Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Muhittin Birgen’in anıları, 1936 yılında, yani yaşandığı dönemden bambaşka bir atmosferde kaleme alınmış. İttihat ve Terakki’ye içeriden ve kuşkusuz savunmacı bir yaklaşımla bakan bu anılar, bu kritik dönemin arka planına dair bize oldukça zengin malzeme sunmasıyla özel bir değer kazanıyor. kette, kendisine misafirperverlik göstermiş olanlar aleyhinde yaptığı bu teşebbüs, onun için şeref verici bir hareket olmamış ve bu bakımdan biz Türklerin canını sıkmıştır” (s.133). *** Kuşkusuz M. Birgen’in anıları, gerek önemi gerekse de hacmiyle, burada bütünüyle değerlendirilmeyi olanaksızlaştırıyor. Bu nedenle önemli ve sorunlu alanlarından birini, İttihat ve Terakki’nin, 1908 devriminin amaçlarıyla tümüyle zıtlaşan iktidar pratiğini aklayan yaklaşımını irdelemekle yetineceğim. Kimi biçimsel ve kişisel eleştiriler dışında, İttihat ve Terakki pratiğini savunan Birgen, bu değişimdeki sorumluluğu da dışsal faktörlere yüklemek kolaycılığını seçiyor. İttihatçıların temel paradoksu 1908 devriminde yapacaklarını iddia ettiklerinin tam tersini, üstelik devirdikleri Abdülhamit’in zaten yaptıklarını tekrarlamış olmalarıydı. Abdülhamit’i, Alman işbirlikçiliği ve istibdadı nedeniyle devirmiş, aradan çok geçmeden aynı istibdat ve Alman işbirlikçiliği bizzat İttihatçılarca yürütülür olmuştu. Birgen ise, bu gelişmenin kaçınılmaz olduğu yargısıyla yazıyor anılarını. Ezilenler adına iktidar olan İttihatçılar, hızla eski rejimin muktedir ve sözcüleri olurken, hak isteklerinin gerçekleşmesini bekleyen diğerlerini, tıpkı önceden kendilerini ezenler gibi ezmeye yöneliyor, Abdülhamitleşiyordu. Türkçülük ise bu yeni ezicilerin, hem diğer milletler hem de bizzat Türk halkına karşı meşruiyet aracı olarak yükseltiliyordu. O zamana kadarki İmparatorluk tarihinde en büyük baskıyı yaşamış olan Türkmenler, bu kez kendileri adına iktidarı kullananlarca istismar edilirken, diğer milletlere karşı da savaş gücü olarak kullanılacak ve bu süreçte hem başkalarını kıracak hem de kendileri kırılacaktı. Birgen, önceki dönemi kastederek, “Türklerin ağız açmaya hakları yoktu” gibi ifadelerle, sözde Türkler adına “mazlumluk” söylemi geliştirirken, İttihatçıların Türk halkını Alman emperyalizmi ve imparatorluk siyasetinin askeri haline getirmelerini gizlemeye çalışıyor. Özetle İttihatçılar, çürümüş ve tarihsel olarak ömrünü tüketmiş bir imparatorluğun müstebitlerine dönüşeceklerdi.Bu politika emperyalistler arası savaşa taraf olarak katılmakla bütünleşince Osmanlı coğrafyasının bir katliamlar coğrafyasına dönüşmesi de kaçınılmazdı. Oysa meşru savunma çizgisinde kalmak, emperyalistler arası savaşın dışında kalmak, içte ve dışta barışçıl bir politika savunmak gibi bir başka seçenek daha vardı; ama ne İttihat ve Terakki’nin triumvirası bu seçeneği istedi ne de Birgen, çıkardığı derslerde bu eğilimi gösteriyor. Oysa bütün enerjilerini birbirini boğazlamaya harcadıktan sonra emperyalistlerin, savaşa girmeyecek Osmanlıyı ele geçirecek takati kalmayacağı gibi ciddi bir seçenek ve bunu savunan pek çok yönetici vardı. Dolayısıyla Osmanlı coğrafyasının iştahları kabartması ve paylaşım planları, savaşa girmek gibi korkunç bir maceranın mazereti olamazdı. Ama buna rağmen savaştan kendine ikbal arayan İttihatçı çekirdek, gerçekleştirdikleri komployla Savaş ve Alman işbirlikçiliğini oldubittiye getireceklerdi. Dolayısıyla “İttihat ve Terakki ittifakı yaparken zaten harp etmeyi düşünmüyordu” (s.187) iddiasının hiçbir inandırıcılığı yoktu. Onun istibdat yönelimine dair yorumu ise bir inkılapçının müstebit ideoloğa dönüşümünün hazin ifadesidir: “İttihat ve Terakki inkılabın Osmanlı’da kopardığı fırtınaya dalınca, altındaki meşruiyet teknesinin dua ile yürümeyeceğini görmekte gecikmedi ve dalgalar arasında bocalayan aciz ve zayıf tekneyi kurtarmak için onun kıçına bir ‘idarei örfiye’ pervanesi taktı” (s.143). Sonuç ise herkesin malumu olduğu üzere dış saldırıları üzerine daha çok çeken, iç ayaklanmaları daha da kışkırtan, dağılma ve yıkımın ve tabii yoksulluk ve katliamların Abdülhamit dönemini katlaması olacaktı! ? KİTAP SAYI 849 Erdoğan AYDIN Kritik B azı kitaplar var ki, yazarın fikirlerine katılmasanız bile size başucu kitabı olurlar; kitap konu ve kapsamıyla, kendisiyle ilgilenmek zorunda bırakır sizi. Muhittin Birgen’in “İttihat ve Terakki’de On Sene” adlı anı kitabı tam da böyle bir kitap. Ben de bu nedenle kritiğime bu kitapla başlıyorum. Öncelikle Muhittin Birgen’den söz etmeliyim. Kitabı gerçekten büyük bir emek ve dönemin tüm ayrıntılarına hâkim ciddi bir birikimle hazırlayan, hem daha anlaşılır kılmak hem de döneme ilişkin çalışma yapacaklar için notlayan Zeki Arıkan’dan da öğrendiğimiz gibi, M. Birgen, İttihat ve Terakki’nin sözcüsü olan gazetenin, yani Tanin’in başyazarı. Diğer yandan, Meclisi Mebusan’da Çorum, Cumhuriyet Meclisi’nde ise Mardin milletvekilli, eğitimci, çevirmen, kooperatifçi, bürokrat ve yayıncı. Dönemin doğrudan önderi veya ideoloğu olmamakla birlikte bütününü en geniş gözleyebilen, arka planına en çok vakıf bir şahsiyet. Kuşkusuz nesnel bir tarih yazımının ne denli mümkün olabileceği sorusu bir yana, anı yazıcılığında nesnelliğin imkânı üzerine bir dizi rezervimiz olmalı. Bilineceği gibi tarih yazımı, fizik veya matematik gibi bilimlere oranla, onu yazanın hayat karşısındaki duruşunun etkisine açık İttihat ve Terakki neydi? bir alan. Bilimsel bir disiplinden çok, edebiyat türü olan anılar ise öznelliğe daha da açık. Nitekim Birgen’in anıları da bu öznelliklerle dolu. Bununla birlikte bu durum, anı yazımının tarihin daha bütünsel kavranışında olmazsa olmaz tamamlayıcılar olduğu gerçeğini de değiştirmez. Birgen’in anıları, 1936 yılında, yani yaşandığı dönemden bambaşka bir atmosferde kaleme alınmış. İttihat ve Terakki’ye içeriden ve kuşkusuz savunmacı bir yaklaşımla bakan bu anılar, bu kritik dönemin arka planına dair bize oldukça zengin malzeme sunmasıyla özel bir değer kazanıyor. Bu bağlamda Z. Arıkan’ın, “bu anıların yeni bir tartışma ortamı yaratacağına olan inancını” paylaşıyor, en Muhittin Birgen azından diliyorum. Çünkü Birgen’in anıları bunu fazlasıyla hak ediyor. *** Sol eğilimler de sergileyen Birgen’in, bazı dönemler materyalist tarih anlayışını savunduğu, Engels’i çevirdiği, Sovyet devriminden ciddi anlamda etkilenip, onu “emsalsiz bir inkılap” olarak nitelediği biliniyor. Ancak yine de İttihatçı yanının çok baskın olduğu, yaşam pratiğinin bütününde yapılacak bir değerlendirmede, onun pragmatik, dahası dönemin güç dengelerinden etkilenen “memur” kişiliğe sahip olduğu da unutulmamalı. Döneminin en donanımlı kişilerinden olmakla birlikte güç dengelerine göre fikir değiştiren biridir. Kurtuluş Savaşı sürecinde İttihatçı geleneği ve arkadaşlarıyla bağını sürdürecek, onlara ilişkin Anadolu’daki eleştirilerden rahatsız olacaktır. M. Kemal’e “hürmet, hayranlık ve itimat” etmekle birlikte kendi “ilmi ve usulü” çerçevesinde Kurtuluş Savaşı’nın başarısına karşı da inançsızdır. Ankara’da “Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürü” olarak geçirdiği süreçte karşılaştığı eleştiri ve soruşturmalar, gözlediği bölünme ve tartışmalardan çok olumsuz etkilenecek ve Ankara’daki süreçten “asap ve ahlak çürütmeye mahsus bir cehennem” olarak söz edip Kafkasya’ya geçecektir. Bu dönemdeki duruşu, anılarını kaleme alacağı yıllardan farklıdır. Kurtuluş Savaşı günlerinde Kazım Karabekir’e yazdığı mektupta, “Unutulmamalıdır ki Enver ve arkadaşları, bu defa gayet mühim bir meseleyi ortaya atmışlardır: İçtimai İnkılap!” (s.27) diyecek, ancak anılarını yazacağı tarihte bambaşka ve en azından Enver’in şahsında daha gerçekçi bir tablo çizecek, onu “maceracı” diye niteleyecek, kendisiyle arasına net mesafe koyacaktır: “Yarı siyasi yarı yağmacı çeteler” olan Basmacıların başına geçişini kınar ve bu girişimi, “Sarıkamış muharebesinden daha delicesine bir teşebbüs” (s.759) olarak niteler. “Bunlara dayanarak Asya’da bir Türklük hareketine kalkmak neticesiz bir sergüzeşte atılmaktan başka bir şey değildi. Bolşevikler onu pek başıbozuk bir kuvvetin başında dar bir alanda sıkıştırmışlar. Son dakikada yanında olup kaçmaya muvaffak olan bir Türk’ten öğrendik ki kurtulma umudunun kalmadığını görünce birdenbire siperden çıkıp kendisini mitralyöz ateşinin içine atmış. İşte teşebbüslerinin zamanını, istikametini ve nispetini tamamen tayin edemeyen bu enerji böyle söndü. Bilhassa misafir olarak yaşadığı bir memle SAYFA 22 CUMHURİYET