24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Can’lı Adam’lı yıllar, hepimizin son yirmi beş yılına damgasını vurdu galiba! Ama ne yıllardı, sıcaklığı içimizi yakarken soğuğu durmadan sırtımızı ürperten. Hep göçtüğümüz, bir türlü konamadığımız yurt gibi… M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası H er karanlık, içinde aydınlığın tomurcuğunu da taşıyor bir biçimde... Yaşamın olduğu denli ölüm dirimin, hayatın, ötesinde bizi saran, ama bizim görmediğimiz evrenin, içimizde ya da dışımızda oluşan ilişkilerin “çelişki” üzerinde temellenip yapılandığını söyleyen felsefeciler meğer ne de geniş görüşlüymüşler... 12 Eylül için de geçerli elbette bu. Karanlığın, perişanlığın üzerimize kapandığı, kilitlenmişlik, kuşatılmışlık duygusuyla bireysel, toplumsal anlamda felç geçirdiğimiz 1980’ler boyunca birer tomurcuk yedivereni olarak süregelmedi mi hep umut? Siyasal örgüt bağlamında bunun yansıması görülmese de, yayıncılığımız 12 Eylül karanlığına karşı tek başına müthiş güç olarak ciddi odak oluşturabildi bugünden bakılarak görüldüğünce. En başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere Kemal Özer’in yönetimindeki Varlık, Varlık Özmenek’in yönetimindeki Bilim ve Sanat, Sami Alptekin’in yönetiminde A.Mümtaz İdil’le Semih Gümüş’ün önemli görevler üstlendiği Yarın vb. dergiler, bir açıdan 80 öncesinin yayınları gibi değerlendirilebilir elbette. Ne ki 12 Eylül 1980, 29 Ekim 1923’ten 2 Temmuz 1993 Sıvas kıyımına uzanan süreçte, Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de seçimle iktidara gelişiyle birlikte Cumhuriyet tarihinin en önemli iki kırılma eğrisinden biri olarak alınabilir bana göre. Ama bırakın 12 Eylül’ü, 2 Temmuz’u, 14 Mayıs’ı 29 Ekim bile gereğince anlam taşımıyor artık günümüzde. Ne ki bizler bilmesek de tarih, bize tuttuğu aynayla olup bitenlerin izini gösterebiliyor o her zamanki bilge sabrıyla. Öyleyse tek tek bireylerin dışında bir kamuoyu bilincinden söz edilebilir! “Aydın” kavramı da tam buna karşılık geliyor işte! Diyebiliriz ki aydın bilinci, kamuoyundaki bilincin de dinamosu. Konumuza dönecek olursak 12 Eylül 1980’le gelen, doğrudan Cumhuriyete karşı bir kalkışma bağlamında alınabilecek darbeden önce yayın yaşamına atılıp da 80’den sonra bunu sürdürenlerle 12 Eylül sonrasında yayın dünyasına gözlerini açanlar aynı değer paydasına sahip olarak alınabilir pekâlâ! Attilâ İlhan’ın yönetimindeki Sanat Olayı, Düşün dergisi, Memet Fuat’ın yönetimindeki Adam Sanat bu örneğe uygun yayınlar gibi geliyor bana... Can’lı, Adam’lı Yıllar... verimlenmiş, monografik bir yapıt yok bildiğimce. İleride bir armağan kitap yapılırsa eğer, belki bu yönde dişe dokunur birikimle karşılaşabiliriz. Kendi payıma, Memet Fuat’ı konu almış yazılara da razıyım ben. Memet Fuat özgüllüğünde yazınımıza bir ömür vereceksiniz, onu yoğurup yönlendireceksiniz, genç yazarların beğenilerini geliştireceksiniz, yazar adaylarının güvenini kazanıp yazın yetkesi konumunda varlık göstereceksiniz, sözün kısası yazınımız için tamı tamına “mihenk”e, ölçüye dönüşeceksiniz, ama bu insanlardan teki olsun tutup da sizin için kitap yazmaya gönül indirmeyecek bir türlü! Memet Fuat örnek yalnızca. Ataç, Asım Bezirci, Hüseyin Cöntürk, Fethi Naci için kitap mı yazıldı sanki? Oysa andığım yazarlarımız için monografik kitaplar yazmanın bu insanlardan çok aslında yazarlarımıza, sonuçta yazınımızın kendisine büyük yarar sağlayacağı ortada değil mi, bundan kuşku duyulabilir mi hiç? Yeni Dergi, Yazko Edebiyat, Adam Sanat... Memet Fuat’ın yayın yönetmenliğini yaptığı üç dergi... Yazın yaşamımızın düzeyini, niteliğini, işlevini, önemini, öncülüğünü hiçbir zaman yitirmemiş üç önemli dergisi! 1980’de Adam Sanat yayımlanmaya başladığında 12 Eylül karanlığı sürüyordu. Ama Memet Fuat, tüm yaşamı boyunca benimsediği “düşünceye saygı” ilkesi çerçevesinde derin hoşgörüsü, dogmalardan arınmış, tabulardan kurtulmuş ödün vermez tutumuyla, evrensel bakışıyla yönetti Adam Sanat’ı. Bu nedenle yalnız yazınsal bağlamda değil, düşünsel tüm etkinliklerde de “karşı duruş”lu yanıyla hem önemli bir boşluğu doldurdu hem de süregelen aydınlanmacı tutumu ilmekledi birbirine. Önceki iki dergi gibi, Adam Sanat da ölçü olmakta gecikmedi yazın ortamımızda. Sizi bilmem, ama ben hep yetke olarak aldım onu, onun varlığından huzur duyduğumu da söyleyebilirim bu arada. Düşünüyorum da, ne çok borçluyum Memet Fuat’a. Verimleri, getirdikleri üzerinde sürekli yazılar kaleme alıyorum ya, borcum eksilmiyor hiçbir zaErdal Öz man. Tersine bu borcun ne denli önemli olduğunu kavrıyorum, bunun bilincine varıyorum bir iyice. Adam Sanat ve Adam Yayınları... Birbirinden ayrılmaz bir ikili. Buna 1990 ortalarında, bir ölçüde yine Memet Fuat’ın kuruculuğunu yaptığı, Semih Gümüş’ün yönetmenliğinde yayımlanan Adam Öykü’yü de ekleyebiliriz. Adam’ın yayımladığı kitaplar, 12 Eylül karanlığına inat bunu yırtmak için serpilmiş birer nokta ışıktı, aydınlanmanın ulanma eşikleriydi. Nursel Duruel’in Geyikler, Annem ve Almanya’sı, Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ü, Berci Kristin Çöp Masalları ilk kez Adam Yayınları aracılığıyla gün yüzüne çıktı, daha nice değerli yazarın kitaplarıyla birlikte... Ama şiirde görevci anlayışıyla işlevini sürdürdü daha çok Adam Yayınları. Gerçekten de Türk şiiri denildiğinde onun belirleyiciliği önemli rol oynadı sürekli. Adam Sanat, Adam Öykü, Adam Yayınları aydınlanma kokuyordu... Her iki dergide de uzun zaman yazdım. Turgay Fişekçi’nin önerisiyle sürekli yazarları arasına da katıldım hatta. Bundan büyük onur duyarak... Ama şimdi Adam Sanat da Adam Öykü de yok artık... Ya Adam Yayınları? Can Yayınları da. Can, dergi yayımlamadı Adam gibi, ama adam gibi adam gibi kitaplar yayımladı. Türk yazınında, özellikle de romancılığımızla öykücülüğümüzde neredeyse belirleyici bir rol üstlendi hatta. Yanı sıra dünya yazınından yayımladığı çevirilerle de dikkat çekici bir sorumluluk yansıttı yayınevi. Belki kimileyin çok satan kitaplara sırtını dayadığı oldu, biraz da koşulların zorlamasıyla... Ancak çevirilerdeki düzeyini hiçbir zaman düşürmedi yine de. Okur Pınar Kür’ün, Feride Çiçekoğlu’nun öykülerini, daha pek çok yazarın verimlerini Can Yayınları’ndaki kitaplar aracılığıyla tanıdı hep. Bütün bunların altında bir başka öykücü yazarın imzası vardı: Erdal Öz. Usta bir öykücü olduğu kadar romanda da ustalığını kanıtlamış bir yazardı o. 12 Eylül’ün kör günlerinde kurduğu Can Yayınları, Adam gibi kısa süre içinde yaygın üne kavuşmakta gecikmedi. Öz’ün bir özelliği daha vardı, görece örtük kalmış olan: Dergiciliği. 1950’de kuşaktaşı arkadaşlarıyla birlikte yayımladıkları a dergisi. Erdal Öz adının yazın kamuoyunda yayılması da zaten bu dergi aracılığıyla oldu denebilir. Ne ki bu durum, dergi kapanıp da “Yeni a” adıyla ikinci kez yayına başladığında yaşandı daha çok. Gerçekten de Yeni a’da yayımlanan öyküleri, elden ele dolaşmakta gecikmedi Öz’ün. İşin ilginç yanı, Erdal Öz bu öyküleri, o sırada Yeni Dergi’ye de göndermişti, ama kendi dile getirişiyle Memet Fuat, bunları yayımlama konusunda istekli davranmamıştı nedense... İşte iki yazar, iki yayıncı, ama zaman zaman ayrı yerlere de düşebilmiş demek ki. Onları birleştiren yanları, yayıncılıkta gösterdikleri şaşmaz sağduyuları, yeni yazarlar konusunda sergiledikleri öngörüleri, sezgileri... Memet Fuat artık yaşamıyor, ama Erdal Öz aynı dirençli kararlılıkla sürdürüyor yayıncılığını, yazarlığına halel getirmeden! Nice zor olsa da bu! CAN YAYINLARI VE ERDAL ÖZ Can Yayınları da, tıpkı Adam gibi 12 Eylül 1980 sonrasının yayıneviydi, karanlık, baskıcı dönemin birer aydınlanma ocağıydı her ikisi de. Bu nedenle son yirmi beş yılın önemli bir biçimlendiricisi olarak alınmalı Adam da AYDINLANMANIN ZORUNLU KAVŞAĞI: YAYINCILIK Can da Adam da at izinin it izine karıştığı, toz koparan fırtınaların ortalığı kasıp kavurduğu günlerde onurlu bir duruşla kitap yayımlamış iki yayınevi. Yayımladıkları kitapların sayısı birkaç bini bulmuş olmalı. Birkaç bin kitabın milyonlara varan baskısı... Hiç de azımsamamak gerekiyor bunu. Yıllar yıllar önce, Sarayköy’ün bir köyüne gitmiştik ADAM SANAT VE MEMET FUAT Memet Fuat’ın yazınımıza kattığı değer, eklediği erke yönünde SAYFA 28 Buldan’da eczacılık yapan Şerif Bey’le birlikte. Yitirdiği babasının kitaplığını göstermişti bana. O yıllarda Tekin Yayınevi’nin yayımladığı bir dizi Uğur Mumcu kitabı, bir köyde... Diyeceğim o ki, yayın da yayıncılık da aydınlanmanın olmazsa olmaz zorunlu koşulu. Bu çerçevede Anadolu aydınlanması Cumhuriyet gazetesine, Varlık Yayınevi’ne, Remzi’ye, de’ye, Ataç’a, Bilgi’ye, Sol’a, Onur’a vb. nasıl borçluluk duyuyorsa aynı biçimde Can’a, Adam’a da borçluluk duymak zorunda değil mi, bu karanlık dönemde aydınlanmacı tutumunu sürdürdüğü için?.. Her iki yayınevi de birer deniz feneri gibi yol gösterdi durdu 12 Eylül karanlığında... Sonuçta yazınımızın şiir, öykü, roman türlerindeki çizgisini geliştirmede, düzeyini yükseltmede bu iki yayınevinin karınca kararınca katkısı bulunduğunu söylemek abartı sayılmamalı. Adam’ın da Can’ın da deneme, oyun türlerinde ısrarlı çabaları olmadı değil, ne ki yeterli verim sunamadılar bir türlü. Bizde tiyatronun, hele de Türk oyun yazarlığının MitosBoyut’a dek sığınabileceği bir yayınevi olamadı ne yazık ki. Nitekim Adam da Can da Türkçe oyunlara gereğince yer açamadılar dağarcıklarında. Ama yine de bu, onların yayıncılıktaki önemini zedelemiyor kesinlikle. Belki bu nedenle üzerinde en çok yazı yayımladığım iki yazar oldu Memet Fuat’la Erdal Öz. Memet Fuat’la tanışmadım bile, bir yazımda belirtmiştim bunu. Ama Erdal Öz’le ilişkim farklı. On yılı aşkın bir süredir aralıklarla da olsa görüşüyoruz, kimileyin bir etkinlikte masa başında, kimileyin yayınevinde. Öyle ya, Can Yayınevi’nin bir yazarıyım da aynı zamanda. Anlattığı fıkraları, yerlere yatarak dinliyorum... Galiba Erdal Öz fıkralarını dinleyip de kahkahadan kırılanların başında geliyorum. Olağan yazı tasarımı akışını keserek yer açtığım bir yazı bu. Önümüzdeki iki hafta boyunca da sürdüreceğim bunu. Yoksa sırada eleştiri, deneme, felsefeyazın kitapları vardı üç beş hafta boyunca “Kitaplar Adası”nda yayına girecek. Ardından Muzaffer Buyrukçu’dan başlayarak dört beş hafta öyküler arasında gezinip en azından yirmi hafta boyunca da romanlar üzerinde duracaktım. Başta Rıfat Ilgaz’la Orhan Kemal’in romanları olmak üzere son birkaç yılda yayımlanan yeni romanları değerlendirecektim geniş açılı bir yaklaşımla... Bundan vazgeçmiş değilim, olsa olsa biraz gecikecek bu akış, o kadar. Niye kestim peki, arada söylemek istediğim kimi düşüncelere de yer açabileyim diye... Ama ben şimdi Erdal Öz’e gideceğim, onu ziyarete... O bana fıkralar anlatacak, ben de kahkahalarla savrulacağım. Aman pencereler kapalı olsun Can Öz, belli olmaz, bakarsın öyle anlatır ki Erdal Öz, gülerken fırlar, sonra da kendimi hastanenin girişinde buluveririm birden. Söylemeden bitirmeyeyim yazıyı: Can’lı, Adam’lı yıllar, hepimizin son yirmi beş yılına damgasını vurdu galiba! Ama ne yıllardı, sıcaklığı içimizi yakarken soğuğu durmadan sırtımızı ürperten. Hep göçtüğümüz, bir türlü konamadığımız yurt gibi... ? KİTAP SAYI 847 CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear