26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Teknolojide iz sürmeyi bu hafta nükleer enerji ve yakıt pili teknolojileriyle noktalarken ülkemiz hakkında söyleyecek birkaç sözümüz olacak; eğer dikkate alan olursa! Büyük düşünmeliyiz! Şirket sürümlü küreselleşmeye yönelik eleştirileriyle, açlık, gelişme ve borç konusundaki sert çıkışlı kitaplarıyla tanınan Susan George, şimdi de dağılan ekonomilerin toparlanmasında ve dizginlerini koparmış iklim değişiminin çok geç olmadan önüne geçilmesinde 1940’lı yıllardan ders alınabileceğini öne sürüyor. Teknolojide İz Sürmek (3) Bu hafta iki teknoloji alanında daha iz süreceğiz. Bunlardan ilki olan nükleer enerji teknolojilerinde alınan patent sayısındaki yıllık artış hızının nispeten az olduğu (19952005 döneminde dünya ortalaması %5,8); bu nedenle, nükleer enerjinin dünya toplam patent sayısı içindeki payının giderek azaldığı görülmektedir. 199597 döneminde bu pay %0,5’in biraz üzerindeyken 20032005 döneminde %0,5’in de altına düşmüştür. Sadece Japonların nükleer enerji patent sayılarını hızla artırdıkları (yıllık artış ortalaması %22,8) gözlenmektedir. 2005 yılında alınan nükleer enerji patentlerinin %34,8’i AB’ye aittir. ABD %27,2’yle ikinci; Japonya % 22,7’yle üçüncü sıradadır. AB’ye de ülkeler bazında bakıldığında ABD ve Japonya’yı %13,1’le Almanya; %7,4’le Fransa’nın izlediği görülmektedir. İlk ondaki diğer ülkelerse, sırasıyla, Birleşik Krallık, Rusya Federasyonu, İsveç, Hollanda, İtalya ve İsrail’dir. Nükleer enerji, bizim kamuoyumuzda genellikle tedirginlik yaratan bir konu olmuştur. Ne var ki, yukarıdaki verilerden de anlaşılacağı gibi, pek çok ülke, bu alandaki teknoloji geliştirme çalışmalarını sürdürmektedir. Diğer alanlara göre tek fark, alınan patent sayısındaki artış hızının nispeten düşük olmasıdır. İz süreceğimiz diğer alan yakıt pili teknolojileridir. Bilindiği gibi, yakıt pilleri, genellikle temiz enerji kaynakları kategorisinde değerlendirilmekte ve bu alandaki araştırmalara büyük bir önem verilmektedir. Patent istatistikleri de bu önemi yansıtmaktadır. 2005 yılında, yakıt pili alanındaki buluşları Patent İşbirliği Anlaşması (PCT) çerçevesinde koruma altına almak üzere dosyalanan patent başvuru sayısı 850 dolayındadır ve 20032005 döneminde, yakıt pili patentlerinin dünya toplam patent sayısı içindeki payı %0,5’in üzerine çıkmıştır. 19952005 arasındaki on yıllık dönemde yakıt pili patent sayısında yıllık ortalama artış hızı, dünya genelinde, %24,6 gibi çok yüksek bir orana erişmiştir. Aynı dönmede Japonya’daki artış hızı olağanüstüdür: %52,5... Bu hız bir de, topluca BRIICS kısa adıyla anılan ve Brezilya, Rusya Federasyonu, Hindistan, Endonezya, Çin ve Güney Afrika’yı içine alan ülkeler grubunda dünya ortalamasının üzerine çıkmıştır: %31,6... Yakıt pillerinde alınan toplam patent sayısı içindeki payları açısından ülkeler arası sıralamada ilk sırayı %48,4’le Japonya almaktadır. ABD %20,3’le ikinci; Almanya %7,6’yla üçüncü sıradadır. Onları, sırasıyla, Kanada, Fransa, Birleşik Krallık, Çin, İsviçre, G. Kore ve Danimarka izlemektedir. Evet, böylece, OECD’nin 2008 Patent İstatistikleri İncelemesi’nden hareketle teknolojide iz sürmenin sonuna geldik. Açıklıkla belirtmek gerekir ki, asıl iz sürme patent kayıtlarında ve istatistik verilerinde yapılacak çok daha ayrıntılı incelemelerle olur. Asıl o zaman araştırmaların hangi noktalarda yoğunlaştığı ve her alandaki gidişin tam hangi yönlerde olduğu ortaya konabilir. Ama, bizim yaptığımız gibi bir iz sürmede de hangi kritik teknoloji alanlarının öne çıktığı; o alanlardaki gelişmelerin sürüp sürmediği; gelişmenin hızı; ülkelerin durumu gibi konularda kabaca da olsa fikir edinmek mümkündür. Görüldüğü gibi, dünya genelinde dikkatlerin odaklandığı teknoloji alanları enformasyon ve telekomünikasyon teknolojileri; biyoteknoloji; nanoteknoloji; çevreyle ilintili teknolojiler ve bunların içinde de özellikle sürdürülebilir enerji kaynakları ve otomobillerin yarattığı kirliliği önlemeye yönelik teknolojiler; nükleer enerji; ve yakıt pilleriyle ilgili teknolojilerdir. Ve yine görüldü ki, Türkiye olarak, bu anahtar konumundaki teknolojilerin nispeten daha eskiye dayananlarında pek fazla varlık gösterememişiz. Hiç olmazsa bunlardan en yenisi olan nanoteknolojiye yüklenip biraz teknoloji ve özgün ürün geliştirebilme idmanı yapsak ve kendimizi hiç olmazsa bu teknoloji alanında denesek ne kaybederiz? Buna bir de çevreyle ilintili teknolojileri eklesek neyimiz eksilir? Y ıpratılmış zavallı dünyamız bir yığın bunalımla kuşatılmış durumda. Yoksulluğun kitlesel boyutlara ulaştığı dünyamızda, varlıklı ülkeler ile yoksul ülkeler arasındaki eşitsizlik her geçen gün daha da artıyor. Yüksek faizli ipoteklerin başlattığı mali kriz ABD ve öteki ülkelere acımasızca yayılarak ekonomiyi en az Büyük Buhran denli etkili olması beklenen uzun bir durgunluk dönemine sürüklüyor. En beteri de, iklim değişimi ve canlı türlerindeki yok oluşun bilim insanlarının çoğunun beklediklerinden çok daha büyük bir hızla seyretmesi. Tüm bu bunalımlar birbirlerini besleyip güçlendiriyorlar. Yıllar boyu sorumsuzca “yenilenen” dev finans kurumları kamunun desteğiyle paçayı kurtarırlarken ve üst düzey yöneticiler parayı alıp sıvışırlarken, dar gelirli milyonlarca kişi işlerinden ve çoğu zaman evlerinden oluyor. Konut edinme balonunun söndüğünü gören spekülatörler bu kez de mal piyasasına akın ederek besin ve enerji fiyatlarının yükselmesine neden oldular. Borsaya bağlı olan malların fiyatlarındaki çarpıcı yükseliş bu kez de 150 milyon kişiyi yoksulluğa sürükledi. Kaynak yoksunu ülkeler ne bulurlarsa kaparlar. Ağaçları keserler, hayvanları öldürürler ve ellerindeki minicik topraktan alabildiğine yararlanmaya çalışırlar. Gelgelelim, varlıklı ülkeler dinozor boyutlu dev ekolojik adımlarıyla yeryüzüne yoksul ülkelerden çok daha fazla zarar verirler. KÜRESEL ISINMA YOKSULLARI ETK LER Karbondioksit salınımlarını göstermelik biçimde sözde azaltmaya çalışan ABD mısır ve soya tarlalarının üçte birinden fazlasını tarımsal yakıtlara ayırarak besin fiyatlarının daha da tırmanmasına neden olmaktadır. Küresel ısınma ve bunun körüklediği şiddetli fırtınalar, İklim Değişimi Paneli’nin uzun süre önce öngördüğü gibi, en çok dünyanın yoksul kesimini etkilemektedir. Peki, bu yazgıdan kaçınmanın bir yolu var mıdır? Vardır, ama bu yolun çevrecilerin yıllardır savundukları yol olmadığı kesindir. Ne yazık ki, enerji tüketimimizi yarı yarıya indirecek olsak bile gezegenimizi kurtaramayız. Tüm bunlar bireylerin ellerinden geleni yapmaları gerektiğine karşı çıktığım anlamına gelmesin. Ben yalnızca insanların bu sorunun salt kişisel davranışın değiştirilmesiyle çözülebileceği gibi bir yanılgıya kapılmamaları gerektiğini belirtmeye çalışıyorum. Asıl sorumlular yaptık larından vazgeçmedikleri sürece, bireysel önlemler etkisiz kalacaktır. Bu bir ölçek sorunudur ve görevimiz çevresel eylemde niceliksel ve niteliksel bir atılımın yapılmasını sağlamaktır. En kötü koşulların üstesinden gelmeyi ümit ediyorsak, büyük düşünmenin yalnızca bir hoşluk değil aynı zamanda da can alıcı bir etmen olduğunun da ayırdına varmak zorundayız. İyi de, böylesine dev bir atılımı gerçekleştirmek olası mı? Büyümeye ve ne pahasına olursa olsun gelir elde etmeye odaklı uluslararası kapitalizm etkili olduğu sürece gezegenimizi kurtarmak mümkün olabilir mi? “Milletlerin Zenginli i” adlı yapıtında,“Tarih boyunca bizleri yöneten efendilerin görünürde savundukları en iğrenç ilke hep bize deyip, başkalarına hiçbir şey vermemeleridir,” diyen bilge insan Karl Marx değil, Adam Smith idi. ÜÇÜNCÜ B R YOL Smith görüşünde haklıysa ve “efendilerimiz” açgözlülüklerini ve para hırsını sürdürüyorlarsa, dünyayı kurtarma umutlarına kapılmadan önce dünya çapında bir devrim mi yapmalıyız? Ortada saldırıya hedef alabileceğimiz tek bir şey var mı? Bu hedefi yalnızca 11 Eylül’den sağ salim kurtulmayı başarmakla kalmayıp, belli başlı şirketlerin kökten ayıklamalarına karşın, A.B.D hükümetini ele geçirdiği görülen Wall Street’te bulamazsınız. Devrimin yaşandığı o geniş topraklara egemen olan siyasal sistemlere de kimse kucak açmayacaktır. Ancak mevcut sistemimiz görünürde felakete gebe olduğundan, bir biçimde, gözü dönmüş kapitalizm ile dünya çapında ayaklanma arasında üçüncü bir yol bulmak zorundayız. Bunun tarihte bir örneği var. İttifak ülkeleri II. Dünya Savaşı sırasında faşizm ile yüz yüze geldiklerinde, karşılarında en az iklim değişimi kadar tehlikeli bir düşman vardı. A.B.D Büyük Bunalım’dan henüz tam olarak çıkmamıştı, ama ne yapılması gerektiğini gayet iyi sezebilen Franklin D. Roosevelt gibi bir başkanı vardı. Onun önderliğinde ekonomi inanılmaz kısa bir sürede savaşa hazırlandı. Doğduğum kent olan ve “dünyanın kauçuk merkezi” olarak bilinen Akron kara ve hava kuvvetleri için lastik üretimine geçti. Öteki sanayi merkezleri de askeri gereksinimleri karşılamak üzere kolları sıvadılar. Üst düzey yöneticiler, hükümetin hedeflerini niceliksel ve niteliksel açıdan karşıladıkları için kendilerine yapılan ödemeyle, “yılda bir dolarlık” saygın kişilere dön CBT 1134/ 6 12 Aralık 2008
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear