afrika, 1920 yılında Mısır’da doğdu. Babası bir Arap, annesi Türk’tü. Üç yaşında öksüz kaldı, Güney Afrika’ya getirilerek bir aileye evlatlık verildi. 2.Dünya savaşına katıldı, üç yıl savaş esiri olarak yaşadı. Savaştan sonra, başka işler yanında, maden işçiliği, barmenlik, tezgahtarlık, kitapçılık, bateristlik yaptı. 1964’de Cape Town’a taşındı. Irk ayrımı karşıtı direnişlere katıldı. Afrika Ulusal Kongresi’nin askeri kanadı, Umkhonto we Sizwe’de faaliyetlerde bulundu.1987’de tutuklandı, teroristler listesine alındı. 1996’da La Fondation Royaumont’ın daveti üzerine şiirlerinin Fransızca’ya cevrilmesi için Fransa’ya gitti. On yedi yaşında yazdığı ilk romanı, Broken Earth, Hutchinson Yayınları tarafından Ingiltere’de basıldı. Elli yıl boyunca eline kalem almadı. Yazmaya yeniden başlamasıyla birlikte önemli ödüllerin sahibi oldu: the CNA Deput Prize, Pringle Awards, Olive Schreiner, Sanlam Poetry Prize. 1990’dan ölümüne dek sekiz şiir kitabı yayımladı. Yaşamının daha sonraki bölümünü Cape Town’ın kozmopolit bir semti olan the BoKaap’taki bir evin avlusunda ağaç bir kulübede geçirdi. Eli açık, sevecen bir insandı; gelirinin büyük kısmını Guguletu’da bir İslam merkezi kurulması, çocuk bakımevi açılması için bağışladı. 2002’de bir trafik kazası sonucu öldü. Lirik ve anlatımcı şair, Tatamkhulu Afrika, dinsel, politik ve sevgi şiirleri üzerinde yoğunlaştı. Dünyaya, sıradan olanın arkasında hep, olağanüstü ve ölümsüz olanı yakalamaya çalışan metaforik bir açıdan baktı. Şiirlerini İngilizce yazdı, kusursuz bir işçiliği, yalın ve özgün bir biçemi vardı. İlk dönem ürünlerinde Gerard Manley Hopkins ve Walt Whitman etkilerini görmek mümkündür. Şairin, henüz basılmamış iki romanı, iki oyunu, bir otobiyografi çalışması, bir şiir dosyasıyla çok sayıda şiirleri bulunmaktadır. Şiirleri: Nine Lives (Dokuz Canlı1991), Dark Rider (Kara Şövalye 1993), Maqabane (Yoldaşlar1994), The Lemon Tree (Limon Ağacı1995), Turning Points (Dönüşümler1996), Flesh and the Flame (Et ve Alevler1998), The Angel and Other Poems (Melek ve Diğer Şiirler1999), Mad Old man Under the Morning Star (Tan Yıldızının Altındaki Yaşlı Çılgın Adam2001) Romanları: Broken Earth (Gücenik Yeryüzü1940), Innocents (Masumlar), Tightrope (Canbazipi), Bitter Eden (Acı Cennet) SAYFA 28 HİÇBİR ŞEY DEĞİŞMEDİ Ufacık, sert, yuvarlak taşlar kırılıyor altında topuklarımın, dönüşüyor tohumlar tüylü çekirdeklere uzun, mor çiçekli, sevimli yabanıl otlar arasından giriyor paçalara, teneke kutulara üzerine basılmış, çatırdayan. Altıncı Bölge. Hiçbir tabela yazmıyor bunu: ama ayaklarım biliyor benim, ellerim, kemiklerimi kuşatan derim, soluk alıp verişi ciğerlerimin , sıcak, beyaz, içeri doğru kıvrılan kızgınlığı gözlerimin biliyor. Kırılmış, tuz buz olmuş camlarla, bir bayrak gibi parıldıyor adı, dikilmiş duruyor yabanıl otlar, çimenler, işgalci Port Jackson ağaçları arasında: ağızlara layık, yeni pişmiş yemekler, kapı girişinde koruma, sadece beyazlar girebilir. Hiçbir işaret göstermiyor Altıncı Bölge, diye: ama biz biliyoruz nereye ait olduğumuzu. Dayıyorum burnumu pırıl pırıl vitrine, biliyorum, konukları görmeden ben, donatılacak masalar kesme bardaklar, keten örtüler, yalnız güllerle. Yolun altındaki, işçi lokantasında balık ekmek satılıyor. Al götür, ye üzerinde plastik bir masanın, sil parmaklarını pantolonuna, tükür, lanetler yağdır: yoksulluğunu duyumsa. Geri dönüyorum vitrinden, yeniden çocuğa, dudaklarının buğusu kalıyor camda, yuvarlak, ufacık. yanıyor elleri bir taş, bir bomba, parçalamak için camı. Hiçbir şey değişmedi. ÇALILIKTA ŞAKIYAN KÜÇÜK KUŞ Küçük kuş çalılıkta: CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear