02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 3 ŞUBAT 2019 PAZAR [email protected] TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Üniversiteler ‘aile şirketi’ PROF. DR. OSMAN İNCİ / Eski Trakya Üniversitesi Rektörü Üniversite üst düzey yöneticilerinden; bilgi birikimi, deneyim, verimlilik ve üretkenlik beklenir. Ayrıca bilim ve yönetim etiğine, akademik kültür ve değerlere saygı beklenir. Yönetimlerde tarafsızlık ve dürüstlük esastır. Üniversite yönetimleri akademik personel atamasında tarafsız olmak ve akademik liyakata uymak durumundadır. Açılan kadroya başvuranlar arasında bilgilinin, bilimsel performansı yüksek olanın atanması hukuk gereğidir. Temel ilkeler dışında özellikle eş, çocuk, akraba ve siyasi tercihlerle yapılan atama ve yükseltmeler kurumun omurgasını kırar. Yakınlar ve yandaşlar Son yıllarda hak edenlere, sınavla doçent olanlara kadro açılmazken, ihtiyaç olmayan bölümlere tepede kadro ilanları verilmekte, olumlu rapor vereceğini bildirenlerden “özel bilim jürileri” kurulmakta, yakınlara ve yandaşlara her türlü kolaylık sağlanmakta. Yönetici eş, çocuk, yakınlarını almak için ilanlarda “adrese teslim” nitelikler sıralamakta. Atanacaklar belli, kalanı “kitabına uydurmak”. Bir kadro ilan var ki üniversite kendini aştı: Ulusal gazetede çıkan ilanda Tıp, Mühendislik, Fen Edebiyat, İlahiyat, Su Ürünleri fakültelerine alınacak doçent ve yardımcı doçentlerin isimleri de yayımlandı. Bu örnek ülke yükseköğretiminin durum belgesidir. İlanlarda istenilen ölçütler incelendiğinde YÖK ulusal tez merkezine gö Üniversiteler aile ve akraba topluluğuna dönüştü. Bu yapılanmada eğitim, bilim, teknoloji olmaz, akademi çoraklaşır. Ülkeye; yönetici, eğitimci, hukukçu, sağlıkçı, ekonomist, mühendis, diplomat gibi eleman yetiştiren üniversitelerimiz bu durumda. Açılan akademik personel sınavlarını, enstitü müdür yardımcısının eşi ve oğlu; iki rektör danışmanının eşleri, rektör yardımcısının oğlu kazandı. Hukuk profesörü rektör yardımcısının oğlunun usulsüz atandığı belgelendi. re bu konuda tez yapan birer kişi bulunmakta, yani atanacak belli. Yardımcı doçent ilanı: “Şeytanla mücadele edecek insan eğitimi üzerine çalışmalarda bulunan”, Enerji Sistemleri bölümüne öğretim görevlisi ilanında: “Lipitler, proteinler ve biyoyakıtlar ile ilgili çalışmalar yapmış olmak” koşulu var. Enerji değil de Biyoloji bilim dalına öğretim üyesi aranıyor sanırsınız. Nitekim kadroya alınan da biyolog. Akademik unvanlar Tıp Fakültesi ilanı “... 5 yıl hastane yöneticiliği yapmış olmak, en az 2 yıl üst düzey sağlık yöneticiliği yapmış olmak, ‘kabızlık cerrahisi’ konusunda deneyim sahibi olmak vb.” şeklinde. Bu ilanla üniversite dışında çalışan doktorlara akademik unvanlar dağıtıldı. Atanacakların listesi noterden onaylatıldı: Listedeki 32 kişiden 31’i atandı. Rektör yakınları, rektör yardımcısı ve dekan yakınları yönetim görevine getirilirse, yönetim kurulu ve senato kararları aile kararlarına dönüşür. Örneğin; üniversite rektörünün eşi dekan, rektör yardımcısının eşi dekan, akrabası enstitü müdürü ve eşi yüksekokul müdürü. Rektörün iki akrabası yüksekokul müdürü, sonuçta toplam 8 kişi senatör. YÖK rektörün eşini soruşturma sonucu görevden aldı ama rektör göreve devam etti. Prensipte rektörün eşi görevden alınacak ise önce rektöre bildirilir, bu istifa etsin demektir. Dekan hanım istifa etmediği gibi eşi soruşturma ile görevden alınan rektör de istifa etmedi. Mevki ve makam hırsı böyle olmalı. Oğlunu bir gün SGK’li gösterip araştırma görevlisi atayan, hukuk fakültesine tek aday giren kızı kaza nan, kız kardeşini öğretim görevlisi atayan, Kamu Denetçiliği raporuna göre “...gerekli titizlik gösterilip eksiklikler tamamlansa kazanan aday, sınava girecek ilk 20 kişi içerisine bile giremiyor..” belirlemesine karşın 29. sıradaki oğlu kazanan, oğlunun yatay geçişini sağlamak için kontenjanı iki katına çıkaran rektörler var. Usulsüz atamalar Kardeşini öğretim görevlisi, özel hastanede çalışan eşini önce yardımcı doçent sonra dekan yardımcısı yapan, “İç Mimarlık veya İç Mimarlık ve Tasarım anabilim dalında doktora yapıyor olmak” koşulu ile kızının atanmasını sağlayan dekanlar var. Açılan akademik personel sınavlarını, enstitü müdür yardımcısının eşi ve oğlu; iki rektör danışmanının eşleri, rektör yardımcısının oğlu kazandı. Hukuk profesörü rektör yardımcısının oğlunun usulsüz atandığı belgelendi. Bunların yüzlercesi var, bu atamalarda hukuk, liyakat, etik yok. Üniversiteler aile ve akraba topluluğuna dönüştü. Bu yapılanmada eğitim, bilim, teknoloji olmaz, akademi çoraklaşır. Ülkeye; yönetici, eğitimci, hukukçu, sağlıkçı, ekonomist, mühendis, diplomat gibi eleman yetiştiren üniversitelerimiz bu durumda. Bu üniversite yöneticileri, Afganistan, Yemen ya da Uganda’dan gelmedi, bu ülkede ve Cumhuriyet kurumlarında yetiştiler. Ancak üniversitelerimiz Ortadoğulu, Batı Asyalı olmakta ısrarcı. Yaşananlar şaka gibi. Halkımızın bu durumu anlatan güzel bir tanımlaması vardır: “Ört ki ölem.” CEVAT TURAN ŞairYazar Devlet aygıtını her ele geçirenin onu kendi dar görüşü ve seçim sistemindeki çarpık sonuçlar çıkartan değerlere göre dilediği gibi kullanma arzusu, ötekini yok etmeye kurgulu büyük bir trajediye dönüşmektedir. Bu nedenle bireyin hakkı yukarıdan verilen ve lütfedilen bir hak olamaz. Tek bir kişi bile olsa onun farklılığı, anayasal güvence altında olmalıdır. 1923’ten beri 96 yılda 35’ten fazla genel seçim ve 1930’dan beri de bir o kadar yerel seçim yapıldı. Arada bir de halkoylamasına gidilen hiçbir dönemde 31 Mart yerel seçimleri kadar ülkenin “beka” meselesine dönüştüğü görülme Devlet,birey ve yerelseçimler mişti. Bir yerel seçim nasıl olur da bir ülkenin beka sorununa, varlık ya da yokluk meselesine dönüşebilir? Burada kastedilen ülkenin değil sanırım iktidarın ve koalisyon ortağının bir beka sorunudur. Demokratik bir hakkın kullanılmasına yönelik devletin tepesinden “hakların kullanılması bizim lütfumuzdur” denildiğinde, bizim içinde devlet ile birey arasındaki ilişkiyi irdelemek zorunlu hale geldi. Seçmek ve seçilmek hakkını bize kim veriyor? Devlet kimin için var dır? Her seçim sonucu demokratik Demokrasi, çoğunluğun azınlık sonuç doğurur mu? üzerindeki tahakkümü değil, azın Adalet, eşitlik lıkların haklarının en az çoğunluk kadar anayasal güvence altına alı Hegel, birey olmanın gereklerini nan ve korunan sistemin adıdır. toplumun devlet organizasyonunu kurabildiği süreçten itibaren önem Devlet aygıtı tümüyle bireylere ve toplumun çıkarlarına hizmet etmek sediğini söylüyor. Çünkü başıboş için var olmalıdır. Oysa iktidarı her topluluklar ve sürüler halinde yaşa ele geçiren hizmet etmekten öte yan kavimlerin modernleşmeye kat devletin bizatihi kendisi olmaya ça kıda bulunmadığını iddia ederek, devlet yapısının ortaya çıkışı ile bir lışmakta ve tüm toplum tarafından üretilen gayrisafi milli hasılayı ken likte modernleşmenin başladığı gö disi ve etrafındakilerle paylaşmaya rüşünü sunuyor. meyillidir. Bu yönetim Karl Marks’a göre ise toplumsal mülkiyetin ve siyasal işleyi Devlet, farklı inanç ve kültürde anlayışının istikrarlı bir geleceğinin olmadığını Ortadoğu’da güçlü gibi şinin yönetimini sosyalist devletin yürütmesi gerekir. Adalet, eşitlik ve özgürlük bir kişi için değil, bir bü olanların varlığını anayasal güvence altına almalı ve görünen ama halk tarafından desteği çoktan yitirilmiş iktidarların nasıl acı deneyler onun yok olmasını le değişime uğradığını tün olarak toplumun tümü için gereklidir. Bunun bir ötesinde ise gelecekte devlet aygıtının olmadı engellemelidir. Farklılığımızın zenginliğimiz olduğunu görmekteyiz. Çevre, toprak, akar sular, yaşanabilir şehirler, doğal köyler ve insanca bir gelecek için ğı ve sorumluluk sahibi bilinçli bireyler toplumunun var olduğu, devletsiz yönetim anlayışından bahseder. Fransız düşünürü unutursak; bilim üretemeyen bir topluma dönüşürüz. bireyler, gözleyen, denetleyen, sorgulayan ve gerektiğinde düzeltici faaliyetler için haklarını kullanmayı bilen bireyler olmak duru olan Montesquieu’ya göre ise yasa mundadır. Devlet, top ma, yürütme ve yargı olarak tanım lum içindeki farklı inanç ve kültürde ladığı birbirinden bağımsız ve birbirini denetleyen üç ayrı güçten bah olanların varlığını anayasal güvence altına almalı ve onun yok olmasını sedilir. Kuşkusuz cumhuriyet, mo engellemelidir. Farklılığımızın zen narşi ve istibdat (zorba, despot ve ginliğimiz olduğunu unutursak; ku faşist) yönetimlerin de tarifini yap rak, çorak ve düşünce, bilim ürete mıştır. Yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığını kaybetmesinin meyen bir topluma dönüşürüz. Devlet, birey için kendi hayatı sonuçlarını bir toplum nasıl öder nı kolaylaştıracak ve düzenleyecek se bizim toplumumuz da şu an onu kurumsal bir araçtır. ödemektedir. Güçlerin dengesi değil, güçlerin Hak alınır, verilmez birliği hedeflendiğinde denetim me Devleti kutsayarak, devleti her kanizmalarını ve oluşabilecek muh şeyin üzerinde tutarak, onu tartışıl temel hataları düzeltecek uyarı me maz ve üzerinde görüş söylenemez kanizmalarını da ortadan kaldırmış şeklinde bir putlaştırmaya dönüştü oluyorsunuz. Oysa uyarı mekaniz rürseniz, o devletin hep birlikte tut maları toplum ve devletteki risk öl sağı haline gelirsiniz. çerler, ancak hukuk, adalet, yar Devlet, vatandaşı varsa devlettir. gı ve yürütmedeki güçler ayrılığının İnsan hakkının, insan onurunun, in doğru çalışması ile mümkündür. Kı san haysiyetinin ezildiği, horlandığı saca birey yoksa devlet de yoktur. yerde birey yoktur; mutlak devletin Oysa devlet olmadan önce de birey egemenliği vardır. vardı. Tek farkı birbirinden güç ala Sonuç olarak, hiçbir dönemde, rak ayakta kalabilen topluluklar ha hiçbir yönetim anlayışında haklar linde varlıklarını sürdürebiliyorlardı. yukarıdan verilmez. Bir mücadele İnsan dünyaya geldiğinden itibaren sonucunda alınır. Yukarıdan veril bir devlet aygıtının koyduğu kural mesi beklenen ve lütfedilen haklar, lar ve yasalar etrafında hareket et kolayca da geri alınır. Bu durumda meye, davranmaya veya yaşamaya hak ve demokrasi, iktidarda olan mecbur kılınmakta. Elbette milyar ların ne kadar lütfedeceğine ilişkin larca insanın bir kargaşa olmadan vicdanına kalmış olur. Oysa bireyin yaşaması için yeryüzünde bir sis hakkıhukuku, hangi iktidar gelirse tem ve düzenleyiciliğe ihtiyaç ola gelsin yasalarla güvence altında tu caktır. Ancak bu düzenleme onun tulmalıdır. Ve akıllı, sorumlu, bilinç düşünmesini, özgür iradesini, kimli li bireyler de bu haklarının farkında ğini, dilini, aidiyetini ve de inancını ve takipçisi olmalıdır. Bireyler kendi yok edecek, telef edecek bir düzen seçimlerine sahip çıkmak ve onla leme olamaz. Devlet aygıtını her ele rın doğuracağı sonuçların da farkın geçirenin onu kendi dar görüşü ve da olmak zorundadırlar. Birey varsa seçim sistemindeki çarpık sonuçlar devlet vardır, adaletli devlet varsa çıkartan değerlere göre dilediği gibi toplum bir düzen içinde huzurla ya kullanma arzusu, ötekini yok etme şar. Adalet ve demokrasi, adil pay ye kurgulu büyük bir trajediye dö laşım ve özgürlükler yoksa o yöne nüşmektedir. Tek bir kişi bile olsa timin adı dikta kavramları ile birlik onun farklılığı, anayasal güvence al te anılmaya mahkumdur. Çünkü in tında olmalıdır. sanlık tarihi bize böyle anlatır. İspat Hakkı mı İsmail Hakkı mı? İsmet İnönü’nün Çok Partili Rejim’e geçmesi sayesinde iktidara gelen Demokrat Parti, Demokratik Rejimi geliştireceğine, Tek Parti Dönemi’ni mumla aratan baskıcı uygulamalara girişmiş ve Demokrasiyi katletmişti: CHP’nin mallarına el koymuş, solcuları tutuklamış, Köy Enstitülerini ve Halkevlerini kapatmış, basın özgürlüğüne çeşitli sınırlamalar ve kısıtlamalar getirerek politikacıların ve bürokratların yolsuzluk ve hırsızlık haberlerine de yasak koymuştu. Muhalefetteki sınırlı gücüyle kendi eseri olan Demokratik Rejimi korumak isteyen CHP, iktidar mensuplarının rüşvet, yolsuzluk ve hırsızlık haberleri dolayısıyla yargılanan, yargılanacak olan basın mensuplarına iddialarını “İspat Hakkı” verilmesini istiyordu. Demokrat Parti mensupları ise CHP’nin gazetecilere “İspat Hakkı” tanınması önerisine karşı çıkıyor ve karşı çıkmakla da kalmayıp bu öneriyle “İspat Hakkı mı, İsmail Hakkı mı?” diyerek alay ediyorlardı. HHH 1 Şubat Cuma günü Cumhuriyet Gazetesi’nde Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a tazminat ödemeye mahkum olduğuna ilişkin bir haber yayımlandı. Habere göre, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir konuşmasında Erdoğan için: “FETÖ’nün siyasi ayağını ortaya çıkarmamak için OHAL’i sürdürüyorlar. Buradan ilk kez söylüyorum, FETÖ’nün bir numaralı siyasi ayağı, Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zattır. Bir numaralı siyasi ayağı... Versin mahkemeye ispat edeceğim” demiş ve Erdoğan, Kılıçdaroğlu aleyhine 250 bin TL’lik tazminat davası açmıştı. Haberde mahkemenin “İspat hakkını” kullanmak isteyen Kılıçdaroğlu’nun avukatına olumsuz yanıt verdiği ve Kılıçdaroğlu’nu 5 bin TL tazminat ödemeye mahkum ettiği belirtiliyordu. HHH Habere göre: Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik, verdiği dilekçede AKP ile FETÖ’nün bir dönem yaptığı ortaklıkları ayrıntılarıyla anlatırken, İlker Başbuğ, Işık Koşaner, Abdüllatif Şener, Kadir Özbek, Ali Suat Ertosun, İlhan Cihaner, Dursun Çiçek, Celal Ülgen ve Aykut Erdoğdu’nun tanık olarak dinlenmesini istemiş, mahkeme ise bunu reddetmişti. Davanın karar duruşmasında Avukat Celal Çelik, Erdoğan’ın “Ne istediniz de vermedik” sözünü anımsatarak, mahkemenin delil toplama taleplerini kabul etmesini istemiş. Çelik, 17 Aralık sürecinde yayımlanan ses kayıtlarıyla ilgili de bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep ederken, “Türk ve dünya kamuoyu, FETÖ’yü kimlerin ülkeyi işgal edecek denli büyütmüş olduğunun farkındadır” demiş. Avukatın ispat hakkı önerisini reddederek davayı bitiren mahkeme ise Kılıçdaroğlu’nu Erdoğan’a 5 bin TL tazminat ödemeye mahkum etmiş. HHH KUVVETLER AYRILIĞI... HUKUK DEVLETİ... BAĞIMSIZ YARGI... VE ELBETTE “İSPAT HAKKI”... DEMOKRASİNİN ÖN KOŞULLARIDIR! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear