24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

S ayısız fotoğraf karesi, sayısız görüntü (biri Werner Herzog imzalı pek çok filim) arasından üçünü seçip önüme koydum. Sanatçının genç bir adam olarak portresi, CartierBresson’un objektifinden.An’ın belirleyici yanını işinin püf noktası saymış, fotoğraf çekmek ile ok atmak arasında "karar" noktası açısından bir çakışma görmüş ustayı bu yüze, bu yüzde toplanan ele avuca sığmaz anlama yaklaştıran dürtü üzerinde düşünmek gerek. Portredeki genç adam, Philippe Petit. 1971’de gizli saklı, Notre Dame katedralinin iki kulesi arasına gerdiği çelik tel üzerinde, çevresini kuşatan güvenlik görevlilerinin ve aşağıda toplanan coşkulu kalabalığın önünde ilk cambazlık girişimini gerçekleştiren, 1949 doğumlu bir delifişek. CartierBresson onu ‘yukarıda’, ‘boşluk’ta asılı iken değil de, güpegündüz sokakta yürürken fotoğraflamış; demek ki, yineliyorum, sırrı uzaktaki bir siluette aramamış, iki kaçamak bakış odağının deldiği yüzmaskeye, maskeyüze bakmayı yeğlemiş. Katedralin iki kulesi arasına gerdiği telde yürüyen, havada denge sopasıyla ilerle Enis BATUR Pervasız Pertavsız Çizgili kâğıt üzre kalemle ilerlemeye dair fede, panzehir cephesinde ölçü’ler var. Denilebilir ki: Resim sanatından, Musikî’den, Sinema’dan ya da Tiyatro’dan tanıdığımız ölçülerden daha mı zalim, buradakiler? Philippe Petit’nin soğuk ve sıcak terler dökerek okuduğum iki kitabından anladığım kadarıyla, cambazlığın matematiğe, meteorolojiye, fiziğe, psikolojiye, düğüm sanatına, gövdenin kimyasal haritasına ve pek çok başka ölçü evrenine bağlı kurallarını en ince ayrıntısına dek hâkim olma yolunda getirdiği tek bir bileşik ölçü söz konusu: To be or not be. Philippe Petit’yi bir serüvenciye indirgemek, en hafifinden Hayat’ı hafife almak olur. Şüphesiz, dudak uçuklatıcı bir serüven boyutu var, ip cambazlığının, tel cambazlığının böylesinde. Bu serüven türünü, Serüvencinin Portresi başlıklı derin kitabında Roger Stephane derinlemesine incelemişti. Korkunun tanımının değiştiği bir alana açılıyoruz orada. Philippe Petit "Korku, ayakları yeryüzüne basanlardadır" demişti. Otuz beş yıldır yaptıklarına baktıkça, kanıtı başka yerde aramıyorum kendi payıma. Denklemin ürpertici tuhaflığı belki şöyle kurulabilir: Yerden yüzlerce metre yükseklikte, iki nokta arasına gerilmiş boşlukta salınan bir telin üstünde cambaz yürüyüşüne koyulduğunda, aşağıdan seyredenlerin yüreği hopluyor, içlerini alt edilmesi güç bir vertigo duygusu kaplıyor. Bakanlar duruyorlar; ötekisi, bakılan hareket halinde, asıl seyreden o. Aşağıdakilerin hanesinde hiçbir doğrudan riziko payı yok gerçekte. Cambaza gelince, gereği neyse onu yerine getirmiş, getirmeyi sürdürüyor: Ondandır, kendisine sorulsa, riziko payını en aza indirgediğini, işinin bu olduğunu söyleyecek. Gene de anlaşılmaz bir değiştokuş gerçekleşiyor burada: Heyecanın hemen tümünü aşağıdan bakanlar üstleniyor, onu öylesine yoğun bir biçimde çekip kendilerinde topluyorlar ki, yukarıdakine kırıntı kalmıyor. Tel, tam kıvamında çekilmiş olmalı. (Fitz carraldo öyküsünün çekimleri sırasında, gemiyi çeken bir çelik kablonun aşırı gerilmesi üzerine, bir Amazon yerlisi Herzog’a “Tele kötülük yapma” demiş: “ruhu acıyabilir”.) Rüzgâr doğru ölçülmüş olmalı. (Yönü ve gücüyle gövde, yol boyu, onunla giyinecek.). Denge sopası özenle hazırlanacak. (Bunun için, her seferden önce, ne yapıp edip, Turgut Uyar’ın ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’ hatmedilecek: "Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun. Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi. Ama olmuyordu kendisi vardı".) Philippe Petit, büyük olasılıkla Turgut Uyar’ın adını duymamıştır; şairin de cambazı duyduğunu sanmıyorum. Gelgelelim, birinin bütün gökyüzü programı, çok önceden Büyük Saat’te yazılmıştı. Yaban fizik için yabanın yabanı bir Metafizik: "Böylesi daha yakışıyor bildiklerime." Bütün bunlar gerçek olabilir mi? Hakikat’in tam neresinde duruyordur, duruyorsa Philippe Petit? Son fotoğraf, Hayat’ın çekirdeğinde saklı illüzyonun bir karşılığı, işin içinde düşün, düşselin, düşlem düzlemine ait olanın payı ağır basmasa, şu durum karşısında kalınmazdı: 7 Ağustos 1974 günü sabah saatiyle 07.10’da Philippe Petit iki kule arasına gerdiği telin üstüne adım attığı andan başlayarak fotoğrafçılar işe koyulmuş, Seçtiğim görüntü karesini neden seçtiğimi açıklamayı ise okura hakaret sayarım. Üzerinde düşünmemizi gerektirecek soru canalıcı, buna karşılık: Olan ile kaybolan arasındaki ilişkiye nasıl sokulabiliriz? CartierBresson bir dayanak noktası veriyor: "Her birimiz için, görünüşten yola çıkarak sonsuza doğru genişleyip giden boşluk, az ya da çok, yoğunluğuyla bizi etkileyen ve hemen amaçlarımızın içine gömülen havada biçim değiştiren şeyi bize sunar. Bütün anlatım araçları içinde, yalnızca fotoğraf meye koyulan adamın ustalığı hiçbir deneyime dayanmıyormuş: İşinde ağır ağır pişmiş, adım adım riziko çatısını yükseltmiş, evreden evreye geçmiş biri yokmuş 26 Haziran 1971 günü, tepede: CartierBresson’u, Açlık Sanatı’nın yazarı Paul Auster’i, Cerra Torre’nin yönetmeni Herzog’u büyüleyen, Sanat’ın kurallarını tersyüz eden bir girişimle karşılaşmaları mıydı acaba? Philippe Petit’nin boşluğa adım atış biçimi, Notre Dame serüveninden World Trade Center’ın ikiz kulelerine, oradan Eyfel’e ya da Grand Canyon’a uzanan repertuvarı anımsanacak olursa, bugün geri dönüp baktığımda, en çok Rimbaud’nun beyaz kâğıda yürüyüşünü andırıyor. Bu uz’un, hüner’in; o gözüpekliğin, hercai atılımın; şu "denge uzmanlığı"nın net bir açıklaması yok elimizde. Auster, onu izleyen kitle karşısında sessiz, dilsiz, neredeyse varlıklarına kayıtsız biçimde işini görmeye koyulan Philippe Petit’nin bir tür hipnoz olayı gerçekleştirdiğine değinirken, "palyaço" ve "iblis" figürlerinin arasına kendi cümlesinde bir tel gerer ve onun üstünde yürür. İkinci seçtiğim fotoğraf, bu "ilk" kalkışım ânına denk geliyor: Ya şimdi öleceksin, ya şimdi cambaz olacaksın. Karar ve kararlılık yeterli olabilir miydi, Herzog’un deyişiyle, bir adamı "Hava’nın İmparatoru" kılmaya? Bundan fazlasının, ötesinin gerektiğini gösteriyor Petit’nin yaptıkları. Tel cambazlığı, hiçbir sanat dalında bunca somut biçimde bedelin ölüm olamayacağı bir alana götürüyor insanı. KarşıkeSAYFA 14 belirli bir anı saptayabilir. Biz kaybolan şeylerle oynuyoruz ve kayboldukları andan başlayarak, geri getirmek olanaksızlaşıyor. "Bütün bunlar yan yana geldiğinde, bütün elimde avucumdaki uçup gidiyor. Philippe Petit’nin teması, gökyüzündeki yürüyüşü, bundandır, bana başlangıçta bembeyaz, bomboş, dilsiz bir sayfaya yerleştirilen ve orada harflerini bekleyen çizgileri anımsatıyor. ? Haftanın Kitabı: Kahvehane ve İktidar/Server Öztürk/Kırmızı Yayınları CUMHURİYET KİTAP SAYI 846
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear