16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 28 Mayıs 2018 8 Müslümanlar Reis’i mi, yoksa Reis İslamı mı terk ediyor? Önce Saadet Partisi’nden başlayalım. Bu yılın 10 Şubat’ında Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu ile AKP Reisi bir araya geldiler. Buluşma sonrası yapılan resmi açıklamalarda söylenmedi ama sızan bilgilere göre erken ya da zamanında yapılacak bir seçimde daha sonra “Cumhur İttifakı” olarak adlandırılacak seçim işbirliği üstüne konuşuldu ve anlaşma olmadı. Nitekim 21 Nisan’da Tayyip Erdoğan bir TV kanalında “İttifak çağrımıza Saadet Partisi müspet bir cevap vermedi” dedi. Neden? Bu soru nedense siyasal düzlemde ve medyada hak ettiği ölçüde tartışılmadı. Aynı siyasal gelenekten gelen, hemen hemen aynı tarikat kaynaklarına yaslanan iki parti, Sünni ve Hanefi ağırlıklı, Alevilere uzak, Kemalizmle hele laisizm ile uzlaşmaz çelişkilere sahip oldukları bilinen siyasal İslamın iki partisi, geçmişteki küskünlükleri unutup bal gibi bir seçim ittifakı yapabilirler ve “Cumhur İttifakı”nda buluşabilirlerdi. Ama olmadı. Reddeden tarafın Saaddet Partisi olduğu biliniyor ve bu “ret”e karşı parti içinden ciddi bir itiraz gelmedi. Daha da ilginci, haftalar sonra Saadet Partisi, Türkiye’de çok güçlü bir Kemalist ağırlık taşıyan ve laikliği tersi düşünülemez bir kararlılıkla savunan CHP ile bir “Millet İttifakı”nda buluştuğunda da parti içinden ya da partiye yakın tarikatlardan yine bir itiraz gelmedi. Erken (hatta fazla erken) seçim kararı alındıktan sonra başlayan seçim kampanyasında Saadet Partisi kanadından gerek AKP’nin izlediği politik çizgiye, gerek AKP Reisi’ne yer yer CHP’den daha sert eleştiriler yöneltildi, yöneltiliyor. Saadet Partisi’nin böyle ve bence epey şaşırtıcı bir siyasal tercihte bulunmasının bir sebebi, bir açıklaması olmalı değil mi? HHH Dahası var. Önceki gün “siyasal İslam” çizgisinin bir başka partisinden de yine benceepey şaşırtıcı bir açıklama geldi. Kürt illerinde küçümsenmeyecek bir etkinliğe sahip, dinsel kimliğini etnik kimliğinden daha çok önemseyen, hemen hemen tümüyle Kürt üye ve seçmen kitlesine dayanan HüdaPar’ın sözcüsü Sait Şahin bir TV programında konuştu ve beklenmedik bir çıkış yaptı. AKP Reisi’nin HüdaPar’ı da “Cumhur İttifakı”na katmak istediğini resmen açıkladı ve ekledi: “...Ak Parti’den bir teklif geldi. Görüşmeler oldu; sonuçta iradeler uyuşmadı, anlaşma gerçekleşmedi...” Ancak HüdaPar sözcüsü bununla yetinmedi ve bugüne kadar bir “siyasal rakip” olarak değil “ideolojik bir düşman” olarak gördüğü HDP’ye zeytin dalı uzattı. Hatta “zeytin dalı” nitelemesinin yetersiz kalacağı bir çağrı yaptı. O şaşırtıcı cümleleri aynen aktarıyorum: “..Tabanları Kürt olan iki partinin normalleşmesi gerektiğine inanıyoruz ve bu yönde biz adımlar attık. Kürtler dediğimizde bir kardeş HüdaPar’dandır, bir kardeş HDP’dendir. Biz aile meselesinden bahsediyoruz. HDP, HüdaPar meselesi aile meselesidir (...) Biz barış şerbeti içmeye, diyalog şerbeti içmeye, normalleşme şerbeti içmeye hazırız. Bu kadar net söylüyorum.” HüdaPar sözcüsü haklı. Gerçekten de çok net. Oysa 90’lı yılların kanlı, çok kanlı siyasal İslamcı örgütü Hizbullah’tan dönüşme bir partiden söz ediyoruz. 90’ların o taş kafalı “şaktak paşalar” döneminde “enseden tek kurşun” yöntemiyle nice Kürt yiğidini yok etmiş bir Hizbullah’tan... (Ah benim yakışıklı yiğit arkadaşım Habib Kılıç da Batman’da öyle yok edildi. Acısı şimdi bir kez daha yüreğimi dağladı...) HHH HüdaPar’ın böylesine kanlı bir geçmişe dayanan ilişkilerden bugün HDP’ye “barış şerbeti çağrısı” yapmasının ve daha da önemlisi AKP Reisi’nin ittifakında yer almayı reddetmesinin bir açıklaması olmalı. Tıpkı Saadet Partisi’nin “Cumhur İttifakı” denen cephede yer almayı reddetmesi gibi... Acaba Saadet ve HüdaPar, AKP ile yan yana durmayı, ittifak kurmayı neden kabul etmediler? Buna yanaşsalar saflarından birkaç (belki daha çok) milletvekili çıkarabileceklerini bile bile niye AKP Reisi’ni reddettiler? AKP’yi siyasal İslamın saflarının bir partisi; Erdoğan’ı da siyasal İslamın bir önderi olarak görmedikleri için mi? Bence akla yatkın... Büyük ölçüde doğru da...  Gençler bekleniyor 1725 yaş arası gençlerin güçlendirilmesi için çalışmalar sürdüren Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG), 30 Mayıs’ta, Taksim Point Hotel’de “Gençlik İstihdamı İçin Paydaş Diyalog Toplantısı” gerçekleştirecek. Herkesin katılımına açık bu buluşmada, gençlik istihdamı konusundaki problem alanları, mevcut durum ve çözüm önerileri tartışılacak. haber EDİTÖR: FİGEN ATALAY / BURAK YURTTAŞ TASARIM: SERPİL ÜNAY Tarlaya değilTÇAOORCLIMMUKAİŞLSÇAINİRSİ okula gidecekler Hayata Destek, 8 ilde yürüttüğü faaliyetlerle ilgili raporunu yayımladı. Yapılan etkinliklerle tarlada çalışan çok sayıda çocuk okullu oldu Hayata Destek, “Mülteci Destek”, “Mevsimlik Tarımda Çocuk Koruma”, “Sivil Toplumda Kapasite Geliştirme” ve “Acil Yardım” başlıkları altında 2017 yılı boyunca yürüttüğü çalışmaları raporlaştırdı. Rapordaki bilgilere göre, 8 ile yürütülen Mülteci Destek Programı ile 28 bin 153 kişinin temel hak ve hizmetlere erişimi kolaylaştırıldı, 7 bin 930 mülteciye birebir koruma desteği sağlandı, dil eğitimi, psiko sosyal destek ve çok sayıda atölye, kurs gibi beceri geliştirici etkinliklerle 18 bin 476 kişiye ulaşıldı. Gebelik ve yenidoğan bakımı eği timleri düzenlendi, 3 binden fazla anne adayı ve yeni doğum yapmış anneye, içinde bebeğinin ilk ihtiyaçlarını karşılayacağı malzemeler bulunan “yeni doğan kiti” ulaştırıldı. 8 ildeki 8 okulda, mültecilerin kendi ayakları üzerinde durabilmelerine hizmet edecek donanımı sağlama amacıyla teknoloji sınıfları kuruldu. Mültecilerin yaşadığı en büyük sorun olar işsizliğin etkilerini hafifletmek ve bireyleri daha güçlü kılmak için 6 ilde beceri geliştirme atölyeleri oluşturuldu, istihdam projeleri, çalışma izni danışmanlığı, dil kursları ve kendi işlerini kurmaları için üretim araçları sağlanması gibi çalışmalar yapıldı. Tarım işçisi çocuklar Raporda, çocuk işçiliğiyle mücadeleye yönelik yürütülen “Mevsimlik Tarımda Çocuk Koruma Programı” nın da 2017 yılı boyunca da devam ettiği belirtilerek, şu bilgiler veriliyor: “Gezici saha ekiplerimiz, hasat mev siminin nisanda başlamasıyla birlikte sırasıyla Şanlıurfa Viranşehir, Adana ve Zonguldak’ta mevsimlik tarım işçisi ailelere yönelik çalışmalar yürüttü. 200’den fazla çocuğa psikososyal destek sunduk. Ailelere ve işverenlere yönelik bilgilendirme oturumları düzenledik. Viranşehir’de 37 çocuğun okula kaydına destek olduk, ihtiyaçlarını karşıladık. Özellikle Adana bölgesinde yürüttüğümüz okula yönlendirme çalışmalarında önemli bir başarı sağladık ve 49 çocuğun okullu olmasına aracılık ettik.” İbrahim HİCRAN ANİTA ERİMA En zoru çapa işi “9 yaşından beri tarlalarda çalışıyorum. Evimiz Urfa’da, iş başladı mı ailece yola çıkarız. Kavun, karpuz, pancar, fındık… Hepsinde çalıştım. En zoru çapa işidir, iki ay çalışırız. Bütün gün belimiz yatık, başımızı kaldıramayız. Hayalim okumak ve lisanslı futbolcu olmaktı. Bizim gibiler için zor. Ben okulu çoktan bıraktım. Kardeşlerim bari okuyabilse.” (İbrahim, 19, Zonguldak) Sınırda doğurdum “Türkiye’ye yeni geldik. İkinci çocuğumu sınırda doğurmak zorunda kaldım. Bebeği bir battaniyeye sarıp yola devam ettik. Bu bebek çantası gelene kadar Ahmet’in hiçbir şeyi, kıyafeti bile yoktu. Bebek sabunu, şampuan yoktu; doğduğundan beri oğlumu bir kere bile yıkayamamıştım. Hayata Destek’in bebek çantasını alınca oğluma ilk defa yeni kıyafet giydirebildim, ilk defa banyo yaptırabildim.” (Hicran, 27, Şanlıurfa) Okul yerine işe “Suriye’den geldiğimizden bu yana okula gidememiştim, çalışmak zorundaydım. 4 yıl ara vermiş oldum. Kimyayı çok seviyordum. En büyük hayalim, eğitimime devam edip eczacı ya da kimyager olmak. Hayata Destek okul kaydım için gerekli belgeleri hazırlayarak okula kaydımı yaptırdı ve hayalimin gerçekleşmesine yardımcı oldu. Daha çok çalışarak üniversiteye girmek için uğraşacağım.” (Anita, 17, Mardin) Kimliğimiz yoktu “Benim için en önemli şey eşimin, benim ve çocuklarımın kimlik kartlarımızı çıkartabilmekti. Hayata Destek’in yardımıyla kimliklerimizi aldık, çok şükür. İkinci çocuğumun hamilelik döneminde bu kimlik sayesinde devlet hastanesinde kontrollerimi yaptırabildim. Oğlum Hamid’i bu kimlikler sayesinde kendi nüfusumuza kaydettirebildik. Bu benim için çok önemliydi. Şimdi tam bir aile olduk.’’ (Erima, 20, Mardin) Otekinin hikâyesiAkademisyen olacakken haksız bir tutuklama HÜSEYİN EDEMİR’İ yazarlığa yöneltti Edemir, 21 öyküden oluşan üçüncü kitabı “Yeşil Bir Ülke”de, mültecilerin yaşama tutunma çabasından, çocukluğunun geçtiği Alevi köylerine, ötekilerin öykülerine odaklanıyor Genç kuşak yazarlardan Hüseyin Edemir’in üçüncü kitabı, “Yeşil Bir Ülke”, NotaBene Yayınları’ndan çıktı. 21 öykünün olduğu kitap, “İçim deki Kaçak”, “Ölülerin Kalbi” ve “Sarı Çocuğun Anlattıkları” başlıklarıyla üç bölümden oluşuyor. Edemir, mültecile rin yaşama tutunma ça basını akıcı bir dille an latırken, çocukluğunun geçtiği Alevi köyünü de masalsı bir tatla okur larına sunuyor. Edemir, HİLAL KÖSE Türkiye’de firari olduğu dönemde kaleme aldı ğı öykülerini yayınevi ne teslim ettikten sonra yola revan ol muştu. İsviçre’deki yeni yaşamının ar mağanı oldu son kitabı. Edemir, “Yola çıkmadan önce yayınevine kitabı tes lim ettim. ‘Gidiyorum. Ölürsem de ka lırsam da bu hikâyeleri basın’ dedim” diyor. Edemir ile son kitabını ve edebi yat yolculuğunu konuştuk. n Akademisyen olacakken, haksız bir tutuklama seni yazarlığa yönelt ti. Yazmaya nasıl karar verdin? Edebiyat tohumları hapishanedey ken düştü gönlüme. Bu süreç kırık duyguların ve yitik umutların depo lanmasıyla belki anlaşılabilir. Tutuk luluğumda, hücrem hapishaneydi, fi rariliğimde koca bir ülke hapishanem oldu. Çaldığım her kapı yüzüme ka pandı. Belki de ben zaten kilitli kapı ları zorluyordum... Dile kolay! Bu sü reç tam 5 yıl sürdü. Kapılarını kıra madığım ülkenin duvarlarını aşıp kaç tım. Şimdi, baktığımda yine o günle ri anımsıyorum. Selamımı bile alma ya çekiniyordu, tanıdıklarımın çoğu. Artık kendimi fazlalık gibi hissediyor dum İstanbul sokaklarında yürürken. Dişimle tırnağımla edindiğim ne var sa kaybetmiştim, babamın ölüm acısı na gark olmuştum. İşte yazmaya tam da böyle bir ortamda başladım. Daha önce Cumhuriyet’e verdiğim bir röpor tajımda dediğim gibi yazarlar, yazmak ‘Kitabımı gazeteye, poşete saran oldu’ n Yurtdışında olmanın edebiyatına yansımaları var mı? Benim üzerimden gelişen korku iklimini hâlâ hissediyorum. Selamımı almaya korkan insanlar kitaplarımı okumayı da tereddütle karşılıyorlar. Türkiye’deyken bir tanıdığımın kitabımı gazeteye sarıp siyah bir poşete koyduğuna tanıklık etmiştim. Bunu anlıyorum ama sindiremiyorum. n Kitabını annene ithaf ettin. İlk iki kitabını yazarken annen yanındaydı. Şimdi aranıza kilometreler girdi... Annem hayatımın en büyük emektarı. Düşünün: 6 çocuğunuz olmuş, sadece birini okutabilmişsiniz. O da yeraltı hayatı yaşamaya mecbur kalmış. Ben ona bakarken bunları düşünüyordum. O da aynı anda sessizce bana bakıyordu. Kim bilir içinden neler geçiyordu. Firari yıllarımın yoldaşıdır annem. için yaşarlar. Oysa ben yaşamak için yazdım. n Yeşil Bir Ülke’deki karakterlerin çoğu, hayatın kıyısında. Mülteciler, yoksul insanlar... Bu öykülere odaklanmanın özel bir nedeni var mı? Yazmaya başladığımdan beri ötekilerin hikâyesini anlatıyorum. Benzer acıları ve sorunları yaşamış olmam belki de farkına varmadan beni bu limana sürüklüyor. Öte yandan tarihsel özne olarak ötekilerin rolüne odaklanmamdan kaynaklanıyor. n Nedir o rol? Geçmişin büyük dönüşümlerinin ortak özneleri günlük hayatta hep gadre uğrayan insanlardır. Çoğu zaman da çaresizlerdir. Hapsoldukları sorunların yumağı içerisinde kendilerine küçük dünyalar yaratıp içinde yaşayan insanlardır. Hedefleri karnını doyurmak için bir kap buğday dilenmek, bir nehri geçmek, sahte bir pasaport ele geçirmek olan insanlar gün geldiğinde nice sultanları tahtından ettiler ve edecekler. Bu açıdan onların hakkını teslim etmeye çalışıyorum. Bireyin en insan haline odaklanma fırsatı buluyorum. n Edebiyatı bir direniş alanına çeviriyorsun yani... Rutin ve görece daha konforlu hayatı süren sıradanlaşmış insanların yerine savrulan, kaybolan, düşen, düştüğü yerden kalkan, umuduna sarılan, yollarda ya da hayatın içinde heba olanlar en yalın haliyle insandırlar. Biliyorum, ürkütücüdürler. Kor kunç gelirler sıradanlaşmış insanlara. Sadece sokaklarda değil kitaplarda ya da film sahnelerinde de görülmek istemezler. Böylelikle potansiyel okuyucuyla da kavga etme imkânı buluyorum. Öykülerimin özne seçimiyle günümüzün suya sabuna dokunmayan “makbul edebiyatına” karşı da bir duruş sergilemiş oluyorum. Bundan dolayı da mutluyum. n Kitaba ismini veren öykü Yeşil Bir Ülke’de, Süleyman, kardeşleri için mücadeleden vazgeçmiyor. Ülkeleri aşıp Türkiye’ye geliyorlar. Sence yolun sonunda özlemi duyulan ülke var mı? Yoksa, kahramanları bir hayal kırıklığı mı bekliyor? Umuda duyulan bir özlem bu. Bütün kötülüklere ve olumsuzluklara sorulmuş hayal yüklü bir soru. Böyle bir soruya günümüz dünyasında cevap bulmak mümkün mü? Bu sorunun cevabı Süleyman ve Samia’nın da cevabı olacaktır. Bu sorunun yanıtlanması ne kadar zorsa sorulması da bir o kadar güzel ve elzem. Benim cevabım aramaya devam edecek. Süleyman o kadar azimli ve kararlı ki bulamazsa bile inşa etmeye çalışacaktır. Belki dönüp Nijer’i yeşertecektir. n Kitabın son bölümünde, bir Alevi köyünde yaşananları ‘Sarı çocuğun’ gözünden okuyoruz. İçten, sıcak, yalın bir anlatımla sanki çocukluğunun sokaklarında geziniyorsun. Neler hissettin bu satırları yazıya dökerken? Makbul ve meşhur edebiyatın sırtını döndüğü konulardan biri de Aleviliktir. Birkaç eseri dışarıda tutarsak Aleviler görmezden gelinmiştir, Alevi meselesi yok sayılmıştır. Sırtı dönük, gözleri kapalı bu adama en güzel cevabı bir çocuk verebilirdi. Tüm sevecenliği ve saflığı ile “Sarı Çocuk” kendini haykırıyor aslında. Tam da böyle bir ruh hali içinde yazdım kitabın bu kısmını. Öykülerin anlatıcısı çocuğun ruhunu kuşanıp yazdım o öyküleri. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear