16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
PAZAR YAZILARI 9 31 MAYIS 2020 PAZAR Çölün son mucizesi Hayatımıza virüs, salgın, karantina gibi kavramlar girmeden hemen önce dünyanın bu bölgesinde pek çok kişinin gözden kaçırdığı önemli bir olay yaşandı. Geleceği, hayallerimi yeniden gözden geçirmeme neden olan bu mucize karantina günlerinde aklımdan hiç çıkmadı. Önce, olayın geçtiği mekânı anlatmakta fayda var. Rubülhali, Arap Yarımadası’nın güneyinde 650 bin kilometrekarelik dev bir çöldür. Arapçada “boş çeyrek” anlamına gelir; ıssız olduğu için “boş”, yarımadanın dörtte birini kapladığı için “çeyrek”tir. Genişliği 1200 kilometreyi bulan bu çöl, doğa karşısındaki çaresizliğimizin simgesidir. Uzak durulan bölge... Dünya üzerinde insanoğlunun el atamadığı ender yerlerden biridir. Kum fırtınaları, hareket eden tepeleri ve nefes aldırmayan güneşi dışında yolu, yönü, işareti yoktur. Tarih boyunca kendine yaklaşmaya çalışan kavimleri yutup yok etmesiyle ünlüdür. Bırakın insanı, hayvanlar bile bölgeden uzak durur. Kuş sürüleri buraya yaklaştığında yönünü değiştirir. İşte böylesine korkunç bir âlemdir Rubülhali Çölü, yeryüzündeki cehennemdir... Olay şubat ayının ilk günlerinde bu çölde yaşandı. Rubülhali sınırında görev yapan polisler, çölün derinliklerinden kendilerine doğru yaklaşan bir gölge fark etti. Önce hayal gördüklerini zannettiler ama aynı hayali üç memurun birlikte görmesi olanaksızdı. Boşluğa uzanan kum tepelerinin başladığı bölgede daha önce kimseyle karşılaşmamışlardı. Bedeviler bile daha ileri gitmeyi düşünemezdi çünkü bura ni aşması gerekiyor du ama o engel ola madığı hayaller gör meye başlamıştı. Cehenneme düştü REMZİ GÖKDAĞ sı hayatın sona erdiği, bilinmezin başladığı uğursuz bir yerdi. 18 günde bir Calderan, 1200 kilometre genişliğindeki Rubülhali Çölü’nü yürüyerek geçti. ğünü ve kurtuluşun imkânsız olabileceğini o anlarda hissetti. Ölüm ensesindeydi ve yapabileceği tek şey kontrolü elden bırakmamaktı. başına... Polisler şaşkınlık içinde olayı anlamaya çalışırken adamın kendilerine el salladığını gördüler. Bir hayaletle karşı karşıya olduklarını düşünenler oldu. Adam yanlarına kadar gelip konuşmaya başladığında rahatlamışlardı ama bu sefer de duyduk Max’in olağanüstü mücadelesini anlayabilmek için yaşadığınız en sıcak günü hatırlayın, en az 10 derece ekleyip çölde yürüdüğünüzü hayal edin. Gökyüzünde nefes aldırmayan güneş, önünüzde aşılacak kum tepeleri, 65 dereceyi aşan zemin sıcaklığı, sırtınızda su ve yiyecek çantası... larına inanamadılar. Az önce bilinmezin içinden çıkan bu esrarengiz yabancı, çölü tek başına yürüyerek geçtiğini söylüyordu. “Zavallının başına güneş geçmiş” diyenler olsa da yabancının söylediği her şey doğruydu. Çok geçmeden olay yerine gelen kurtarma ekibi çölde beliren adamın kimliğini teyit etti. Rubülhali’nin batı ucundan girip doğusundan çıkan adam Max Calderan’dan başkası değildi. 52 yaşındaki İtalyan bugüne dek kimsenin başaramadığı bir işe girişmiş, 1200 Çocukluk hayali ... Max Calderan, Rubülhali’yi geçen ilk insan değildi. 1930’lardan beri burada keşif yapanlar oldu ancak destek ekipleri her seferinde yanlarındaydı. Max, çölü yürüyerek tek başına geçen ilk insandı ve adı tarihe geçti. Peki, bunu nasıl başardı?.. İtalya’nın kuzeydoğusundaki Udine kentinde doğan Max, henüz 7 yaşındayken annesinin hediye ettiği atlasın sayfalarında Rubülhali’yle tanışmıştı. O günlerde çölü yürüyerek geçmeyi kafasına ko kilometrelik Rubülhali Çölü’nü 18 gün yup annesine söz verdi. de, tek başına yürüyerek geçmişti. Max, Bu sözü gerçekleştirmek için 45 yıl ça macerasının en zor anlarını son 300 kilo lıştı. Kendini uyku, yemek ve sudan mah metrede yaşadı. Hava sıcaklığı akşamla rum bırakarak vücudunun sınırlarını zor rı 2 dereceye kadar düşüyor, çöl rüzgârları ladı. En büyük şansı farklı bir metabo beyninin kıvrımlarında farklı seslere dönü lizmaya sahip olmasıydı. Ortalama vü şüyordu. 300 metreyi bulan kum tepeleri cut ısısı 41 derece, kan basıncı 70, kor tizol seviyesi düşük. Vücudu neredeyse hiç stres hormonu salgılamıyor. Tehlike anında sakin kalıp akılcı çözümler bulabiliyor. Amacına ulaşmak için vazgeçmiyor, kafasına koyduğunu yapıyor. İşte, aşkta, sporda hep mücadeleyi tercih ediyor. Sormaktan çekinmiyor, öğrenmekten vazgeçmiyor. Bütün hazırlıklarını Rubülhali’yi tek başına geçmek için yapan Max, her seferinde Suudi yetkililerinden olumsuz yanıt aldı. Sonu ölümle bitecek çılgın bir deneye hiçbir yetkili izin vermeyi göze alamıyordu. Max yılmadı, daha çok çalışıp vücudunu ve zihnini hedefe kilitledi. 74 dereceye ulaşan çölde günlerce yürüdü, 22 saat su içmeden kızgın kumlarda koştu. Sonunda beklediği izni 2020’de aldı, 18 gün süren yürüyüşünü 3 Şubat’ta tamamladı. Max’ın mücadelesini öğrendikten sonra çöle farklı gözle bakar oldum. Rubülhali’ye birkaç kez yaklaşmayı denesem de bugüne dek yarım saatten fazla yürümeyi başaramadım. Karantina yasaklarından sonra çöle tekrar gitmeyi düşünüyorum ama kimse rekor beklemesin, ben kızgın kum tepelerinde Max’ın yanıtını bulduğu bazı soruları kendime soracağım: “İstediğin hayatı mı yaşıyorsun yoksa kabul etmek zorunda olduğunu mu? Hayallerini gerçekleştirebildin mi? Kendi hedeflerine mi yoksa başkalarınınkine mi yürüyorsun?” Biliyorum, aradığım cevabı bulmak için çöle gitmeye gerek yok ama böylesine belirsiz bir ortamda mücadeleden vazgeçmemek için hepimizin sessiz, kısa bir yürüyüşe ihtiyacı olabilir. [email protected] Köşedeki kafene sahip çık! Mayıs ayının ikinci yarısında, havaların ısınmasıyla birlikte Brük ERDİNÇ UTKU selli kendini sokaklara atar. Kafelerin teraslarında, dı şarıya konulan masalarda güneşi ve Belçika biraları nı yudumlar, tadını çıkarır. Bu sene bırakın terası, ka felere ve restoranlara adım atamıyorsunuz. Büyük bir olasılıkla 8 Haziran’da bir dizi önlem ve sınırlamay la kafe ve restoranların açılmasına izin verilecek. Tüm detaylar 3 Haziran’daki güvenlik konseyi toplantısın da belli olacak. Ancak yiyecek, içecek ve konaklama sektörü belirsizlikten kaygılı. Kararların bir an önce netleştirilmesini istiyor. Öyle ya, ona göre hazırlık ya pacaklar. Binlerce işletme aynı anda açılınca işin or ganizasyonu daha da zor olacak. 14 Mart’tan beri kapılarına kilit vuran kafelere mali destek amaçlı, bira hediye çeki gibi çeşitli kam panyalar simgesel önem taşısalar da devede kulak kalıyor. “Köşedeki kafene destek ol” mantığıyla iç mediği biranın parasını peşinen ödeyen ve kafeler açılınca içmek üzere bira çeki alan sadık müşteri kü çük esnafa destek oluyor. Bira banyosu... Bira endüstrisi de bu zor günlerde boş durmayıp topluma katkı yapmaya çalışıyor. Örneğin bir bira fabrikası, bira ve elma şarabı ile dezenfektan el jeli üretti. Kendi biralarından ve elma şaraplarından alkolü damıtma teknolojisine sahip olan fabrika, ürünlerini böylesi bir sağlık krizinde topluma faydalı hale getirmenin yolunu bulmuş. Zaten satışlar da azalmışken boş duracaklarına topluma katkı sağladılar. Normal bir kafede sıradan bir bira bile içemediğimiz bugünlerde “ağaçtan küvette banyo yaparken hemen yanı başımdaki fıçıdan kendi ellerimle bira bardağımı doldurmayı” hayal etmeye başladım. Yok yok, güneş başıma vurmadı, koronavirüs etkisi de değil. “Good Beer Spa”, Brüksel’i asırlık sağlıklı yaşam konsepti bira jakuzisiyle/banyosuyla buluşturmayı hedefliyor. Yatırımın yüzde 2’sini kitle fonlaması kampanyası ile toplamaya başlayan girişimci, fona destek olanlara karşılığında ön satış yapmaya başladı bile. Fon bulma işi iyi giderse, Belçika ilk bira jakuzisine, Brüksel’de Madou’da yıl sonundan önce kavuşacak. Yaklaşık 5 bin yıl önce Mısırlıların insanlıkla tanıştırdığı biranın kozmetik özelliklerini ise ilk olarak Romalılar keşfetmiş. Yüzlerce çeşidiyle birlikte adı birayla çağrıştırılan Belçika, nasıl olduysa biraz geç kalmış bu bira banyosu konusunda. Kaplıcaları var “Balkanlar’da birada yıkanmak çok eski bir gelenek. Prag’da zaten bir düzine bira kaplıcaları var ve son on yılda dünya çapında devam eden bir trend oldu. Bunları Japonya, İzlanda, Kanada ve ABD’de bulabilirsiniz.” diyen girişimci Ben Biebuyck, “Bira aktif enzimler ve vitaminler, özellikle B vitamini bakımından zengin. Cildi yumuşatır ve saça ekstra parlaklık verir. Ayrıca, banyosu vücudu ve zihni canlandırır, kan dolaşımını iyileştirir ve toksinleri attırır. Ayrıca çok rahatlatıcı” iddiasında. Hazırlanan tanıtım videosunda “Ortaçağ’da insanların birayla banyo yaptığını biliyor muydunuz? Zihin, beden ve ruha çok faydası var biranın...” deniyor. Hatta tanıtımda “Birada bulunan bileşiklerin çeşitli antibakteriyel, antienflamatuar, antioksidatif, antimelanojenik ve antikanserojen etkilere sahip olduğu gösterilmiştir” yazan Avrupa Dermatoloji ve Venereoloji Akademisi Dergisi’nde yayınlanan bir makale referans gösteriliyor. Hayallerimi süsleyen konsept aslında bir tür bira kaplıcası. Küvetler, 37 derece su ve bira yapımında kullanılan şerbetçiotu, maya ve malt ve bir miktar birayla doldurulacak. Tabii ki Belçika birasıyla. Bira jakuzisi bir sauna değil. Su vücut ısısında olduğu için terlemeyeceksiniz bile. Anlayacağınız bizim hamamlara da benzemiyor. Göbek taşı yok yani. Yalnız bir taraftan küvette huzur bulurken diğer taraftan yandaki fıçıdan bira doldurarak içtiğiniz bira banyosunda bira göbeği riski fazla! [email protected] MANKENLİ RESTORAN... Gözler, yeni tip koronavirüse (Covid19) karşı aşı, tedavi çalışmalarındayken kimi ülkeler açılma adımlarını sürdürüyor. Salgının en kötü vurduğu ülkelerden, bir günde 8 bin 952 yeni vaka açıklanan Rusya’da Sağlık Bakanı Mikha il Murashko, bilim insanlarının virüse karşı aşı çalışmalarında klinik deneylere iki hafta içinde başlamayı planladıklarını duyurdu. Öte yandan ABD’nin Washington eyaletinde önceki gün yeniden hizmete giren bir restoranda sosyal mesafenin boş bırakılan koltuklara mankenler yerleştirilmesi ile sağlanması ilginç görüntülere yol açtı. Küresel çapta 6 milyon 64 bin 403 kişinin enfekte olduğu virüs nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı önceki gün 367 bin 476’ye yükseldi. ‘Tafsilatlı bir havadis’ Liverpool’dan kırk yıl evvel Alberta’ya göç etmiş İngiliz Mr. çileriyle birlikte yaşadığı evine nasıl kapandığını söyler, hatta Lond Harold komşumdur, yakın zamanlara ra Belediyesi’nin kendisine mahalleyi kadar sıkı fıkıydık, aramıza Covid gir gözetleyen veba müfettişi görevi ver di, şimdi bahçe çitleri ardından ko diğinden bahseder. Defoe’nun göz nuşuyoruz. Birkaç gün evvel elinde lemleri olarak anlattığı kuşkusuz ve ki kitabı tahta perde üstünden gös bayı aktaran kuşakların hikâyesidir. teriyor, bu eseri bilip bilmediğimi ih Önemsenmeyen veba kısa süre sas edercesine okuyup okumadığı de İngiliz kanalını aşıyor, tüccar ge mı soruyordu; gücendim. Nasıl bi mileriyle Thames Nehri Halici’nden linmez, hele bu salgın Londra’ya sıçrıyor. günlerinde başlığını ol Defoe’nun yazdıkların sun duymayan mı kal da kimi abartıların oldu dı! Daniel Defoe’nin Ve ğunu fark ediyorsunuz ba Yılı Günlüğü’nü çok okurken, fakat bugüne eskiden okumuştum, MAHMUT ŞENOL ait salgın ve toplumsal fakat Mr. Harold, tam panik atağın benzerlik da bu zamanlarda mutlaka okunma lerini de görüyorsunuz. Demek 350 sı gerek diye ısrarcıydı. Haklıdır, oku yılda insan davranışı açısından deği manın tam zamanıdır. Zaten, kitap, şen bir şey yok! Kanada’da son üç ayın en çok satan kitapları arasında ilk 10 listesine yu Fare alarmı... karılardan girdi, başa doğru yükse Sokağa çıkma yasağı, dükkânlara liyor. koşturup ihtiyaç maddelerini yağ Albert Camus’nün Veba’sı ve Dean malamak, sokaklarda itiş kakış, uya Koontz’un Karanlığın Gözleri gibi ro rılara karşın kol kola girip gezme manları ardından, Robinson Crusoe’un ler, hepsi tanıdık! Bu eserde tanı yaratıcısı D. Defoe’nin 1722’de yayım dık bir şey daha var ki, şu günlerde lanmış kitabı yok ve çok satanlar, kıy Kanada’nın büyük şehirlerini rahatsız met kesenler arasına girdi. etmeye başladı: Fareler! Londra’da Rakamlara bakılırsa geçen yıla gö vebayı yayan pirelerin üzerindeki re Defoe, 3 misli fazla talep edilmek Yersina Pestis bakterisinin farkında teymiş; anlaşılır bir şey. İnsanlar ne değillerdi ama sırtında pire gezdiren ye uğradıklarını anlamak için geçmiş fare ordusunun açlıktan sokakları is ten, anlatılanlardan bugünü çıkarsa tila ettiği anlatılıyor. mak istiyor. 1665 yılında Londra’da Dünya nüfusunun azalması halinde baş gösteren vebanın Hollanda’da kemirgenlerin, özellikle kentli farele çıktığı haberini sakin bir şekilde din rin açlıktan saldırganlaşacağına da lemişlerdi; Defoe da komşularından ir öteden beri söylenenleri hafife al duymuş. Daha ilk paragrafta gazete mamalıymış; Kanada Federal Hükü lere dokunduruyor; “O günlerde söy meti Salgın Kontrol Başkanlığı ve ye lenti ve haberleri yayan, yayarken de rel eyalet sağlık birimleri ardı ardına bunları insanoğlunun uydurmalarıyla uyarıda bulunuyor: bezeyen, ileride tanışacağım o gaze Restoranlara, kafelere, işyerlerine teler yoktu.” ait atıkların geceleri karıştırıcısı olan Geçmişle benzerlik... fareler karantina günlerinde aç kaldıklarından sokaklarda cirit atmaya Bir dakika! Defoe, veba Londra’yı başlamıştır, besin artığı bulamadık kasıp kavururken 5 yaşındaydı, 1660 larından birbirlerine saldırmakta. Ar doğumludur ama eserinde lafına ko dından pek çok uyarı ve önlem bildi caman bir adam gibi başlar, devam riliyor, marketlerde fare zehri satışla eder, şehrin iyi bir semtinde hizmet rı da buna bağlı olarak artış gösteri yor tabii... Virüsten kaçarken farelere yakalanmak bir endişeye dönüştü. 2005’te Katrina Kasırgası ardından boşalmış New Orleans kenti sokaklarında binlerce farenin alenen ortaya çıkıp sürü kalabalığıyla gezindiklerini gösteren videolar, şimdi yine hatırlanıyor. ABD ve Kanada’nın Batı yakasını istila edeceği söylenen Katil Arıların Asya’dan tıpkı virüs gibi geldiği söylentisi de bir tür ırkçı benzetmelere eşlik ediyordu. ABD’de tavşan ölümlerine yol açan bir başka salgın haberi de kaygıyla izleniyor. Bütün bunlar toplumsal panik atağın işaretleri elbette. Balık, kaz sürüleri yolda... Bunlar olagelirken Pasifik kıyısındaki somon balığı sürüsünün Fraser Nehri ağzından Kanada içlerine zıplaya hoplaya girdikleri haberi, tebessüm ettiriyor. Bildiğimiz, bize lazım olan zararsız doğanın işaretleri bunlar. Şimdiden ısınmaya başlayan okyanus sularından uzaklaşmak için buzullardan beslenen Kanada’nın soğuk ırmaklarında zıplaya yüze, yükseklere tırmanmaya başladılar; ilk sürünün 350 km. kadar içeriye girdiği gözlemciler tarafından aktarıldı. Sevindik! Yine ABD’nin güneyinde kışları geçiren trompetçi kaz sürüleri de yazı Kanada’da tamamlamaya geliyorlar, ağustosta dönerler. Bu gelenlere de alışığız, bildiğimiz, aşina dünyamızın sesleri. Bu sesler de gelmese, içinde Covid geçmeyen tek bir havadis ortalıkta olmayacak! Defoe’nun kendisini ele verdiği satırlarındaki gazeteciler gibi, eski İstanbul gazetelerinde yazanların eksik bir haberi noktalamak istediklerinde kullandıkları o meşhur sözü hatırlamakta yarar var: “Tafsilatlı bir havadis alırsak, nakledeceğiz!” [email protected] Schwäbisch Hall ‘Sen sevdikçe seni seven de olacaktır...’ Oturmuş göl kenarındaki tahta iskeleye, sallandırmış çıplak ayaklarını sulara, anlaşılmaz bir şeyler mırıldanı yor. Çevre çok sessiz, doğa uzun süren kış uykusundan uyanıyor. Göl kıyısında ki, dalları sulara değen ağaçlar yeşer miş, ıslak çimenleri rengârenk çiçekler bürümüş. Tahta sıralardan birine oturu yoruz. Adam bizi görmüyor, kendinden geçmiş gibi. Mırıldandığı şeyler yaban cı bir dilde. Bir yandan da hafifçe salla nıyor. Gölün durgun sularına kuşlar inip kalkıyor, güzel renkli ördekler, peşlerin de yavruları, bembeyaz kuğular kıyı ya kınında yiyecek bir şeyler arıyor. Adam susuyor. Şimdi hiç kıpır damıyor. Az sonra ayağa kalkıyor ve bizi görü yor. Gülümseye rek yanımıza so kuluyor, kar şımızdaki boş sıraya oturuyor. Biz sor AHMET ARPAD madan konu şuyor: “Ne güzel bir gün, ne güzel bir doğa!” Sesi çok usul, şarkı söyler gibi. Giysileri bembeyaz. Gülümsemeye de vam ediyor. Yanımdaki tanış, kim bu tu haf adam, der gibi bana bakıyor. “İnsan yüreği hep buradaki çiçek ler gibi açmalı...” Başını çevirip doğa ya bakıyor, ayağa kalkıyor, dans eder gibi kendi etrafında dönüyor. Biz hâlâ suskunuz. “Gülümse ve sev... Sevmeye hep devam et...” Yine kendi dünyasına dalmış gibi. “Sen sevdikçe seni seven de olacaktır...” Çimenlere doğru yürü yüp menekşeler topluyor, kollarını ha vaya kaldırıyor, bale yapar gibi birkaç adım atıyor, dönüyor. Dudaklarında hep bir gülümseme. Gidip kıyıdaki sazların arasında oturuyor, gözleri kapalı güne şe bakıyor. “Gel, kalkalım” diyor tanı şım. “Yolumuza devam edelim.” Orman yollarında yürüyüş Stuttgart ve çevresinde şu günlerde havalar neredeyse yaz. Kentin kuzeyindeki ormanlarda uzun bir yürüyüşteyiz. Trenle Murrhardt’a gelmiştik, orman yollarından Schwäbisch Hall’e gitmekti amacımız. Yöre her mevsimde güzel. Böyle bir doğada insan kendine geliyor, canlanıyor. Irmaklar, dereler, göl ve gölcükler, yeşil yamaçlar ve çayırlar, korular, ormanlar... Kızıl çamlar, ladin ağaçları, kayınlar, akçaağaçlar, dişbudaklar, gürgen ağaçları... Az sonra ağaçlar bitiyor, üzüm bağlarıyla kaplı yamaçlarda uzanıyor yol. İkimiz de konuşmuyoruz. Buralar büyük kent insanının nefes alabildiği bir yöre, doğanın ciğeri. Yüzlerce kilometrelik yürüyüş ve bisiklet yollarıyla, balık avlanan, kürek çekilen, yüzülen küçük gölleriyle, yöresel yemek ve şarapların sunulduğu lokanta ve şaraphaneleriyle bir doğa cenneti. Uzaktan Rosengarten görünüyor. Tanışım, sanki aklımdan geçeni okumuş gibi: “Burada mola verebilseydik ne güzel olurdu” diyor. Ne yazık ki köy girişinde küçük lokanta haftalardır kapalı... Yola devam ediyoruz. Mistizm merakı... “Adamcağız meditasyon yapıyordu, rahatsız ettik” diye konuşuyor tanış. Anlamamış gibi suratına bakınca da devam ediyor: “Kim bilir hangi gurunun müridi?” Ben hâlâ, ne demek istiyorsun, diye ona bakıyor olacaktım ki konuşmasını sürdürüyor: “Belki de Bhagwan’ındır? Bizim enişte de 80’li yıllarda mistisizme meraklanmış, hatta ta Poona’lara gitmiş, gurunun yanında iki ay kalmıştı.” Soruyorum: “Hindistan’a mı gitmişti?”, “Evet, onun müridi olmuştu”, diyor tanış. “O yıllarda Amerika’dan, Japonya’dan, Avrupa’dan genç yaşlı, ünlü ünsüz ona gider, gerçek benliğine kavuşmayı düşlerdi. Bhagwan, sonra ona Osho adını da verdiler ya, çevre etkisiyle sahte bir benlik oluştuğunu savlardı. Gelecek yüzyılda meditasyon dinsiz Batı zenginlerinin yeni dini olacaktır, sözü de onundur.” Mistisizm üzerine bir şeyler daha söylüyor, ancak benim bakışlarım ışıl ışıl doğanın güzelliğinde. Bana ne onun anlattıklarından! Anımsıyorum, Bhagwan için, modern zamanın en sahte ve zengin gurusu, diyenler de olmamış mıydı o yıllarda? Susuyorum. Gözlerimi hafif kısıyorum. Ötelerde, yamaçlar ardında hedefimiz tarihi kent Schwäbisch Hall. Daha ötelerde, kuzeyde Main Nehri ve daha çok ormanlar, akarsular, göller, yüzlerce kilometre yürüyüş yolları... Şaraphaneleri ve köy lokantalarını yakında açacaklarmış! O zaman bir kez daha geliriz bu güzel yöreye... www.ahmetarpad.de
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear