26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

GÖNÜLDEN BİLİME üştüler. Bunların birçoğu çekini onur madalyasıymış gibi çerçeveletti. Evet, işçiler ile yöneticiler arasında çelişkiler yine vardı. Ama genelde, özellikle de kadınlar ve azınlıklar için, bir olanaklar dönemiydi. Emekçilere dolgun ücretler ödeniyordu, herkes çalışanlara yardım ediyor, çocuklar harçlıklarını savaş pullarına yatırıyordu. Petrol satışları karneye bağlanmıştı. Ülkenin insanları birbirlerine hiç bu kadar bağlı olmamışlardı. Savaş sonunda ülkeyi Bunalım’dan uzaklaştırmıştı. İşte bu Britanyalı ekonomi uzmanı John Maynard Keynes’ten adını alan Keynesçi ekonomiydi. Çevresel çöküşle savaşım da benzer bir çabayı gerektiriyor. Üstelik böylesi bir çaba sanıldığı kadar güç de olmayacak. Bu çabanın siyasal odak noktası ekolojik Keynesçiliğin herkese yarar sağlayacak bir senaryo olmasına dayanıyor. İnsanlar tehlikeyi sezmede genellikle hükümetlerden daha erken davranıyorlar ve bunalımı en az kendileri kadar ciddiye alan politikacılara oy verme eğiliminde oluyorlar. Politikacılar çevreye odaklı Keynesçi bir programdan kazançlı çıkabilirler, çünkü, tıpkı o zaman olduğu gibi, bu yaklaşım ustalık gerektiren yüksek ücretli iş kollarına ve yenilenmiş dış satım olanaklarına sahip bir toplum vaat ediyor. İyi de, bunun için gerekli para nereden gelecek? Gerçekte parayla dolup taşan dünyamızda asıl sorun ona ulaşmaktan kaynaklanıyor. A.B.D’li finans hizmetleri devi Merrill Lynch’e göre, dünya üzerinde 10 milyon kişi yatırım yapılabilir 40 trilyon dolarlık nakit parayı elinde tutuyor. Bankaların düşük faizli kredi karşılığında kredi portföylerinin belli bir yüzdesini piyasa faiz oranlarının altında bir oranla çevre dostu ürün ve hizmetlere adamaları gerekiyor. Aradaki farkı büyük sera gazı kirleticilerine yüzde 10 faizle borç para vermek suretiyle kapatabilirler. Yeni binalar için daha bağlayıcı ölçütlerin benimsenmesi, eskilerin de çok daha kolaylıkla yenilenip güçlendirilmeleri gerekiyor. Ailelere ve konut sahiplerine çevreci çatılar ve güneş panellerinin özendirilmesi yönünde maddi teşvikler önerilebilir. Araştırmalar alternatif enerjilere, uçak ve araçlarda güçlü, çok daha hafif malzemelere odaklanabilir. Teknik açıdan bu konuda zaten bilgiye sahip olsak bile, kimi kesin çözümler yine de kirliliğe neden olan çözümlere kıyasla çok daha pahalıya mal oluyor. Toplu üretim bu soruna bir çözüm getirebilir. Çevresel bunalım küresel finans sisteminin dizginlenmesine olanak tanıyabilir. Uluslararası döviz işlemleri ve öteki piyasa işlemlerinin vergilendirilmesi yalnızca siyasal bir kararlılığı ve birtakım yazılımları gerektirmektedir. Yoksul ülkelerin borçlarının silinmesi yönünde G8 tarafından verilen sözün, bu ülkelerin ağaçlandırma, toprağın korunması gibi çabalara katkıda bulunmaları koşuluyla yerine getirilmesi gerekiyor. Vergi cennetlerinin ortadan kalkması gerekiyor. Halihazırda dünya ticaretinin yarısı buralardan geçiyor. Vergi cennetleri varlıklı kişilerin ve şirketlerin vergi kaçırmalarına olanak tanırken, hükümetlerin yılda en az 250 milyarlık vergi gelirinden yoksun kalmalarına neden oluyor. Ya gönülsüz ve saldırgan yöneticilere ne demeli? Onlar için son derece özel bir Karbon Fatihleri ya da Çevreci Kahramanlar nişanı oluşturup, enerji tasarruflu evlerini ve yüksek verimli hafif arabalarını yakalarına takacakları altın sarısı birer rozetle ödüllendirmeye ne dersiniz? Onlara yılda 1 dolar bile ödeyebiliriz. Bu tür bir savaşım çok daha etkili ve hoş olmaz mı? Susan George, New Scientist 18 Ekim; Küresel sorunlara eleştirel çözümler getiren bir grup eylemci ilim insanlarından oluşan Amsterdam merkezli Transnational Institute adlı uluslararası ağın yönetim kurulu üyesi olan Susan George “Hijacking America=Amerika’yı Soymak” adlı kitabın da yazarı. Ahmet İnam [email protected] Hikmet kaynaklı felsefeyle, din kaynaklı felsefeyi kastetmiyorum, hikmeti burada daha çok seküler bir anlamda kullandığımı bir kez daha söyleyeyim. Elbette dindar bir arkadaş hikmeti kendi doğrultusunda anlayabilir, ama ben dindar olmayan biri olarak hep belli bir yaşama dünyasını anlıyorum. Bu dünyada yaşamış âlimler sufi olabilir, derviş olabilir, farklı dinden olabilirler; çünkü bu topraklarda Yahudi, Ermeni, Rum, farklı inançlarda insanlar yaşamış. Bütün onların hepsi hikmet. Hikmet Açısından Felsefe Eğitimi Hikmet kaynaklı felsefe, kendi yaşama dünyasından beslenen felsefe anlamındadır. Batı bunu zaten yapıyor. Batının ateisti de Hıristiyanı da kendi yaşama dünyasından beslenmiştir. Camus bir Hıristiyan ateisttir, Marx öyledir. Marx, Yahudi kökenli olmasına rağmen bence tipik bir Hıristiyan yaşama dünyası içinde bakmıştır meseleye. Çünkü kurtuluş kavramı Hıristiyani bir kavramdır. Bunlar, yaşama dünyası dediğimiz ve çoğumuzun farkına varmadan küçük yaşlarda edindiğimiz, yemek yerken, annemizle, babamızla, öğretmenle konuşurken, televizyon seyrederken, örtük bilgiler, dile getirilmemiş bilgiler olarak bize ulaşıyor ve felsefi bilinçdışımızda yer ediyorlar. Yaşamın her problemine felsefece bakılabilir. Böyle bir olanak var. Yani bir annenin çocuğuyla olan ilişkisinde felsefece görülebilecek noktalar vardır, tabi o noktalar o özel ilişki ile ilgili, o ilişkiyi çözebilecek anlamında değil, o özel durumun hangi genel durumun bir özeli olduğunu göstermek açısından, hangi insanlık durumunun bir özel hali olduğunu göstermek açısındandır. Bizim kültürümüzde henüz bu yoktur, politikacılarımızda yoktur, felsefecilerimizde yoktur, hazin bir şey. Yani Türkiye’de felsefeye felsefece bakabilmenin kaygı duyarak gerçekleştirilebildiği ortamların çok fazla olmadığını düşünüyorum. Genç arkadaşlar var, onlar yavaş yavaş bir şeyler yapıyorlar, telaş çaba uğraşıyorlar. Belki de bu söylediğim tipte kaygılar biraz insanın yaşının kemale ermesiyle olacak. Artık çoluk çocuk kaygısının, geçim sorunlarının belki bir ölçüde uzağında kalarak, onları şu veya bu biçimde halledip veya halledemeyeceğine inanıp onla boğuşmaktan vazgeçtikten sonra yapılabilecek bir şey. Belki genç yaşta da başlanabilir. Yaşam problemlerine felsefece bakabilmenin yolu yordamı nedir, ne gibi örnekleri var, nasıl yapılabilir? Batı bunu denemiş, mesela Platon felsefesinin biraz böyle bir felsefe olduğu, zaten bütün Antik felsefenin kendisinin yaşam felsefesi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu adamlar kendi hayatlarındaki sorunlardan beslenip felsefe yapmışlar. Felsefe manevi bir güçle yapılıyordu. Platon’un Akedemia’sında sabah kalkılıyor, birtakım heykellerin önünde ritüeller gerçekleştiriliyordu. Bu ritüeller her şeyden önce manevi bir derinliğin, Daimonik bir heyecanın verdiği, sıradan ve günlük düşüncenin ötesine çıkabilmekle ilgiliydi, heyecandı. Felsefe şevkî bir faaliyettir. Batılı deyimle söylersek erotik bir etkinliktir, insan coşkusuyla başarılabilecek bir çabadır. İçi geçmiş, mızmız, korkak, bıkkın, yılgın, pörsümüş ve tırsmış insanların işi değildir. Risk almayı sevebilen, korkmayan ama haddini bilen, buna rağmen içindeki ateşi, bilme, anlama, öğrenme, yardım etme, güzel insan olma ateşini söndürmeyen insanların işidir. Onun için zordur, çünkü burada birbirine zıt öğeleri bir arada görüyoruz. Bir anlamda haddini bileceksin ama pısırık bir insan olmayacaksın, korkmayacaksın, öbür yandan içinde bir ateş yanacak ama edepsiz olmayacaksın, kendini matah bir şey sanmayacaksın. Bunların harmanlanması, uyum içine girmesi çok kolay gözükmüyor. Felsefe eğitimi Batının ve bizim hikmetimizin önemli metinlerinin üzerine eğilmekle ve o metinlerin anlamlarını yaşayan hocaların eğitimiyle olabilir. Eğitimde yüz yüze ilişkilerle öğrenilecek şeyler vardır, kitaplardan öğrenilecek şeyler vardır. Felsefe eğitimi yalnız metin okuyarak olamaz, çünkü o metinlerin satırlarının arasını okuyabilmek için ayrı bir bilgi türüne ihtiyaç vardır. O da bunu okuyabilmiş, (okuyabilen varsa elbette!) felsefenin tinselliğini, manevi gücünü kavrayabilmiş insanların o metinlere yaklaşımlarını görerek, onlarla birlikte yaşayarak anlaşılabilecek, yaşanabilecek bir şeydir. Bu felsefi eğitim bir iklim meselesidir. İklimini, atmosferi oluşturmak, deyim yerindeyse bir felsefe küre oluşturmak lazım ki o felsefe küre içine girebilen insanlar, o felsefi havayı teneffüs edebilsinler. Bizde bir felsefi ilkim, felsefi atmosfer meydana getirilemediği için, memur tipli insanların etrafta dolaştığı, nerede eğitim almışsa onun çizgisinde ölünceye kadar yazıp çizip, terfi edip, emekli olan insanların yaşadığı bir ülke durumunda kalırız. ISO’da Vizyon Toplantısı İstanbul Sanayi Odası’nın ev sahipliğinde “İSO VİZYON TOPLANTILARI” adıyla her ayın birinci Salı günü 16:3017:30 saatleri arasında İSO Odakule Meclis Toplantı Salonu’nda (Tepebaşı) gerçekleştirilen “İSO VİZYON TOPLANTILARI”nda bir konuk konuşmacının katılımı ile farklı bir tema ele alınmaktadır. Etkileşimli olarak gerçekleştirilecek toplantılarda tema ile ilgili sunumun ardından, bilgi paylaşımı ve tartışma imkanı da olmaktadır. “2002 Sonrası Türkiye, Yaşanan Küresel Kriz Ve Şirketlerin Geleceği” başlığıyla, moderasyonunu Doç Dr. Talat Çiftçi’nin yapacağı ve MAG Consulting Kurucu Ortağı Haluk Ziya Türkmen’ın konuşmacı olarak katılacağı 16 Aralık 2008 Salı günü gerçekleştirilecek “İSO VİZYON TOPLANTISI” için: [email protected] Korkut Yaltkaya Sempozyumu 2123 Aralık 2008 tarihleri arasında Antalya’da yapılacak olan sempozyumun ilk gününde bölgede Korkut Yaltkaya anısına arkeolojik bir gezi düzenlendi. Daha sonra Yaltkaya anısına şu konuşmalar yapılıyor: Üner Tan: Ünertan sendromu; insanda dörtbilek yürüyüşü ve mekanizmaları. Tayfun Özçelik Ünertan sendromunun genetik temellerinin araştırılması. Özgür Duman Çocuklarda yürümenin gelişimi (Ontogeny). Tuğrul Atasoy: İki ayaklılığın evrimi ve Tarzan çocuklarda yürüme bozukluğu. Panel: SSS ve yürüme bozukluğu. “Türk Nöroloji Derneği Yürüme ve postür bozuklukları grubu”. Normal yürümenin özellikleri (Mehmet Beyazova). Bipedal yürüme ve mental fonksiyonlar (Yakup Sarıca). Ekstrapiramidal sistem ve yürüme bozukluğu (Zafer Çolakoğlu). Serebellar sistem ve yürüme bozukluğu (Meltem Demirkıran). Piramidal sistem ve yürüme bozukluğu (Hilmi Uysal) ilk gün sonunda Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisi yazarı, psikiyatrist Tahir M. Ceylan "Ele Geçmemek Mümkün mü: Yeni Bir Varolma Şekli Önerisi” konulu bir konuşma yapacak. Son gün konuşmaları: “Multipl Sklerozda elektrofizyolojik bulgularI”: MS’te VEP’in tanı ve izlemdeki yeri (Göksemin Acar); MS’te SEP kullanım alanları (Ümit Hıdır Ulaş); BAEP’in MS’teki yeri (Neşe Çelebisoy); Bilişsel uyarılmış potansiyeller ve MS (Hülya Aydın Güngör). “Multipl Sklerozda elektrofizyolojik bulgularII”: Refleks çalışmalar ve MS (Cengiz Tataroğlu); MS’te MEP’in yeri (Hüsnü Efendi); Nistagmografi ve MS (Levent Sinan Bir); MS de nöroürolojik elektrofizyoloji (Yakup Sarıca) Katılım ücretsizdir. Sempozyum yeri; Akdeniz Üniversitesi Atatürk Konferans Salonu Antalya. İletişim; 0242 2496227 [email protected] CBT 1134/ 7 12 Aralık 2008
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear