24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

‘Dost Dost İlle de Kavga’ ve Enver Gökçe ‘Yolumuz gurbete düştü’ rım” diyerek tepkisini dile getirir. “Bu şiir, ‘Köylülerime’ adlı ve ‘Dost Dost İlle Kavga’ adlı kitabımda yayımlanan şiirdir” der, sonraki dönemlerde kendisiyle yapılan bir söyleşide. Ülkü’de yeni arkadaşlarla tanışır. Sefer Aytekin bunlardan birdir. Gerek devrimci hareket içindeki etkisi ve gerekse kişiliğiyle Gökçe’yi etkilemiştir. Şöyle diyor kendisi: “O zamanlar çok devrimci bir rol oynayan Sefer Aytekin hayatımda unutamadığım insanlar arasındaydı.” Aynı yıllar Ankara’da bulunan Arif Damar (Arif Barikat), aynı mahalleden Mehmet Kemal ve ilkokuldan arkadaşı Ceyhun Atuf Kansu, tanıdığı en eski arkadaşlarıdır. Sonraları şair Niyazi Akıncıoğlu’yla tanışır. “On Beşinci Yıl” adında kahvenin müdavimleridir hepsi. Üniversitede, belirli hocaların dışındakilerle ilişkileri öğrenci hoca dışına taşmaz. Devrimci hocaları, Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes ve karısı Mediha Berkes’in dışında, herhangi bir fikir alışverişinde bulunmaz diğerleriyle. Dergi ve gazete çıkardığı bu yıllarda, birçok matbaacı, mürettip işçi arkadaşı olur. Bunların en ünlüleri, hiç unutamadığı, mürettip Hasan adında bir işçidir. ‘Mürettip Hasan’ adlı şiiri ona adar: MÜRETTİP HASAN Alınmıştır, Ağzım dilim elimden Konuşamam yanarım. Unumu elemişim, Eleğimi asmışım Ölüm de ne, vızgelir Ama yanarım. İnce derde hele bir Düşte gör Nicedir Kardeşim! Parmaklarım yazı dizer Yorulur; Kurşun kasalara dökülür derdim Bir türkü bilirim Var git oğlan var gir Mekanın ara Nerede karnın doyarsa Vatanın oraHey anam hey Yine de hey hey! Mürettip Hasan deyip de geçme Ben adamın anasını bellerim Punto hesabı Katrat hesabı. (Meyden,17.05.1948) Hasan’la sonraları 1951 ‘Büyük Tevkifatı’nda karşılaşırlar. O da gözaltına alınmıştır. “Onu da tutup getirmişlerdi. Zavallı Hasan beş seneye mahkum olmuştu ve veremdi de. Sonunda çok yaşamadı zaten” diye anlatır kendi yaşamöyküsünde. Genç ve güçlü yıllarıdır. Her işi benimseyerek yapar. Derginin çıkışında, örneğin Ant dergisinin çıkışında, çabası çok büyüktür. Bütün bu işleri karşılık beklemeden, kendiliğinden ve doğal olarak yapar. Sanat ve edebiyat dünyasında ilişkilerini daha da geliştirir. O yılları, biraz da serzenişte bulunarak şöyle anlatır: “Ben gençliğimde de kesin olarak içki taraftarı değildim. Bu yüzden o zamanki ünlü Ankara meyhanelerinden hiç gitmedim, gitmezdim. Ve arkadaşlarımı da bu yerlere gitmekten men ettim. Yine bu devrede ünlü halk ozanları, Âşık Ali İzzet, Âşık Veysel, Habib Karaaslan gibi temiz şairlerin hepsiyle teker teker tanıştım, ilgilendim. Onların gerçekten temiz bir halk yüzleri vardı. Ve bu taraflarıyla az çok ilgilendim ve temaslar kurdum. O gün iki şey vardı ortada benim için. Bir yanda Garip hasta sanat anlayışı, diğer yanda dinamik halk edebiyatının yüzü. Bunlar karşı karşıya getirilince ben elbette ki kendi sınıfımdan gelme halk ozanlarından taraftım. Bu yüzdendir ki o devrede bu şairlerin yanında olmam. Nitekim halk ozanları bu işte gerçek yerlerini göstermişler ve her zaman doğrunun ve güzelin yanında olmuşlardır. Biz tavrımızı belirlemiştik. 1945 yılında yani Garipçilerin edebiyatımıza egemen oldukları bir çağda dergi yayımlamaya ihtiyaç duymuştuk. Bu devre henüz toplumcu akımı güçlendirmeye çalıştığımız bir devreye rastlar. Orhan Veli ve arkadaşları o zaman devrimci şiirleri yok sayan ve yozlaştıran bir çalışma içindeydi. Ve bu sebeple biz Ant çevresinde, küçük bir topluluk da olsak, devrimci sanat sorumluluğunu üstlenmiştik. Daha evvelden Yeni Edebiyat dergisi tarafından yürütülen akımın mümessili olarak karınca kaderince çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Bu antifaşist ve devrimci bir gençlik ve onun devrimci sanatı etrafında yeni bir akımın mümessili toplumcu sanatı ortaya çıkarmayı amaçlayan gençlerdik denebilir. Bizim varlığımız aslında önemsizdi, küçüktü, ama doğruydu. Biz bu doğrudan dolayı bir aradaydık. Bu sırada Nurullah Ataç ve arkadaşları bizim bu tutumumuzdan habersiz gibi görünüyorlardı. Bizim adımızı yok saymak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Rahmetli Nurullah Ataç yalnız kendi dar çevresinde ve Orhan Veli etrafında yaygara koparıyordu. Bu devredeki edebiyat çalışmalarımızın yararlı olduğu kanısındayım. Buna rağmen onların bu tavrı yüzünden birçok yetenekli genç körelip gitti. Hatta denebilir ki Nurullah Ataç ve arkadaşları bu devrede bizim bu sınıfsal karşı koymamıza, güçlenmemize, bilemeden yardım etmişlerdir. O günkü tavrımızın sadeliği ortadadır.” 1948 yılında, Türkiye Gençler Derneği’ni kurarlar. Derneğin yüz elli kadar üyesi olur. Antifaşist ve demokratik fikirli gençlerin bir araya geldiği yerdir dernek. Merkezi, Ankara Denizciler Caddesi’nde bir ahşap ev. Çalışmaları arasında halka her türlü yardımı yapmak vardır. Örneğin, hasat zamanında köylere gidilecek ve halkın hasat toplamasına yardımcı olunacaktır. “Hatırladığıma göre, o zaman dernek, içlerinde ben de olmak üzere, sekiz on üyesi, bir İstanbul Ankara arasında yürüyüş tertip etmişti. Bu Ankara İstanbul yolculuğu beş altı gün sürdü ve tamamlandı. Derneğin birçok yapıcı işe yönelmesi, Ankara çevresinde bulunan ırkçı Turancıları rahatsız etmeye başladı. Dernek fakülte ve Ankara çevresinde yaygınlaşmaya başlamıştı. Bu nedenle ırkçı Turancılar derneğin gidişine karşı birtakım eylemlere giriştiler. Gösteri yapmaya başladılar. Derneğin yıkılması etrafında tehditler çoğaldı. Biz o zaman safça, yirmi otuz kişi, bir odacık yerde toplandık ve elimizde sopalarla gelenleri bekledik. Turancılığın etkinliği çoktu o zamanlar. Turancılar saldırdı. Dernek yıkıldı birkaç saat içinde. Kitaplar yırtıldı. Sokaklara atıldı. Dernek üyelerinden yakaladıkları birkaç kişiyi dövdüler. Fakat dernek faaliyetine devam etti. Dernek etrafında birtakım provokasyonlar aldı yürüdü” diye yazar. Sonunda dernek üyelerinden Melahat Kürşal, Nural, Mehmet Kemal, Şevki Akşit ve kendisi, tutuklanır. Gerekçe de, komünizm propagandası yaptıkları içindir. Ankara Cezaevi’ne tıkılırlar (kendi demesidir tıkılmak). Sorgulama üç ay sürer. Hiç kimse tutuklanmaz ve beraat ederler. Boşu boşuna üç ay yatmış olurlar böylece. Hapiste kaldığı bu üç aylık dönemde, birkaç şiir yazar. ‘Görüşmeci’ adlı şiir bu dönemin ürünüdür. Görüşmeye arkadaşları, kendi ailesinden kız kardeşi gelir. Bu şiiri daha sonra ‘Görüş Günü’ adıyla yayımlar. GÖRÜŞ GÜNÜ Bugün görüş günümüz Dost Kardeş birarada Telden tele Mendil salla el salla Merhaba! İzin olsun hapishane içinde Seni Senden sormalara doyamam Yarım döner cigaramın ateşi Gitme dayanamam Yine bu dönemin bir anısı olarak ‘Fakültenin Önü’ adlı şiiri yazar. Gösterilerden sonrasında yazdığı bu şiirde olaylar anı anına yansıtılmıştır. FAKÜLTENİN ÖNÜ Fakültenin yanı demirden köprü Fakültenin önü bir sıra kavaktı Biz bir garip yiğit kişiydik Bütün hürriyetler bizden uzaktı. Faşistler camlara yürüdüler Kürsüler kırdılar, höykürdüler Tıpğ teber şahı merdan Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar Hıra Dağı kadar müslümanVe de kanlı bıçaklı düşman Gökler ışıyordu yer yer Ortalık ala şafaktı. “Bu şiir de olayları günü gününe yansıtan en iyi bir şiirimdir” der Enver Gökçe. Ülkede büyük bir umudun yeşerdiği bir dönem başlamıştır. Demokrat Parti’nin iktidara geçişi, halkta umut yaratır. Ne yazık ki Türk halkı, Demokrat Parti şarlatanlarının peşinden gitmekten geri durmaz. Halkın bu tutumu, “ Filozofların aydınlatamadığı toplumu, şarlatanlar KİTAP SAYI Enver Gökçe’yi kaybedeli 25 yıl olmuş. Gökçe, uzun yıllar yattığı hapishanede, şiirsel ağırlığı olan, toplumsalcı Türk şiirine yeni bir ses, yeni bir soluk getiren şairlerimizden biriydi. İnandığı düşünce ona, yarattığı sanat yapıtının kaynağını unutmamasını da öğretmiştir. Yani halkını, halkının türkülerini, ezgilerini, masallarını, hikâyelerini, destanlarını, manilerini... Bunların hepsi şiirlerinin kaynağıdır ve halkından aldığının bilincindedir ve halkına geri vermesinin de. Saygıyla anıyoruz Gökçe’yi. ? Ali Ekber ATAŞ (*) 920 yılında Erzincan’ın Çit köyünde doğdu. Dokuz yaşındayken Ankara’ya yerleşti. Bundan sonraki yaşamı Ankara’da geçecek olan Enver Gökçe’nin, 1929 yılında, Ankara’da Hüseyin Avni adında birinin yönettiği özel bir ilkokula kaydı yaptırılır ve eğitimine burada başlar. 193536 yıllarında Cebeci Ortaokulu’nda, 1939 yılında da Ankara Gazi Lisesi’nde öğrenimini tamamlar. Gazi Lisesi’nde edebiyat derslerine Fevziye Abdullah ve İsak Refet girmektedir. İsak Refet’ten çok etkilenir. Gerek kendisinin de edebiyata olan ilgisi ve gerekse öğretmenlerinin doğru yönlendirmelerinden cesaretle sarılır edebiyata. Bu dönem onu, bir yandan da üniversite yaşamına hazırlar. Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nde Türkoloji bölümüne girer. Devrimci düşünceyle burada tanışır. Bazı derneklere ve yayınlara yönelir, bağlantılar kurar. Halkevi’nin ünlü Ülkü dergisinde çalışmaya başlar. Dergiyi Ahmet Kutsi Tecer ve Bedrettin Tuncel yönlendirmektedir. Derginin yönetiminde Ahmet Serdaroğlu adında sevdiği biri de vardır. Nurullah Ataç, Ahmed Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer zaman zaman uğrarlar ve dergide söyleşirler. Ankara’da çıkmakta olan başka bir dergide bir şiiri yayımlanır. Ahmet Kutsi Tecer kendisine, şiirin çok kötü olduğunu, şiiri bırakıp düzyazıya yönelmesini öğütler. Buna bozulan Gökçe, Tecer’e “Ben daha kötüsünü de yazaSAYFA 8 1 ? CUMHURİYET 878
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear