23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 10 AĞUSTOS 2020 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kurtuluş Savaşı yıllarında toplanan saltanat şuraları PROF. DR. HAKKI UYAR 1876 yılında kabul edilen Kanunu Esasi ile birlikte 1920 yılına kadar Osmanlı Devleti’nde aralıklı olarak da olsa işleyen sistem anayasal monarşi idi; yani diğer adıyla meşruti demokrasi/meşruti monarşi idi. 1878’de II. Abdülhamit “tatil”e çıktıktan sonra parlamentoyu bir daha toplantıya çağırmadı. 1908 yazında, aradan 30 yıl geçtikten sonra İttihatçı subayların Balkan topraklarında ayaklanıp dağa çıkması üzerine tekrar parlamento toplantıya çağırıldı. 1876 Anayasası’na göre parlamentonun kasım başında açılıp mart başında kapanması padişah kararıyla oluyordu (madde 43). II. Abdülhamit, iki kanattan oluşan (Mebusan Meclisi ve Ayan Meclisi) Meclisi Umumi’yi 30 yıl boyunca tatilden geri çağırmadı. Dolayısıyla bir dağıtma söz konusu değildi; “tatil”den geri çağırmama söz konusuydu. Anlaşılan kısa süreli bir meclis bile çoğulcu yapısıyla bir hayli rahatsızlık yaratmıştı. İttihatçılar iktidara gelince, 1909’da padişahtan Meclis’i feshetme yetkisini alsalar da güç kendilerine geçince tekrar padişaha geri verdiler; ihtiyaç anında kullanmak üzere... Bu yetkiyi Mütareke dönemi diye tanımlanan dönem (Mondros’tan Mudanya’ya, 19181922) içerisinde Vahdettin iki kez kullandı. Birincisi Aralık 1918’de, ikincisi Nisan 1920’de... Mondros sonrasında ağırlıklı olarak İttihatçılardan oluşması gerekçesiyle dağıtılan parlamento, Sivas Kongresi sonrasında Anadolu’daki direniş hareketinin baskısıyla yeniden toplanmış; Misakı Milli’yi kabul etmişti. Ancak bu da onun sonunu getirmişti. Bağlayıcılığı yok Mondros sonrasındaki dönemin iki olağanüstü gelişmesi karşısında parlamentonun olmadığı ortamda kamuoyunun tepkisini yumuşatmak, ağır sorumluluğun bedelini daha geniş bir kesime yaymak amacıyla iki kez Saltanat Şurası toplandı. Birincisi İzmir’in Mayıs 1919’da Yunanistan tarafından işgalinin hemen ardından, ikincisi ise Sevr Barış Antlaşması’nın hemen öncesinde, Temmuz 1920’de Saltanat Şurası yapıldı. Her iki toplantı da Damat Ferit Paşa’nın 100. Yılında Sevr’i unutmamak, Kurtuluş Savaşı yıllarında toplanan saltanat şuralarının da teslimiyetçilikten öteye geçemediğini, direnişi ve Kurtuluş Savaşı’nı destekleyecek bir kimliğe bürünemediklerini üzülerek söylemek gerekir. Sevr Projesi’ni kabul eden Şura, Paris’e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Bu heyet, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzaladı. Ankara’daki TBMM hükümeti ise durumu sert bir bildiriyle kınayarak, antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti. sadrazamlığı döneminde yapıldı. Her iki Saltanat Şurası da önde gelen devlet adamlarının ve toplumun önde gelen isimlerinin katılmasıyla gerçekleşti. Şura, bir istişare yani bir danışma görevi gördü. Bağlayıcı bir niteliği yoktu. İktidar kendi derdinde Mütareke dönemindeki birinci Saltanat Şurası, İzmir’in işgalinin (15 Mayıs 1919) hemen sonrasında 26 Mayıs 1919’da toplandı. Yıldız Sarayı’nda Vahdettin’in çağrısıyla yapılan toplantıya 131 kişi davet edildi. Bunlar arasında bakanlar, Ayan Meclisi üyeleri, çeşitli parti ve derneklerin temsilcileri, üniversite ve basın mensupları ile ticaret odasından davet edilenler vardı. Davetlilere toplantının sadece danışma amaçlı olduğu, padişah tarafından açılacağı ve sadrazam tarafından yönetileceği bilgisi verildi. Padişah açılış konuşmasını yaptıktan sonra toplantıdan ayrıldı. Padişah ve hükümeti, kendilerini İngilizler başta olmak üzere İtilaf Devletlerinin kollarına bırakarak, devleti, daha çok da kendi iktidarlarını kurtarmanın peşindeydiler. Bu noktada İstanbul’daki teslimiyetçi kesim ile Anadolu’daki direnişçiler arasında dağlar kadar fark vardı. Üstelik İstan bul’daki iktidar çevreleri işgale karşı çıkmadıkları gibi ihanet noktasına da geldiler. Kurtuluşun İstanbul’da olmayacağını görenler de kurtuluş çareleri aradıktan sonra Anadolu’ya geçeceklerdi. Şura’da padişah ve hükümete direniş yanlısı karar aldırılamayacağı açık bir şekilde görülmüştü. İkinci Saltanat Şurası ise imzalanması gündeme gelen Sevr Barış Antlaşması nedeniyle toplandı. 22 Temmuz 1920 tarihinde toplanan Şura, 10 Ağustos 1920’de imzalanacak olan Sevr Barış Antlaşması’nın içeriğinin görüşülmesi amacıyla Osmanlı devlet adamlarını bir araya getirdi. Türk tarihinin en ağır antlaşması olan Sevr metni İstanbul hükümeti ve yandaşlarına bile ağır gelmişti. Ancak onlar yine de antlaşmayı imzalamaktan başka çare göremiyorlardı. Zaman içerisinde İngiltere’ye yaltaklanarak antlaşmayı hafifletmek gibi bir hayale kapılmışlardı. Direnmek ve Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek akıllarından bile geçmiyordu. İtilaf Devletlerinden sert yanıt Osmanlı Hükümeti, antlaşmayı yumuşatmaya çabalayan bir cevap metnini İtilaf Devletleri temsilcilerine verdi. İtilaf Devletleri temsilcilerinin verdiği cevap sert oldu. Antlaşmanın ya 10 gün içerisinde olduğu gibi imzalanmasını ya da Türklerin Avrupa’dan sonsuza kadar kovulacağı yanıtını verdiler. Damat Ferit Paşa ağır antlaşma koşullarının sorumlusu olarak İtilaf Devletlerini değil, Anadolu’daki direniş hareketini gördü. Damat Ferit’e göre, Anadolu’daki direniş İtilaf devletlerini kızdırmıştı. Ancak yine de antlaşma imzalanmalıydı. Antlaşması’nın toplumsal onayını ve kitlesel desteği sağlamak adına Saltanat Şurasının toplanmasına karar verildi. Üstelik Kanunu Esasi’nin 7. Maddesine göre antlaşma imzalama, savaş açma, barış yapma ve orduya kumanda etme yetkisi padişaha aitti. Dolayısıyla Sevr’in Osmanlı Parlamentosunda onaylanmadığı için geçersiz olduğu iddiasının hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır. Sevr ve Lozan Saltanat Şurası’nda Padişah Vahdettin’in de katılımıyla onaylanan antlaşma, 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Hükümeti temsilcileri tarafından Fransa’nın Sevr kasabasında imzalandı. Sevr’i geçersiz kılan, İstanbul Hükümeti ve padişahın karşı çıktığı ve önlemek için elinden geleni yaptığı zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı ve Sevr’in yerini alan Lozan Barış Antlaşması olmuştur. 100. yılında Sevr’i unutmamak, Kurtuluş Savaşı yıllarında toplanan saltanat şuralarının da teslimiyetçilikten öteye geçemediğini, direnişi ve Kurtuluş Savaşı’nı destekleyecek bir kimliğe bürünemediklerini üzülerek söylemek gerekir. Sevr’i önemsiz ve yok sayarak, Lozan’ı küçümsemeye kalkmanın bir anlamı da bir faydası da yoktur. KAYNAKÇA: Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri Cilt I (Osmanlı İmparatorluğu Antlaşmaları), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1953. Süleyman Kani İrtem, “Tarihten Sahifeler: Saltanat Şurası”, http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/ bitstream/handle/11498/45462/001641671010. pdf?sequence=1&isAllowed=y (son erişim tarihi: 6 Ağustos 2020). Seha L. MerayOsman Olcay, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Antlaşması İlgili Belgeler), Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara, 1977. Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, TTK Yayınları, Ankara, 2010. Kemal Yakut, “Mütareke Dönemi’nde Yapılan Saltanat Şuraları”, https://www.atam.gov.tr/wpcontent/uploads/KemalYAKUTM%c3%bctarekeD%c3%b6nemindeYap%c4%b1lanSaltanat%c5%9e%c3%bbralar%c4%b1.pdf (son erişim tarihi: 6 Ağustos 2020). https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/ oncekianayasalar/1876k%C3%A2n%C3%BBnies%C3%A2s%C3%AE/ (son erişim tarihi: 6 Ağustos 2020). 3 bin 135 hastaya ne oldu? Sağlık Bakanlığı’nın Covid19 salgınıyla ilgili paylaştığı verilerin doğruluğu, salgının başlangıcından bu yana kamuoyunda tartışılıyor. Pek çok tıbbi otoritenin, salgının sahadaki yansımalarıyla bakanlığın paylaştığı verilerin birbiriyle uyumlu olmadığını belirtmiş olmasına karşın bakanlıktan bu konuya yönelik kamuoyunu tatmin edici bir açıklama bu zamana kadar gelmedi. Son zamanlarda salgının seyrindeki yükselmeyle birlikte konu bir kez daha gündemde... Bakanlığın verilerini bir doktor titizliğiyle araştıran eski Balıkesir Tabip Odası Başkanı, CHP Balıkesir Milletvekili Op. Dr. Fikret Şahin’le konuşuyorum. Şahin, “Bakanlığın paylaştığı veriler dikkatli olarak incelendiği zaman, bakanlığın kendi açıkladığı verilerle kendini yalanladığı görülüyor” diyor. Şahin’in tespitleri kamuoyunda tartışma yaratacak boyutta... “Covid19 tedavisi en az 14 gün sürdüğüne göre, PCR ile kesin tanısı konularak takip edilen hasta sayısı, bilimsel olarak hiçbir zaman son 14 günde tanı konulan toplam hasta sayısının altında olamaz. Fakat, 7 Temmuz 2020 tarihinden itibaren takip edilen hasta sayısı, tanı konulan hasta sayısından az. Bu da Sağlık Bakanlığı verilerinin ciddiyetten uzak olduğunun ve bakanlığın verilerle oynadığının ispatı.” Şahin’den bu önemli iddiasını detaylandırmasını istiyorum... Şahin’in rakamlarla ortaya koyduğu tablo şöyle: “Covid19 hastalığına yakalanan kişinin akıbeti iki şekilde sonlanıyor. Ya hasta iyileşiyor ya da hastayı kaybediyoruz. 7 Ağustos 2020 tarihli Sağlık Bakanlığı verilerine göre, toplam hasta sayısı 238 bin 450’dir. Yine aynı tarih itibarıyla toplam iyileşen hasta sayısı 221 bin 574... Toplam vefat eden hasta sayısı 5 bin 813... Sağlık Bakanlığı verilerinde toplam hasta sayısı verilmesine rağmen takip edilen hasta sayısı verilmiyor. Takip edilen hasta sayısını da şu şekilde hesaplayabiliriz: Toplam hasta sayısından (238 bin 450), toplam iyileşen (221 bin 574) ve toplam vefat (5 bin 813) eden hasta sayısını çıkardığımız zaman Covid19 nedeniyle tedavisi devam eden takipteki hasta sayısını tespit ederiz. Dolayısıyla 7 Ağustos 2020 tarihi itibarıyla Covid19 nedeniyle takip edilen hasta sayısı 11 bin 63 iken son 14 gün içinde Covid19 tanısı konulan toplam hasta sayısı 14 bin 198’dir. Bilimsel olarak Covid19 hastalığının tedavisi ve dolayısıyla takip süreci en az 14 gün olması gerektiğine göre, son 14 günde tanı konulan ve takip edilen hasta sayısı arasındaki 3 bin 135 hastanın (14 bin 198 11 bin 63) akıbetinin ne olduğuna bakanlık cevap vermek zorunda.” Şahin’e, “Bakanlık cevap vermek zorunda diyorsunuz. Bu tabloyu siz bilimsel olarak nasıl yorumluyorsunuz” diye soruyorum. İşte yanıtı: “Bu sayısal veriler göz önünde bulundurulduğunda, 7 Ağustos 2020 tarihi itibarıyla 3 bin 135 hastanın ya takibi bırakılmış ya da istatistiki verilerle oynanmış. Tanısı konulan hastanın takibinin bırakılmasının mantık dışı olduğu düşünülürse bakanlığın istatistiklerle oynama olasılığı çok yüksek. Sağlık Bakanlığı verilerine baktığımızda, 7 Temmuz 2020 tarihine kadar takip edilen hasta sayısının, son 14 günde tanı konulan toplam hasta sayısından fazla olmasına rağmen bu tarihten itibaren takip edilen hasta sayısının, tanı konulan hasta sayısından az olduğu görülmekte. Bu, büyük bir çelişkidir ve bilimsel olarak bunu açıklamak mümkün değildir.” Sahi!.. Şahin’in dediği gibi bu çelişkiyi bilimsel olarak açıklamak mümkün değilse sonbaharda salgınla ilgili “Bu, işin fıtratında var” söylemiyle baş başa kalabiliriz!.. CUMHURIYET’IN TAVRI: Doğru ve objektif habercilik Siyasi kulisler hareketli... Ekonomik veriler halkın üzerine kâbus gibi çöküyor... Dün ve bugün yayımlanan başyazılarımızda durum tespitleri yapıldı. Dünkü “Siyasette Arayışlar ve Cumhuriyet’in Tavrı” başlıklı başyazımızda gazetemiz, CHP’nin 37. Kurultayı’nın ardından Muharrem İnce’nin “yeni partihareket” çıkışıyla ilgili kurumsal tutumu nu, “Cumhuriyet gazetesi, bu konuda tüm gelişmeleri doğru, objektif ve yansız olarak okuyucuya ulaştıracaktır” sözleriyle açıkladı. Türkiye’nin referans gazetesi, “başvuru kaynağı” olarak, haberciliğimizle, kulis bilgilerimizle ve yazarlarımızın değerli analizleriyle siyasetteki gelişmeleri okurlarımıza en güvenilir şekilde aktarmayı sürdüreceğiz... Mustafa Balbay, dünyanın ve Türkiye’nin 2020 yılındaki görünümünü tarihsel derinlik içinde kaleme aldı. Kitapta, pandemiyle birlikte Türkiye ve dünyanın içinde bulunduğu durum özgün bir bakış açısıyla değerlendirilirken, CHP ile ilgili de önemli bilgiler bulunuyor. http://www.cumhuriyetkitap.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear