Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yalçın Pekşen'le 'The Türkler'i konuştuk ‘Mizah Ruhun Emniyet Supabıdır!’ Mizah ruhun emniyet supabıdır. Biz de dört mevsim mizah yapılan Türkiye'de ağlanacak halimize güler, gülünesi hallerimize ağlarız. İpe un serer, tereciye tere satar, tavşanın suyunun suyunu içeriz. Sonra da komşunun tavuğuna kış demeye erinip kendi kümesimizde bir iç savaş çıktığında feryadı basarız. Güzel ülkemin insan manzaraları ne var ki çizmekle, anlatmakla bitmez. lçın Pekşen'le 'The Türkler' kitabının kamera arkası hakkında söyleştik. ? Zübeyde ABAT ir maçta yirmi iki kişi bir topun peşinden koşar ve binlercesi onları izlerse bunun adı futbol olur, ancak seyirciler sahaya iner ve rakibe boş alan bırakmayacak şekilde dağılır ve dağıtırsa aslında kimin kime rakip olduğu da anlaşılmazsa, iki üç takım insan da seyirciliğe sararsa işte o zaman işin içine biraz mizah karışabilir. Peki, nedir sizce mizahın tanımı? Mizah işte sizin bu sorunuzda yatıyor. Bir eğlence aracı olan futbol, eğer eğlenceden başka her şeye neden oluyorsa mizahın aradığı çelişki yakalanmış olur.Mizah bence çelişkilerin ortaya çıkarılması ve yenilip yutulamaz hale gelmiş gerçeklerin kolay yutulabilmesi için, tatlı draje haline getirilmesidir. Türkiye’de mizahın geçmişi ve geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz? Kimler geldi, kimler geçiyor? Gidişat hangi yöne? Mizah sözlü olarak ve Nasreddin Hoca fıkraları ile başlıyor bizde. Fuzuli’nin ‘Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar’ mısraını saymazsanız, yazılı mizah geçmişimiz 100 yılı bile bulmaz. Aziz Nesin, inanılmaz çalışkanlığı ve yeteneği ile sözlü mizahın B öğelerini yazılı hale getirdi. Fakat mizah sözlü başladığı için (fıkra şeklinde) edebiyat dünyası tarafından küçümsendi. Dünya mizah edebiyatı için bile önemli bir yazar olan Nesin’i, edebiyatçı dahi saymayanlar var bizde.. Ve bu tavır bizde, tırnak içinde ‘iyi’ mizahçı yetişmesini önlüyor. NEŞEM KALMADI!.. İnsanın kendine bakması zordur kuşkusuz. Hele hele nesnel olması imkânsız… Siz, kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz. Hangi koltuğa oturtuyorsunuz? Haddim olmadan söylüyorum: Pek şen bir haliniz var zira! Ne yazık ki pek şen değilim, sadece PEKŞEN’im. Canı sıkkın ve asık suratlıyımdır. Mesela biraz önce OGS kartı çıkartmak için Ziraat Bankası’na gittim. Vallahi mizah öyküsü gibi... Belki de ilerde yazarım. Alt tarafı arabanızla köprüden geçeceksiniz, neredeyse gayrimenkul yatırımı yapıyormuşçasına paraya, zamana ve formaliteye boğuluyorsunuz. Yahu kardeşim, bir şey icat etmene bile gerek yok. Bütün dünyada bunun pratik yolları bulunmuş. Neden Amerika’yı yeniden keşfediyorsun? OGS kartı falan alamadan canım sıkkın ve suratı asık çıktım bankadan, oysa yazılınca bayağı matrak bir öykü olabilir. İşte ömrümüz böyle geçti. Bu saçmalıklar zamanla düzelir diyordum, ama artık umudum ve neşem kalmadı. The Türkler’i ‘insani bir görev’ olarak görüyorsunuz. Peki, ödevinize iyi çalıştığınızı, görevinizi layıkıyla yerine getirdiğinizi düşünüyor musunuz? Bunu tabii okuyucuya sormak lâzım. Benim söyleyeceğim şu; yalapşap işler yapmak istemiyorum. ‘The Türkler’ benim kafamı 1520 seneden beri meşgul eden bir konuydu. Yazımına 20032005 arasında 2 yıl harcadım. Bitimine yakın işigücü bırakıp 5 ay gecegündüz çalıştım. Dediğim gibi layıkıyla yapıp yapmadığımı okur söyleyecek. Gösterilen ilgi, yanlış yolda olmadığımı gösteriyor. Burası Türkiye… dediğimiz bir coğrafyada, tarihin bağrından kopup gelen biz Türklerin karakteristik özelliklerini, bu topraklar üzerinde yaşayanlara anlattınız. Orta Asya’dan Osmanlı’ya, Atatürk’e. İçerideki ‘beni, bizi’ okuyup yazmak... Böyle ‘dön bak aynaya’ bir kitabı yazmaya iten şey nedir? Tam 40 yıldan beri gazetecilik yapıyorum. Olayları yakından izliyorum. Nedenlerini anlamaya çalışıyorum. Hatalar nedir, sorumlular kimlerdir ? Niye çağdaş uygarlığa hâlâ ulaşamadık? Bunun nedenlerini bulmaya uğraştım. Kitabı yazmamın nedeni budur. “Aklımızı başımıza alalım, mizah gözlükleriyle bakılırsa böyle görünüyoruz” demek istedim. The Türkler, daha piyasaya çıkmadan 3 baskı yaptı. Bir ay içinde de 7. baskıya ulaştı. Uzun süren bir suskunluktan sonra böylesi bir ilgi göreceğiniz aklınıza gelmiş KİTAP SAYI ? SAYFA 22 CUMHURİYET 847