Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? Unutulmaz bir atlı’ydı... ? Faruk DUMAN ykücülüğümüzde bir 50 kuşağı var... Çoğu zaman adları bir arada anılır, yazıları pek birbirine benzemese de. Bu herhalde bir edebiyat akımı olmamaları nedeniyledir; yazdıkları değil ama belki öykü sanatına yaklaşımları, dil anlayışları "kuşak" yapar onları. Bir de tabii çalışkanlıkları, dergileri ve tartışmaları... a dergisinin altıncı sayısında şunları söylüyor Konör (Konur Ertop): “Devrik tümce, uygarlık değiştiren, ekin değiştiren bir toplumda, düşünce değişikliği ile ilgili bir biçim ileriliğidir. Yazı dilinin değişmez yapısı diye bir ölçü yoktur...” Aslına bakılırsa, a dergisiyle (ve doğal olarak ona omuz veren kuşakla) birlikte edebiyat anlayışını değiştiren şeyin biraz da dile yaklaşım olduğu söylenmelidir. Hatta belki ileri gidilerek, bu kez biçimin (yani dile yaklaşımın; bununla birlikte oluşan yeni dil anlayışının) içeriği belirlediği bile söylenebilir, neden olmasın? Bizde Atatürk’ün devrimleri biraz da bu dış biçimler yoluyla sağlamıştır başarısını. Edebiyatımızın dilde özleşmeyle, halka yönelmekle kazandığı/kazandırdığı az mıdır? Ö 50 KUŞAĞI... Öykümüzü bugün aldığımız anlamda öykü yapan, daha doğrusu bunun yolunu açan Sait Faik’se, duvarı ören, böylece öykünün romandan bütünüyle bağımsız, şiire de epeyce mesafeli kılan da işte bu 50 kuşağıdır. Bu bakımdan artık öyküyü bir kimlik sahibi, ayakta layıkınca duran bir yazınsal tür olarak yazıp okuyabiliyo ruz. Erdal Öz, bu kuşağın en önemli temsilcilerinden biriydi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken yakın arkadaşlarıyla (Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Hilmi Yavuz gibi) birlikte bir dergi çıkarmaya karar verdiler. Hukuk günleri, daha sonra pek çok konuşmasına ve öyküsüne girdi. Kendisinin de çok sevdiği Sevgili Acı da bu öykülerden biri. Bakın arkadaşlarıyla buluşarak saatlerce edebiyat konuştuğu kantini öykünün girişinde nasıl anlatıyor Erdal Öz: “İstanbul Üniversitesi’nin büyük kantini, bir basketbol salonu kadar geniş, yüksek tavanlı bir salondu. Kimi ders çalışan, genellikle derslerden kaytarıp keyif yapan öğrencilerle dolu bir salon. Ortada dört büyük yuvarlak masa. Haliç’e ve yandan Boğaz’a bakan camların önünde birörnek, dörder kişilik dikdörtgen küçük masalar. Bu masalarda güzel hayallere dalınır, güzel sözler bulunup söylenir, güzel kızlarla güzel aşk tezgâhları kurulurdu. Bu masalardan çok şair, çok öykücü çıkmıştır; birkaç da romancı elbette. Ve pek çok profesör, siyaset adamı; bakanlar...” (Cam Kırıkları, s.79). a dergisi burada biçimlenmişti. Erdal Öz de ilk öyküleriyle edebiyat üstüne ya Erdal Öz, eşi Samiye Öz (yanda) Nezihe Meriç (yukarıda) Selim İleri ve diğer dostlarıyla ... zılarını burada yayımladı. "Yazılarımızı kimse basmıyordu, biz de kendi dergimizi çıkarmaya karar verdik," diyordu. Bir yanıyla eski edebiyatı yenilemiş, onu aşmış, bir yanıyla da ona eklemlenmişlerdi. Zira en büyük öncülerinin Sait Faik olduğunu hep söylerdi Öz; özellikle Alemdağda Var Bir Yılan, a kuşağının manifestosu gibidir. Bu kitabın izleri hem Onat Kutlar’ın İshak’ında, hem Erdal Öz’ün Yorgunlar’ında görülmekte. Ama elbette iki isimle sınırlı kalmadı. Leylâ Erbil, Bilge Karasu, Ferit Edgü, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner gibi öykücüler hep bu kaynaktan çıktı, beslendi ve eski öykü anlayışını altüst etti. Gerçekleştirilen değişiklik elbette yalnızca dilde bir özleşmeyle sınırlı değildir. Başta da söylediğim gibi, hikâye türünün yapısını değiştirmişler, daha doğrusu onu Marxvarî bir söylemle ters dururken, ayakları üstüne çevirmişlerdir. bir parıltıyla da yazılabilir, uzun bir ön hazırlıkla da.” BİR BÜTÜN OLARAK İNSAN a dergisi’nin ilk sayılarında denemeler yazdı Erdal Öz, edebiyat üzerine görüşler sundu, polemiklere girdi, örneğin Nezihe Meriç’in Topal Koşma’sı üzerine upuzun bir inceleme yazdı. Derginin üçüncü sayısında yayımladığı Halka Yönelmek başlıklı yazısının ilk cümlesi şöyleydi: “Halka yönelen bir sanat bence işlevini yitirmiştir.” Ve ekliyordu: “Bence iç yaşantıları veremeyen nesnel bir gerçekçilik, eksik bir gerçekçiliktir. İnsan gerçeğine uzak kalır.” Erdal Öz’ün istediği, insanı bir bütün olarak anlatmak, anlatabilmekti. Bunu başarmıştı da. Gülünün Solduğu Akşam’da Deniz Gezmiş’in ve bütün öbür devrimci gençlerin öylesine canlı, sıcak, oldukları gibi aktarılabilmelerinin nedeni, yazarının bu inceliği, sevgisidir. Bu bakımdan Erdal Öz katı gerçekçilikten yana hiçbir zaman olmamıştır; bunu hem ilk yazılarında (ne yazık ki sonraları bu tür deneme ve incelemeler yazmayı bıraktı; bu hem öykü ve romanda yoğunlaşmak isteğinden, hem de başının beladan kurtulmayışından kaynaklanmıştı elbette) hem de sonraki bütün kitaplarında görülebilir. Erdal Öz bir edebiyat işçisiydi, kurduğu yayınevine ruhunu katmıştı, bu şimdi kitap kapaklarından metin seçimlerine kadar yayınevinin her işinde görülebilir. Edebiyatın her alanına sevgiyle yaklaşmış, hatırında yüzlerce şiir tutmuş, bunları dostlarına okumaktan büyük zevk almış, sevdiği şairyazar dostlarıyla söyleşiler yapmış, genç yazarları övgüyle onurlandırmıştı. Hep hareket halindeydi, bir hız erbabıydı, o unutulmaz öyküsündeki gibi, Unutulmaz Bir Atlı’ydı. Toprağına yıldız yağsın... ? KİTAP SAYI 849 TEHLİKELİ BİR ÇABA Ben buradan hareketle (elbette sözcük değişiminin dil devrimimizin etkisiyle gerçekleştiğini de kabul etmek zorundayız) değişen türe artık eski adla seslenmek olamazdı, demiştim bir yerde. Bundan ötürü hikâye, artık öykü denmekle anılır olmuştu. Artık ne eski anlayışla hikâye, romanın kısası demekti ne de öykü, şiirsel düzyazı oluyordu. Bizde de bundan böyle düşünsel yoğunluğa sahip, anlık duyguları ya da olay parçalarını aktaran anlatımcı kısa metinlere öykü deniyordu. Ters duruyordu, ayakları üstüne oturtmuşlardı. Benim de katıldığım Öykü Üzerine başlıklı bir panelde şunları söylemişti Erdal Öz: “Diyelim hava ansızın bozuyor, ardından müthiş bir yağmur başlıyor, belki bir gün bir gece sürüyor, şimşekler, yıldırımlar... Buna bir roman dersek, öykü, bütün o fırtınalı gecenin içinde bir ara çakan bir şimşeğin aydınlattığı bir alan olabilir ancak. Öykü yazmanın roman yazmaktan daha tehlikeli bir çaba olduğunu biliyorum. Yani, öykü yazabilirsiniz, kısa sürede bir öykü çıkarabilirsiniz. Uzun uzun tasarımlar yapmak, kişilikler belirlemek, olaylar geliştirmek, bir serüven tasarlamak gibi uzun bir ön çalışma istemez öykü. Bu uzun çabalar romanın gerektirdiği şeylerdir. Öykü ise, bir anlık SAYFA 26 CUMHURİYET