28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

yeniden asilikleri vurup dağıtarak sağı solu uzakları katlayarak geniş risalelerle mesafeleri tavaf ederek. Tatlı yıldızlarda acı bir ışık çalkalanır sonra kapalı ve çıplak çakıl taşlarını batırır karışarak güzelleşir, onunla ışıldayan taşların bedenini okşar çıplaklığı serilir o parlaklık ve anlamla karışır, o anlam ve yoksulluk o boşluk boşalır ulu bedenlere o esir olana sonunda kadın bu güzel şehveti okşar anması gerekir sonunda. DOST Bana, uzak uykulardan geldi beni görünce gözyaşlarını tutamadı, bana uyuma dedi: yeni bir müjdeyle ikinci şahsım olarak yorgundu yatağa gömüldü eski bir sur gibi çözülerek ayrılıkların getirdiği uzaklarla cebelleşerek kalkıp hayali ağaçlar sanıp saldırır bana dilediği gibi kullanarak kimsesiz boşluğa bürünerek görünen gerçekliğin sessizliğiyle beni bağlar, ağzımı kapatır, kapalı Sodom’a kitabımı gömer. Günbatımını kesip getirir korkutup uzaklaştırdığı burca kaldırım taşları yüklü, dibimde, ağaran uzak gemilerin pirincinde giysilerim, ruhumun ardındaki mesafe dizili evleri düzenler suskunluk yayılır şehrin koynuna akşam kovulmuş, adımlarımda durur karanlığı kalabalığı zamanın sepetinde doldurarak gün doğuşu ise uzakta nehir zenci kızların saçlarını tarar inleyen, o atlatıcı fabrikasına gider ayaklanan işçileri çiğner düşlerini bir başka bahara erteler asa ve demir çubuklarla soyulmuş derilerle kapatır kaldırım taşlarını ekmeği ezer cesareti kırar Günbatımını kesip getirir beni ve acımı kovulan günbatımından dostum yanıma geldi, uzak uykulardan gelir gelmez ruhumu yıktı düşlerini gerçekleştirerek, gizini bana açarak, ağlamadı bedenimi böyle görünce dedi babam ve dostum: sonu gelen iki kıyı kalır arzuladığım, damım ve soluğum olan sarışın mesafeler daraldı içine dolduğum, ey baba daraldı Kıyılar kırıldı ey baba Ancak uzaklaşmayacağım baba… Roma’nın dini çalındı ruhun sakalı çalındığı gibi bütün rehinelerden toz zerresiyle yarışarak uzaklaşmadan Ey baba görüyor musun, görüyor musun? Bindiği gemiyle gelir gelmez kalbimi kırar tanrının evinde der, ruhu çiğnendiğinde, boşuna çekilmiş kürek olur ve şikâyetin acısına tezat buradaki gerçek ellerine bulaşır üç defa tanrıyı inkar etmez, bu memleketin atmosferinde bütün kiniyle uzaklaşmadan ayağı bağlı ve gamlı uyuma, dedi bana, yeni bir müjdeyle ikinci şahsım olarak yanıma uzak uykulardan geldi. KİTAP SAYI 847 Cevat ÇAPAN Şiir Atlası suyun durduğu yerde, bir defa daha, durduk bir zaman dedi: "Görünmeyeni göstereceğim sana ikimizin rüyasının gizini göstereceğim gerçek sürecini" peygamberin tavrını takınır ellerini başımın üstüne koyarak anlamlı, gözlerini kapadı sarkan bulutların üstünde bir tüy edasıyla dedi: annem, beni ıslak bir kayanın üstünde buldu hayatın yanağında süzülen gözyaşı olarak. SUYUN SURETİ Ben suyum havayı emdiğim zaman erir, kayalıkları emdiğim zaman erir, nehrin yatağında akarım ruhumu okşayan iki dağın arasında karadaki dağları düşlerim onlardan etkilenerek ben bulutların çıplak memeleriyle doygun memeleri ağzıma sarkar uzaktan dingin esen rüzgârla dolu. Ben suyum yıldıran toprağın inadına bitkiler filizlenir ovaların inadına melekler saldırır büyük adaların denizine karışırım uzakları tavaf ederim gün batımının resmini yaparak. Kaplumbağa bedeniyle ulaşırım kıyılara insanların uzandığı insanların beni sırt üstü çevirdiği sabanın çıplak elleri arasında suyum ben kokumla yıkanır eller silinir dudaklar kalpler atar. Ben suyum havayı emdiğim zaman şimdiki gibi insanları emerken eriyen. YAĞMUR VE HEYKEL Suyun gömleği ışıldar kazılan kuyunun elmasında emirle koparılan onunla övülen memeler yıkanır kışkırtarak her defasında, şehvetin melekleri döner bu övgünün kışına sığınan su dişinin şehvetini ateşe verir emekleyen çocuk bulutlara benzeyen bir nida gibi, dudakların ikliminde kokar yağıp gökyüzü açılınca, çağıran yatakta fışkırır yağdıkça uçurarak kayıp bizleri… esmer yüceliğin çıplaklığını yakarak, eski saldırılara karşı koyarak rahim örtünerek uzayan aldatmalara dişinin ilk kapısıyla genişler ipekler suda çalkalanarak temizlenir gizli billuruyla koparılan güllerin parlaklığını silerek, kayıp kayalarda parlar açılır, su durulur bulutlar yükselir iştahlı yatağa örtülür taşlar, döküldüğünde sökülür ışığı ağarır ağaran çalkalanır elma bahçesinde gizi ifşa olur suyun gizli kokular saçılır, Ceryes Samawi/ Şiirler/ Çeviren: Metin Fındıkçı ‘şaşkın şarkılar ve küller ardıma düşer’ Ceryes Samawi, 1959 yılında Ürdün’ün başkenti Amman’da doğdu. Ürdün ve Amerika’da İngiliz Edebiyatı ve Felsefe Bilimi ile İktisadi ve İlimler Akademisi’ni bitirdi. Ürdün TV’de kültür programları hazırlamaktadır. Arap şiir ve edebiyat festivalleri yöneticilerinden. Şiirleri İngilizce, Fransızca ve İtalyancaya çevrildi. KUTSANMAK Eriyorum, secde eden mumlar gibi sonunda ışığın suya düştüğü an gibi hüzünlü bulutların parladığında çıkardığı uğultuyla eriyen ruhunu emerim ey meleklerin en güzeli. Hangi dişi senin ateşindendir? Kadim bir ay gibi gökyüzünde kutsal sessizliğimden beni soyan kibrimden beni uyandıran melekliliğin taşında yandığım, heykelim, mucizelerin en güzelisin. Senden nerelere kaçsam? Hangi akşam kucak açar Onca çıplak kanıma? Hangi kayaya ölümümü gizlesem çırpınan bedenimi kucakladıktan sonra namaza duran! HOŞÇA KAL Bir defa daha iki kanatlı ışıkla yüzleşiyorum yorgun ruhumun üstünde yakalıyorum hoşça kal şarkılarını söylüyorum, uzun bir süre şaşkın şarkılar ve küller ardıma düşer, uzun bir süre düş gibi güzeldir bu uzun süreler. Keşke tekrar yorgun düşse ruhum keşke havada yayılan dumanla uyusam keşke bu mekânın sisiyle ağırlaşsam saklı kaldığım yere girerdim kirpiklerim mızrak gibi beni dürterdi, çadırımın üstüne oturturdum onu, gezginler gelir başında toplanırdı. Küçük bir melek gibi elleri sahranın boşluğunda ağzı kutsal dut tanesi gibi bir defa daha iki kanatlı ışıkla yüzleşiyorum, hoşça kal derken yakalıyorum sırat köprüsünde şaşkın şarkılar ve küller ardıma düşer. KIBLE Işıldayan ışıktan yüzümü çevirdi SAYFA 36 süzülerek eski bir şarap gibi kusursuz bir geometri çizgisiyle ve ağzı kutsal kitabı okur bütün okullarda bizi büyüleyen ruhu bir uğraş arar uzaklaştırır ve yok eder bizi oradaki yıldızımız mekânı ateşe verir ve diner ağzının hatları tartıyla çizilmiş kapalı oradaki nağmesi asadan kaçmış öksürük yatağın üstüne bırakır Rebab’ı hikâyesi tarlada iniltilerle kovulmuş dostları bal sunar yer annesinden haber almadan ve ben ağzıma yapışan arıya dokunmam ve eriyen çıplak muma. DENİZ Onca gizi onca düşü Mustafa’nın onca ateşe verdiğim toprak uzak kışlar gibi ve gizli rüya onca iç açıcı yağmur onca çakılan kazığın sesi geçmişin perdesiyle örtülen akşam, Sodom’da batan her şeyi gören de o hiçbir şeyi görmeyen de sudan bir durakta toprağı aşan ikisidir ikisi uzak mesafelere giden gemilere yol gösteren onlar gözü kapalı gururla âşıklara inciden armağan veren övgü dolu çabalarla onca tırpanlayan dalgalarla akşam gibi, ay zıttı olur bedenin eriterek saklı kartalın tacı kalıba döküldükten sonra zafere imza atar peşine düşmenin güzelliği yalın ayak karada çıplak tir tir titreyen birine yardım eder gibidir, suyun üstündeki aynada olmaktır vahşeti unutarak, büyük korsanların vahşetidir, CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear